Prof. Dr. Meltem Dikmen yazdı…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden Tayyip Erdoğan yazılı ve görsel medyaya servis edilen “ülkeyi yeni sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı bir anayasaya kavuşturacağız, bu hedeflerimizden vazgeçmedik. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yaparken de tümden anayasaya yeniden yazma teklifimiz vardı ama muhalefet uzlaşmaya yanaşmadı.” sözleriyle, ülkemizin yakın siyasi geleceğine ilişkin gündemi belirledi.
Yürürlüğe girdiği tarihten günümüze kadar 1982 Anayasası’nda, hükümet sistemi ve temel hak ve özgürlükler rejimi de dahil olmak üzere pek çok konuda değişiklik yapılmış olmasına rağmen, ülkenin yeni bir anayasaya ihtiyacını körükleyen nedir?
Memleketimin dahilinde iktidara sahip olanlar Anayasal sisteme ne eklemek veya sistemden ne götürmek istiyorlar? Yeni Türkiye tahayyüllerini gerçekleştirmek için, hangi maddeler çıkmalı, hangi maddeler anayasaya yapıştırılmalıdır?
Cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden kişi, başdanışmanı olduğu söylenen Mehmet Uçum adındaki bir kişinin, sosyal medya hesabında kullandığı cümlelerle, temcit pilavı tadındaki yeni anayasa konusunu yeniden gündeme oturtmuş görünüyor..
Uçum’un kaleminden cumhurbaşkanının diline aktarılan yeni anayasa şöyle olmalıymış:
“Yeni Anayasa:
1982 yerine 2023 Anayasası.
41 yıl sonra darbe anayasasından tamamen kurtulmamızı sağlayacak tümden yeni bir anayasa.
Sivil Anayasa: Kurumsal yapıların ve seçkinlerin taleplerine ve iradelerine değil halkın talep ve iradesine göre hazırlanan ve yapılan anayasa.
Kuşatıcı Anayasa: Türkiye’nin her ferdinin kendini asli unsuru olarak saydığı kapsayıcı Türk Milleti ve Türk Vatandaşlığı yaklaşımının esas olduğu anayasa.
Özgürlükçü Anayasa: Kişinin her türlü hak ve özgürlüklerinin hem bireysel hem kolektif yönleriyle eksiksiz yer aldığı, yeni kuşak hak ve özgürlük alanlarının tanımlandığı, hak ve özgürlüklerin esas, sınırlamaların istisna olduğu anayasa.
Koruyucu Anayasa: Devletin maddi ve manevi varlığını korumayı ve geliştirmeyi güvenceye alan anayasa.
Tam bağımsızlığı bütün boyutlarıyla korumaya ve güçlendirmeye imkan veren anayasa.”
Bu açıklamanın satır arasına;
“Kurucu lider Atatürk’ün, Cumhuriyet’in, üniter yapının, adalet ve insan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal devlet ve hukuk devletinin kaide olduğu, resmî dilin Türkçe, bayrağın ay yıldızlı al bayrak, millî marşın İstiklal Marşı, başkentin Ankara olduğu anayasa.” cümlesi de sıkışmış.
Yüreğimize su serpilmesi için “gerekli ve yeterli bir cümle” olduğu düşünüldü galiba.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik demokratik üniter bir cumhuriyet, bir hukuk devleti olarak var olma yolculuğunda derin bir kırılma yaratmış, toplumsal hafızaya kötü bir anı olarak yerleşmiş, demokratik bir rejimde asla yaşanmaması gereken acı bir tecrübedir.
12 Eylül askeri darbesinin döşediği siyaset zemininde hiç at oynatmamış, yaratılan yeni siyaset ikliminden beslenmemiş, demokratik ülkeler arenasında benzeri olmayan, 12 Eylül zihniyetinin ürünü %10’luk seçim barajından yararlanarak temsilde adalet ilkesinin üstüne basa basa %34’ler ile iktidara gelmiş bir partinin mensubu, taraftarı veya sempatizanı değilseniz, böyle konuşabilir, bu düşünceyi savunabilirsiniz.
Ama 2002’den bu yana, 12 Eylül zihniyetinin anayasasından besleniyor ve bu anayasa üzerinde tepinerek iktidarınızı istediğiniz gibi genişletiyorsanız, yeni anayasa arayışınızı bu gerekçeden üretemezsiniz.
Antidemokratik yöntemlerle, antidemokratik ve vesayetçi bir zihniyetin ürettiği bu anayasa sizi çok sevdi, siz de onu çok sevdiniz, o zaman şimdi niçin yeni bir anayasa istiyorsunuz?
