Gerçek cumhuriyet aydını Metin Aydoğan’ın tarihe ışık tutan eseri: ‘Ben ve ülkem’

featured

Sedat Şenermen yazdı…

‘BEN VE ÜLKEM’

Uygar olmayı insan olmakla eşdeğer kabullenen,

Cumhuriyet devrimciliğini büyük bir dirençle yaşam biçimi edinen, duyarlı yurtsever, Cumhuriyet değerleri üzerine yeniden kurulacak ülkenin oluşmasına adanmış yaşamıyla ömrünü tamamlayan Saygıdeğer METİN AYDOĞAN BEY’İN anısına, kendisini ve yaptıklarını anlatan aydınlatıcı, yol gösterici bu ve tüm kılavuz kitapları için sonsuz saygı ve teşekkürimizle makamının cennet olması dua ve dileklerimizle… Varlığı, sağlığında olduğu gibi milletimize ışık tutan eserleriyle yolumuza ışık tutarak devam edecektir. Ruhun şad, makamın cennet olsun Bilge İnsan…

Pek çok kitapsever anı kitaplarını, anlatılan kişinin yaşam öyküsü kadar, içinden geçilen dönemin atmosferini de merak ettiği için okur.

Ben ve Ülkem”, Metin Aydoğan’ın deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarmayı bir görev bilmesinden hareketle kaleme aldığı Atatürk ve Cumhuriyet bilinci uyandırıcı eseridir.

Yaşamının son elli yılını Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet’in kurucu değerleri uğruna mücadele içinde geçiren Metin Aydoğan, yaşadıklarını duru Türkçesiyle anlatırken bu süreçte edindiği birikimi, başından geçen bütün olayların değerlendirmesini de gençlerin yoluna ışık tutacağı bilinciyle günümüze aktardı.

Kurtuluş Savaşı dönemini ve Atatürk’ün çetin koşullara rağmen, bir adım geri atmadan, hayal edilemeyecek kadar güzel bir ülke kurma mücadelesini en iyi anlayan ve anlatan yazarlardan Saygıdeğer Metin Aydoğan Bey, bu kez kendi yaşamının kapılarını araladı.

Ulusal bağımsızlığı savunan tüm aydınlar gibi, baskılara maruz kaldığında yolundan dönmeyen, ağır sağlık sorunlarına rağmen bu bilinç ve inançla savaşan Metin Aydoğan’ın ayak izlerini izlemek, gençler için yol gösterici olacaktır.

METİN AYDOĞAN KİMDİR?

Metin Aydoğan, 1945’te Afyon’da doğdu.

İlk ve ortaöğrenimini İzmir’de,

Yükseköğrenimini Trabzon’da tamamladı.

1969’da Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi.

Yükseköğrenimi dışında tüm yaşamını İzmir’de geçirdi.

* Örgütlü toplum olmayı uygarlık koşulu sa­yan anlayışla, değişik mesleki ve demokratik örgütlere üye oldu, yö­neticilik yaptı.

* Çok sayıda yazı ve araştırma yayınladı,

* Sayısız panel, konferans ve kongreye katıldı.

* Sürekli ve üretken bir eylemlilik içinde olan Metin Aydoğan, yaşamı boyunca yazdı, yaptı ve anlattı.

Evli ve iki çocuk babası olan Aydoğan’ın eserleri:

* Ben ve Ülkem’den başka, yayımlanmış;

* Nasıl Bir Parti Nasıl Bir Mücadele?,

* Bitmeyen Oyun – Türkiye’yi Bekle­yen Tehlikeler,

* Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye 20. Yüzyılın Sorgulanması,

* Avrupa Birliği’nin Neresindeyiz?,

* Ekonomik Bunalımdan Ulusal Bunalıma,

* Antik Çağ’dan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler,

* Küreselleşme ve Siyasi Partiler,

* Batı ve Doğu Uygarlıkları,

* Türk Uygarlığı,

* Ülkeye Adanmış Bir Yaşam (1) -Mustafa Kemal ve Kur­tuluş Savaşı,

* Türkiye Üzerine Notlar: 1919-2015,

* Ülkeye Adanmış Bir Yaşam (2) Atatürk ve Türk Devrimi,

* Ne Yapmalı?,

* Türk Devrimi,

* İnönü olmak üzere yayınlanmış kitapları vardır.

Bu kitaplar, toplam olarak 244 baskı yapmış olup, tamamı 7000 sayfanın üzerindedir.

Bunun dışında “Kuramsal Aktarım” sitesinde güncel ve önemli yüzlerce makaleler yazıp, yayınlamıştır.

