Issızda

featured

Zekiye Yaldız yazdı…

Mukaddes’in yüzüne bakıyordu Zafer. Ne büyük bir sevgi vardı bu yüzde… Birden canı sıkıldı. Bu buluşmayı beklerken bütün umudunu Mukaddes’e bağlamıştı. Kurtuluşunun onda olduğunu hissediyordu. Oysa şimdi, bu, yüreğini tamamen ona döndürmüş yüzden buz gibi soğumuştu. Şimdi eskisinden çok daha derin bir umutsuzluk içindeydi. Tıpkı Raskolnikov’un Sonya’yla  buluştuğunda hissettiği gibi bir duyguydu bu. Sonya’nın yüreğini bütünüyle ona yöneltmesi Raskolnikov’u nasıl sarsıp mutsuz etmişse öyle bir etkisi olmuştu Mukaddes’in yüzündeki sevginin.

Bir an kendinden iğrendi Zafer. Alçakçaydı bu his. Karşısındaki bu saf, masum yüzün sevgisini fışkırttığı çipil gözlerinden boğuluyormuş gibi kaçmak istemesi insanlığının en alçak seviyesi olmalıydı. Daha biraz  önce  büyük heyecanla karşılamıştı Mukaddes’i. Onu, bugüne kadar yaşadığı hayattan, hovardalıklardan, kadınlardan kurtaracak güçte olduğunu sanıyordu  fakat o da düşmüştü tuzağa işte, daha ilk görüşte hesapsız bir sevgiyle bakıyordu yüzüne, kaçmıyordu, korkmuyordu.

İkinci çaydan sonra Mukaddes’in “Annem merak eder, kalkalım istersen.” demesiyle Zafer’de bir rahatlama oldu. Sonunda bu şefkatli yüze bakmaktan kurtulacaktı. O güne kadar idealize ettiği kadın modelinde ne varsa Mukaddes’te toplanmış gibiydi. Bununla yüzleşmek mi bu kadar canını sıkmıştı? Bu eksiksiz yaratık büyük ihtimalle sadakatli de olacaktı. Sürekli özlemini çektiği zeki, güzel, sadık, sevgi dolu varlık karşısındaydı işte ve şu an tek istediği ondan olabilecek en uzak mesafeye kaçmaktı.

Tanıştıklarına memnun olduklarını belirten birkaç sevinç sözcüğü söyleyip yarın tekrar buluşmak üzere sözleşerek ayrıldılar. Mukaddes yatağına yattığında Zafer’in durmadan karışıp duran yüzünün ne anlatmak istediğini düşünüyordu. “Büyük ihtimalle nezakete kurban verecek hakikat düşüncelerini.” diye geçirdi içinden. Yarın tekrar buluştuklarında işini kolaylaştırıp aklından geçenleri söylese mi söylemese mi kararsızlığıyla uyudu.

Çiçekli eteğini, beyaz tişörtünü, kot montunu giyip şöyle bir kendine baktı aynada. Saçlarını eliyle tepede at kuyruğu yapıp baktı, biraz kabartıp açık bırakıp baktı, balık sırtı örüp baktı, sonunda savruk halini tercih etti. Örgülü, minnoş hanım hanım bir kız gibi görünmek istemedi. At kuyruklu işi bilen kız havası da hoşuna gitmedi. Saçları açık olduğunda hem masum hem asi bir havası olabiliyordu. Hem ellerini koyacak yer bulamadığında saçlarını karıştırmak da ayrıca bir kurtarıcı olacaktı. Şu siyah beyaz bez spor ayakkabıları ne muhteşem buluştu. Neyin altına giysen şık duruyordu. Onları giydi. Bu mevsimde aslında postal da giyilebilirdi; bir iki deri bileklik, kolyeyle bir de tişörtünü şöyle yandan bağlamayla tamamen asi bir kız haline getirebilirdi kendini. Yok, bez spor ayakkabılar daha iyi bir fikirdi. “Benim tarzım ne?” diye düşündü gardrobu incelerken. Öyle tek bir tarzı olan kızlardan değildi. İstediğinde hippi, jazz, rock, bohem, klasik… her türlü havaya girebiliyordu. Zafer’i etkilemenin yolu biraz masum kız havası verecek cicilikti, bunu anlamıştı. Ama o yüzünde toplanıp toplanıp dağılan bulutlar neyin nesiydi tam çıkaramıyordu. Sanki bir ara hoşlanır gibi oluyor, sonra vazgeçiyordu. Düşüncelerinin yüzüne bulut bulut yayıldığının farkında mıydı acaba?

