Gölge devletin inşası ve TRT Akademi

featured

Prof. Dr. Nur Serter yazdı…

Paralel devlet yapılanması kavramını yetkili ağızlardan duyduğumuzda atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti. İtiraf da zaten malumun ilanıydı. Devletin kılcal damarlarına kadar giren hainlere Kozmik Odanın kapılarını açan sanki uzaylılarmışçasına bir algı operasyonu yaratılmış, FETÖ topluca lanetlenmiş, Kumpaslarla zindanlara atılan yurtseverlerin tüm vebali de hainler çetesine yüklenmişti.

Oysa, Paralel bir sistemin yapılandırılması süreci hem yaygın hem de sinsice nice zamandır epeyce yol katetmişti.

O günlerde, Cumhuriyetin en büyük güvencesi olan milli ve laik devlete sokulan hançerlerin sızısını toplumca hissedebilmemiz için hala zamana muhtaçtık. Olup bitenlerin bizi acıtmasına, sarsmasına ve farkındalığımızı arttırmasına kadar beklemek gerekecekti. Zaten uyarılar pek de etkili olmuyor, bireysel sorunların arasında kaynayıp gidiyordu. Uyarı yapanlar da hem medyadan hem de akademik yaşamdan dışlanıyor hatta aşağılanıyordu.

Adeta büyülü bir atmosfer oluşmuştu. Yeni bir Türkiye dizayn edilirken bu büyüyü bozanların söz hakkı ellerinden alınmıştı.

Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine karşı başlatılan saldırı, adım adım güç kazanmaya ve toplumu etkilemeye başlamıştı. Bu saldırının bilinçli savunucuları ise toplumun en gözde düşünürleri arasında yer almaya hız vermişlerdi. Artık “yeni bir dünya düzeni” kuruluyor ve Kemalizm eski dünyanın bir kalıntısı olarak tarihe gömülüyordu.

Ulusalcılığın “yeni dünya düzeni”nde yeri yoktu. Ulusalcılar ırkçılık ve kafatasçılıkla suçlanarak sistemin dışına itilirken, demokrasi düşmanı ilan edilmekten de geri durulmuyordu.

Demokrasi sosuna bulanmış Emperyalist destekli neo- liberal sızıntıların ve post modernist söylemlerin ulus devleti ve üniter yapıyı hedef tahtasına oturtmasını “yeni dünya düzeninin” doğal akışı içinde kabullenmeyi çağdaşlıkla eş değer görme eğilimi benimsenmeye başlanmıştı.

Oluşturulmak istenen, Kurucu ideolojiye alternatif “gölge bir devlet yapısıydı.”

Yöntem belliydi. Toplumun 1923’den bu yana, varlığının değişmez bir parçası olarak kabullendiği ilkeler ve değerler tartışmaya açılacak, sonra yerine yenileri konulacak ve Cumhuriyetin kurumsal yapısı dönüştürülecekti.

Yeni bir değerler sistemi ile onu var edecek alternatif kurumlar için albenisi yüksek, umut yaratıcı bir terminolojiye de gereksinim vardı. İnsan doğası ile bütünleşmiş ve toplumsal kabulü yüksek kavramlar her zaman kabul görürdü çünkü. Özgürlük, insan hakları, demokrasi her insanın özlemi ve rüyası değil miydi?
Gölge Devlet yapılanması böyle başladı.

Önce Atatürk hedef alındı. Onu, yeni dünya düzeni rüyasından dışlayacak ve değersizleştirecek sıfatların ilk sırasına “diktatör” yakıştırması getirildi. Uzun uzun da tartıştırıldı. Ardından manevi şahsiyetini yıpratmaya yönelik sahte bir tarih uyduruldu. Sözde tarihçilerin ve Atatürk düşmanlarının anı ve söylemleri ile 1919’dan başlayan yeni bir Kurtuluş Savaşı tarihi servis edildi. Sonra sıra Lozan’a ve İsmet İnönü’ye geldi. Kuşkusuz amaç belliydi. Önce Cumhuriyetin kurucuları hakkında kafalarda kuşkular yaratılacak sonra da yalanlar ve sahte kanıtlarla örülü yeni bir tarih yazılacaktı.

2011, tarihsel bir dönüm noktasıydı.

O günlerin Milli Eğitim Bakanı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin “ayet” olmadığını ve kaldırılabileceğini söyledi. Hemen ardından ise ortaya yeni bir Gençliğe hitabe çıkarıldı. Kimin mi? Şaibeli yaşamının son döneminde Siyasal İslamcı olan bir şairin “kininin ve dininin davacısı bir gençlik” özlemini dile getiren Gençliğe Hitabesi…

Cumhuriyetin kurumları ve değerler sistemini yok etmenin yöntemi bulunmuştu; asıl olanları karalamak ve alternatiflerini üretmek.

Ulusal kimliği ile övünç duyan ve temel erdemlere bağlılık ifade eden gençler yetiştirmek hedefinin özeti her sabah okullarda okunan Andımız’dı.

