Tarihçi Ümit Doğan: Şeyh Said’i anmakla Fetullah Gülen’i anmak arasında fark yoktur

Vatana ihanetten idam edilen gerici ayaklanmanın ele başı Şeyh Said’in adının Diyarbakır’da yapımı devam bir bulvara verilmesine yönelik tepkiler sürüyor. Bu bağlamda tarihçi Ümit Doğan ile "Şeyh Said İsyanı ve Gerçekler" adlı yeni kitabını konuştuk. Doğan, isyanın günümüz perspektifiyle nasıl karşılanması gerektiğiyle ilgili olarak "Bugün Şeyh Said'i anmakla yüz sene sonra FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’i anmak arasında pek fark yoktur." dedi.

featured

Veryansın TV: Diyarbakır’da kayyım belediye başkanı tarafında yapılan bir bulvara Şeyh Sait adının verileceğinin duyulması üzerine çıkan tartışmalar hakkında ne söylemek istersiniz?

Ümit Doğan: Geçtiğimiz hafta “Şeyh Said İsyanı ve Gerçekler” kitabım çıktı ve ne tesadüftür ki Şeyh Sait
bir anda ülke gündemine oturuverdi. Hepimizin şahit olduğu üzere Diyarbakır’da bir bulvara Şeyh Sait Bulvarı adının verileceğinin duyulması toplumun genelinin haklı tepkisine neden oldu.

En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Bugün Şeyh Said’i anmakla yüz sene sonra FETÖ
elebaşı Fetullah Gülen’i anmak arasında pek fark yoktur.

Bunu söyledikten sonra başlayayım. Şeyh Sait 1925 yılında büyük bir isyan çıkarmış ve Şark İstiklal Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda devleti parçalamaya teşebbüs suçundan idam edilmiştir. Bu ben değil mahkeme tutanakları söylüyor. Tutanakların ilgili bölümü şöyle:

“zikredilen kanunun “Yüce devletin mülklerinin bir kısmını veya bir parçasını veyahut seçkin vilayetlerinden birini tamamen veya kısmen diğer bir seçkin vilayete zorla dâhil etmeye veyahut gelişigüzel yüce devletin mülklerinin bir kısmını Hükûmet idaresinden çıkartmaya teşebbüs eden kimseler idam olunur.” diye saklı olan birinci bölümünün birinci faslına ekli kanun maddesi şartına uygun olarak idamlarına…”

Şeyh Sait kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla suç işlediği belirlenen bir kişidir. Hem de devleti parçalamaya teşebbüs suçundan idam edilmiştir. Dolayısıyla bir okula, bulvara, caddeye isminin verilmesi mümkün değildir. Hukukçular daha iyi bilir ama “suçu ve suçluyu övme” suçuna girer.

Diğer taraftan bazı çevreler, Şeyh Sait’i haksız yere asılan bir din alimiymiş gibi gösterme çabasına girerek Şeyh Sait’e isyancı, hain veya terörist demenin Kürt halkına hakaret sayılacağını söylemeye başladılar. Durum öyle bir tarafa doğru gidiyor ki, sosyal medyada Şeyh Sait’e söz söylediğiniz zaman çoğu trol olan yüzlerce sosyal medya kullanıcısının hakaret ve tehditlerine maruz kalıyorsunuz. Haine hain denilmesini engellemek istiyorlar.

En büyük dayanak şu: Şeyh Sait din adına ayaklandı. Yahu, Şeyh Sait topladığı binlerce asiyle birlikte karakollara saldıran, Türk askerlerini şehit eden, şehirleri silah zoruyla ve kan dökerek ele geçiren, valileri, kaymakamları, devlet görevlilerini esir alan bir adam. Şimdi farz edelim ki bağımsız Kürdistan kurma peşinde değildi ve şeriat için ayaklandı? Bu, yaptığı eylemleri, döktüğü kanı, saldığı korkuyu meşru kılar mı? Din adına hareket ederek askerleri şehit etmek, Müslümanı Müslümana kırdırmak mübah mıdır? Genç’i, Palu’yu, Hani’yi, Silvan’ı, Lice’yi, Varto’yu, Elazığ’ı işgal eden eşkıya sürüsünün liderinden bahsediyorsunuz kardeşim. İşgal ettiği yerlere sözde valiler atayan, bu bölgelerde devlet gibi hareket eden bir adam Şeyh Sait. Bu adamı din mazlumu gibi göstermelerine elbette izin vermeyeceğiz.

