Hainlerin en büyüğü: Isaak Emmanuiloviç Babel

featured

Ali Yıldız yazdı…

Sovyet döneminin yazarlarından olan Babel’den geriye kalanlar, kısa öyküleridir. Onların tamamı da iki kitapta toplanmıştır, ülkesinde yayınlanan oyun ve senaryoları Türkçeye çevrilmemiştir henüz. Kısa öyküleriyle dikkat çeken yazarın, bu kadar az üretmiş olmasının nedeni, genç sayılabilecek yaşta kurşuna dizilmiş olmasıdır. 

Odessa’da 1894 yılında dünyaya gelen Isaak Emmanuiloviç Babel, Yahudi bir aileden gelmektedir. Babası, itibarını kaybetmiş olan eski bir tüccardır. Olasıdır ki iyi bir işadamı olması için, Ticaret Lisesi’nin ardından Ekonomi Enstitüsü’ne göndermesine rağmen; oğlu paradan çok, yazın hayatına vermiştir kendini. Bu sevginin başlıca kaynağı, Maksim Gorki’dir. Babel’in yaşadığı dönem, Romanov hanedanı Çar II. Nikolay’ın baskılarının her geçen gün arttığı bir zamana denk gelmektedir. Uzun süredir, Yahudilerin Petersburg’a girmesi yasaktır. Yazın aşkı, yasak tanımaz ama. Maksim Gorki’yle tanışabilmek uğruna Petersburg’a giden İzak Babel, bu düşünü 1915 yılında gerçekleştirir. Dostluğunu edindiği yazar sayesinde, hem Gorki’nin çıkarmakta olduğu Letopis dergisinde boy göstermeye, hem de onun uyarılarını dinleyerek Rusya’yı dolaşmaya başlayacaktır.

İzak Babel’in birçok öyküsü savaşa dairdir, savaşın acımasızlığını anlatan kitapların aksine, savaş karşıtlığı içermektedir. Savaşı yakından tanımasının nedeni, Polonya ile yapılan savaşa katılarak, çatışmaların tam ortasında, Kızıl Ordu’da görev yapmasıdır. Betimlediği satırlarında Lenin’den de bahseder, gencecik ölümlerden de. Ekim Devrimi’nden sonra, başka coğrafyalarda da görmüştür savaşı. Savaş, her yerde aynıdır. 

Dünyanın altüst olduğu evrede bile, kitaplar okunmakta, yeni yazarlar izlenmektedir. Bu yüzden, Rusya’da Maksim Gorki ile İlya Ehrenburg tarafından, yurtdışından da Luis Borges’den, Andre Malraux’a kadar, birçok yazar tarafından övgüyle karşılanmıştır. 

Eşi, oğluyla birlikte Fransa’ya yerleşir. Babel Sovyet yönetiminin izniyle Paris’e gittiğinde, iltica etmesini önerenlere kulak asmayarak, ülkesine geri döner. Ayrı diyarlarda yaşamalarına karşın, bir de kızları olacaktır İzak Babel ve Tamara Kashirina’nın. 

Kadın düşkünü olduğu söylenen Babel, vatan aşkından karşılık bulamaz sadece. Onu kollayan Maksim Gorki de hayatta değildir artık. Casusluk, ihanet, Troçkist örgütlere üye olmakla suçlanarak, 1940 yılında kurşuna dizilir. 1954 tarihine kadar eserleri basılmayıp ismi dahi anılmayan Babel, katillerinden daha uzun yaşayacaktır…  

[email protected]

İZAK BABEL 

İhtiyat Süvari Birlik Komutanı * 

 Köyde her yandan sesler yükseliyordu. Süvariler yemek yiyor, at değiştiriyordu. Lagar beygirlerini verip yerine iş yapacak öküzler alıyorlardı. Buna kimse bir şey diyemezdi. Atsız ordu olmazdı.

Ama köylüler bunu anlayacak gibi değillerdi. Gelip hep birlikte karargâhın kapısına dayanmışlardı. 

İnat eden, sıskalıktan ayakta zor duran beygirleri boyunlarına bağlı iplerden çekeliyorlardı. Geçim kaynağı hayvanlarını yitiren köylüler kapıldıkları acılı cesaretle, ama bu cesaretlerinin çok sürmeyeceğini bile bile, hiç umutları olmamasına karşın komutana, Tanrı’ya, kara talihlerine söylenip duruyorlardı. 

Karargâh Komutanımız J. Üniformasını giymiş, kapıda ayakta duruyordu. İltihaplı gözkapakları kapalı, sözde köylülerin şikâyetlerini dinliyordu. Ama bir şeyi umursadığı yoktu. Sıkıya alınmış, bitkin düşmüş bir işçi gibi, boş zamanlarında beynini hiç çalıştırmama gibi özel bir yeteneği vardı. Karargâh Komutanımız pek seyrek olan böyle dakikalarda bitkin başını sallayıp dururdu. 

