Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM 28. Dönem 3. Yasama Yılı Açılış Toplantısı’nda konuştu.
Açıklamasında ‘yeni anayasa’ çağrısını tekrarlayan Erdoğan, “Bir nevi yamalı bohçaya dönen 82 anayasasının miadı artık dolmuştur. Türkiye’nin 21. yüzyılda büyük hedef ve iddialarını gerçekleştirmesi ancak yeni, uzlaşmacı, özgürlükçü, katılımcı, sivil bir anayasa ile mümkündür” dedi.
Erdoğan, İsrail’in Lübnan’a kara saldırısı başlattığını hatırlatıp “Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır” diye konuştu.
Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Şu an çatısı altında beraber olduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de açılmış, Polatlı’dan top sesleri yankılanırken milli mücadeleyi sevk ve idare etmiş, İstiklal Harbi’mizi zafere taşımış, 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyetimizi kurmuştur. Gerek meclisimizin açılması gerekse Cumhuriyetimizin ilanı milletimizin yakın tarihinde önemli dönüm noktaları olmakla birlikte, Türkiye devlet ve parlamento tecrübesi bakımından asırlara sari bir birikime sahiptir.
Şunu gururla ifade etmeliyim ki, yüzyıllar boyunca onlarca devlet kurmuş olan milletimiz, 11. yüzyılda kurulan Büyük Selçuklu Devleti’nden bugüne kadar süren kesintisiz devlet tecrübesiyle dünya üzerindeki istisnai milletlerden biridir. İnşallah devletimiz ebet müddet baki kalacaktır. Aynı şekilde bölge ülkeleri kıyaslandığında parlamento tecrübemizde 1876 gibi oldukça erken bir dönemde başlamış, zaman zaman inkitaya uğrasa da günümüze kadar gelmiştir.
Tıpkı devletimiz gibi bir şurâ makamı, bir meşveret ve istişare makamı olarak biz milletimizin hürriyetinin ve istiklalinin somut nişanesi olarak inşallah ebed müddet var olacak, daima açık kalacak, milletimize daha nice seneler alnının akıyla hizmet edecektir.
Kurtuluş Savaşı’mız sırasında düşman kuvvetlerinin çok yaklaşmasına rağmen, meclisimiz çalışmalarını cesaretle, fedakarlıkla ve sarsılmaz bir imanla ifa etmiştir. Meclisimiz Gazi ünvanını bileğinin gücüyle elde etmiştir. Yine 15 Temmuz gecesi, işgal kuvvetlerinin hain uşakları tarafından ele geçirilmeye çalışılan ve bombalanan meclisimiz, milletvekillerimizin kahramanca direnişi sayesinde hem milletimize cesaret vermiş, hem kendisini savunmuş, böylece Gazi ünvanını bir kez daha teyit etmiştir.
’82 ANAYASASININ MİADI ARTIK DOLMUŞTUR’
Burada şunu öncelikle vurgulamak isterim. Bu meclis, 104 yıllık tarihi boyunca şartların en çetin olduğu dönemlerde bile bir çözüm yolu, bir çıkış yolu bulmayı başarmıştır. Bu meclis, tüm zorluklara rağmen hemen arkamızda yazan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şiarına hakkıyla sahip çıkmıştır. Yine bu meclis, milletimizin ufkunu genişletecek, barışı ve demokrasiyi güçlendirecek, ekonomik büyüme ve refaha, en önemlisi de özgürlüklere daha fazla alan açacak, Cumhuriyet tarihimizin en kuşatıcı anayasasını yapma tecrübesine, bilgisine ve kudretine ziyadesiyle haizdir.
12 Eylül askeri darbesi sonrasında silahların gölgesinde milli iradeye dayatılan mevcut anayasa, meclisimiz ve milletimize biçilmiş dar bir gömlektir. 1982’den beri yapılan irili ufaklı 20’den fazla değişiklik, milletin mevcut anayasadan memnuniyetsizliğini açıkça göstermektedir. Bir nevi yamalı bohçaya dönen 82 anayasasının miadı artık dolmuştur. Türkiye’nin 21. yüzyılda büyük hedef ve iddialarını gerçekleştirmesi ancak yeni, uzlaşmacı, özgürlükçü, katılımcı, sivil bir anayasa ile mümkündür.