Andımızı kaldırmak isteyen AKP’nin Danıştay’a açılan karşı dava için verdiği savunma tarihe geçecek kadar önemlidir. AKP verdiği savunmada , “Gerek Faşizm’in, gerekse Komünizm’in benzeri uygulamaları sıkça kullandığını” iddia ediyor ve Andımızı, “öğrencilerin hergün papağan gibi tekrarlayacakları sözler” olarak tanımlıyordu.

Andımız kaldırılıyordu… Peki yerine ne getiriliyordu acaba?

Bunu miting meydanlarında sıkça duyuyoruz. Mitinge katılanlar toplu halde farklı bir And içiyorlar. “Önce Rabia’mızı haykırıyoruz” diyor Erdoğan: “Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet” ardından devam ediyor; “ Bir olacağız, İyi olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız hep birlikte Türkiye olacağız.”
Cumhuriyetin mirasını hafızalardan silmek, Kurtuluş ve Kuruluşun şanlı mirasını unutturmak… İşte hedef budur!

Gölge Devlet adım adım ilerliyor ve en büyük atılımlarını eğitim alanında yapıyordu.

Milli Eğitim Bakanlığının görevleri yasa dışı eğitim kurumlarına devredilmeye başlanmış, Okul öncesi eğitimden başlayarak Sıbyan mektepleri tüm ülkeyi sarmıştı. Öğretmenlik formasyonu bulunmayanlara teslim edilen çocuklarımız artık tarikat ve cemaatlerce biçimlendiriliyor, Cumhuriyetin Partileri de buna göz yumuyordu.

Gölge Devletin kurumsal yapısı hızla şekillenirken Diyanetin Kuran Kurslarına alternatif olarak açılan yasa dışı Tarikat kursları ve yurtları büyük bir hızla çoğaldı.

Medrese şehirleri kuruldu. On binlerce çocuk yasa dışı medreselerde Arapça eğitim görmeye başladı. Hatta üniversiteler İlahiyat Fakültesi öğrencilerini medreselere eğitime gönderdiklerini bile övünerek anlattılar.

Laik Devletin imha edilmesi için Anayasa değişikliğine hiç ihtiyaç kalmamıştı. Fiili durum, Anayasa’nın da yasaların da üstündeydi artık. Diyanet İşleri Başkanlığı bir Şeyhülislamlığa dönüştü. Pozitif hukuk ile fetvalar eş değer bir önem kazandılar.

Milli Eğitim Bakanlığı yasa dışı olarak Dinci Vakıflarla protokoller imzalamaya 2013 yılında başlamıştı. Yine ses çıkmamış, uygulama hızlanarak devam ettirilmişti. Sonunda ÇEDES Projesi ile okullarda öğretmenlerin yerini İmamlar almaya başladı.

101 İHL, 113 İlahiyat Fakültesi varken, bunların verdiği eğitimle yetinmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı bir de Milli Eğitim Bakanlığına paralel Diyanet Akademisi açtı.

Diyanet İşleri Başkanlığı “Gölge Din Eğitimi Bakanlığı” olarak görev yapmaya başladı.

Bunlar da yetmedi. 2017 yılında, Cumhurbaşkanı Danışmanlığı da yapan Adnan Tanrıverdi başkanlığında, İstanbul’da İslam Devletleri Konferansı toplandı. Sonuç ne oldu?

“İslam Devletleri Anayasası” hazırlandı. Bu Anayasa’ya göre İslam Devletleri Birliğinin Başkenti de ilan edildi; İstanbul.

Resmi dili Arapça , bayrağı kırmızı-yeşil üstünde beyaz ay ve üye devlet sayısı kadar yıldızlar…Üye her devletin kabinesinde İslam Birliği Bakanlığı kurulacak.

Tanrıverdi’nin 2012’de kurduğu SADAT adlı Uluslararası Savunma Şirketi, web sitesinde amacını şöyle açıklamıştı: İslam Devletlerinin ordusunu hazırlamak ve asimetrik savaş tekniklerini öğretmek…
Özetle Gölge Anayasa, bakanlık, kabine ve ordu tamamlanıyordu.

Elbirliği ile kurulan ve tümü yasalara ve Anayasa’ya aykırı olan bu yapılanma ile paralel ve gölge bir devletin hazırlığı mı yapılıyordu?

İktidar partisi son 12 yıllık süreç içinde Cumhuriyetin kurumlarına alternatif bir yapının hazırlığı içinde miydi?

Nedense bunlar hiç sorgulanmadı. Kuruluşundan 12 yıl sonra SADAT’ın kapısına dayanılarak yapılan siyaset Show’u dışında gündem bile olmadı.

Medyadaki kuşatma ve yaratılan korku iklimi ile elele veren çıkarcı siyaset anlayışı gerçeklerin üstünü kapatmakta hünerliydi. Açık gerçekleri görmezden gelenlerin “Gölge Devlet”i görmelerini beklemek boşuna olacaktı.