Şeyh Sait İsyanı’nın önemi nedir?

Şeyh Sait İsyanı, Cumhuriyetin ilanından yaklaşık bir buçuk yıl sonra, Lozan’da çözülemeyen Musul Meselesinin müzakere edildiği bir dönemde çıkan şeriat amaçlı ancak başarılı olduğu takdirde özerk Kürdistan kurulmasını amaçlayan bir ayaklanmadır.

Şeyh Sait İsyanı, Doğu bölgemizde çıkan ilk isyan değildir. Osmanlı döneminde de bölgede benzer hareketlerin yaşandığını biliyoruz. Şeyh Sait İsyanı’na dış destek sağlamaya çalıştığı için idam edilen Seyyid Abdülkadir’in babası olan Şeyh Ubeydullah Osmanlı’ya isyan ettiği için Hicaz’a sürülmüştür. Ubeydullah’ın Hicaz’da ölmesiyle sürgün cezası kalkınca Ubeydullah’ın oğlu Seyyid Abdülkadir İstanbul’a dönmüş, 1896 yılında II. Abdülhamid’e karşı yapılan suikast girişimine adı karıştığı için bu sefer Mekke’ye sürgün edilmiş, Meşrutiyet’in ilanıyla beraber tekrar İstanbul’da yaşamaya başlamıştır. Seyyid Abdülkadir,
hepinizin aşina olduğu Kürt Teali Cemiyeti’nin kurucusu ve başkanıdır. Bu ismi bir kenara not edin. Aşama aşama Şeyh Sait isyanına geleceğiz.

Kürdistan Teali Cemiyeti cumhuriyetin ilanıyla birlikte kapatılınca Seyyid Abdülkadir, Cibranlı Halid ve eski Bitlis Mebusu Yusuf Ziya önderliğinde gizli bir Kürt Komitesi kurulmuştur. Şeyh Said’in mahkeme tutanaklarında Kürdistan İstihlas ve İstiklâl Cemiyeti (Kürdistan Kurtarma ve Bağımsızlık Cemiyeti) olarak karşımıza çıkan bu gizli örgüt Kürt Özgürlük Cemiyeti anlamına gelen “Ciwata Azadiya Kurd” yani kısaca “Azadi” olarak bilinmektedir. Bu cemiyet sonradan Doğu bölgemizde büyük bir ayaklanma çıkarmayı
planlamaktadır.

Seyyid Abdülkadir’in en yakın adamlarından Kör Sadi, İngiliz temsilcileri zannettiği Türk casuslarıyla görüşüp Gazi Paşa’ya suikast ile Dersim ve Palu dolaylarında büyük bir ayaklanma çıkarmak istediğini söyleyerek İngilizlerden destek istemiştir. Bu sırada İngiliz destekli Nasturi isyanı ve Azadi örgütünün ordu içinde bir kalkışması diyebileceğimiz Beytüşşebap İsyanı patlak vermiştir. Şeyh Sait isyanının ayak sesleridir bunlar. Bir isyan geliyor bu belli.

Cumhuriyet ilan edilmiş, Azadi isminde bağımsız Kürdistan kurulmasını hedefleyen bir örgüt karşımıza çıkıyor ve İngilizlerin Musul konusunda Milletler Cemiyeti’ne başvurmasından bir gün sonra Nasturi İsyanı patlak veriyor. Aradan birkaç ay geçiyor. Milletler Cemiyeti’nin bölgede inceleme yapmak üzere Musul’a gönderdiği komisyonun 11 Şubat’taki incelemelerinden iki gün sonra Şeyh Sait “din elden gidiyor” diyerek isyan ediyor. Bunların tesadüf olduğunu düşünüyor musunuz?

Şeyh Said’in bölge halkında nasıl bir etkisi vardı ki ayaklanma çıkarmayı başardı?