‘YENİ ANAYASANIN HAZIRLIK SÜRECİNDE HER TÜRLÜ FİKRE SAYGI DUYARIZ’
Demokrasimizin yeni anayasa ihtiyacının günden güne kendini daha fazla belli ettiğini görüyoruz. Burada şu hususu da açık yüreklilikle ifade etmek arzusundayım. AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak yeni anayasayla ilgili olarak elbette biz kendi hazırlıklarımızı hem de çok titiz bir şekilde yapıyoruz. Ama bu demek değildir ki diğer tüm fikirlere kapımızı kapatıyoruz. Yeni anayasanın hazırlık sürecinde her türlü fikre saygı duyarız, her düşünceyi ilgiyle dinleriz, her yapıcı teklifi hayırhahlıkla değerlendiririz.
Yeni anayasanın kutuplaştırıcı değil, uzlaştırıcı, ayrıştırıcı değil, birleştirici, yasakçı değil, özgürlükçü olması, farklılıklarda değil, ortak noktalarda buluşturması temel ve sarsılmaz ilkemizdir. Milleti ve devleti birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Millet varsa devlet vardır, devlet varsa, millet varlığını idame ettirir. Devlet milletin üzerinde değildir. Millet de devletsiz ayakta ve hayatta kalamaz. Ne devletimizin zayıflatılmasına, ne milletimizin bu yolla ayrıştırılmasına eyvallah etmeyeceğimiz bilinmelidir. Milletin refah ve huzurunun, bununla birlikte daha fazla hürriyetin, devletimizi daha da güçlendireceği kanaatindeyiz.
Yeni anayasa, devleti ve milleti ayrı yerlere koyan değil, devlet ile milleti buluşturan, kucaklaştıran, kaynaştıran niteliklere haiz olmalıdır. Şuna tüm kalbimle inanıyorum: Milletin muazzez iradesini temsil eden insanlar olarak insanımızın hiçbir ferdini dışlamadan, hiçbir ferdin özgürlüğünü kısıtlamadan, azami müştereklerde buluşturan bir anayasayı yazabilir, yapabilir, Allah’ın izniyle bu yüce meclis eliyle hayata geçirebiliriz.
‘HİÇ KİMSE MAHKEMELERİMİZİ BASKI ALTINA ALMAYA KALKIŞMAMALIDIR’
Tekrar ediyorum, düzen yani hukuk, yani adalet, devletimizin ve milletimizin temel dayanağıdır, temel direğidir. Askerimizin ve kolluk birimlerimizin güven içinde kalması için devletimiz her türlü fedakarlıkta bulunmaktadır. İmkanlar ölçüsünde daha fazlasını da yapacaktır. Kanun ve düzen dışına çıkanlar ise, adaletin tesisi, devletimizin bekası adına hiç tereddüt edilmeksizin yargı karşısına çıkacaklardır. Bu arada yargı mensuplarımızın da görevini kanunlar ve hukuk çerçevesinde yerine getirdiği, özellikle hatırlatmak isterim.
Mevcut kanunları uyguladıkları ya da kanunların sınırları içinde kaldıkları için hiç kimse yargı camiamızı yıpratmaya, gündemine gelmek uğruna mahkemelerimizi baskı altına almaya kalkışmamalıdır. Yargı mensuplarımız ile Türk milleti adına karar veren mahkemelerimizin tehdit edilmesine hiçbirimiz müsaade etmemeliyiz. Şayet, polisin, jandarmanın, savcı ve hakimlerimizin suçu önleme, suçu cezalandırma, karar ve infaz konusunda sıkıntıları varsa şüphesiz bu evvel emirde kanunların konuşulmasını gerektirir. Kanun koyucu ise milletimiz adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
EKONOMİ MESAJLARI
Değerli milletvekilleri, asrın felaketi olan 6 Şubat depremlerine ve bölgemizdeki sıcak çatışmalara rağmen ekonomide belirlediğimiz hedeflerimize kararlılıkla ilerliyoruz.
14-28 Mayıs seçimleri sonrasında uygulamaya başladığımız istikrar ve reform programımız meyvelerini veriyor. Ekonomi programımızda meclisimizin de desteği ile son 1 yılda önemli mesafe kat ettik.
Geçen yıl gündemimizin üst sıralarında yer alan birçok meseleyi geride bıraktık ve bırakıyoruz. Burada fikir vermesi açısından bazı rakamları sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum. Merkez Bankamızın geçen sene mayısta 98,5 milyar dolar olan brüt rezervleri bugün 156 milyar doları aşarak Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Bugün şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz. Hamdolsun, Türkiye’nin artık rezerv meselesi yoktur.