METİN AYDOĞAN’IN YAZARLIĞININ VE ‘BEN VE ÜLKEM’İN YAZILIŞ AMACI NEDİR?

(a) Metin Aydoğanın Yazarlığının İki Amacı

Tüm eserlerini yazmaktaki amacını iki temel nitelikte toplayan yazarımız Metin Aydoğan, bu konuya kendi ifadeleriyle şöyle açıklık getirmektedir:

Ara vermeden sürdürdüğüm yazı uğraşında, kendime temel nitelikte iki amaç belirlemiştim.”

Birincisi; Türk toplumunu, yakın ve uzak tarihiyle birlikte ele alıp inceleyecektim.”

İkincisi, yakın tarihte yer alan ve günümüzü dolaysız ilgilendiren Kemalizm’i ve Türk Devrimi’ni, gerçek boyutuyla inceleyip geleceğe taşıyacaktım.”

Bunu yaparken;

Emperyalizmin nasıl çalıştığını,

İşbirlikçileri yetiştirip yönetime taşımak için neler yaptığını ve

Amacına ulaşmak için kullandığı yöntemleri, genç kuşağa aktaracaktım.

Amacıma yönelik olarak 7 bin sayfaya yakın kitap yazdım ve bu kitaplar yayınlanıp okundu. Kitaplarımın son halkası, “Ben ve Ülkem”dir. Uğraşımda ne kadar başarılı olduğu­ma, amacıma ulaşıp ulaşmadığıma ben değil, siz ve tarih karar verecektir. Ben, elimden geleni yaptım.”[1]

(b) “Ben Ve Ülkemin Yazılış Amacı

“Niteliği ve yazın değeri ne olursa olsun, her anı kitabının tarihsel bir değere sahip olduğunun bilincindeydim. Ancak, geçmiş dönemleri anlamak için taşıdığı değerin yüksekliğini yeterince bilmiyormuşum. Bu değeri, kitapları yazmaya hazırlandığım sı­rada, yani işe giriştiğimde gördüm.”

Anılar, ne denli eskiye giderse tarih açısından değeri o denli yüksek olur. Örneğin; İstanbul’un fethine katılan bir yeniçeri, Hz. Muhammed’in konuşmalarını dinleyen bir sahabe ya da Spartaküs ayaklanmasına katılan bir köle; anılarını yazmış olsaydı ve yazdıkları bize ulaşsaydı, bunun tarihsel değerine paha biçilebilir miydi?”

Türkler şifahi millettirdenir. Bu doğrudur. Batılıların günlükleri ellerinden düşmez. Ama biz yazmayız. Oysa bir toplumda geçmişin geleceğe taşınmasına ne denli çok insan katılırsa geçmiş o denli canlı kalır; toplum özgüven kazanır. Her insanın, yaşamı ve gözlemlerinin ayrı bir değeri vardır ve gelecek için önemlidir. Bu nedenle, herkes iyisine kötüsüne bakmadan anılarını yazmalıdır”(s.10) diyen Sayın Aydoğan, sözlerine şunları da ekliyor:

Anı kitaplarının önemini somut olarak görmem, Ben ve Ülkem’i ortaya çıkaran nedenlerin ilk adımı oldu. Yakın geçmişimizi yazmak için harcadığım çaba, bana hiç ummadığım bir ufuk genişliği kazandırmıştı.”

Kitabın yazılış amacını, gelecek genç kuşaklara yaşananlardan önemli deneyimleri aktararak, tarihsel doğru olgulara kaynaklık edecek bilgi ve bilinç oluşmasında duyarlı yurtseverliğin gereği ve görev sorumluğu olduğunu da şu satırlarda açıkça görebiliyoruz:

Ben ve Ülkem”i, bu ülkenin sıradan bir insanı olarak yazdım. Yazdıklarıma, gerçekte anı denebilir mi bilemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti için, olumsuzluklarla yüklü bir dönemde yaşadım. Büyük bir devrimle ayağa kalkmış bir ulusun, sıra dışı başarılar­dan sonra, eskiye döndürülüp çöküşe götürüldüğü bir dönemdi bu. 1950’den 2017’ye dek 67 yıllık yıkım döneminin, her aşamasını yaşamıştım. Yaşadıklarımı, gelecek kuşaklara aktarmayı görev olarak gördüm ve elinizdeki kitabı bu görevi yerine getir­mek için yazdım. Tanığı olduğum dönemi, siyasi irdelemelerle birleştirdim; buna kişisel ilişkilerimi, duygu ve düşüncelerimi de katarak değerlendirmenize sundum.”