Şeyh Said, Ekonomik ve sosyal olarak güçlü bir aileden geliyordu. Aynı zamanda Nakşİbendi şeyhi idi. Kendisine bağlı birçok aşiret vardı. Pek çok ülke gören Şeyh Said Arapça, Farsça, Kürtçe ve Zazaca’yı çok iyi biliyordu. Aynı zamanda hayvancılık yapan Şeyh Said koyunlarına mera temin etmek üzere bir müddet Erzurum Hınıs’a yerleşmiş, ticaret için Halep’e gidip gelmişti. Bu sayede ünü iyice artan Şeyh Said bölgede daha saygın ve otoriter hale gelmişti. İsyana katılan önemli isimlerin pek çoğu Şeyh Said’in hısım ve akrabalarıydı. Bölgenin ileri gelenlerini kendisini desteklemeleri ve işyana katılmaları konusunda zorluyor, hayatlarıyla tehdit ediyordu. Pek çok isyancı, Şeyh Sait’e katılmadıkları zaman öldürüleceklerini bildikleri için isyana dahil olduklarını mahkemede anlatmışlardı.

İsyan hangi olayla başladı ve yayıldı? Hükümete etkisi nasıl oldu?

Şeyh Said her sene yazın Hınıs’tan yola çıkar, Palu’da yatan dedesinin mezarını ziyaret ederdi. 1924 yılının Aralık ayında yine dedesinin mezarını ziyaret etmek bahanesiyle yola çıkmıştı. Nasturi ve Beytüşşebap isyanlarından birkaç ay sonra gerçekleşen bu seferki yolculuk alışılmışın dışındaydı. Şeyh Said kendisine bağlı olanlara dedesinin mezarını ziyaret edeceğini söyleyerek çağrı yapmış ve etrafında büyük bir silahlı kalabalık toplanmıştı. Mevsim kış olduğundan şartlar yolculuk yapmak için uygun değildi. Her sene Palu’ya en kısa yoldan giden Şeyh Said bu sefer güzergâhını değiştirmiş, yol üzerinde bulunmayan köylere de uğrayıp silahlı adamlarıyla gövde gösterisi yapmıştı. Uğradığı yerlerde Hükûmeti şeriatın gereğini yapmamakla suçlayan, halifeliğin kaldırılması ve medreselerin kapatılmasının dine aykırı olduğunu anlatıp halkı kışkırtan Şeyh Said’in faaliyetleri bölge yöneticilerinin dikkatini çekmişti. Bazı vali ve kaymakamlar Şeyh Said’in bu hareketleri hakkında soruşturma yapmışlar ancak tehlikenin farkına varamadıklarından asayişi bozan bir durum olmadığını üst makamlara bildirmişlerdi. Şeyh Said beraberindeki kalabalık grupla birlikte Hınıs’tan sonra Bingöl’e, Genç merkezine, Lice’ye, Serdi köyüne uğrayıp buralarda yaklaşık iki ay kaldıktan sonra kardeşi Abdürrahim’in yaşadığı ve isyanın patlak verdiği yer olan Piran’a geldi.

Erganimadeni Jandarma Kıtası Üsteğmen Hüseyin Hüsnü, Eğil Takım Komutanı Teğmen Mustafa Hamdi ve Ergani Merkez Takım Komutanı Tahir Sami’nin düzenlediği 20 Şubat 1925 tarihli raporda Şeyh Said’in yaklaşık üç yüz kişiyle birlikte 11 Şubat’ta Piran’a geldiği, aslında 20 Mart’ta yapmayı planladığı isyanı erken başlattığı, buradaki müfrezenin silah ve atlarını almak fikriyle hareket ettiği ve mahkûmların Şeyh Said’in emriyle müfrezeye saldırdığı yazılmıştı. “Sallualâ Muhammed” diyerek üzerlerine hücum eden isyancıların dört saatlik bir çatışma sonunda iki jandarmayı yaraladıklarının bildirildiği raporda müfrezenin at ve eşyalarına el konulduğuyla karakol defterinin yok edildiği de ifade ediliyordu. Askerler esir tutuldukları sırada bizzat Şeyh Abdürrahim’in ağzından 1919 yılından beri bu fikri kazanmak uğruna gayet gizli çalışıldığını duymuşlardı. İsyancıların beş bin kişiyi bulduklarında Diyarbakır üstüne yürüyüp buradaki mahkûmları kurtaracaklarını, bilhassa valileri, subayları ve adliye memurlarını ortadan kaldıracaklarını, kendilerine en küçük bir direnişte bulunanı katledeceklerini, Sultan Abdülhamid’in oğlunu halifeliğe getireceklerini ve bu uğurda masum ahâlinin kanını dökmekten çekinmeyeceklerini vurgulayan raporun ek
kısmında hem bu işin propagandasını yapanların hem de para ve silah karşılığında kandırılanların isim
listesi verilmişti.