Bir diğer kronik sorunumuz olan cari açığı sürdürülebilir bir düzeye çektik. Geçen yıl 57 milyar dolar olan cari açık, gayretlerimiz neticesinde temmuzda 20 milyar doların altına indi. 2023’te ihracatımız 256 milyar dolarla rekor kırdı. İhracattaki güçlü performansımız 2024’te de devam ediyor. Yıllık ihracat, ağustosta 262 milyar dolarla tarihimizin zirvesine çıktı. Turizmde 2023 yılını rekor ziyaretçi sayısı ve geliriyle kapattık. Bu sene 60 milyon turist sayısı, 60 milyar dolar turizm geliri hedefliyoruz. Son bir yılda 1 milyon 105 bin ilave istihdam imkanı oluşturduk. Milli gelirimiz 1 trilyon dolar sınırını geçerek 1 trilyon 119 milyar dolara ulaştı. Böylece, milli gelirde çok kritik bir psikolojik eşiği aşmayı başardık.
‘ENFLASYONDA KALICI DÜŞÜŞ TRENDİNE GİRDİK’
2024 yılında kredi notu üç büyük kuruluş tarafından artırılan tek ülke Türkiye oldu. Ekonomimizin temel göstergelerindeki iyileşmeye bağlı olarak ülkemizin risk primi de düşüyor. Bankacılık ve reel sektörümüzün dış borç çevirme oranları yükseldi. Türkiye’yi daha çok siyasi sebeplerle alındığı gri listeden de çıkardık.
Yine bu süreçte 6 Şubat depremlerinin Türk ekonomisine getirdiği 104 milyar dolarlık ilave faturaya rağmen mali disiplininden taviz vermedik. Kim ne vaat ediyorsa benden beş fazlası siyasetinin, seçim meydanlarını esir aldığı 31 Mart sürecinde popülizme asla tevessül etmedik.
Kararlı duruşumuz sayesinde hamdolsun enflasyonda kalıcı düşüş trendine girmiş bulunuyoruz. Son 3 ayda yıllık enflasyon 23,5 puan geriledi. Gıda enflasyonu da 4 yıl sonra ilk kez aylık bazda negatife döndü. Önümüzdeki aylarda enflasyondaki düşüş devam edecek ve milletimiz bu düşüşü çarşıda, pazarda, alışveriş sepetinde, mutfağında daha fazla hissedecektir.
Her zaman söylüyorum bir tane gündemimiz var. O da vatandaşımızın refahını ve alım gücünü kalıcı biçimde artırmaktır. Ne yapıyorsak sadece bunun için yapıyoruz.
‘ELEŞTİRİ AYRIDIR, EKONOMİK TETİKÇİLİK AYRI’
Her fırsatta ifade ettiğim gibi, ekonomi programımıza katkı sunacak her türlü öneriye açığız. Ancak, uyguladığımız programa olan inancımızı zayıflatmaya dönük söylemleri tasvip etmiyoruz. Kabul edelim ki, eleştiri ayrıdır, ekonomik tetikçilik ayrıdır. Türkiye’ye kaybettirerek siyaset yapılmaz, millete faydalı olunmaz. Türkiye’nin ve 85 milyon vatandaşımızın menfaati söz konusu olduğunda, siyasi rekabeti bir tarafa bırakmamız gerekiyor.
‘İSRAİL’İN GAZZE’DE YÜRÜTTÜĞÜ SOYKIRIM LÜBNAN’A UZANDI’
28. dönemin 3. yasama yılına bölgemizdeki sıcak gelişmelerle giriyoruz. İsrail’in Filistin’de, Gazze’de yaklaşık bir yıldır yürüttüğü terör ve soykırım bugünlerde maalesef Lübnan’a uzandı. Dün işgal güçleri Lübnan topraklarına karadan girdiğini duyurdu. İsrail bir yandan Gazze’de soykırım yaparken, bir yandan Lübnan’a terör saldırıları yaparken, aynı anda bölge ülkelerini de kendi ateşine çekmek için her yola başvuruyor, her türlü provokasyonu deniyor.
Burada iki hususun altını çizmek mecburiyetindeyim. Ne yazık ki, bütün bölgeyi ateşe atmayı amaçlayan Gazze’de 17.000’i çocuk olmak üzere 42.000 insanı katleden, şimdi de Lübnan’da katliama başlayan İsrail, dünyadan gerekli ve yeterli tepkiyi almamaktadır. Bunu geçen hafta İsrail saldırganlığının önüne geçmesi gereken Birleşmiş Milletler’in Genel Kurulu’nda da açık ve net şekilde ifade ettim.