Şimdi köylülerin karşısında da aynı şeyi yapıyordu. 

Onların rahatlatıcı, tutarsız, umutsuz uğultusu ardında J. Bir yandan da beynindeki o yumuşak, rahatlatıcı düşünce temizliğini, enerjisini izlemekteydi. Gerekli olan karışıklığı bekledikten sonra köylülerin son gözyaşlarını yakaladı, tam bir komutan edasıyla tersledi hepsini, bağırıp çağırdı, içeri girip çalışmaya başladı. 

Ne var ki, bu kez istediği gibi bağırıp çağıramamıştı. Tam o sırada eskiden sirk atleti, şimdi ise İhtiyat Süvari Birlik Komutanı olan kırmızı yüzlü, sakalına ak düşmüş Dyakov, üzerinde siyah bir pardösü, ayağında gümüş şeritleriyle kırmız, bol bir pantolon, ateş gibi bir İngiliz atıyla gelmişti. 

“Selam olsun aziz başrahibin şerefli çocuklarına!” diye bağırdı atını bağlarken ve tam o anda, Kazakların değiştirdiği tüyü dökülmüş bir at geldi yanına. 

“Buyur, yoldaş Komutan,” diye haykırdı bir köylü, ellerini poturuna yapıştırıp, “işte, adamlarınızın bize verdiği beygirler… Görüyor musun, neleri veriyorlar bize? Al senin olsun…” 

“Bu ata karşılık…” dedi bunun üzerine Dyakov, büyük bir ağırbaşlılıkla tane tane, “bu ata karşılık, saygıdeğer dostum, İhtiyat Süvari Birliği’nden ancak on beş bin ruble alabilirsin. Ama atının durumu biraz daha iyi olsaydı, o duruda, sevgili dostum, yirmi bin ruble alırdın. Ama ne yaparsın ki, düştü senin atın, iyi bir şey değil bu. Bir at düşüp de tekrar doğrulabiliyorsa, o attır işte… Tersine, doğrulamıyorsa, o at işe yaramaz demektir. Ama, benim bu güçlü atım doğrulabiliyor…” 

“Ah senim yüce Tanrım! Nasıl doğrulsun bu zavallı… Bakanı edeni yok, yakında geberip gidecek…” diye elini kolunu sallayarak bağırmaya başladı köylü. 

“Hayvancağızı o kadar küçümseme dostum…” dedi Dyakov pek inandırıcı sesle. “Tanrı’yı da karıştırma işe…” 

Sonra atletik, iriyarı bedenini eyerden aşağı aldı. Dizlerinden kayışla bağlı, biçimli bacaklarını açarak, sahnedeymiş gibi gösterişli, usta adımlarla soluk soluğa kalmış atın yanına gitti. Hayvan iri, derin bakışını ditmiş ona bakıyordu. Bitkin durumdaki at, onun koyu kırmızı avucundan görünmeyen bir gücü yalayarak almış gibi, bu kır saçlı, güçlü, gösterişli Romeo’dan kendisine bir güç geçtiğini hissetmişçesine, bir anda canlandı sanki. Sıska beygir, bedenini güçlükle taşıyan bacakları üzerinde doğruldu, başını sağa sola sallayarak, kuyruğunun sabırsız, dayanılmaz okşamasını karnında hissederek ağır ağır, dikkatlice durdu bacaklarının üzerinde. Sonra hepimiz Dyakov’un, dalgalanan yeninden çıkan elinin ince parmaklarıyla hayvanın çamurlu yelesini nasıl okşadığını, beygirin inleyerek, kanlı böğrünü kuyruğuyla nasıl kırbaçlandığını gördük. Beygir, titreyerek dört bacağının durmaya çalışıyor, köpek gözünü andıran korku dolu, meraklı gözlerini Dyakov’dan ayırmıyordu. 

“Demek bir at bu…” dedi Dyakov, köylüye ve yumuşak bir tavırla ekledi: “Bir de bana sitem ediyorsun, ha, kıymetli dostum…” 

İhtiyat Süvari Birlik Komutanı daha sonra, dizginleri emir erine atıp merdivenin dört basamağını bir adımda atladı, kaputunu savurarak karargâh binasına girdi.      

* İzak Babel, Kızıl Süvariler, Toplu Öyküler II, Öykü, Çeviri: Ergin Altay, Can Yayınları, I. Basım: Mayıs 2012, s: 26-28.  

 

Hainlerin en büyüğü: Isaak Emmanuiloviç Babel

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!