Yaşantımın son 50 yılı, örgütlü mücadele içinde geçti. Ya­rım yüzyıllık bu uzun süreçte; yaptım, yazdım ve anlattım. Geçirdiğim düşünsel ve eylemsel evrim içinde, sonuç çıkarılacak aktarıma değer süreçler vardır. Mücadele içinde edindiğim ve gelecekte yararlanılacak deneyimleri anlattım. Döneme ait hemen her önemli olayın değerlendirmesini yaptım. Siyasi ve ekonomik yorumlar getirdim.”

Bunların okunup irdelenmesinin, özellikle ülkenin esenliği için mücadeleye girişecek gençlere yararlı olacağına inanıyorum. Anılarımı yazmamın temel amacı budur.”

Ben ve Ülkem’i okuyunca, bunun başka anı kitaplarından farklı olduğunu göreceksiniz. Siyasi ve ekonomik değerlendirme­ler çoğunlukta olmakla birlikte; kişisel yaşantımı, ailemi, dost ve arkadaş ilişkilerimi de yazdım. Değer yargılarımı, özlemlerimi, duygu ve düşüncelerimi aktardım. Eskilerin tanımıyla, harimi ismetimi siz okurlarıma açtım. Bu kitabı, bir dosttan gelen mektup gibi okumanızı diliyorum. Çünkü ben öyle yazdım.”(s.11)

‘BEN VE ÜLKEM’ NELERİ İÇERİYOR? 

Tamamı 528 sayfadan oluşan kitap her birinin içeriği başlı başına son derece ilginç şu konu başlıklarından oluşmaktadır:

Önsöz (s.7-12)

Düşler Ülkesi (s.13-24)

Etnik Köken ve Babam (s.25-36)

Annem (s.37-58)

İzmir (s.59-88)

Lise ve Üniversite (s.89-134)

Örgütlü Mücadele (s.135-160)

Siyasi Ortam /1974-1980 (s.161-188)

Demokratik Mücadele (s.189-218)

Evlilik (s. 219-240)

12 Eylül ve Sonrası (s.241-270)

Örgütlü Mücadelede Yeni Dönem: CHP (s.271-292)

Atatürkçü Düşünce Derneği (s.293-352)

Yazarlık (s.353-412)

Hastalık (s.413-436)

Son Dönem /2000-2017 (s.437-480)

Sonsöz (s. 481-487)

Fotoğraflar (s.505-528)

Kitaptaki tüm bu konuların her biri kendi bütünlüğü içinde bir kitap gibidir. Nereden isterseniz başlayabilirsiniz. Ancak 20 yıllık yazarlık döneminin tamamını hastalıkla, hastanelerde geçiren yazarımızın tüm kitaplarını ne kadar ağır şartlar içinde yazdığını öncelikle okuduğunuzda, Metin Aydoğan Bey’in Cumhuriyet değerlerine bağlılığını ve onu yaşatmak için verdiği mücadeleyi daha doğru anlayabileceğinize inanıyorum. Sizlere kitaptan aktaracağım bölümlerle eserin ÜLKE sorunlarına getirdiği çözümün örneğini görmüş olacaksınız.

‘BEN VE ÜLKEM’DE 15 TEMMUZ DEĞERLENDİRMESİ

O gün evde eşi Sayın Müzeyyen Hanım ile Metin Aydoğan Bey, televizyonda gördüklerinden, olayın “ne olduğunu anlamaya çalışarak bu garip durumu çözmeye gayret ediyorduk. O saatte köprüyü tek yanlı olarak trafiğe kapatmanın nedeni ne olabilirdi?” diyor ve açıklamalarını şöyle sürdürüyordu:

İlerleyen saatlerde görüntüler çeşitlenmeye başladı. İstanbul ve Ankara’da jetler uçuyor, Genelkurmay çevresinden silah sesleri geldiği bildiriliyordu. İstanbul Atatürk Havalimanı’nda giriş çıkışlar kapatılmış, tanklarla gelen askerler havalimanını ele geçirmişti. Aynı sıralarda Sabiha Gökçen Havalimanı’na da benzer bir baskın yapılmıştı.”

Bir saat sonra Başbakan Binali Yıldırım, NTV televizyonuna telefonla bağlandı ve “Bu bir kalkışma girişimidir” dedi. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan benzer bir açıklama yaptı ve halkı sokağa çağırdı. Daha sonra bilinen olay­lar yaşandı. Türkiye, 15 Temmuz’da darbeler tarihinde benzeri olmayan garip bir darbe girişimi yaşadı.”

