Amerikan yazınının usta kalemi: Erskine Caldwell

featured

Ali Yıldız yazdı…

17 Aralık 1903 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin Georgia kentinde doğan Erskine Caldwell’in çocukluğu, güney bölgelerindeki kiliseleri dolaşmakla geçmiş; babası papazmış da o yüzden. On yedi yaşındayken evinden ayrılarak, kendi başının derdine düşen Caldwell hakkında yazılanlar; yazarın okullarla arasının pekiyi olmadığını göstermektedir. Farklı okullara devam ettiyse de, okulda olduğu gibi, iş hayatında da pek dikiş tutturamamıştır. Çalıştığı işlerde, gelecekteki yazım serüveni için, birikim edindiği çok açıktır. Bunlar arasında, pamuk tarlalarında ırgatlık, garsonluk, şoförlük, amelelik, aşçılık da vardır.

Ülkemizdeki ilk çevirilerinden birine önayak olarak, 1953 yılında Kuyudaki Zenci kitabıyla Caldwell’in tanınmasını sağlayan değerli yitiğimiz Mehmet Fuat’ın aktarımına göre; gençlik dönemlerinde, serserilik suçundan polisin eline düşmüş, profesyonel futbolculuk da yapmıştır.

Erskine Caldwell’in hayatındaki dönüm noktalarından biri, çiftçilikte karar kılması; bu sayede hem yaşamını sürdürebilmiş, hem de yazarlık denemelerine başlayabilmiştir. Onun içindir ki, tarımla uğraşan insanların zorlu hayatları, gelecekteki kitaplarında adamakıllı yer tutar.

1929 yılında yayınlanan ilk öyküsünden sonra, asıl ününü 1932’de yayınladığı Tütün Yolu (Tobacco Road) romanına borçludur; eleştirmenlerin çoğu, yazarın bu ilk romanındaki tutturduğu çizgiyi, hayatı boyunca yakalamadığında birleşmektedir.

Caldwell, Tütün Yol’dan itibaren ekonomik sıkıntılarından kurtulmuş, kendini sadece yazına vermiştir. Daha sonra yazdıkları, ününü perçinlemeye yaramıştır sadece. Yapıtlarında, hep halkın içinde olduğu görülür. Yazımındaki biçem, sade ve abartısız, ayrıntı ve süslemelerden uzaktır. Öyle ki, halkın yaşamını olduğu gibi gözler önüne serdiğinde; yazın çevreleri başta olmak üzere, Amerika’da bunların yaşandığına hiç kimse inanmak istemez. Bunun üzerine belgeler, fotoğraflar yayınlamak zorunda kalır Caldwell.

Anlatımında hiçbir zaman, politik çıkarımların peşinde olmamasına rağmen, otuzlu yılların Amerika’sında hâlâ en vahşi biçimiyle görülmekte olan ırkçılık konusunda, tarafsız kalmamıştır. Özellikle öykülerinde işlediği ırkçılık sorunsalını, sadece “iyi zenci” olarak kurgulamaktan da uzak durmuştur. İnsanın bütün yönleri, eksiği ve gediğiyle aktarılmasından yanadır o.

Ülkemiz yayınevleri, eski eserlerin yeni baskılarını gerçekleştirmiyorlar pek. Oysa Caldwell’in kitapları, yayınlandığı yıllarda okurlar tarafından çok sevilmiştir. Bunun en güzel kanıtı, eserlerinin değişik yayınevleri tarafından birçok kez yeni baskılarıyla yayınlanmış olmasıdır.

11 Nisan 1987 yılında ölen, Amerikalı yazın ustası Erskine Caldwell, salt ülkemizde değil, tüm dünya okurları tarafından da sevilen yazarlardan olmuş; 11 Nisan 1987 tarihinde, hayattan ayrılmıştır.

ERSKİNE CALDWELL

Şeker-Adam Beechum *

Bıçkı fabrikasından, bayırın tepesi, Ogeechee bataklığından geçseniz bile, gene bir on kilometrelik yoldur, ama Şeker-Adam için sadece büyük bir adım. Onun Orta Georgia’daki dereleri, tepeleri adımlayışı görülecek şeydi.

“Nereye böyle, Şeker-Adam?”

“Yol ver bu kanatlanmış ayaklara çocuğum, sevgilimi görmeye gidiyorum. Bak, parmaklarının ucuna kalkmış, beni bekliyor.”

Tavşanlar, bastığını ezen bu koca ayakların önünde, kaçacak delik ararlardı.

“Sakın bir beyazın ayağına basayım deme, Şeker-Adam,” dedi küçük Bo. “Bilirsin, önce onlar, önce beyazlar.”

