Başkent Ankara Strateji Enstitüsü Başkan Yardımcısı Murat Sururi Özbülbül yazdı…
İstanbul boğaz geçişine alternatif bir kanal yapma fikri bu günlerde gene gündemde. Dikkatinizi çekmek isterim; “proje” değil “fikir” diyorum çünkü bir fikrin projeye dönüşebilmesi için “fizibilite etüdünün” yahut da Türkçe karşılığı ile “yapılabilirlik çalışmasının” olumlu çıkması gerekir.
Henüz İstanbul Boğazına alternatif bir kanal yapma fikri ile ilgili olarak ortada rasyonel akla ve bilimsel verilere uygun yapılmış böyle bir çalışma bulunmamaktadır, bu yüzden de bu iş hala “fikir” aşamasını geçebilmiş değildir!
Bu fikrin gündeme gelmesi ve savunulması iki ana gerekçeye dayanıyor, bu gerekçeler:
1. Montrö anlaşması yüzünden boğaz geçişlerinden bir ücret alamıyoruz, bir kanal yaparsak oradan geçen gemilerden ücret alırız.
2. Gemi geçişleri İstanbul Boğazı ve kent için tehdit oluşturuyor, can ve mal güvenliğini sağlamak için alternatif bir kanal yapmalıyız.
Ben bu iki gerekçeyi de sorguladım ve aşağıdaki bilgileri bu fikri eleştiren yahut da destekleyen tüm kesimler için özetledim, tabloya döktüm, konu ile ilgilenenler okusunlar ve kararlarını ona göre versinler istedim:
A- MONTRÖ SÖZLEŞMESİ İLE BELİRLENMİŞ GEÇİŞ ÜCRETLERİ MESELESİ
İktidar halihazırda Montrö Sözleşmesi uyarınca net ton başına alması gereken geçiş ücretlerinde çok büyük bir indirim uygulamakta ve alınması gereken, anlaşılmış ücretin yüzde 4 ila 5’i kadar bir ücret almaktadır.
Montrö Sözleşmesi’ne göre, Boğazlar’dan geçecek gemilerden Türkiye Sıhhi kontrol, fener ve tahliye hizmetleri için net ton başına 0,595 Altın Frank karşılığı ücret alma hakkına sahiptir.
Altın Frank, “Franc Germinal” ya da “Napolyon Altını”, Napolyon tarafından 1805 de dolaşıma sokulmuş ve 1920 yılında Milletler Cemiyetince de temel hesap birimi olarak kabul edilmiş içeriğinde 0,290 gram saf altın olan bir para birimidir.
Bugün Altın Frank artık tedavülde olmadığı için boğazlardan geçen gemilerden net ton başına alınması gereken 0,595 Altın Frank ücretin karşılığı yeni bir hesap yöntemi ile belirlenmelidir. Altın Frank’tan maksat zaten altın paranın içindeki saf altın miktarıdır, yapılacak iş sadece bir Altın Frank’ın içindeki saf altın miktarı olan 0,29 gr altının değerini geminin geçtiği tarihteki 24 ayar saf altının gram fiyatı karşılığında Türk Lirası olarak almaktır.
Alınması gereken ücreti Altın Frank’ın içerdiği 24 ayar saf altın üzerinden hesaplarsak net ton başına 0,17 gram 24 ayar, saf altın karşılığı ücret alınacak demektir.
Boğazlardan 2018 yılında yaklaşık toplam 85.102 gemi ve 1,3 milyar ton yük geçtiği dikkate alınırsa bu meblağ:
1,3 milyar ton yük X 0,17 gram altın = 221.000.000 gram ya da 221 Ton altın yapmaktadır.
221 Ton altın ise (Şubat 2020 tarihindeki ons fiyatı ile) 12,8 milyar dolar yapar!
50 metre boyunda, 20 metre genişliğinde ve 15 metre derinliğinde 15.000 net tonluk orta boy bir gemi boğaz geçişinde 2.5 kilo altın yahut da bunun karşılığı olan 145 bin dolar ücret ödemek zorunda iken Ulaştırma Bakanlığı, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından belirlenmiş tarifeye göre sadece 4 bin dolar uğraksız geçiş ücreti ödemektedir.
Bu hesabı net ton başına ve dolar bazında görmek istersek:
0,17 gram altın yaklaşık 9,8 dolar yapar ve bu bedel projeyi hazırlayanların Kanal İstanbul’dan ton başına 5 dolar geçiş ücreti alacağız iddiasından bile çok daha fazladır!