Cumhuriyet tarihinde ilk kez, din odaklı askeri bir kalkışma olmuştu. Uzun yıllar devletten ve hükümetlerden destek gören ve CIA tarafından örgütlenen, Nurcu Fethullah Gülen Tarikatı’nın ordu içindeki kolu, devleti ele geçirmeye kalkışmıştı. Bu girişim, dini, siyasi araç olarak kullanan yasadışı bu örgütün yani Fethullahçıların; dini siyasi araç olarak kullanmayı yasal örgütlenmey­le yapan tarikatlar koalisyonuna yani AKP’ye karşı yaptığı bir kalkışmaydı. Dini, çıkar için kullanmanın siyaset haline, üstelik egemen siyaset haline gelen bir ülkede, bu çatışma olağandı ve yeni çatışmalar kaçınılmazdı. Çatışma, rakip kabul etmeyen tarikatçılığın doğası gereğiydi.”

Dinci kalkışma, dinci önlemlerle durdurulmaya çalışıldı. Ci­hat çağrısını çağrıştıran girişimlerde bulunuldu; camilerden salâlar verildi. Türk ulusu, o gün, dışarıyla bağlantılı tarikatlar arası bir çatışma yaşadı.”

Türkiye’nin büyük bir tehlike atlattığı açıktı. Kuşkusuz, en iyi yasa-dışıcılık, en kötü yasallıktan daha kötüdür. Yöneticileri­ne kuralsız ve sınırsız yetki sağlayan yasadışı örgütler, yönetime geldiklerinde kuralsız egemenliği devlet yapısına taşırlar; halka sistemli baskı uygulayan diktatörlükler yaratırlar. Tarihin her döneminde bu böyle olmuştur.”

Kan döken, kitlesel kırım yapan diktatörlüklerin en acımasızları, inanç üzerinden hareket edip dini kullananlar içinden çıkmıştır. Orduya sızan ve komutanlarını değil, bağlı oldukları imamları dinleyen tarikatçı militanlar, bu nitelikte insanlardır ve birbirlerinden farkları yoktur. Halkın üzerine tank sürmeleri, silahsız sivillere ateş açmaları, onların amaçlarına ulaştıklarında neler yapabileceğinin göstergesidir. Atlatılan tehlikenin büyüklü­ğü buradan gelmektedir. Türkiye, kuşkusuz düzlüğe çıkmamış, tarikatlardan kurtulmamıştı ama kanlı bir dönemin şimdilik kapısından dönmüştü.

“15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra; olağanüstü hal ilan, edildi, çok sayıda, insan tutuklandı ve art arda kanun kuvvetinde kararnameler çıkarıldı. Kararnamelerde dikkat çeken özellik, AKP çevrelerinde ve yandaş basında eskiden beri dile getirilen istemleri içermesiydi.”

* Devlet Personel Yasası’nın değiştirilmesi,

* Jandarma’nın tümüyle içişleri Bakanlığı’na bağlanması,

* Valilerin jandarma genel komutanı olabilmesi, 

* Askeri okulların kapatılması,

* Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması,

* İmam hatip mezunlarının Harp Okulları’na (Milli Savunma Üniversitesi’ne) girmesi,

* Askeri yargının kaldırılması…

Bunlar, ABD başta olmak üzere Batı’nın 1946’dan beri peşinde olduğu hedeflerdi.”

15 Temmuz kullanılarak yapılan orduyla ilişkili değişimler, Osmanlı’nın 95 yıl önce imzaladığı Sevr Antlaşması’nda yer alan istemlerin hemen aynısıydı. Uygulanmasını önlemek için; Anadolu balkının ayaklandığı ve Kurtuluş Savaşı vererek önlediği bu antlaşma, AKP hükümeti tarafından yeni sürümüyle devreye sokuluyordu.”

Sevr, Türk ordusunu tasfiye ederken, silahlı güç olarak yalnızca üç birim bırakıyordu. Bu üç birim; padişahın güvenliğini sağlayacak özel koruma birliği, (hassa alayı), içerde düzen ve güvenliği sağlayacak ve azınlıkların korunmasını güvence altına alacak jandarma birlikleri ve önemli karışıklık durumunda jandarma birliklerini destekleyecek 15 bin kişiyi aşmayacak özel birlikler.”

Şimdi yapılan, orduyu siyasilerin buyruğuna vererek kolluk gücü haline getirmek, yani tümüyle orduyu tasfiye etmektir.”

OHAL kararlarıyla;

* İlki 1789’da kurulan (Harbiye-i Umumiye) askeri liseler,

* 1834’te kurulan Kara Harp Okulu,

* 1873’te kurulan Deniz Harp Okulu,

* 1848’te kurulan Harp Akademisi kapatıldı.”

Cumhuriyet döneminde eriştiği eğitim düzeyiyle uluslararası üne kavuşan bu kurumlar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin nitelikli subay gereksinimini karşılıyordu.

