Bu kadar talihsizlik tesadüf olamaz!

Ceren Özügüç yazdı…

“Hayatıma giren herkes bana hep kötü davrandı, aşkta yüzüm hiç gülmedi.”

“Ben herkesin yardımına koşarken kimse bana ‘nasılsın’ bile demiyor.”

“İşte ne kadar takdir edilirsem edileyim asla yeterince başarılıymışım gibi hissetmiyorum.”

“Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum, kimse beni yeterince anlamıyor.”

Bu ve benzeri cümlelere hepimiz aşinayızdır. Ne kadar çabalasak da asla doğru kişiyi bulamayız, istediğimiz takdiri göremeyiz, kendimizi sürekli eleştirir asla yeterli bulmayız. Başımıza gelen bu gibi talihsizlikler için genelde karşımızdakini suçlamaya meyilliyizdir.

Bazen bunda haklı da olabiliriz ama bir kişinin başına sürekli yanlış ilişkiler geliyorsa, çabaladığı halde başarısını yetersiz görüyorsa yada birçok durumu mazeret göstererek çabalamaya hiç kalkışmıyorsa, takdir edilmeyen fedakarlıklar yada asla ulaşılamayan beklentilerle ilgili yakınmalarının ardı arkası kesilmiyorsa, bu tesadüf olabilir mi?

ŞEMA KAVRAMI

Sizi şema kavramı ile tanıştırmak isterim. Şemalar; en basit tabiriyle hayata, ilişkilerimize ve kendimize bakarken gözlerimize taktığımız gözlüklerimizdir. Gözlüğümüzdeki camlar ne renkse biz de dünyayı o renk görürüz. Baktığımız yerde gördüklerimiz beynimize bu gözlükten filtrelenerek geçer ve beynimiz de bu bilgiyi “rengine” göre yorumlar.

Young, Rafaeli ve Bernstein’ın kaleme aldığı Şema Terapi Ayırıcı Özellikler kitabında şemalardan şu şekilde bahsedilir: “Şema, karmaşık uyaran ve deneyimler kümesi içinde bir düzen yaratmaya yardımcı olan kalıp ve düzenleyici çerçeve anlamına gelir.” Peki bu ne demek?

Camdan dışarıya şöyle bir bakacak olursak eğer hayatın aslında ne kadar dinamik olduğunu da farkedebiliriz. Mekanı oluşturan elementler olarak yollar, ağaçlar, binalar, duraklar, dükkanlar, yürüyen farklı insanlar, geçen araçlar, etrafımızı saran sesler, kokular…

Bunların hepsi beynimize yeni birer bilgi olarak duyu organlarımız aracılığıyla ulaşır ve beynimiz o anki hareket amacını belirler. Çevredeki tehlikeleri değerlendirir, güvenli yerleri tarar, olasılıkları hesaplar. Herhangi bir kısayol yada filtreleme olmadan her bilgi için beynin bu hesaplamaları tek tek yapması enerji ve zaman kaybıdır. Bu kaybı engellemek için beyin birçok mekanizma geliştirir.

Şemalar bunlardan biridir. İçerisinde bulunduğumuz durumları ve ilişkileri değerlendirirken beynimizin kullandığı kısa yollardır.

“DÜNYAYA HEPİMİZ BOŞ BİR LEVHA OLARAK GELİRİZ”

John Locke’un ünlü önermesi “Tabula Rasa”, boş levha anlamına gelir ve dünyaya geldiğimiz zamandaki bilgi seviyemizi simgeler. Başka bir deyişle hepimiz dünyaya boş bir levha olarak geliriz, geldiğimiz bu yerle ilgili ve bu yerde nasıl barınacağımıza dair hiçbir bilgimiz yoktur.

Hayatı da aslında bu bilgileri edinme mücadelesi olarak özetleyebiliriz. Doğduğumuzda tamamen ebeveyn bakımına muhtaç olmamız aynı zamanda bildiklerimizi de onlardan öğreneceğimiz ve kişiliğimizin de bu öğrendiklerimizle şekilleneceği anlamına da gelir. Geldiğimiz dünyanın ve çevremizin nasıl bir yer olduğunu, nelerin iyi, nelerin kötü, nelerin tehlikeli, nelerin güvenli olduğu bilgisine sahip olmamız hayati bir önem taşır çünkü hayatta kalmamız bu bilgilere bağlıdır.

Bu bilgiler “ateş yakar”dan “toplum içinde kulaktan kulağa konuşulmaz”a kadar gider. Dış dünya ile nasıl mücadele edeceğimizi ve insan olarak bir toplum içinde nasıl varolabileceğimizi ebeveynlerimizden öğreniriz. Bu bilgilere kendimizle ilgili olanlar da dahildir.