İstanbul Boğazına alternatif bir kanal açma fikrini savunanlara:
1- Kanal İstanbul’u yapacağız, para kazanacağız diyorsunuz peki neden önce boğaz geçişlerinden Montrö anlaşmasına göre belirlenen hakkımızı tam ve eksiksiz olarak almıyorsunuz?
2- Bu hakkı alamıyorsanız kanal yaparsanız; kimden, nasıl ve ne kadar ücret alacaksınız?
3- Bu ücret alınamıyorsa yanı başında, geçiş serbestiyetine sahip boğaz gibi bir geniş su yolu varken hangi kaptan ücret ödeyerek gemisini daracık bir su yoluna sokar?
Diye sorulmalıdır.
Burada ortaya koyduğum bilgilerin “Montrö anlaşması yüzünden boğaz geçişlerinden para alamıyoruz, o yüzden bir kanal yapıp gemileri oradan geçirerek para kazanacağız” savını tamamen çürüttüğü konusunda sanırım bir itiraz kalmamıştır.
Şimdi gelelim ortaya atılan ikinci gerekçeye; “İstanbul Boğazından geçen gemiler kent için tehdit teşkil ediyor” gerekçesine, bakalım bu gerekçe doğru ve mantıklı mıymış?
Oturdum, yapılması düşünülen İstanbul kanalına benzeyen yapay kanallar; Panama, Süveyş ve Kiel kanalı ile İstanbul Boğazını kaza riski açısından karşılaştırdım, sonuç aşağıdaki tabloda:
B- YAPAY KANALLAR İLE İSTANBUL BOĞAZI’NIN GEÇİŞ EMNİYETİ BAKIMINDAN KARŞILAŞTIRILMASI
Aşağıda ki veriler ÇED raporunun İstanbul Boğazı ile Panama, Süveyş ve Kiel Kanallarını gemi kazaları açısından değerlendiren bölümünden alınmıştır:
Geçen gemi sayısını dikkate almadan bile ortalama yıllık kaza sayısında İstanbul Boğazının Süveyş ve Kiel kanallarından çok daha emniyetli olduğu tabloda açıkça görülüyor.
Geçen gemi başına kaza sayısını dikkate aldığımızda ise İstanbul Boğazının açık ara çok daha emniyetli olduğu görülmektedir.
Yukarıda ki tabloda görünen o ki bir İstanbul’a yapay bir kanal inşa eder ve gemileri oradan geçirmeye çalışırsak kaza olasılığı çok ciddi manada artacaktır!
Hazırlattıkları ÇED raporunda yer alan bu kendi tabloları AKP iktidarının Kanal İstanbul’u yapacağız, böylece kazaları önleyeceğiz iddiasının içinin boş ve matematik hesabının yanlış olduğunu ispatlamaktadır!
Fikir çılgın olabilir lakin kaptanlar, gemi sahipleri ve sigorta şirketleri çılgın değildir ve hiç kimse gemisini daha riskli bir su yolundan para ödeyerek geçirmez.
Bir gemi İstanbul Kanalını kullanmaya kalkarsa sigorta firmalarının daha fazla sigorta primi keseceği, taşıma maliyetlerinin yükseleceği yukarıdaki tabloya bakınca açıkça görülmektedir.
Yukarıdaki bilgilerden sonra ikinci gerekçenin de tamamen anlamsız olduğu açık ve net olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ayrıca bu tabloda ortaya koyduğum veriler yapay kanalların kaza ve terör riskini çoğalttığını gösterdiğine göre, böyle bir kanalın yakın çevresine, lüks rezidanslar, villalar ve çakma yalılar yaparak kentsel rant yaratmanın da pek olanak dahilinde olmadığı açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ayrıca hepimiz biliyoruz ki bu tip yapay kanalların etrafı iktidarın hazırlattığı çizgi filmlerdeki gibi olmaz, tam aksine kirlilik ve gürültünün yoğunlaştığı sanayi bölgesi ve liman olarak şekillenir, kim bu tip bölgelere yakın bir yerde rezidans alır onu da çok merak ediyorum doğrusu.
Burada ortaya koyduğum bilgilerin tamamı resmi ve bilimseldir, bu bilgiler ışığında hala bu fikri savunan çıkabilir mi? Çok merak ediyorum doğrusu…
Emeğinize sağlık… Bu işin içinde başka bir iş olmalı..
Çok açıklayıcı. Elinize sağlık!