Sevr; askeri liseleri, Kara ve Deniz Harp Okullarını ve Harp Akademisi’ni kapatıyor, Anadolu’daki her imtiyaz bölgesi için bir subay okulu ve bir astsubay okulunun açılmasına izin veri­yordu. Bu okullara girecek öğrencileri ve sayısını, Müttefikler Arası Denetleme ve Örgütlenme Komisyonu belirliyordu.

AKP’nin kurduğu ve imam hatiplilerin de gireceği bir adet askeri üniversite, yüzyıllık Sevr anlayışının güncelleştirilmiş bi­çimiydi.

15 Temmuz darbe girişimi gerekçe yapılarak gerçekleştirilen yapısal dönüşümler, Cumhuriyet Ordusu’nun tasfiyesiyle sınır­lı kalmadı. Rejim değişikliği için öngörülen ancak o güne dek gerçekleştirilemeyen ne kadar konu varsa, hemen tümü, kanun hükmünde kararnamelerle gerçekleştirildi.”

OHAL, darbe gerekçesiyle ve onunla sınırlı kalmak koşuluyla ilan edilmişti ama ekonomiden siyasete, çalışma yaşa­mından eğitime dek, toplum yaşamının bütün alanlarında yeni (geri demek daha uygun) ve köklü dönüşümler yapıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu nedenle olacak; 15 Temmuz Allah’ın bize bir lütfudur dedi. AKP, 15 Temmuz’u, 2023 hedefi için sonuna dek kullandı. Başkanlık sistemini içeren anayasa değişikliğini OHAL döneminde gerçekleştirdi.

Türkiye’de 1946yla başlayan 1997 yılından sonra yoğun­laşan siyasi ve ekonomik uygulamalar ASKERSİZ İŞGALİ ANLATAN BİR TESLİMİYET ÖYKÜSÜdür. Küresel saldırının ulus devletleri yıkıma götüren en gelişkin örneğidir. Kurgusu, hazırlığı ve uygulama­sı mükemmeldir. Yalnızca Türkiye’nin değil, emperyalist saldırıdan korunmak isteyen ezilen ulusların tümünü ilgilendirir. Türkiye’de 1997-2017 arasında yaşananlar; bilinmeden, akılda tutulmadan ve karşı tutum belirlemeden, emperyalizme karşı savaşımda başarılı olunamaz, ulusal bağımsızlık sağlanamaz.”

Son 20 yılı, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve yoğunlaşarak günümüze dek süren 79 yıllık geri dönüş sürecinin son aşama­sı; yıkımın gerçekleştirildiği final dönemi olarak değerlendiriyorum. Bu dönemi unutmamalı, tutum ve davranışlar buna göre belirlenmelidir.

Ülkenin bugünkü durumunu açık biçimde dile getirecek olursam, kaçınılmaz olarak iç karartıcı bir tablo çizmek zorunda kalacağım. Anılarımın sonunda bunu yapmak hiç hoşuma gitmiyor. Ancak, bunu yapmak, bugünü belirleyip geleceğe not düşmek için çaba harcayan bir aydın olarak benim görevim. Sonuçta, iç açıcı bir roman ya da öykü yazmıyorum.”(s.472-476)

METİN AYDOĞAN’A GÖRE ‘TÜRKİYE’NİN BUGÜNKÜ DURUMU’

* ÜLKE, askeri değil ama askeri işgalin amacı olan, SİYASİ VE EKONOMİK İŞGAL ALTINDADIR.

* Sevr, toprak paylaşımı dışında hemen tüm maddeleriyle, üstelik daha kapsamlı olarak uygulanıyor.

* İşbirlikçiler aracılığıyla yönetime el konuyor, 

* Ordu dağıtılıyor.

* DEVLETİN CUMHURİYETÇİ ve LAİK YAPISI YIKILIYOR

* Yerine ılımlı İslam adı verilen kişi egemenliğine dayalı fakat ulusalcılığı yadsıyan gerici bir yapı kuruluyor.

* Topraklar silahla el değiştirmiyor ancak YABANCILARIN TOPRAK SATIN ALMASIYLA Anadolu’da hızlı bir mülkiyet değişimi yaşanıyor.

* Ulusu ilgilendiren hemen her önemli karar
ülke dışında alınıyor, içerde eksiksiz uygulanıyor

* Ulusal sanayi çöküyor,

* Tarım yok oluyor.

* Yeraltı-yerüstü varsıllığımızı, dilediğimiz gibi kullanma özgürlüğüne sahip değiliz.

* Ulusal değerler korunmuyor,

* Kültürel bozulma yaygın.

* Emperyalizmin örgütleyip eğittiği etnik ve dinsel terör, Türk ulusuna kafa tutuyor.

