Yaratıcı ve ilginç yöntemlerle dizi ve filmlere efekt üretiyor

featured

Türkiye’de sayıları bir elin parmağını geçmeyen Foley sanatçılarından Ali Ören, pırasadan kemik kırma, şemsiyeden kanat çırpma, kibrit kutusundan at koşma sesi çıkarak film ve dizilere efektlerle destek veriyor.

Foley yani ses efekti sanatı, ilk olarak film endüstrisinde kullanılan pek çok ses efekti tekniğinin geliştiricisi, Amerika’lı Jack Foley tarafından yapıldı. 1930’lu yıllarda, bir filmde olması gereken seslerin görüntülerdeki hareketlerle senkronize bir şekilde stüdyo ortamında kaydedilmesiyle ortaya çıkan bu sanat, hala dizi ve filmlerde yapılıyor. Pek çok kişiye ilginç gelecek bu işi, Türkiye’de ve dünyada yapanların sayısı ise oldukça az. Üstelik bu işin bir okulu da yok. Usta-çırak ilişkisiyle öğrenilebilen ve nesilden nesile aktarılan bu mesleğin Türkiye’deki temsilcilerinden biri ise Ali Ören (43).

2004 yılında babası Barış Ören’den mesleği devralan Ören, 2011 yılında Türkiye’deki ilk foley stüdyosunu kurdu. Ören, çok sayıda dizi, film ve dijital platformlardaki yapımlar için, 5 metrekarelik küçük stüdyosundaki aletlerle, ses efektleri yaratıyor. Örneğin bir filmde, kuşların kanat çırptığı sırada çıkan etkileyici ses, aslında çoğu zaman foley sanatçılarının şemsiye ile yaptığı bir takım hareketler sayesinde kaydediliyor. Ören, pırasadan kemik kemik kırma sesi, tahtadan kurbağa, kibrit kutusundan ise at koşma sesi çıkarak dizi ve filmlere katkı sağlıyor. Stüdyosuna akla gelebilecek her türlü malzemeyi bulunduran Ören, Foley sanatını anlattı.

KİBRİT KUTUSUNDAN AT KOŞMA, ŞEMSİYEDEN KUŞ SESİ YARATIYOR

Ali Ören, Foley sanatının nasıl ortaya çıktığını ve bu işi nasıl yaptıklarını şu sözlerle anlattı: “Foley sanatı 1930’lu yıllarda Amerika’da sessiz film dönemlerinde, o filmlere seslerin ihtiyaç duyulması halinde başlamıştır. Charlie Cahplin filmleriyle beraber. Daha sonra dünyada dublajlı işler işlerinin çoğalmasıyla beraber, sayıları eşzamanlı olarak artmıştır. Ve bu ihtiyaç filmdeki kaliteyi artırdığı için daha fazla kullanılmıştır. Türkiye’de de 1960-70’li yıllarda hareketlenen bir sektör olarak hayatımıza girmiştir. Daha sonrasında radyo tiyatrosu olarak seslendirilmiş radyoların içindeki seslerle, evlerimize dahil olmuştur. Ondan sonrasındaki yıllarda da televizyon dizilerinde ve sinema filmlerinde aktif olarak kullanılmıştır. Yürüme sesleri, çay bardağı, tabak-çanak, yumruk, kıyafet, alkış vesaire gibi seslerin, çekimler esnasında dış mekanlarda doğru ve istenilen tonda alınamamasından dolayı, daha sonra stüdyo ortamında seslendirme yapar gibi, sesle değil de ekipman ve aletlerle sesleri çıkarıp, kaydedip filmde olması gerektiği yere senkron bir şekilde koymak üzerine yapılmıştır. Mesela yürüme sesleri. Şişman erkekte olabilir, topuklu ayakkabılı kadın da olabilir, ufak bir çocuk da olabilir. Hepsinin ayak seslerini yaparak sahneye ekleriz. Masa üzerindeki ekipmanların seslerini de yaparak ekleriz. Daha sonra o filmde veya dizide bu sesleri duyarsınız. Örneğin bir kılıç sesi. Tabii ki dizide gerçek kılıçlarla birbirlerine saldırmıyorlar. O sesleri biz yapıyor ve ekliyoruz”

‘TÜRKİYE’DE 4-5 KİŞİ BU İŞİ YAPIYOR’