Adama bu soruyu sorarlar ve cevap beklerler.
Anayasacılığın çağdaş demokratik toplumlardaki anlam ve işlevini, iyi bir anayasanın demokratik siyasal bir sistemin işleyişindeki rolünü kavramış, rasyonel düşünen, soruna objektif ve yüksek bir bilinç düzeyinden yaklaşan çevreler, memleketin dahilinde iktidara sahip olanların yeni anayasa çağrısına haklı bir şüphe ile bakıyor.
1996’daki tez savunmasında, 1982 Anayasasının ağır meşruiyet sorunu yaşadığına dair doktora tezindeki bir cümle nedeniyle kendisine ağır eleştiri yönelten bir bilim insanının, yıllar sonra, memleketimin dahilindeki iktidar sahiplerinin ilk yıllarında anayasa değişikliği gündeme geldiğinde, taze taraftar olmanın coşkusuyla “benden nasıl Bred Pitt olmazsa 1982 Anayasasından da meşru bir anayasa olmaz” dediğini duymuş olan işbu satırların yazarı, anayasa tartışmalarında namuslu, dürüst, ilkeli ve tutarlı yaklaşımları olan muhataplar arıyor.
O zaman da dedim, şimdi de derim: Askeri vesayetin bunaltıcı ve baskın ikliminde yapılan 1982 Anayasası’nın ilk şekli, 20. Yüzyılın çağdaş anayasacılık mantığı ve amaçlarına hiç de yakışmayan bir içerik taşıyordu ve meşruiyeti yönünden de haklı tepki ve tartışmaların hedefinde idi.
Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu anayasa pek çok defa masaya yatırılmış ve pek çok maddesi önemli değişikliğe uğramıştır.
Anayasaların işlevi ve bir devletin kurucu statüsü olarak rolünü düşündüğümüzde, 1982 Anayasası’nın, çağdaşı olan emsallerinden nasıl ve hangi konularda eksik ya da hatalı hükümler içerdiğini tespit etmeliyiz ki, yeni anayasa çağrısına katılalım.
Gündemin sahipleri, 1982 Anayasası’nda yaptıkları değişikliklerle, Türkiye Cumhuriyeti’nin görece demokratik hukuk devleti yapısını, her türlü sandık oyunu ile seçim sonuçlarının keyfi olarak tayin ve tespit edilebildiği bir sandık demokrasisi tiyatrosuna çevirdiklerini kabul ve itiraf mı ettiler?
Kuvvetler ayrılığının asgari güvenceleri içinde işleyen, kontrol ve denetim mekanizmalarının iyi kötü işlediği, hukuk devleti ilkelerinin korunup araçlarının çalıştığı bir devlet mekanizmasını, 1876 Kanun-u Esasisi’nin padişaha tanıdığı yetki benzeri yetkilerle donattıkları bir çağdaş padişah elinde oyuncak kıldıklarını görüp, bundan acilen dönülmesi yolunda bir özeleştiri mi yaptılar?
Uçum demiş ki; “Halk iradesinin temel kazanımı olan başkanlık sisteminin ve tüm kuvvetler açısından demokratik meşruiyet ilkesinin korunduğu ve geliştirildiği anayasa istiyoruz.” Yani “durmak yok yola devam, bu sistem iyidir, daha da geliştirilmelidir.”
Demek ki hatadan dönme yolunda bir niyet ve irade ile anayasa değişikliği konusu gündeme getirilmedi, bu değişikliklerle Türkiye nereye sürüklenmek isteniyorsa, onun gerekli olan son birkaç adımını atmak için anayasaya yine bir el atmak gereği görüldü.
Tabuta son çiviyi çakmak zamanının geldiğini düşündüler ve irade buyurdular galiba.
Farklı düşünmemiz için;
Bekası uğruna, kurucu değerlerini yaşatmak ve güçlendirmek, korumak ve sürdürmek zorunda olduğumuz Cumhuriyetimize ve devletimize ve Türk devrimine bağlılıklarına dair bir gerekçe mi sundular?
Evet, 1982 Anayasası’nın Nisan 2017 referandumu ile aldığı şekil, ülkemizi, demokratik anayasacılık anlayışı ve ikliminden süratle uzaklaştırmış, ilkel kabile devletlerinin yönetim düzeyine indirmiştir.
Ne başkanlık hükümet sistemine ne de demokratik anayasal iklimlerin herhangi bir anayasa modeline benzeyen ucube hükümet sistemi anlayış ve uygulamasından kurtulmak için acilen bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız var.