* Parayla donatılmış yerli ya da yabancı misyonerler, bu ülke için bir şeyler yapmaya çalışan yurtseverlerden daha geniş olanaklarla serbestçe çalışıyor.

* Ulusal haklara saldırmada, hiçbir sınır tanınmıyor.

* Vatanseverlik baskı altında;

* İhanet, getirisi yüksek bir meslek durumunda 

* Halk, yoksul ve umutsuz.

* Karamsar bir edilgenlik yayılıyor. Basın yalanı yayıyor. İşgal İstanbul’u ko­şulları sanki yeniden yaşanıyor.

Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor,

Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. 

Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü değiller.

Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği,

*Küresel çağın zorunlu sonucu ya da

*Karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığıolarak meşrulaştırmaya çalışıyor.

* Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor.

* Ekonomik çöküntüyle yaratılan kav­ram karmaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre dağılmaya götürülüyor.

Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.

1997-2017 arasındaki 20 yıl, sağlığım için olduğu kadar; ülke sorunları açısından da yaşantımın en sıkıntılı dönemidir. 72 yaşında bir insan olarak, Türk Devrimi’nin halka sunduğu gönenç ve mutluluğu görmüş bir insanım. Gözlem yapabileceğim yaşa geldiğim 50’li yıllarda, geri dönüş başlamıştı ama Devrim henüz toplum yaşamını bozacak düzeyde hırpalanmamıştı; nimetleri yok olmamıştı. Türkiye, güler yüzlü insanların barış için­de, dostça yaşadığı ve geleceğe umutla bakan bir ülkeydi. Devlet organlarında, halka hizmet etmeyi ilke edinmiş dürüst insanlar vardı. Eğitim nitelikliydi. Cumhuriyet’in yetiştirdiği kuşak bizi yetiştiriyordu. Meslek edinecek ve onlar gibi ülkeye hizmet ede­cektik. Biz, Devrim’e bağlı bir kuşaktık.

Türkiye bugün, çözülüp dağılmakta olan bir ülkede görüle­bilecek olumsuzlukların hemen tümünü yaşıyor.

* Toplumu ayakta tutan değerler yitiriliyor,

* Ahlak ve adalet duygusu bozuluyor.

* Bir­lik ve dayanışma ortadan kalkıyor,

* Yolsuzluk olağan devlet işleyişi haline geliyor. 

Ülke, girdabı bol bulanık sulara sürükleniyor.”(s.476-477)

‘GÜNÜMÜZ SORUNLARINDAN KURTULMANIN TEK YOLU’

Yazım yaşamındaki amaçlarını yukarıda özetlediğimiz Sayın Metin Aydoğan, ülkenin durumunu böylece belirledikten sonra, gençlere toplumun ve ülkenin içinde bulunduğu açmazdan çıkış önerisini ve “günümüz sorunlarından kurtulmanın tek yolunu” da şöyle sunuyor:

Türkiye’yi, yaşantımın sonuna yaklaşırken bu halde gör­mek, bana acı veriyor. Büyük bir mücadeleyle elde edilen ve toplumu aydınlık bir geleceğe taşıyan Devrim, çok güç kazanıl­dı ama kolay yitiriliyor. Silahla sağlanan bağımsızlık, barış içinde karşıtına dönüştürüldü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’yle girilen ve seçimlerle, yetmezse, darbelerle yerleştirilen ilişki ağı, Türkiye’yi yarı sömürge bir ülke yaptı, önderini erken yitiren ve kendisini koruyacak kadroyu yetiştirmeye zaman bulamayan Devrim, zamana yayılmış karşı devrim uygulamalarıyla ve bir programa bağlı kalarak ortadan kaldırıldı. Türk Devrimi, olağanüstü bir olaydır ama bu devrimin bu denli kolay yitirilme­si de olağanüstü bir olaydır.”

Devrim’in boyutunu kavramış bir insan olarak, yaşananlardan üzüntü duyuyorum ama bu üzüntünün beni karamsar bir edilgenliğe götürmesine izin vermiyorum. Duyguyu, bilginin süzgecinden geçirerek bilinç haline getiriyorum ve gücümün tümü­nü, Devrim’i tanıtmada, kazanımlarını kurtarma mücadelesinde ve hedeflerine ulaşmada kullanıyorum. Yazıyor ve anlatıyorum.”