İsyanın başlamasıyla birlikte civardaki yerleşim yerleri hızla işgal edildi. İsyanı başlatan çatışmanın üzerinden 24 saat bile geçmemişti ki Genç isyancıların eline geçti. Daha sonra Genç, Hani, Palu, Lice, Elazığ, Silvan ve Varto asiler tarafından işgal edildi. Ele geçirilen yerlerde valiler, kaymakamlar, devlet memurları esir alındı. Bunların yerine sözde devlet memurları atandı. İsyanın Ankara’ya yansımasıyla birlikte yeterli tedbirleri almadığı düşünülen Başbakan Fethi Bey istifa etti. İsmet Paşa hükümeti kuruldu. Sıkıyönetim ilan edildi. İstiklal Mahkemeleri tekrar kuruldu. Askeri harekat yapılması kararlaştırıldı.

Size göre isyanın dönüm noktası nedir?

Şeyh Sait’in Diyarbakır’a saldırması ve Diyarbakır halkının askerle birlikte yaptığı direniş
isyanın yönünü değiştirmiştir. Şeyh Said ifadesinde isyana ahâliden yeterli gelmediğinden yakınmış ve şöyle demişti: “Başarılı da olamadık ve şimdi anladığıma göre başarılı da olsaydık bu ahâli ile bir şey
olamazdı. Bu bir cinnetti. Çünkü bu halktan sıdkım sıyrıldı. Şeriata razı olan ahâli
kalmamıştır.”

Şeyh Said isyanında esas hedef Diyarbakır’ın ele geçirilmesiydi. Diyarbakır düştükten sonra özerklik talep edilecek ve isteklerin Ankara’ya kabul ettirilmesi için İngilizlerden yardım istenecekti. Şeyh Sait bunu ilk ifadesinde itiraf etmişti.

Şeyh Said nasıl yakalandı?

Diyarbakır saldırısının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra isyan zayıflamaya başlamış, Şeyh Said dâhi Hükûmet güçlerine karşı koyamayacağını anlamıştı. Askerin sıkı takibi sonucunda isyancılar Hançok ve Gözil Dağı’na sığınırken Şeyh Said birkaç hizmetçisiyle birlikte Solhan’a kaçmıştı. Burada Şeyh Abdullah, Kasım Bey ve ileri gelenlerle bir toplantı yapan Şeyh Said Kasım Bey’e “Buradan aileleri göndeririz, biz de doğru Murad Köprüsü’nü geçeriz, İran’a Simiko’nun yanından İngilizlere katılırız.” demişti. Toplantıdan geri çekilme kararı çıktı. Varto istikametinden çekilip Murat Köprüsü’nü geçerek Muşlu Nuh Bey’in yanına gidilecek, duruma göre hareket edilecekti. En kötü durumda İran’a kaçıp,
İngilizlere sığınılacaktı. Bu kararla yola çıkıp Muş’a kadar ilerleyen isyancılar Murat Köprüsü’nü geçmenin mümkün olmadığını anladılar. 14 Nisan 1925’te teslim olma kararı alındı. Şeyh Said başta teslim olmaya karar vermiş ancak sonradan bu kararından vazgeçmişti. 14 Nisan gecesi Kasım Bey ve adamları Abdurrahmanpaşa Köprüsünü üzerinden geçerken Şeyh Said’i silah zoruyla alıkoydular ve Osman Nuri Paşa’ya haber verdiler. Şafakla birlikte gelen müfreze isyancıları silahlarıyla birlikte teslim aldı.