Cumhuriyetimizin yüce makamını temsil eden kişinin dediği şekil ve şartlarda değil, anayasacılığın anlam ve amacına yakışır bir anayasal model inşa edebilmek için bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız var.
Bir parti sözcüsü gibi konuşan değil, partizan öfke ve hınçla halkına hakaret eden, aşağılayan değil, Devletimizi temsil eden, tarafsız, devlet organları arasında uyum ve koordinasyonu sağlayacak, devletimizin tehdit ve tehlike altında olduğu durumlarda, parti veya ideolojik aidiyet, etnik, mezhepsel veya dinsel farklılık gözetmeksizin etrafında toplanıp önünde siper olacağımız, arkasında sapasağlam duracağımız, “devlet demek cumhurun başı demektir” diyerek yanında yerimizi alacağımız bir devlet başkanını bize kazandıracak usul ve yöntemler içeren bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız var.
Anayasalar, yurttaşlar için haklar ve özgürlükler güvencesi, milletten kaynaklanan ama devlete içkin olan egemenlik yetkisini devlet adına, anayasada belirlenen çerçevede kullanan iktidar için ise, otoritesinin meşruiyet kaynağıdır.
Nasıl ki bir köprü iki ayağı ile vardır ve fonksiyonunu icra eder, bir devlette de “iktidar” ve “halk” olmak üzere iki unsur vardır; biri hak ve özgürlükleri ile, diğeri otoritesi ile karakterizedir.
Anayasacılık, iktidarın otoritesi ile halkın özgürlük alanı arasındaki mesafeyi kuran ve koruyan ilke kurum ve kuralların bilimidir.
Bir başka ifadeyle, haklar ve özgürlükler yurttaşlar için bir siper, siyasi iktidar için bir sınırdır. Anayasalar, bu siper ile sınır arasındaki mesafeyi koyan ve mesafenin aşılmaması, otoritenin ve özgürlüklerin keyfi kullanılmaması için, erk sahibi ile hak ve özgürlük sahibine hukuk çerçevesi çizen metinlerdir.
Dolayısıyla halk ne isterse olmaz. Vatandaş müşteri değildir ki, devletinin velinimeti olsun. Demokratik bilinç sahibi yurttaşları besleyen bir siyasi kültür, bu tarz söylemlere güler geçer. Türkiye, uygulanan eğitim politikaları ile cehaletin çukuruna düşürülmüş kitlelerin, rasyonel nitelikten yoksun istek ve beklentilerini demokratik talep olarak gören ve gösteren popülist bir iktidarın kontrolünde aklını, amacını ve yolunu kaybetmiştir.
Evet acilen bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız var. Memleketin dahilindeki iktidar sahibinin bozduğu devlet aygıtını, eski ayarlarına döndürecek bir anayasa değişikliğine vakit kaybetmeden gidilmelidir.
Cumhurbaşkanlığı makamının temsilcisinin, “sivil, demokratik, özgürlükçü, kuşatıcı anayasa” vurgusuna dikkatimizi yönelttiğimizde;
Uçum öyle demiş, o da akıl hocasının dediğini demiş.
Bu kavramların birkaç cümle ile açılımını istesek ardından ne gelir acaba? Kavramların içini, herkes kendi amacı ve fikri yönünde dolduruyor.
Bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden kişinin fikri olarak değil, ona bu fikri empoze eden çevrenin fikri olarak düşünürsek, bu fikir sahiplerinin ideolojik kimlik ve söylemlerine bütün olarak baktığımızda, pek de iyimser olamayız.
Sivil anayasa sözü, son on beş yirmi yıldır ülkemizde çok kullanılır oldu, bunun anayasacılık literatüründe bir karşılığı yok.
Sivil, bir anlamıyla asker sınıfından olmayan kişidir.
Üniforma niteliğinde olmayan kıyafete de sivil denir. Argoda sivil, çıplak anlamına da gelir Yurttaşların devlet karşısındaki haklarına sivil haklar denildiğini de göz önünde bulundurursak, sivil, “halka ait olan alan”ı, “halk”ı ifade eden bir terimdir.
Sivil anayasa nedir o zaman? Düz mantıkla, halkın taleplerine göre, halk istediği için, halkın istediği içerikte biçimlenen anayasa.
Devlet, yöneten ve yönetilen ayrımı içinde örgütlenmiş bir siyasi yapıdır. Kuralları içinde ve sağlıklı kurumlar eli ile işletilen bir demokratik devlette, yönetenler ile yönetilenler arasında bir nöbet değişimi, iktidarın sandık yolu ile el değiştirmesi hem her zaman mümkündür ve hem de zorunlu bir gerekliliktir.
Gitmemek üzere gelenlerin rejimi değildir demokrasi.