Ben ve Ülkem’ kitabımda, göreceğiniz gibi, günümüz sorunlarından kurtulmanın tek yolu olarak gördüğüm örgütlenme ve örgütlü mücadele konusuna dikkat çekmeye çalıştım. Deneyimlerimi ve saptamalarımı aktardım. Özellikle gençlerin bunları öğrenmesini istedim. Aktarımlarda, her zaman yapmaya çalıştığım gibi, nesnel olmaya çalıştım. Ancak, yazılanlar sonuçta öznel değer­lendirmelerdir yani bana aittir. Okuyucu, eleştirisini bunu göz önünde tutarak yapmalıdır.”

Ben ve Ülkemin 1997-2017 arasını anlatan son bölü­münün; bana göre, özellikle gençler açısından ayrı bir önemi vardır. Anıdan çok değerlendirme niteliğindeki bu son bölüm, bir kısmını onların da yaşadığı olayları kapsıyor. Son 20 yıl, sıkça yinelediğim gibi emperyalizmin 1946’dan beri hazırlığını yaptığı Türkiye’yi ele geçirme girişiminin son aşamasıdır, Bu nedenle, yetmiş yıllık geçmişle birlikte ele alınmalıdır. Bu yapılmazsa, ya­kın geçmiş gerçek boyutuyla kavranamaz.”

Ben, bunu yapmaya çalıştım, Türkiye’nin yetmiş yılını, yaşa­dığım olaylar üzerinden anlatarak, son 20 yıla yani yıkım döne­mine nasıl gelindiğini ortaya koymaya çalıştım. İlerde, kurtuluş için yeniden mücadeleye girişecek yurtseverlerin, hem durumu görmelerini hem de deneyimlerimden yararlanmalarını istedim. ÜLKELERİN, SAVAŞSIZ ELE GEÇİRİLMESİNİN, NASIL VE NE BİÇİMDE YAPILDIĞINI ortaya koymaya çalıştım.”(s.479)

SİSTEMİ YIKILAN ÜLKENİN SORUNUNA ÇÖZÜM

CUMHURİYET’İN BAŞARILARI KANITLANMIŞ KURULUŞ İLKELERİNE DÖNMEK

Sorunu belirleyen, çözümü de ortaya koymak zorundadır.

Ülke bu durumdaysa, kurtulmak için ne yapılmalıdır?

Çözüm için atı­lacak doğru adım nedir?

Yazarımız şimdi bunu açıklıyor:

Türk ulusunun varlığını korumak için, her şeyden önce,

* Cumhuriyet’in başarıları kanıtlanmış kuruluş ilkelerine dönmek gerekiyor.

* Günümüz koşullarına uyarlanarak gerçekleştirilecek bu girişim, daha ileri ve daha gelişkin bir geleceğe yönelmenin başlangıcı olacaktır.

* Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine dönmek demek, BAĞIMSIZ­LIĞIN VE ULUSAL EGEMENLİĞİN SAĞLANMASI DEMEKTİR.

Ulusal varlığın korunup geliştirilmesi için birincil koşul olan BAĞIMSIZLIK; SİYASETTE, EKONOMİDE VE KÜLTÜRDE TAM BAĞIMSIZLIKTIR.

* Ülkenin içine sokulduğu olumsuzluklar nedeniyle, bağımsızlığı yeniden elde etmek güç bir iştir. Kararlı ve uzun soluklu, sert bir mücadeleyi gerekli kılar.

* Mücadelede başarılı olmak için, Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi öğrenilmeli, gerçek boyutuyla kavranmalıdır.

* Benzer karşı çıkışlarla karşılaşılacağı için, güçlüklere hazır­lıklı olunmalıdır.

* Atatürk’ün ölümünden, yani Devrim önderini yitirdikten sonraki hatalara bir daha düşmemek için, geri dönüş süreci ayrıntılı biçimde incelenmelidir.

* Günümüz dünyası, yakın geçmişiyle birlikte ele alınmalı, yeni adı küreselleşme olan emperyalizm; işleyiş biçimi, siyasi ve ekonomik boyutuyla ortaya koyulmalıdır.

* Antiemperyalist tutum, kitlelerin kavrayacağı biçimde, uygulanabilir güncel politi­ka haline getirilmelidir.

* 20. yüzyıl kapsamlı biçimde sorgulanmalı,

Türkiye’nin bu yüzyıla yaptığı etki, birinci Dünya Savaşı’ndan başlamak üzere saptanmalıdır.

Kurtuluş Savaşı,

Türk Devrimi,

İkinci Dünya Sa­vaşı sonu,

Geri dönüş süreci,

Bağımsızlığın yitirilişi ve

Özellikle de (1997-2017 arası) son 20 yıldaki olaylar ele alınmalı; bu uzun sürecin Türkiye’ye, içinde bulunduğu Ortadoğu’ya ve dünyaya yaptığı etki ayrıntılı biçimde irdelenmelidir.