‘NETANYAHU İSİMLİ HİTLER ÖZENTİSİ…’
İsrail Devleti, Netanyahu isimli bir Hitler özentisinin idaresinde sadece son 51 haftada insanlığa karşı tüm suçları pervasızca işlemiştir. Soykırım, katliam, ırkçılık, ayrımcılık, taciz, tecavüz, işkence, etnik temizlik, gazeteci öldürme, ifade özgürlüğünü yok etme, ibadethaneleri, hastaneleri, okulları bombalama dahil, insanlığa karşı işlenebilecek ne kadar suç varsa tamamı defalarca işlenmiştir. Gözünü kin ve nefret bürümüş bir cinayet şebekesinin elinde Gazze 42 bin masum insanın katledildiği büyük bir imha kampına dönüşmüştür.
Tüm insanlık adına utanç verici bu tabloya rağmen bazı ülkeler İsrail’e destek vermeye, finansal veya askeri destek sağlamaya devam ediyor. Diğer bazı ülkeler de susmak suretiyle bu insanlık suçuna, bu vahşete maalesef ortak oluyor. Bu önemli günde şunu bir kez daha açık açık söylemek isterim. Ne yaparsa yapsın İsrail, er ya da geç durdurulacak. Kendini dev aynasında gören Hitler nasıl durdurulduysa Netanyahu da aynı şekilde durdurulacak.
Evlatlarının beyaz kefenlerine sarılan anaların, babaların ahı bu zalimleri rezil rüsva edecektir ancak sadece İsrail’in değil, bugün Batı’dakiler başta olmak üzere devletlerin alnına yapışan o kara leke asırlar boyunca unutulmayacaktır. Özellikle İslam dünyasının halkları Müslüman olan yöneticilerin, İsrail’in, Filistinlilerden ziyade Müslümanlara yönelik bu terörüne sessiz kalmaları bir ayıp olarak, bir utanç vesikası olarak asırlarca silinmeden kalacaktır.
Bakınız, bugün yüreğim yanarak, içim kan ağlayarak söylüyorum. İsrail’in Gazze halkına yönelik soykırımı başlayalı tam 360 gün oldu. 42 bin kardeşimiz kameralar önünde, canlı yayınlarda alçakça şehit edildi. Annelere enkaz altında kalan ciğer parelerinin parçalarını toplattılar. İnsana ve insanlığa dair ne kadar değer varsa hepsini çiğnediler, hepsini ayaklar altına aldılar. Sadece camileri değil, asırlık kiliseleri de bombalarla enkaz yığınına çevirdiler. Ancak bu süreçte ne uluslararası kuruluşlar ne insan hakları örgütleri ne de 2 milyar Müslüman’ı temsil eden devletler bir araya gelip İsrail’e ortak tepki göstermedi.
Tam 360 gündür bırakınız İsrail’i caydırmayı, bırakınız İsrail’i durdurmayı müşterek bir tavır dahi sergilenmedi. Hamas’ın defalarca kabul ettiğini açıkladığı ateşkese, İsrail’i icbar edecek, zorlayıcı hiçbir adım atılmadı. Oysa herkes biliyor ki, ses çıkartılmadıkça İsrail işgal, istila ve katliam politikasını pervasızca devam ettirecektir. Susmak, vahşeti görmezden, duymazdan gelmek hiç kimseyi, hiçbirimizi, bölgedeki hiçbir ülkeyi, bu soykırım şebekesinin saldırganlığından kurtaramayacak. Bu tembelliğin, bu ataletin, bu tepkisizliğin, bu duygusuzluğun sona ermesi için Türkiye olarak hakkı cesaretle söylemeye, hakkı savunmaya, zalimler karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz. Siyonist lobinin şahsımızı ve hükümetimizi hedef alan itibar suikastlarına asla boyun eğmeyeceğiz.
‘İSRAİL’İN FİLİSTİN VE LÜBNAN’DAN SONRA GÖZÜNÜ DİKECEĞİ YER VATAN TOPRAKLARIMIZ OLACAK’
İkinci husus şudur. Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir.
Türkiye içindeki bazı İsrail dostlarının, bazı Siyonist severlerin, gönüllü veya paralı Siyonizm propagandası yapan aparatların anlamadığı işte budur. Birileri ısrarla görmek istemese de Netanyahu hükümeti Anadolu’yu da içine alan bir ham hayal kurmakta, ütopya peşinde koşmakta, bu niyetini de çeşitli vesilelerle ifşa etmektedir. 7 Ekim’den beri yaşanan her gelişme bu tehdidin boyutunu biraz daha artırmaktadır.
İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz. ”