Tüm yapılanlara ek, yeni bir adım daha atıldı.

Medyadaki kuşatma yeterli görülmemiş olmalı ki, gelecekte atılacak daha büyük adımlar için gerçeklerin önüne duvarlar değil surlar örecek yeni girişimlere ihtiyaç duyulmuştu.

Allah nazarlardan esirgesin, 13 Ocak’ta nur topu gibi yeni bir medya okulumuz açıldı; TRT Akademi….

Türkiye’de tam 62 üniversitemizde İletişim Fakültesi bulunuyor. Bu fakültelerde çok nitelikli eğitim veriliyor. Hem sosyal bilimler alanında hem de yazılı ve görsel basın alanında uygulama ve staj olanağı da sağlayan bir eğitim sürdürülüyor. Öğrenciler lisans üstü eğitim yapma olanaklarına da sahipler.
Aydınlık yıllarımızda TRT, Türk Radyo ve Televizyonculuğunun “okulu” olarak bilinirdi. Önemli isimlerin yetişmesine de büyük katkıları olmuştu. Ancak aradan geçen yıllar, İletişim fakültelerinden yetişen uzmanların sayılarındaki artış ve tek kanallı televizyonculuğun son bulması TRT’nin “okul” olma ihtiyacını da ortadan kaldırdı.

TRT Akademi’nin açılmasına neden ihtiyaç duyulduğunu merak etmemek mümkün değil.

O halde yetkililerin açıklamalarına göz atalım:

Fahrettin Altun; “son yıllarda medya ve iletişim alanının stratejik olduğunu keşfettiklerini” söyledikten sonra “bu tehditlerin en büyüğü çağımızın vebası olarak nitelendirebileceğimiz dezenformasyondur. Yanlış, kurgu ve sahte haberler, bilgi kirliliği, manipülasyon, bunlara eşlik eden siber tehditlerin, kararlarımızı, olaylara yaklaşımlarımızı ve düşüncelerimizi kolaylıkla etkileyebildiğinden” söz ediyor.

TRT Genel Müdürü Mehmet Zahid Sobacı ise TRT Akademi’nin kuruluş amacını açıklıyor:

“Ahlaki ve insani hassasiyetlere sahip profesyoneller yetiştirmek”

Bu ahlaklı “Profesyonellerin” üstelik bir diplomaya bile sahip olmayıp, bir “sertifika” ile medya sektörünü şaha kaldıracaklarını da bu açıklama ile anlıyoruz.

Bu açıklamadan anladığımız bir diğer önemli bilgi ise TRT Akademide yetişecek “profesyonellerin” mevcut medya kurumlarında çalışanlardan veya iletişim fakültelerinden yetişenlerden çok daha ahlaklı ve insancıl olacakları.

Ana akım medyada her gece saatler boyu izlediğimiz “her konunun uzmanı(!)” , eli çubuklu, çubuksuz” gazeteciler acaba bu konuda ne düşünecekler, merak etmemek zor.

Dezenformasyonun, sahte, üretilmiş bilgi ve haberlerin hatta görsel malzemelerin post-modernizmin gücü ile giderek “gerçek üstülük”- (post-truth ) olarak alkışlandığı ve gerçekliğin, somut verilerin yok sayıldığı bir medya dünyasında yol alıyoruz. Bu akıma nasıl “dur” denilecek? Hangi bilginin enformasyon, hangisinin dezenformasyon olduğunu kim, nasıl saptayacak? İktidarın işine yarayan enformasyona “doğrudur” demek “ahlak” ölçüsü mü sayılacak?

Yoksa yeni bir propaganda tekniği için TRT’nin Gölgesinde bir Medya ordusu mu devreye sokulacak?
Tarih hiçbir şeyi unutmaz. Geçmişin izleri yaşamaya devam eder. Ne zaman kurgulanmış bir medyadan ya da dezenformasyondan söz edilse akla ilk gelen isim Goebbells olur.

Gobbells gerçekten de bu konuda tarih yazmıştır; acı, lanetli bir tarih. Kendisi dezenformasyon tekniklerinin uzmanıdır.

“Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrarlamaya devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanır. Her suç, tek bir düşmana atılmalıdır. Zamanı dikkatle seçilmeli ve insan zihninde uzun süre kalması için çaba harcanmalıdır. Hukuk ve Yargı ikinci plandaki silahlar olmalıdır”

Bu sözlerin sahibi gibi dünyanın lanetlediği bu kişiler çok eskilerde kaldı.

TRT Akademi’nin “ahlaklı ve insani değerlere saygılı” profesyoneller yetiştirme ilkesine tarafsız yayıncılık ve evrensel ahlak kurallarının öncülük etmesi bu açıdan büyük önem taşıyor. Aydınlara düşen görev gelişmeleri yakından izlemek olacaktır.

Gölge devletin inşası ve TRT Akademi

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!