2011’de Türkiye’deki ilk foley stüdyosunu açan Ali Ören, şöyle konuştu: “Ben babam Barış Ören sayesinde başladım. Kendisinden öğrendiğim bu mesleği 2004 yılında Türk dizilerinde efekt yaparak, asistanlıkla ilerledim. Daha sonrasında kendim tek başıma yapmaya başladım. 2011 yılında da Türkiye’nin ilk foley stüdyosunu kurdum. Buradan da hali hazırda şuan dijital platformlar, sinemalar, tiyatrolar, reklamlar ve TV dizileri olmak üzere pek çok alanda hizmet veriyorum. Türkiye’de 4-5 kişi var bu işi yapabilen. Dünyada 250-300 kişi vardır. Çünkü bu işin herhangi bir okulu yok. Eğitim alabileceğiniz bir kurum yok. Bu sadece usta-çırak ilişkisiyle ilerleyebilen bir sektör. Ben bundan sonrasında birisine öğretirsem o devam edecek, öğretmezsem diğer kalan arkadaşların sayılarına göre… Öğrenmek isteyen arkadaşlar ulaşıyor, ben de elimden geldiğince onlara yardımcı oluyorum. Tabii bu pandemi süreci, hayat şartları, bazı teknik konular bizi etkileyebiliyor ama halihazırda onlara hem fikir olarak hem görsel olarak yardımcı oluyorum. Elimden geldiğince destek veriyorum. İnsanlar ilgi duyuyor bu işe, çünkü gerçekten değişik bir iş ama emin olun ki çok zor bir iş.”

‘GÖRÜNTÜ İLE SENKRONİZE BİR ŞEKİLDE EFEKT YAPMAK KOLAY BİR İŞ DEĞİL’

Gördüğünüzü senkron bir şekilde yapmak. Onla eşzamanlı yürümek, o seslerin, nereden neyin çıkacağını bilmek çok kolay bir iş değil diyen Ören, “Kuş sesini şemsiyeden çıkartmak da, kemik kırma sesini pırasayla çıkartmak da değişik bir şey. 15 senedir bu işi yaptığım için artık bazı yerleri gözüm kapalı bile yapabiliyorum, iş konusunda beni çok zorlayan bir tarafı yok. Bazı mutfak sahneleri zor oluyor. Tabak çanakları alıp, sofrayı kurmak vesaire. Bunları tek tek yaptığım için o serilikte yapmama imkan yok. O yüzden o benim daha fazla zamanımı alıyor. Bir de sahnelerin değişmesi, başka sahne yerine o sahnenin çıkıp da revize gelmesi vesaire gibi şeyler… Yayına ne kadar yaklaşırsak, onlarında değişmesi beni o kadar sıkıştırıyor ve zorluyor aslında. Onun dışında teknik olarak veya gördüğümü yapamamak gibi bir şey söz konusu değil” diye konuştu.

‘EN SEVDİĞİM TARAFI İÇERİDE YALNIZ OLMAK’

İşinin en sevdiği tarafının stüdyoda yalnız kalmak olduğunu ve çeşitli malzemelerden beklenmedik seslerin çıkabildiğini ifade eden Ören, “İçerde yalnız olmayı seviyorum. İşimi yaparken doğru sesleri ve iyi sesleri çıkartmak hoşuma gidiyor. Alternatif şeyler yapmayı seviyorum. Bunları da gönderdiğim stüdyolar ve miksaj yapan insanlar da beğeniyor geri dönüşleri bana bu şekilde olumlu. İşi seviyorum, yapıyorum hem de babamdan Yadigar. Mesela pırasa kırdığımız zaman kemik kırılma sesi çıkartmış oluyorum. Şemsiyeyle kuş sesi çıkartmış oluyorum. Demir parçalarıyla kılıç sesi çıkartmış oluyorum. Veya kibrit kutusuyla at sesi çıkartmış oluyorum. Böyle spesifik bazı değişik sesleri, beklemediğiniz şeylerden çıkartabiliyorum. Bazen hiç beklemediğim sesler çıkabiliyor. Bir tahta parçasına değiyorum ama demirmiş gibi çıkıyor. O bazen mikrofonun yapısıyla, benim ona vurma darbemle değişkenlik gösterebiliyor. Tahta zeminlerden bazen demir veya araba kaputu gibi olan sesler çıkabiliyor. Mikrofonun başında, içeride bana öyle gelmiyor ama burada dinleyen teknisyene öyle geliyor, o oldu diyor”

‘YURT DIŞINDAN YAZANLAR VAR’

Yurt dışına satılan yapımların izleyicilerinin de kendisine sık sık mesaj attığını anlatan Ören, “Şuan halihazırda Türkiye’de bu işi iyi bir şekilde yapmaya özen gösteriyorum. Yaptığımız işler bizi yurtdışında temsil ediyor. Ben burada ismini vermeyeyim ama, Türkiye’deki bilindik sinema filmleri dijital platformdaki işler ve TV dizilerine efekt yapıyorum. Bunlar yurtdışına satılıyor ve oradaki insanlar bunları izliyorlar. Ve bana yurtdışından da mesaj gönderen pek çok insan var. Çünkü o dizinin milyonlarca fanı var yurt dışında. Bu insanlar da Türkiye’deki o İşlerin ne kalitede yapıldığını bilmek, görmek, öğrenmek istiyorlar. Ve bunu gördükleri zaman Türkiye’yi burada temsil etmiş oluyorsunuz. Bende bir birey olarak, bir sanatçı olarak kendi adıma ülkemi yurt dışında, elimden geldiğince en iyi şekilde temsil etmeye çalışıyorum” ifadesini kullandı.

Yaratıcı ve ilginç yöntemlerle dizi ve filmlere efekt üretiyor

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!