Ayrı bir varlık olarak kendimiz ve kendimizin dışarıya yansımasına dair bilgileri de yine ilk olarak bakım verenlerimizden alırız. Yani, eğer bir çocuk annesi ona gülümseyerek geliyorsa iyi bir varlık olduğunu, somurtarak veya ağlayarak gelirse kötü bir varlık olduğunu düşünür.

Çünkü kendine ait içsel dinamiklerinin farkında olma yetisi dediğimiz içgörüsü ve annesinin o an ağlamasının başka bir sebepten kaynaklanabileceğini düşünecek değerlendirme mekanizması henüz gelişmediği için olan her olayı kendisiyle ilgiliymiş gibi görür.

Nasıl bir varlık olduğuna dair bilgileri de gelişiminin ilk aşamalarında yine dışarıdan aldığı bilgi çerçevesinde değerlendirir. Bu bilgileri ortaya çıkaran da bize bakım verenlerin bize karşı olan tutumları, koydukları kurallar, bize söyledikleri vb.nin tamamı olarak düşünülebilir.

EVRENSEL İHTİYAÇLARIMIZ

Şema Terapi kapsamında evrensel olarak her çocuğun, kültür, konum, koşul vs. gibi farklılıklar geçerli olmaksızın sahip olduğu bazı ihtiyaçlar belirlenmiştir. Bu ihtiyaçlar Şema Terapi Ayırıcı Özellikleri kitabında şu şekilde listelenir.

Güvenlik, istikrar, bakım, kabul edilme, özerklik, rekabet, kimlik algısı, ihtiyaç ve duyguları ifade edebilme özgürlüğü, kendiliğindenlik, oyun ve kişinin öz denetiminin oluşumunu teşvik eden gerçekçi sınırlara sahip olma. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında veya çok fazla karşılandığında kişide olumsuz şemalar ortaya çıkar ve kişi, bu ihtiyaçları çerçevesinde ortaya çıkan durumları şemalarına göre değerlendirir.

Örneğin, ebeveynlerinden istikrarlı bir şekilde sevgi alamamış olan kişi “ben sevilmezim” fikrine sahip olur ve “sevilmezlik” şeması geliştirir. Sevilmemek artık onun normalidir. Sevgiyi görmek ve bundan mutlu olmak gibi bir deneyimi olmadığı için sevilmek ona yabancıdır. Ebeveynlerinden bu ihtiyacını karşılamak için sevgi almaya yeltenir ancak başarılı olamaz. Sevgi onun için sevgiyi almak için çabalamakla eşdeğerdir. Neticede ileriki yaşantısında da çocukluğunda olduğu gibi sürekli bir sevgi görme arayışında olur ancak her zaman onu sevgi almak için çabalamaya zorlayan insanları seçer. Çünkü sevilmekle ilişkisi çabalamak anlamına gelir, bildiği tek yöntem budur.

Ebeveynlerinde olduğu gibi. Kişinin şemasını tekrar tekrar doğrulayacak partnerler ve sosyal ilişkiler geliştirmesine şema kimyası denir. Şema kimyası nedeniyle kişiler hep onları üzen insanları seçer, ilişkiler hep aynı şekilde ve hüsranla sonuçlanır. Kişi ne kadar debelense de ihtiyacı olan sevgiye ulaşamaz çünkü şema döngüsünün kırılması için şemanın kendisinin değişmesi gereklidir. Bunun yolu da Şema Terapi’den geçer. Zira şemalar ne kadar değişime dirençli olsalar da değiştirilebilirler ve hayatımız boyunca birçok şemayı yıkıp yerine yenisini edinebiliriz.

Unutulmamalıdır ki biz her doğum günümüzde yeni bir insan olmuyoruz. 30. Yaşımıza girdiğimizde arkamızda 30 yıllık bir ömür var. Bu ömür içerisinde yaşamış 5 yaşındaki, 12 yaşındaki, 17 yaşındaki, 25 yaşındaki kendiliğimiz de her zaman bizimle beraberdir ve içimizdedir. 5 yaşında karşılanmamış bir ihtiyaç kendini 30. Yaşımızda gösterebilir.

Eğer hayatınızda kırmakta zorlandığınız döngüler varsa, bir şeylerin neden hep sizin başınıza geldiğini anlayamıyorsanız, bir türlü doymayan sevgi, güç, başarı açlığınız varsa, asla gereken bir zamanda gereken tepkiyi veremiyor ve sürekli birilerinin sizi yönlendirmesine izin veriyorsanız belki de bir psikologtan randevu almanın zamanı gelmiştir.

Sağlıklı ve mutlu günler dilerim…

Bu kadar talihsizlik tesadüf olamaz!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 9 Haziran 2020, 09:38

    Merhaba,
    Son derece güzel tespit.
    Aklın yolu bir her şeyin içimizden kaynakladığını anlamak gerek.
    Dış kaynaklı ve onaya dayalı yapı anlaşılıp kişi kendinin basit varlığıyla barışmalı.
    Emeğinize sağlık. Yazılarınız bekliyoruz.
    Teşekkürler.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!