Mukaddes, kesinlikle Zafer’in işini kolaylaştırmamaya karar vererek dolmuşa bindi. Ümraniye’den Çengelköy’e kadar kıs kıs gülerek aklından oynayacağı saflık oyununun püf noktalarını geçirip durdu. Evet, Zafer’in şifrelerini çözmesine kesinlikle izin vermeyecekti. Anlamamazlıktan gelip onun kıvranışlarını izlemek istiyordu. Büyük ihtimalle “Sen çok iyilere layıksın, biz arkadaş olalım, eminim çok eğleniriz…” gibi şeyler söyleyecekti. Bunu anlamıyordu Mukaddes; çağın gereği internet tanışmalarıydı artık ve insanlar ordaki sanal gerçekliği somut hayata uygulamayı bir türlü başaramıyorlardı. Yani, daha bir ay öncesine kadar hayatında hiç olmamış biriyle neden arkadaş olup çok eğlensindi ki? Yaşamak istiyordu. Sanal değil, gerçekten yaşamak… Tabii ki o sözlerin kaçmak için olduğunu biliyordu. Yine de insanlar birbirlerine neden böyle kaçamak şeyler söylerler anlamıyordu. Bir de nezaket diyorlardı bu, dünyanın en kaba yaklaşımına. Zafer’i burda sıkıştırmak istiyordu işte. Ona itiraf ettirecekti; “Senden hoşlanmadım Mukaddes, ne olduğunu, niye olduğunu bilmiyorum, ama yüzüme öyle melül melül bakmandan, beni hemen seviverecekmişsin gibi sevecenlikle bakmandan, içime düşmenden, samimi davranmandan hoşlanmadım. Seninle yazışırken büyülü bir uyum vardı aramızda, ama karşılaşmamız büyüyü bozdu.” demesini istiyordu. İşte o zaman kalkıp alnından öpecek ve onunla arkadaş olabilecekti.

Zafer, yeşil fitilli kadife gömleğini ve jean pantolonunu giydi. Haftasonları şu takım elbise giyme mecburiyeti olmadığı için ayrıca çok güzel geliyordu. Sakallarını şöyel bir düzeltip kremini sürdü. Odunsu parfümünü iyice boca edip gri montunu yan koltuğa fırlatıp kontağı çevirdi. Yol boyunca Mukaddes’e ne diyeceğini düşünerek ilerledi. Konuşmanın birini bitirmeden diğerine başlıyor, işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Aslında tama olarak istemiyor da değildi Mukaddes’i. Raskolnikov’un sonunda Sonya’yı çok sevdiğini anladığı gibi birgün Mukaddes’i sevebilirdi de. Bunun için beraber olmaları gerekirdi. Birbirleriyle vakit geçirmeleri, gerçekten arkadaş olmaları, olaylar karşısında verilecek tepkilerle bir ilişki inşa etmeleri gerekirdi. Bir yerde okumuştu: “Gerçek aşk bulunmaz, inşa edilir.” diyordu. Bu doğru olabilirdi. Belki aşk değil de huzur birbirine saygıyla yakalanabilir bir şey olabilirdi ki bu potansiyel Mukaddes’te kesinlikle vardı. Ama işte öyle bakmasa!

Mukaddes’in fırından simit aldığını görebiliyordu. Kumral dalgalı saçları güneşte ışıl ışıl parlıyordu. Uzaktan karizmatik bir endamı olduğu daha iyi anlaşılıyordu. Simitçiyle gülerek bir şeyler konuşuyordu. Trafiğin tam da o sırada sıkışması Sonya’yı uzun uzun incelemesini sağlamıştı. Şimdi bu buluşmada başka bir dünyaya geçeceğini hissediyordu. Öyküsü değişecekti; yavaş yavaş yeni bir hayata adım atacaktı, huzurlu, dingin bir dünyaya…

Arabayı park etmedi. Navigasyondan en az trafik olan yolları ayarlayıp Mukaddes’ten hattâ kendinden uzaklara doğru hızla uzaklaştı… Radyoda çalan müziğin cızırtıya dönüştüğü ıssızlıklara kadar kaçtı…

“Öyle bir sınıra gelirsin ki, onu aşamazsan mutsuz olursun, aşarsan, belki o zaman daha da mutsuz olursun.” Dostoyevski

Issızda

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Kaleminize yüreğinize sağlık Zekiye hanım

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!