Mahkeme kaç kişiye idam kararı verdi?

Şeyh Said davasında yargılanan toplam 92 kişi şu cezaları almışlardı:

İdam Cezasına Çarptırılanlar: Şeyh Mahmud oğlu Şeyh Mehmed Said, Şeyh Mahmud oğlu Şeyh Abdullah, Şeyh Hasan oğlu Şeyh İsmail, Şeyh Hasan oğlu Şeyh Abdüllatif, Hacı Yusuf oğlu Hacı Halid, Halid oğlu Kamil Bey, Hacı Halid oğlu Molla Emin, Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali, Halil oğlu Mehmed Ağa, Halid oğlu Baba, Esat oğlu Timur Ağa, Kamil oğlu Abdüllatif Bey, İbrahim oğlu Mehmed, İbrahim oğlu Süleyman, Selim oğlu Bahri, Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Cemil, Yusuf oğlu Çerkes, Mehmed oğlu Halid, Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Şerif, Hasan oğlu Süleyman, Hüseyin oğlu Ali Badan, Selim oğlu Yusuf, Halil oğlu Molla Cemil, Hacı Süleyman oğlu Fakih Hasan Fehmi Efendi, Hüseyin oğlu Hacı Sadık Bey, Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh İbrahim Efendi, Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh Ali Efendi, Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh Celal Efendi, Ahmed Efendi oğlu Şeyh Hasan Efendi, Demirci Ömer oğlu Süleyman, Rüstem oğlu Ali (Arap Abdi), Şerif oğlu Süleyman, Şerfi oğlu Hamid, Nadir oğlu Halid Nadir, Mehmed oğlu Tahir, Mehmed oğlu Tahir Efendi, İzzet oğlu Mehmed Bey, Hacı Ali oğlu Mustafa, Şeyh Ali oğlu Şeyh Abdullah, Şeyh Bekir oğlu Şeyh Ömer, Şeyh Mehmed oğlu Şeyh Adem, Said oğlu Salih Bey, Hasan Fahri oğlu Kadri Efendi, Reşid oğlu Molla Mahmud, Şeyh Yusuf oğlu Şeyh Şemseddin, İsmail oğlu Tayyib Ali, Mustafa Bey oğlu
Mahmud.

Kürek Cezası Alanlar: Sultan oğlu Hüseyin Hilmi Efendi (15 sene), Süleyman oğlu Abdülmecid Efendi (10 sene), Maksud oğlu Mehmed Mihri Efendi (10 sene), Kasım oğlu Ekrem Bey (10 sene), Yahya Efendi oğlu Ali Avni Efendi (10 sene).

Hapis Cezası Alanlar: Salih Bey oğlu Hasan (10 sene), Mahmud Bey oğlu Örfi (3 sene), İlyas Fevzi oğlu İsmail Hakkı Bey (1 sene).

Beraat Edenler: Ahmed oğlu Kasım Bey, Nadir oğlu Molla Abdülhamid, Bazikanlı Ahmed oğlu Reşid,
Ali oğlu İsmail, Kargapazarlı Ahmed oğlu Reşid, Mehmed oğlu Maksud, Mahmud oğlu Hüseyin, Haydar oğlu Nimet, Mehmed oğlu Ahmed, İsmail oğlu Niyazi Efendi, Hasan oğlu Ali, Faris oğlu Mehmed Salih Efendi, Cemilpaşazade Ömer, Cemilpaşazade Cevdet, Cemilpaşazade Kadri, Cemilpaşazade Memduh, Cemilpaşazade Muhittin, Hacı Mesud Efendi oğlu Bekir Sıdkı, Ahmed oğlu Süleyman, İsmail oğlu Ahmed, Süleyman oğlu Rüştü Efendi, Şeyh Yunus kızı Kadriye, Mustafa kızı Hamide, Şeyh Ali kızı Hatice, Yusuf oğlu Hasan, Süleyman oğlu Ahmed Ağa, Ahmed Ağa oğlu Ali, Ahmed Ağa oğlu Cündi, Molla Fethullah
oğlu Molla İlyas Efendi, Hacı Sadullah oğlu İbrahim.