Anayasaların içeriği hak ve özgürlüklerden ibaret değildir. Eğer öyle bir anayasa anlayışı mümkün olsa idi, her devlet Avrupa İnsan Hakları Bildirisi veya İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni anayasa olarak benimser ve anayasa sorununu halletmiş olurdu.
Anayasalar, devleti kurar ve devlette yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkinin esaslarını tespit eder. Bu amaçla, devlette egemenlik yetkisinin nasıl kullanılacağı, bu yetkinin nasıl el değiştireceği, devlet organlarının hangi yetkileri hangi sınırlar içinde kullanacağı, yurttaşların hak ve özgürlüklerinin türü, niteliği, koruma ve güvenceleri, bu hak ve özgürlük alanlarına nasıl, hangi durumlarda ve ne şekilde müdahale edileceği konularına dair bir içerik taşır anayasalar.
Anayasa devletindir, halkın değil; halk devletin kurucu unsurlarından biridir, devletin kendisi değil.
Bu ayrımı yapmadığımız sürece, “sivil anayasa” diye diye kandırdığımız ve oyaladığımız cahil kitleler, her anayasa değişikliği arifesinde anayasa değiştirilerek tüm hayallerine ulaşacaklarını sanarak kısa süren tatlı rüyalara dalıyorlar. Her referandum sonrası kandırdığı çoğunluğun oyunu alarak memleketimin dahilindeki iktidar sahibi, yani atı alan üsküdarı geçiyor, sonra vakti geldiğinde yeni bir sivil anayasa teranesi başlatıyor, şimdi de vakit gelmiş görünüyor.
Son iki anayasa değişikliği ile duvarları örülmekte olan yeni siyasi yapıda devletsizleşme, kimliksizleşme, vatansızlaşma, otoriter bir iklimde arsa payımıza razı, edilgen azınlığa düşme yolunda önemli adımlar attık, son gayret memleketin dahilindeki iktidar sahipleri için çatıyı çatma vaktidir.
Memleketimiz dahilindeki iktidar sahibi, halkını kandırıyor.
Demokrasiler hak sahibi yurttaşı değil, hakları kadar görev ve sorumlulukları da olan yurttaşı kuşatır, o yurttaşların omuzlarında güçlenir, gelişir. Popülist kaygılarla oylarına ihtiyaç duyulan zamanlarda tepeye çıkarılan cahillik, çürümenin, gerilemenin yok olmanın dinamiğidir. Yok oluş tehlikeyi gören kadar, tehlikeye çanak tutanın da kaderi olacaktır.
Memleketimin dahilindeki iktidar sahibi niçin yeni bir anayasa istiyor anlıyorum, niyeti seziyorum ve bu niyetten çok rahatsızım.
Fakat anayasamızda acil bir değişiklik yapmak gerektiğini de görüyor ve kabul ediyorum.
Çünkü;
1982 Anayasası, 2017 referandumu sonrası kazandığı yeni içerik ile demokratik hukuk devleti anayasası olmaktan tamamen uzaklaşmıştır. Bu, sadece yürütme organının yeniden yapılandırılması sonucu tüm yürütme yetkilerinin tek kişide toplanmasından kaynaklanan bir durum değildir.
Anayasanın pek çok maddesini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen son değişikliklerle Türkiye, 1876 Kanun-u Esasisi ile getirilen bir yönetim biçimine bürünmüştür, bir başka deyişle çağının gerisine düşmüştür. Monarşilerin, meşruti monarşilere evrildiği çağda kral ile parlamentoyu birlikte yaşatmanın ilk denemelerinden olan bir anayasanın mantığı ve içeriği ile kaleme alınan 1982 Anayasasının değiştirilmiş 2017 versiyonu, 21. Yüzyılda Türkiye demokrasisine kefen olmuştur.
1876 Anayasası, 1877 Osmanlı-Rus savaşı ile askıya alındığı için, bu anayasanın uygulanması ile ortaya çıkması mümkün ve muhtemel sonuçları gözlemleyemedik ama Türkiye Cumhuriyeti’nin yürütme erkinin başına getirdiğimiz kişinin, yasama ve yargı üzerindeki rolünü, yürütme yetkilerini nasıl ve hangi alanlarda kullandığını gördük, görmekteyiz, bu gidişle görmeye devam edeceğiz.
Konu çok geniş ve çok derin. Yürürlükteki anayasa ile devlet organlarının dönüştüğü yeni yapı ve yeni yönetim anlayışı Türkiye’yi demokratik ülkeler liginde tutamaz, Türkiye hızla Ortadoğululaştı, hızımızı alamadık Afganistanlaşıyoruz.