Şeker-Adam Beechum ayağını kaldırdı, çiti, bir çapanın sapı gibi, iki bacağının arasına alıp bir an durdu, zenci çocuğa baktı. Bataklığa karanlık basıyordu, daha on kilometrelik yolu vardı gidecek.

“Beyazlarla çatışmam ben,” dedi Şeker-Adam, “yalnız benimle uğraşmasın onlar da. Katırlarını koşarım, ağaçlarını keserim, ama gün sona erdi mi, çoktan beyazların bulunamayacağı yerleri boyamış olurum.”

Ağaçlardaki baykuşlar uyanmaya başladı. Güneşin batmasına sevindiler.

Katırları otlatan zenci çocuk kafasını kaşıyarak güneşin batışını izledi. Eğer bu katırları otlatacak olmasaydı, Şeker-Adam’ın arkasına takılır giderdi. Cumartesi gecesiydi, kasabada tatlı su balıkları kızarırdı gene. Burnunda tütüyordu o güzel kokulu balıklar.

“Çok geçmeden,” dedi küçük Bo, “ben de bir sevgili bulacağım kendime.”

“Göz koyacağın, Şeker-Adam’ın sevgilisi olmasın da, çocuğum, hiç korkma, elimden gelen yardımı yaparım sana.”

Çitin üzerinden öbür bacağını da aşırıp tepeye doğru yürüdü. Bataklıktan bayırın üstüne kadar, on kilometre, sonra yolculuk tamam. Çalılar, bizden ayrılmasın gibilerinden, bacaklarına sarıldılar. Çalıların geri çekilmesini dinler mi? Durmak olur mu şimdi? Batak yoldan yukarı, tarlaları aşarak, bir adımda üç adımlık yol alan Şeker-Adam Beechum geliyor.

“Nereye böyle, Şeker-Adam?”

Ona yetişmek için koşuyorlardı. O bir buçuk metrelik bacaklarla aşık atmak kolay mı? Soluk soluğa kaldılar.

“Nereye gittiğimi soran oldu,” dedi Şeker-Adam. “Bir kara kızım var, onu okşamaya gidiyorum.”

“Kapısını açmadan sen gene bir öksür, Şeker-Adam. Kara kızlar odalarına dümdüz girenleri sevmezler pek.”

“Çocuklar, gerçektir söylediğiniz, ama neden öyle olur, onu bilmiyorsunuz. Şeker-Adam’ı, sevgilisi hep kapının önünde bekler.”

“Cumartesi gecesi çapkınları acele etmeli, acele etmeli. Parayı tokatlamış olmaları gerek, düdükler kulaklarını kamçılamadan önce, pazartesi sabahı, pazartesi sabahı.”

Çocuklar geride kaldı, soluk soluğa durdular. Böyle bir cumartesi gecesinde, bizim katır koşucusu, iki buçuk metreye yakın boyuyla, yolu tuttu mu, boşunaydı ona yetişmeye çalışmak.

Bu yol da dönüp duruyor, Şeker-Adam. Vur tarlalara, kızarmış balık kokularına doğru dümdüz yürü. Kasabanın ışıkları onu karşılamaya çıktı, ateş böcekleri gibi doldular yüzüne. Kasaba sekiz kilometre, iki kilometre daha, tat tak, kara kızın kapısındasın.

Hadi gene yola dönelim, bak, o da düz gidiyor artık. Şeker-Adam kasabaya girdi. Katırların üstünde yaşlılar, yürüyen gençler, herkes yol verdi kanatlanmış ayaklara. Katırlar arabalarına sokuldu, yolun ortasında eğlenenler hep kenara çekildiler, o geçsin diye.

“Nedir bu acele, Şeker-Adam?”

“Aman tozum sizi kör etmesin, zenciler. Yolu tuttum bir kere.”

“Nereye, Şeker-Adam?”

“Kapısının önünde bekleyen bir sevgilim var. Bekletilmeyi sevmez hiç.”

“İyisi mi, yavaşla sen biraz, dumanı tütmesin böyle ayaklarının, Şeker-Adam, beyazların kasabasına giriyorsun. Ayaklarına basan zencileri sevmezler de.”

“Güneş battı mı, kendimin olurum ben, hep kendi işlerime koşarım. Durup da insanların rengine bakamam artık.”

“Gittiğim kümesin horozu benim. Yabancı tüylere vururum mahmuzu. Çekil, kara oğlan, çekil yolumdan.”

