Av. Öniz Özsoy yazdı…
Yanan binalardan atlayan insanlar olur. Bir insanın can havliyle, saniyeler içinde öleceğini bile bile kendini boşluğa bıraktığına şahit olmak dehşet vericidir. Bir yandan gördüğümüze inanamayız, aklımız almaz. Bir yandan çaresizliği tanırız, kalbimiz sökülür.
Seçimler benim için bu yanan bina imgesinden ve simgelediği çaresizlik duygusundan başkaca hiçbir şey ifade etmedi, itiraf edeyim. Kalbim söküldü. Istırabımdan belki kurtulurum diye ara ara yalandan umutlanır gibi yaptığım oldu. Kendinizden büyük bir şeyin parçası olmak, bir heyecana, ümide, amaca ortak olmak insani bir ihtiyaç çünkü ama yok, olmadı. Topu var diye mecburen oyuna alınan çocuklar olur. Garibi de kaleye dikerler. Takımın ne kadar parçası sayılırsa artık; ha o ha direk! Benim halim o çocuktan beter oldu. Hani sahayı üstüme yapsalar, bundan böyle teknik direktör de sağ kanat da libero da forvet de sensin, ‘Bu taraftar da sana kurban olsun!’ deseler yine mümkün değil. O forma bana uymadı! Ha ben ha direk!
“Köyün Huysuz Şirin’i olma, eşini dostunu kaybedeceksin.” dediğim de oldu. Topu taca attım, konuyu geçiştirdim, tekke talebesi gibi ‘Hı hı/ Evet/ Eh yani…’ diye diye ciğerim soldu. Ama nereye kadar? Susulacak gibi değil, geçiştirilecek gibi değil. İnsan kanser olur! Köyün Gözlüklü Şirin’i Davutoğlu, Ekonomist Şirin’i Babacan olmuş; yetmemiş Sadullah Ergin’i baş köşeye oturtmuşlar. Fetullah’ı Şirin Baba diye kucaklarına bırakmalarına ramak kalmış ama köyde tıs yok! “Başlarım böyle işe, bu köye daha çok huysuz lazım!” diyerek ortalığı ateşe verdiğim oldu.
“Yandım anam!” diyeni de anladım, “Atlasam da öleceğim!” diyeni de anladım. Bu yangına bir kova su dökmedikleri gibi, imkânını bulsalar “Sokulun Hizbullahçı kardeşlerinize (!), milli safları sıkıştırarak yanalım!” diyebileceklere, bir merdiven uzatmak yerine PKK’sıydı, FETÖ’süydü, kumpasçısıydı, Cumhuriyet düşmanıydı türlü türlü sülükle, haşereyle dolu çukuru, cennet köşesi diye sırıta sırıta pazarlayanlara saydım da saydım, sövdüm de sövdüm.
‘Ben ne halt edeceğim ya?’ diye diye kuyulara düşmediğim günüm gecem olmadı. Biricik oyum, ülkenin yegâne kurtuluş biletiymiş gibi sorumluluğu dağ gibi üstüme çöktü. “Yansam mı? Aşağısı ölüm! /Atlasam mı? Burası cehennem! / İlk tur balkondan mı sallansam? Nereye kadar! / Oy mu kullanmasam? Ama insanlar çığlık atıyor!” düşün düşün hasta oldum.
Üç lafından sekizi ‘Demokrasi’ olup ‘Oyları böleceksiniz!’ pespayeliğiyle seçme ve seçilme hakkına düşman kesilen mi arasın, adaylardan birinin maruz kaldığı alçaklığa dikleneceğine, yarıştan el çektirilmesini “Tebrik ediyorum. Yapılması gerekeni yaptı.” mesajıyla kutlayan mı arasın, memleketin kıyı kentleri York dükü ve düşeslerinin diyarıymış gibi ‘Kadim Anadolu insanı size tokadı yapıştıracak tuzu kurular!’ diyen mi ararsın… Seçim seçim değil, kasaphane kuyruğu, keklik avı, lağım çukuru, deliler bayramı!