Bu çalışma, verilecek mücadelenin programını ve ideolojisi­ni oluşturacak; yönünü ve niteliğini belirleyecektir.”(s.481-482)

Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez”, diyen yazarımız söylemini şöyle sürdürür:

– Yaşam en iyi öğretmendir ve gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez.

Düşünerek öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler.

Ancak, UYGAR OLMAK ya da daha doğru söylemle İNSAN OLMAK, olayları önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar.”

ULUSAL BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNDE PROGRAM VE İDEOLOJİK YAPI BELİRLENDİKTEN SONRA YAPILMASI GEREKENLER

“Benzer koşullar altında geçmişte verilen mücadeleden yararlanmak ve bu yönde çalış­maktır.

Çalışmanın nesnel koşulları oluşmaktadır.

Samsun’a çı­kan anlayış, Kuvayı Milliye ruhu, Müdafaa-i Hukuk örgütleri; önümüzdeki yakın dönemi belirleyecek biçimde yeniden gün­deme gelmektedir.

1919’daki bağımsızlık anlayışı, güncelliğini korumaktadır ve günün koşullarına uyumlu kılınarak, aynı an­layışla uygulanmalıdır.

Ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal Atatürk’e başvurmak, mücadelesinden ders almak zorundadır.

Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişte­ki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.

Bir değerin nasıl kazanıldığını bilmeyen, onu koruyamaz, ge­liştirip uygulayamaz.

* Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda,

* Nasıl ve kimlere karşı kazanıldığını,

* Ne bedel ödendiğini,

* Ulusu ayakta tutan kalkınmanın nasıl sağlandığını bilmeden, Türkiye’yi esen­liğe çıkarmak olanaklı değildir.”

“Yapılanlar çabuk unutuldu ya da unutturuldu. Unuttukça da geriye gidildi. Ve bugün, içinde sıkışıp kaldığımız sorunlarla dolu koşullara gelindi. Bu koşullar, nitelik olarak, Osmanlı’nın 20. yüzyıl başında yaşadığı koşulların benzeridir. “Dünü unutursan, yarın aynı hatalara düşmekten kurtulamazsın” diyen Atatürk’ü güncel kılan da budur. Ve doğaldır ki, emperyalist boyunduruktan kesin olarak kurtulana dek, bu güncellik süre­cektir. Her kesimden yurtsever, bu nedenle Atatürk’e yöneliyor; Kuvayı Milliye ruhu bu nedenle yayılıyor, Müdafaa-i Hukukçu­lar bu nedenle yeniden ortaya çıkıyor.

Ülke için önemli olduğuna inanılan konular öne çıkarılmalı­dır. Milli mücadelenin hazırlanmasına, kullanılan yöntemlerine, halkın örgütlenmesine, meşruiyet anlayışına ve bu yöndeki uygulamalara öncelik verilmelidir.”

“Atatürk’ün bu konularla ilgili söz ve davranışları, koşullarıyla birlikte dikkatlice incelenmeli, bu çaba bir tarih araştır­ması değil, Kemalist bir eylem önerisi olarak değerlendirilmeli­dir. Ülkenin kurtuluşu için mücadele edenler ve edecek olanlar, Atatürk’ün karşılaştığı engellerin benzerleriyle karşılaşacaklar­dır. Özellikle onlar, aktarılan bilgileri eleştirel gözle incelemeli, bugüne uyarlamalı ve girişilecek mücadelede nelerle karşılaşa­caklarını bilerek hareket etmelidirler.”

– Ulusal bağımsızlık mücadelesi, yani antiemperyalist müca­dele, bilinçli ve kararlı olmayı gerekli kılar.

İnsana, üstelik en ağırından sorumluluk yükler.

Bu ülkede, bağımsızlık için mü­cadele eden devrimcilerin başına gelmedik kalmamıştır. Eyleme geçtiklerinde bu işin, ağır yüküyle karşılaşmışlardır.”(s.482-483)

Değerli Yurtsever Dostlar,

Bu kitap, yani Metin AYDOĞAN BEY’İN “Ben ve Ülkem”i SİZE HİTAP EDİYOR MU?

Yanıtınız “EVET” ise, “Ben ve Ülkem”in tamamını okumak için bundan sonrası tamamen SİZE AİT…

Kolay gelsin, iyi okumalar.

Mekanın cennet olsun Kuvayı Milliye Ruhlu Yüce insan..

KAYNAKÇA

[[1]] Metin AYDOĞAN, Ben ve Ülkem, İstanbul, 2018, İnkılâp Yayınları, s.478.

Gerçek cumhuriyet aydını Metin Aydoğan’ın tarihe ışık tutan eseri: ‘Ben ve ülkem’

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!