Davası Ayrılanlar: Şükrü Efendi, Eşref Edib, Velid Ebuzziya, Sadri Edhem, Fevzi Lütfi, Abdülkadir Kemali

Sınır Dışına Çıkarılma Cezası Alanlar: Ali Rıza Efendi Karar okunmasının ardından beraatına karar verilenler dışarı çıkartıldı, mahkeme salonunda yalnız ceza alan asiler kaldı. Mahkeme başkanı Mazhar Müfid Bey, mahkûmlara gür bir sesle hitap ederek yaptığı son konuşmasında şunları söyledi:

“Bağımsız Kürdistan amacına yürüdünüz. Senelerden beri düşündüğünüz geneli isyan ve ayaklanmayı yaparak bu yöreyi ateş içinde bıraktınız. Cumhuriyet Hükûmetinin azimli ve kararlı harekâtı, cumhuriyet idaresinin öldürücü darbeleriyle isyan, irticâ ve ayaklanmanız derhal perişan edilerek cümleniz yakalanarak adalet huzurunda hesap vermek üzere getirildiniz.

Herkes bilmelidir ki genç Cumhuriyet Hükûmeti fesat ve irticâya göz yummayacağı gibi alacağı tedbirler sayesinde bu gibi hareketlere zemin bırakmayacaktır. Senelerden beri ağaların, şeyhlerin, beylerin baskısı altında feryat eden bu zavallı halk, sizin şer ve fesadınızdan kurtularak Cumhuriyetimizin feyizli ve saadet bahşeden yollarında ilerleyerek mesut yaşayacaktır. Siz de döktüğünüz kanların, yaptığınız hainliklerin cezasını hayatınızla ödeyecek, hesabını vereceksiniz.

İşte Cumhuriyet’in kahredici fakat adil kanunlarının hükmü budur! Mahkûmları götürünüz

Şeyh Said İsyanın neresinde?

Şeyh Said mahkemede “Ben, bu hareketin ne önünde, ne de ardındayım. Herkes gibi içindeyim.” diyerek isyanı yönetmediğini, hazırlık ve başlangıç evrelerinden haberi olmadığını, herhangi bir asi gibi hali hazırda başlamış olan isyana dahil olduğunu iddia etmişti. İsyanın özellikle din konusunda yaşanan bazı siyasi gelişmeler sonucunda oluşan toplumsal bir birikimin neticesinde kendiliğinden geliştiğini, kendisinin isyanda hiçbir askeri komuta görevini üstlenmediğini ve çatışmaya girmediğini söyleyen Şeyh Said, aşiretlerin isyan sırasında kimseyi dinlemeden kendi başlarına hareket ettiğini belirtmişti. Kendi ifadesine göre Şeyh Said’in isyandaki tek görevi halka ve esirlere kötü muamele edilmemesi için asilere nasihat etmekti. Diğer sanıklar ise mahkemede Şeyh Said’i suçlamışlar ve onun korkusu ya talimatıyla isyana katıldıklarını söylemişlerdi. Şeyh Abdullah sorgusunda sonra Şeyh Said’den aldığı yazılı emir üzerine isyana katıldığını söylemişti. Şeyh Said Bingöl’ün düşmesinden sonra Şeyh Abdullah’a gönderdiği mektupta “Bu şehirleri alalım. Şeriat isteyelim. Bize katılınız.” demişti. Şeyh İsmail’in ifadesine göre Molla Resul adlı birisi adamlarıyla gelip “Gel, Şeyh Said istiyor” diyerek kendisini isyana davet etmiş, red cevabı
verince kendisine saldırmış, ahâli elinden zor almıştı. Şeyh Abdüllatif mahkemede isyana katılışıyla ilgili “Biraderimi götürdüler. Ben evden çıkmadım. ‘Mücahitlerin Emiri’ imzasıyla bana bir mektup da getirdiler. ‘Şeriata Türklerin itaati yok. Bunlara isyan etmeyenlerin şeriata göre katledilmeleri lazımdır.’ dedi. Beni katledeceklerdi.” diyordu. Hasan oğlu Şeyh İsmail mahkemede isyana nasıl dâhil olduğunu şöyle anlatmıştı:

