Kıvrımlı gülüş

featured

Zekiye Yaldız yazdı…

Burası kısa bir sokak. Sağlı sollu toplasan elli bina ya var ya yok. Sokağın bitiminde yüksek, lüks binalar var. Ama bu sokak, küçücük camisi, önünde cips standı, dondurma dolabıyla küçük bakkalı, otoparkı olmadığından sokakta çift sıra uyuyan arabalarıyla eski bir mahalle havasında. Evlerin zilleri genellikle kanarya sesi…  Apartman kapıları, 1453 ya da 1923 olan şifreli kapılardan değil. Mahalle sakinleri, aylık geliri beş bin ile on bin lira arasında değişen sabit gelirli çalışanlar ya da emekliler. Çalışanlar, genellikle mesaisi en erken başlayanlardan.

Birazdan güneşin mordan kızıla geçen ışıkları, karanlık göğü maviye boyayacak. Şafak karanlığı söküp atacak. Uzak tepelerdeki birbirine karışmış kar ile süt mavi ufuk, yavaş yavaş ayrılıp tepelerin karartıları çoğalacak, gökyüzü mavi kanatlarını açıp hızla yukarılara çıkacak. Kızıl ışıklar görünmez olup aydınlığa dönecek ve aydınlık,  perdeleri çekili camları aşarak odalara dolacak. Ben yine ışığın nasıl olup da kalın kalın duvarları, damları aşıp odalara girebildiğine şaşırarak, hayretler içinde bir güne daha başlayacağım. Üst kattaki genç çiftin kıkırdayarak merdivenlerden iniş seslerini dinlerken aynadaki görüntüme saldıracağım. Hiçbir kapatıcı, yüzümdeki gecenin yalnızlıktan yorgun düşmüş izlerini kapatamayacak.

Kettle düğmesi tık diye atıp içindeki suyun kaynaması tamamlandığında Gratis indirimlerinden aldığım yeni aydınlatıcı, fırça darbeleriyle alnımda, burun direğimde, elmacık kemiklerimin üstünde sahte bir parlaklık sağlayacak.  Gözaltı morluklarım, parlatıcının sahte aydınlığıyla kaybolup gidecek.  Sıcak suyla kahve birleştiğinde dünya bir anlığına muhteşem bir yer olacak. Sonra Trendyol indirimlerinden alınmış sütlü kahve triko elbise giyilecek. Toprak renkleri insana ne kadar da yakışıyor diye ikinci kez şaşırılacak. Kahveden ilk yudum alınırken telefondan Twitter gündemine bakılacak. Gündem maddelerini anlayıncaya kadar madde başına en az on twit okunmak zorunda kalınacak. O sırada, bir haftadır parlak varağında H harfi olduğu için mutfak masasında bir biblo gibi duran çokomele bakılıp gülümsenecek. Derken İnstagram hikayelerine şöyle bir bakılacak, hikayelere eklenen bir kuklelik şarkılar birbirine karışacak. H’nin hâlâ paylaşım yapmadığı fark edilince biraz daha yorgun hissedilecek ve her şey, her zamanki gibi yarım yamalak bırakılıp yola çıkılacak. 

Aynı yöne çift sıra park edilmiş arabalar bir an  gözüme koyun sürüleri gibi görünecek. Birazdan kapı önlerinde uyuyan “mal” lar yavaş yavaş sahipleri tarafından uyandırılıp trafik denen sürüye katılacaklar. Canlar camların arkasından bakacak. Bakkal Selim abi fırından gelen ekmek kasalarını kamyonetten indiren çocuğa askıda ekmek uygulaması için de bir kasa bırakmasını söyleyecek. Mahallelinin aralarında topladıkları birkaç parça halı- kilim, tencere- tavanın köşedeki apartmanın kapıcı dairesine yerleşen Somalili aileye verildiğini, ama hâlâ çok şeye ihtiyaç olduğunu hatırlatacak. Onlara günde on ekmek verdiğini söyleyecek.  “Küçük tüp olsa, makarna yaparlar, çay demlerler hiç olmazsa.” diyecek. Mukavvalarda uyuduklarını görünce içi dayanmamış, “Olmaz böyle şey kardeşim, sekiz kişi bir göz odada uyuyorlar. O minik çocukların kara suratlarına bakınca insanlığımdan utandım. Sümükleri burunlarına yapışmış, ayaklarında çorap yok, ev buz gibi, ot yok, ocak yok… Teemmül buyur hanım kızım ne olacak bu insanların hali?” diyerek bana dönecek. “Selim abi, şu karşıdaki lüks siteden kimseye ulaşamaz mıyız? Bizim mahallede herkes kendi yağıyla zor kavruluyor, bir sürü insan işten çıkarıldı zaten.”

“Orası kapalı kutu, ne bakkala gelen var, ne insanlara karışırlar… Ama dur hele, bizim kapıcının karısı orda birkaç eve temizliğe gidiyor galiba, iyi dedin, bir sorayım bakalım.”

Kontağı çevirip bir süre buzların çözülmesini bekleyeceğim. Arabanın buzları çözülecek ama içimin buzları kaskatı kalacak. Acı benzin kokusu egzozdan çıkan kara dumana karışacak; lastikler, az önce yüzümü parlatan highlighter gibi asvaltı parlatan buzları ezerek köşeyi döneceğim.  Tam köşeyi dönerken yavaşladığımda  kıvırcık saçlı, basık burunlu küçük bir surat, demir parmaklıklı camın ardından bana bakacak.  Evet, az sonra pencereye burnunu bastırmış, demir parmaklıklar ardından karşıdaki lüks sitenin yüksek duvarları üstüne çekilmiş dikenli telleri izleyen İstanbul’u göreceğim. Bana gülümseyecek.

 Süt mavi göğümün muhacir kuşu, hemen buracıkta, on ev ötemde, zamanla dilimize, hayatımıza, adetlerimize, sıkıntılarımıza, depresyonlarımıza, isyanlarımıza alışacak, hayatımıza karışacak yuvarlak, esmer yavru bıldırcın bana gülümseyecek. Sıcak bir odada, rahat bir yatakta gönül ağrılarından uyuyamamış asık suratım birden değişecek.  Soğuk mukavva kutularda pembe rüyalar görmüş İstanbul’un gülüşü, buzlu camlar ardından yüzüme bulaşarak içimi ısıtacak.  Arabayı durduracağım.  Selim abiden biraz çokomel alacağım. Üstündeki harflere bakmadan camdan uzatacağım.

Artık derdim, ne yorgunluk, ne uykusuzluk, ne H’nin sessizliği, ne o, ne bu  olacak. Bütün hayatım, varsa yoksa uçmuş uçmuş da yorulmuş ve Ankara’ya düşmüş bir İstanbul’un kıvrımlı gülüşü olacak.

 “Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür.” Pascal Quignard

Kıvrımlı gülüş

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. ilac gibi bir yazi. Emeginize saglik!

  2. “Mal” kavramının içeriği ne kadar da değişti sahiden. Eskiden sahip olunan dört ayaklı canlılar için kullanılırdı, şimdi apartmanların önünde dizilen arabalara tam da uyuyor. Kaleminize sağlık.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!