Böyle yanmadan, isyan bayrağı açıp çıldırmadan körü körüne ‘Bahar gelecek!’ neşesiyle oy kullanan pek çıkmadı etrafımda. Çoğunluk, kendine göre bir hesap kitap yapmaya, formül geliştirmeye ve bir şeyleri öncelemeye çalıştı ve bu kaçınılmaz olarak farkında olduğunuz gerçeklerin bir kısmını ‘Şimdilik bu geride dursun.’ diyerek görmezden gelmek zorunda kalmak demektir. Çok zordur; ecel teri döktürür, insanın onuruna dokunur.
Ekonomik kriz bir gerçekliktir de İzmir gibi, meydanında, tramvayında İzmir Marşı çalınan, ‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!’ diye bağırılan bir şehirde, Kemalizm’e saldıran, kumpasçı Taraf Gazetesi yazarının birinci sıradan CHP milletvekili adayı gösterilmesi bir gerçeklik değil midir? Erkler ayrılığı ilkesinin yerle yeksan olması, bir partinin devleti yutması, hukuksuzluk, liyakatsizlik bir gerçekliktir de tarihin en alçak kumpasına bulaşmış dönemin adalet bakanının en ufak hicap duyulmadan dayatılması bir gerçeklik değil midir? Vurgun, yağma, talan bir gerçekliktir de ülkeyi yedi düvele pazarlayan iktisadi politikalar bir gerçeklik değil midir? Laiklik ilkesine saldırı bir gerçekliktir de anayasa tartışmaları arasına sokuşturdukları ‘eşit yurttaşlık’ bir gerçeklik değil midir? Hizbullah terörü bir gerçekliktir de PKK terörü bir gerçeklik değil midir? Daha iki gün önce 5 vatan evladı daha şehit oldu. Dincilik bir gerçekliktir de bölücülük bir gerçeklik değil midir? İkisinin de gerici nitelikli hareketler olduğu başka bir gerçek değil midir? Daha Kıbrıs politikası var, Mavi Vatan var, Doğu Akdeniz’deki varlığımız nice olacak, Ege Denizi’nde nasıl direnilecek…
Neyi neye önceleyeceksin? Hangi gerçeği bir diğerine kurban edeceksin? Mümkün mü? Ama insanları mecbur ettiler. Senin şimdilik, mecburen kenara koyduğunu ben önceledim. Benim şimdilik, mecburen kenara koyduğumu o önceledi ve sonuç da bu oldu.
“Bunları nasıl görmezler? Aklım almıyor! Nasıl hala oy verirler!” diyor kimi. Vallahi güzel kardeşim, öte taraftan bakınca, senin de görmediklerini alt alta yazsak seksen köye çarşaf çıkıyor. Bunu da akıl almıyor.
Şaşılacak hiçbir şey yok, alınacak ders çok, umut ise her zaman baki. Çünkü umut, aklımızla dalga geçen, onurumuzla oynayan, bizi güdülecek koyun, yolunacak kaz belleyen, bizi her yandan esaret altına almaya cüret etmiş bu düzenin aktörlerinin iki dudağı arasındaki, bahşetmezlerse mahrum kalacağımız bir lütuf değil. Umut biziz. Umut bizden sadır. Umut, insanının acısı önünde eğilen, o acıyı reva görenlere diz çöktüren, tam bağımsızlık ülküsünü kalplerinden söküp alamayacağınız, Mustafa Kemal Atatürk’ü yalnızca duvarlarındaki fotoğraf, fincanlarındaki imza kılamayacağınız, milletinin elini bırakmayı bir an için bile aklından geçirmeyen Cumhuriyet Devrimi’nin çocuklarıdır. Umut Türk Milletinin kendisidir.
Falih Rıfkı Atay, Çankaya’sında Yunan Ordusu İzmir’e çıkmazdan önce, Anadolu’daki direnişin niteliğini ve gücünü tahlil eder. Bu direnişin büyük devletler cephesine karşı bir savaşa girmeye imkân vermediğini belirttikten sonra şu çarpıcı cümleyi yazar: “İzmir’in işgali Türklüğü bir kara ve dipsiz batağa gömüle gömüle boğulup gitmekten kurtarmak için gökten bir Tanrı eli gibi uzanmıştır.”
Tanrının işte böylesine ilginç, böylesine gizemli yöntemleri vardır. ‘Öldük!’ dediğin an, belki de ‘Kurtul!’ diye uzattığı elidir.
Duygularınızı , düşüncelerinizi hissettim, düşündüm , aynen katılıyorum teşekkür,selamlar,saygılar