“Yalnız isyan zamanında yirmi atlı ile bir hoca bizim köy ye gelerek ‘Hükûmetimizin bazı işleri bizim şeriatın aksindedir. Bunun için Şeyh Said Hükûmet aleyhine isyan edeceğinden sen de bu hususa bağlı kalacaksın.’ diye söylenilmesinden dolayı, bu tekliflerini asla kabul etmeyip reddettiğimde Şeyh’in emrine itaatsizliğimden dolayı dinden çıktığımı addererek derhal katlime kalktığında, ahâli tarafından kurtarılmam üzerine adı geçenlerin dönüşte durumu olduğu gibi Şeyh Said’e anlatmalarıyla öteden beri katil ve eşkıya olan Şeyh’in hizmetkârı Nebi adlı şahıs otuz atlıyla beraber köyümüze gelip beni darp edip bağlayarak
doğru Şeyh’in yanına götürdüler. Şeyh Said bendenize bir takım nasihatlarda bulunarak ‘Bana bağlanmayı kabul etmediğiniz takdirde katlinize hüküm veririm.’ diye söyledi.”

Bütün bunların yanında Şeyh Said’in komutan tayin ettiği kişilere yazdığı mektuplardan isyanı sevk ve idare ettiği rahatlıkla anlaşılıyordu. Mesela 1 Nisan 1925 tarihinde yazdığı şu mektupta Şeyh Şerif’e talimatlar veriyordu:

“Selam ve dualar ederim. Fişeklerin yokluğundan cepheyi Belkini Dağına aldım. Bu tarafta
Asker-i Rum (Türk askeri) fazladır. Eğer helak olmamızı gerektirecek bir engel yoksa Karaçol’dan geri çekilesiniz ve bir miktar yeterli kuvvet bize gönderesiniz. Şeyh Hüseyin ile beraber ve durumuzunu güzelce uzun uzadıya yazasınız. Dersim ne haldedir? Lehimize veyahut aleyhimizedir? Bugün bizim hayatımızı düşün. Kimsenin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra başkalarının hayat ve malı bize ne fayda verir? Nefis, başkalarından önce gelir. Cümle savaş arkadaşlarımıza selamlar ve dualar ederim.”

İstiklâl Mahkemesi Heyeti Şeyh Said’in herhangi bir asi gibi isyana dâhil olduğuna elbette inanmıyordu. Savcı Süreyya Bey Şeyh Said’in suçunu ispat edecek delillerin pek fazla olduğunu düşünüyordu:

“Sanık şeyhin suçunu mahkeme huzurunda iddia ve ispat için eldeki dosyada bulunan ilk soruşturma evrakının içeriği, sanığın el yazısını ve imzasını hususi birçok emirler, nasihatler ve tedbirler alınmasını emreden evraklar, bunların başka daha birçok şahısların ve tali kumandanların Şeyh Said’e yazmış oldukları harb raporları mahiyetindeki mektuplar, çeşitli mahallerdeki durumlara dair haberler veren ve bazı talepler ihtiva eden diğer yazılı belgeler, şahitler lüzumundan fazlaydı.”

Süreyya Bey Şeyh Said’in isyanı önceden planladığını, sevk ve idare ettiğini inkar etmesinin sebebini cezasını hafifletmek olarak yorumlamış ve şöyle demişti:

“Şeyh Said, tercih ettiği cinayetin ihanet ve alçaklığını takdir ettiğinden ziyâde, adalet huzurunda tecelli edecek akıbetini tamamen idrak etmiş görünüyordu. Onun pek az ve pek zayıf gördüğü bir tek ümidi vardı; isyanın daha önceden planlanmış olmadığını herkese inandırmak. Şayet bunu başarırsa kendisinin de takdir ettiği kanunen belirlenmiş olan akıbetten kurtulabileceğini sanıyordu.”

Tarihçi Ümit Doğan: Şeyh Said’i anmakla Fetullah Gülen’i anmak arasında fark yoktur

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!