Tüm devlet organları kuruluş amaçlarını kaybetti, hukuk devletinin sınır bekçisi yargı, emir ve talimatla görev yapan bir iktidar aparatı haline getirildi.
Sorun ne olduğumuz değil artık, çok kötü durumdayız.
Demokratik hak ve özgürlüklerimiz, laik, demokratik bir cumhuriyetin onurlu yurttaşları olmak iddiamız yok artık, sorun neden bu duruma getirildik, bizi yönetenlerin amacı nedir? Türkiyeyi nereye taşımak, bize ne yapmak istiyorlar? Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlara örtülü destek veren, muhalefet yapar gibi yapıp plana el veren ve işbirliği sunanlar bunu neden yapıyor?
1982 Anayasasını 2017 öncesi metne dönüştürmek önceliğimiz olmalıdır. Bunu hemen yapmalıyız.
Cumhurbaşkanlığı makamını temsil eden kişi, “milletin çeşitliliğini yansıtan bir anayasa yapacağız” dedi.
“ milletin çeşitliliğini anayasada yansıtmak” sözü, sahibi tarafından açıklanmaya muhtaçtır. Türk Milleti birdir, bütündür. “Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” Anayasamızın çeşitli maddelerinde güçlü bir vurgu ile tekrarlanır. Yurttaşın bu ilkeye sadakat, devletin bu ilkeyi korumak yükümlülüğü vardır. Millet neden çeşitlenir, nasıl çeşitlenir? Milli birlik ve bütünlük, memleketin dahilindeki iktidar sahibini niçin ve nasıl rahatsız eder?
Bu soruların cevaplarını kendimce vermeye çalıştığımda ulaştığım sonuç şudur:
Memleketimin dahilindeki iktidar sahiplerinin, kendilerinde saklı gizli bir planın gereği olarak işgal ettirdikleri vatanlarında yeni bir millet yapısı oluşturmaya çalıştıklarından şüpheleniyorum.
CIA Ankara büro şefi Paul Henze’nin 2006’da beyaz saraya sunduğu rapor yıllardır biliniyor ama ne hikmetse konuşulmuyor, tartışılmıyor.
“Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olmalıyız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğinizde meclis, meclisi ikna ettiğinizde ordu, orduyu ikna ettiğinizde yargı karşımıza çıkabilir.
Eğer Amerikan çıkarı Türkiyede bir federe devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır.
Eğer o bir kişi, Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz. “
Ayranla çayı aynı bardaktan içmek ne kadar imkansız ve tiksindirici ise, dili, kültürü, görgüsü, yaşam tarzı birbirinden bu kadar farklı insanları Türk Milletinin bünyesine dahil etmek, bir başka deyişle milleti çeşitlendirmek de o kadar imkansız ve rahatsız edicidir.
Türkiye’yi federasyona götürmenin haklı ve meşrulaştırıcı bir sebebinin yaratılmaya çalışıldığını; Türkiye’nin Türk Milletinin vatanı olmaktan, Türk devletinin de bir ulus devlet olmaktan çıkarılması için memleketin dahilindeki iktidar sahiplerinin müstevlilerin siyasi emelleri ile kendi kişisel çıkarlarını tevhid ettiğini düşünüyorum.
Başbaş danışman Uçum, bir konuşmasında “1987 yılından beri Türkiye’de yeni ve sivil bir anayasa talebi var.” demiş. “Halk istiyor, yapacağız, yapmalıyız” demek için bu cümlenin kurulması gerekliydi, fakat artık halk, bu populist söylemleri yutmuyor.
Toplum haklarının ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu, refahın adil dağıtıldığı, kamu kaynaklarının iktidar sahiplerince keyfi olarak yağmalanmadığı hukuk içinde ve hukuka uygun işleyen bir yönetim istiyor.
Atalarının can verip kan dökerek kurtardığı vatanda, laik demokratik hukuk devletinin tüm kurumsal ciddiyetini taşıyan devletinin ve cumhuriyetin eşit yurttaşları olarak onurlu yaşam talep ediyor.
Vatanının bir arsaya, milletinin bir halklar arenasına, devletinin talibana mahkûm Afganistana dönüştürülmesini istemiyor.
Bitirirken, aklımda kalan bir şiirden iki mısra:
İhanet oyununda peşrev çekenler bir kez
Bilsinler ki bu topraklar hainleri hiç sevmez.
Vatanımıza, devletimize ve cumhuriyetimize kim ihanet ediyorsa….
Ulus için açık, net bir hukuk dersi olan yazınız için minnetle ,saygılar.