1. Haberler
  2. Analiz
  3. Nihat Genç’e ithafen: Başı sonu bizim olan bir hikâye

Nihat Genç’e ithafen: Başı sonu bizim olan bir hikâye

featured

Özgür Çelik yazdı…

Gece, Trabzon’un eski taş sokaklarında yankılanan bir ayak sesi gibiydi. Karanlık, Karadeniz’in hırçın dalgalarına benziyordu; ne susuyor ne de duruluyordu. Gökyüzü, denizle beraber kabarıyor, yıldızlar bile dalgalara eşlik ediyordu. Sahilde, genç bir çocuk oturmuştu. Saçlarını rüzgâr dağıtıyor, Karadeniz’in tuzu yüzüne vuruyordu. Dizlerinin üstüne koyduğu defteriyle konuşuyordu sanki. Kimi zaman kelimeler hırçın bir dalga gibi kâğıda çarpıyor, kimi zaman ince ince süzülüyordu satır aralarına.

O genç, gecenin içinde kelimeleriyle dolaşan bir gölgeydi. Dışarıdan bakan biri onu sadece sıradan bir çocuk sanabilirdi ama yanına yaklaşsan, gözlerindeki fırtınayı görürdün. Kâğıda düşen her harf, bir milletin unutulmuş çığlığıydı. O, Karadeniz gibi kabına sığmazdı. Çocukluk sokaklarında oynadığı top, taş duvarlara çarpıp geri dönerdi ama onun kelimeleri, bir kere havalandığında geri dönmezdi.

Sonra bir gün, Karadeniz’in dalgalarından büyük bir yolculuk başladı. Trabzon’un dar sokaklarını geride bırakıp Ankara’ya vardığında, onu koca bir taş duvar karşıladı. Ankara sertti, soğuktu, ama o, Karadeniz’in sertliğini bilen biriydi. Küçük bir odada, gaz lambasının altında kitaplara gömüldü. Kütüphanelerde sabahladı, kahvelerde konuştu, meyhanelerde sustu. Yeri geldi, Ankara’nın taş duvarlarına çarpıp dağıldı ama her seferinde yeniden toplandı. Çünkü onun kalemi vardı, çünkü onun kelimeleri vardı.

O artık Tek Tabanca’ydı. Ama yalnız değildi. Koca bir milletin unuttuğu öfkesi, onun cümlelerinde yeniden can buluyordu. Bu Toprağın Dalkavukları’nı bir bir deşifre etti. Saraya Kılınan Namazlar’ın sahtekârlığını gördü, Karanlığa Okunan Ezan’ın yalnızlığını duydu. O yazdıkça, birileri titremeye başladı. Çünkü kalem, bazen bir kılıçtan keskin olurdu.

Ama Karadeniz gibi hırçın olanın yolu hep çetindi. Birileri onu susturmak istedi. Kimi iftiralarla, kimi yasaklarla, kimi de zamanın acımasız pençesiyle… Ama unuttukları bir şey vardı: Kalem, bir bedeni aşar ve nesiller boyunca kanamaya devam ederdi.

Şimdi zaman bir sınav gibi önünde duruyor. Hastalık, sinsi bir düşman gibi yaklaşmış olabilir ama biz biliyoruz ki, İşgal Günleri’nde susmak ihanettir. Ve o, ihanet nedir bilmez! Çünkü onun öfkesi haklıydı, çünkü onun kalemi susmamalıydı!

Ey Nihat Abi! Karadeniz’in dalgaları kıyıya vurmaktan vazgeçer mi? O zaman sen de kalemini bırakma! Senin sesin, bizim sesimiz, senin kelimelerin, bizim kavgamız! Biz buradayız, sen de burada ol! Çünkü Bizim Günümüz Gelecek ve bu hikâye daha bitmedi!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 17 Mart 2025, 12:30

    Bu harika yazı için omer hocama teşekkürler ederiz.
    Karşı devrimcilere karşı aslan gb savaşan ,cumhuriyet derken içimizi titreten, bu toprağın sesi nihat abim bir an önce aramıza gelmen en büyük dileğimiz.
    acil şifalar diliyorum.

    Cevapla
  2. 16 Mart 2025, 16:56

    Bazı hikayeler sonsuzdur.

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!