Caddeden aşağı yürüdü, tam ortasından. Böyle acelesi oldu mu, kaldırımlara sığmazdı. Bir tabak kızarmış balık, sonra yolcu yolunda gerek. Kara kız bekliyor, durmak olur mu? Sekiz kilometre aşıldı, iki tanecik daha kaldı gidecek. Bıçkı fabrikasının ateşçisi, pazartesi sabahı düdüğü duyunca, cennetine koşar gibi, işinde alacaktı soluğu.

Balıkların kokusu onu doğruca aşçı dükkânına çekti. Belki de tekirdi bu balıklar, olsun, kokuları güzeldi ya. Daha iyilerini ısmarlayacak vakti yoktu.

Elini dükkânın kapısına dayandı. Yemeğini yer yemez yola çıkacak. İki kilometre ötede, kapısının önünde bekleyen kara kızı görüyor.

Herkes oturmuş yemek yiyordu. Dükkân onun gibi acıkmış insanlarla tıklım tıklım doluydu. Ocaktan doğru, kızaran balıkların kokusu geliyordu. Fıçı yarılanmıştı ama, içinde daha yüz kişiyi doyuracak balık vardı.
Eli hâlâ, dükkânın kapısındaydı, burnuyla tahtalara dayandı. Bir yolunu bulsa, bu günlerden birinde, koca bir fıçı alacaktı bu balıklardan, oturup hepsini yiyecekti.

“Nedir bu acele böyle, Şeker-Adam?”

“Hiç vaktim yok, beyaz patron, aman beni alıkoyma.”

Gece kol gezmeye çıkmış olan polis kelepçeyi açıp ona doğru uzattı. Şeker-Adam geriledi.

“Galiba seni içeri tıkmak gerekiyor. Başımıza iş açacaksın yoksa. Cumartesi geceleri dövüşen zencileri toplamaktan bıktım artık.”

“Ben bütün yaşamımca kimsenin canını yakmadım, beyaz patron. Kavga da çıkartmam hiç. Beni başka bir zenciye benzettin, beyaz patron, beni birine benzettin. Sadece geçiyordum buradan, sevgilime gidiyorum.”

“Ne olur, ne olmaz, hele pazartesi sabahına kadar içerde otur da sen. Uzat bakalım bileklerini, zenci.”
Şeker-Adam geriledi. Kara kızı düşünüyordu. Demirlerin arasına tıkılıp ondan uzak kalmaya katlanamazdı. Geriledi.

“Dur, yoksa vururum seni, zenci. Bir adım daha atarsan beynini patlatırım.”

“Beyaz patron, ne olur, alıkoyma beni, alıkoyma beni. İstersen yemek de yemem burada, hemen çıkar giderim kasabadan. Bacaklarımı açar giderim. Pazartesi güneş doğana kadar, gidip bir yol sevgilimi göreyim, sevgilimi göreyim.”

Şeker-Adam geriledi. Polisin kelepçeyi atmasıyla tabancasını doğrultması bir oldu. Çekti tetiği, Şeker-Adam yıkıldı.

“Neye yaradı bu şimdi, beyaz patron neye yaradı! Kendi halimde, bir koca zenciydim ben, ayakları bir yerlerde durmaz. Yürü deseydin, beyaz patron, yürürdüm istediğin kadar, ama duramam öyle ölüler gibi, duramam.”

Her yandan koşuştular, kimisi onu görünce dönüp gitti, kimisi durup, uzun bacaklarının üzerinde doğrulmaya çalışan Şeker-Adam’ı izledi. Bayırın tepesine varmak için daha iki kilometre yolu vardı.

Halk toplanmıştı, polis tabancasını kılıfına soktu. Şeker-Adam yola koyulmak için doğrulmaya çalışıyordu. Kara kız parmaklarının ucuna kalkmış onu bekliyordu, kapısının önünde.

“Beyaz patron, üzüldüm beni böyle vurmana, beyaz patron. Benim beyaz insanlara kötülüğüm dokunmamıştı hiç; onların da bana kötülüğü dokunmamalıydı. Ama kazın ayağı öyle değilmiş; tadı mı olur böyle yaşamanın? Işığı söndürüp gitmek düşüyor bize. Bir battaniye verin de bari, kemiklerimi örteyim.”

Herkes geri çekildi; işin içine kurşun girdi mi, yakın durmaya gelmezdi. Polis elini tabancasının kabzasına dayadı.

“Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Demek son sözün bu, beyaz patron. O halde yol verin, Şeker-Adam Beechum geliyor.”

* Erskine Caldwell, Kuyudaki Zenci, Öykü, Çeviren: Mehmet Fuat, Adam Yayınları, I. Basım: Şubat 1994, s: 7-11.

Amerikan yazınının usta kalemi: Erskine Caldwell

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!