Av. Hüseyin Özbek yazdı…
Türkiye’nin devlet/rejim denklemi, ulus devlet üniter yapıyı, laikliği esas alan kuruluş mimarisine dayanır. Kurtuluşun silahlı dinamiği Orduya, kuruluş sonrası, rejimin koruyucusu olma sorumluluğu verilecektir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, şeriatçı ve bölücü tehditlere karşı, caydırıcı dinamik olmasının yasal dayanakları süreç içinde oluşturulacaktır. Ordunun, ülkeye yönelik dış tehditler yanında iç tehditlere karşı da rejimi koruma misyonunun, kuruluş felsefesinin doğal sonucu olduğu bilinmelidir.
Siyasi tarihçiler, hiç kuşkusuz, Türkiye’nin rejim denkleminin temel dinamiklerinden ordunun tasfiyesini, son çeyrek yüzyılın en sancılı süreci olarak kaydedeceklerdir. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarının, milli kalmakta direnen bürokrasinin tasfiyesi, TSK’nın tasfiyesi kadar zor olmayacaktır. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Amirallere Suikast gibi kurgulu davalar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, araçsallaştırılan yargı, silaha dönüştürülen hukuk üzerinden tasfiyesi, rejimin bağışıklık sisteminin çökertilmesiydi. İki paragraflık girişten sonra, peki ama niçin sorusunun yanıtına gelebiliriz.
Ülkede ve çevremizde son otuz beş yılda yaşananlar, BOP, GOP projesi göz ardı edilerek anlaşılamaz. BOP/GOP, Fas’tan başlayarak Ortadoğu coğrafyasının emperyal çıkarlar doğrultusunda yeniden çizilmesidir. Projeyi yaşama geçirebilmek için, ulus devletlerin parçalanması, mezhepler ve etnisiteler üzerinden minyatür devletçiklerin, vesayet rejimlerinin oluşturulması zorunlu görülmektedir. Türkiye’nin kuruluş denklemi ortadan kaldırılırken, askeri vesayetin sonlanması, statükonun tasfiyesi, demokratikleşme türünden demagojik söylemlerin arkasındaki gerçek, BOP/GOP doğrultusunda, 29 Ekim 1923 tarihiyle simgeleşen devlet/rejim yazılımının ortadan kaldırılmasıydı.
Kökü Müdafaayı hukuk olan, rejimin sivil siyasi dinamiği CHP’nin, özellikle 2010 kaset komplosundan sonra, varoluş nedenine yabancılaştırılıp, dönüştürülmesi, askerden sonra Cumhuriyet’in sivil siyasi dinamiğinin, BOP’a uygun olarak yeniden yapılandırılmasıydı. Kılıçdaroğlu döneminde başlayan yapılandırmanın, Özel döneminde aynen sürdürülmesi, CHP’nin, 1 Mart tezkeresinin reddi, 1.Açılıma muhalefet, tasfiye davalarına direnç gibi hataları (!) bir kez daha tekrarlamayacak ölçüde dönüştürülmesine yönelik olduğu bilinmelidir. Yine MHP tabanının, bölücülük karşısındaki geleneksel duyarlılığının, lidere itaat üzerinden etkisizleştirilmesinin, yeni açılım dönemi öncesinin yol temizliği olduğunun farkına varılmalıdır.
Türkiye’nin kolektif direncini temsil eden partilerin, yeni açılım döneminde, ön alma yarışıyla el artırması üzerinde düşünülmelidir. Yeni sürecin temel zafiyeti, Türkiye’nin, önceki açılım sürecindeki siyasal muhalefetten yoksun oluşudur. Kökleri İttihat ve Terakki/ Müdafaayı Hukuk olan CHP’nin metamorfoza uğratılarak kurucu değerlere yabancılaştırılma sürecine sokulmuş olması, tasfiye projesinin kurmaylarının elini rahatlatmakta, daha ileri adımlar konusunda cesaretlendirmektedir.
Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğünü savunacak Marksist bir sola sahip olamayışı, ulusal direnci çökerten zafiyetin bir başka boyutudur. Bünyesine şırıngalanan etnik virüsle, siyasal Kürtçülüğün yancısına dönüşen gayrı milli solun çarpan etkisi yabana atılmamalıdır. Türkiye’nin sosyalist sol tarafından savunulmuyor oluşunun yıkıcı etkilisi sanılandan ve görülenden çok daha yüksektir.
Marksist Sol değilde Kemalist Sol desek daha doğru olmaz mı idi?