Ahmet Müfit yazdı…
Son 10 küsur yazdığım tüm yazıların neredeyse yarıya yakın kısmı şu ya da bu ölçüde borçlanma konusuyla ilgili. Bu yazıların bir kısmı borcun nicel boyutu, sıradan insanların yaşamı ve reel ekonomik duruma ilişkin olsa da, yukarıda da ifade ettiğim gibi büyük kısmının temel konusunu dış borç, ulusal egemenlik takası yani dış borcun ekonomik ve siyasi bağımsızlıkla olan doğrudan ilişkisi oluşturuyor.
Dışarıdan borç alınan paranın yalnızca “borç alınan para” olarak kalmayacağını, dış borcun, borcu vereni yani para satıcısı ve ardındaki siyasi güçleri ülkenin siyasetinde söz sahibi yapacağını, dış borca karşı çıkmaksızın ne yerli, ne milli, ne de Atatürkçü olunamayacağını belki yüzlerce kez yazdım. Bu durumun, Lozan Antlaşmasıyla kurtulduğumuz mali kapitülasyonların, -Lord Curzon’un İsmet İnönü’ye söylediği gibi- bir başka şekilde hortlatılması anlamına geldiğini ve bunun “serbest piyasa” ile demokrasinin varlığı arasında, gerçekte olmayan bir bağ varmış gibi gösterilerek meşrulaştırılmasının büyük bir kandırmaca olduğunu ısrarla ifade ettim.
Bu yazıda, iktidarların meşru bir hak olarak kullandıkları varsayılan, iktidar erkinin doğal sonuçlarından biri olarak kanıksanan/kanıksatılan borçlanmanın, ülkeler, bu ülkelerin yurttaşları açısından neden olduğu bir diğer olumsuz sonucu sizlerle paylaşacağım.
Sizlerle paylaşmak, dikkatinizi çekmek istediğim husus, doğrudan kamu ve özel şirketler eliyle yapılan borçlanmanın, sadece bu gün yaşayan insanları değil, henüz doğmamış gelecek kuşakları da yükümlülük altına sokan, dolayısıyla da siyasi ve ekonomik karar haklarının kısıtlanması/gaspı sonucunu doğuran bir diğer siyasi niteliği.
Ne demek istediğimi tam olarak anlatabilmek için, öncelikle sizlerin dikkatine sunacağım şey Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanmakta olan Türkiye Dış Borç Ödeme Projeksiyonları.
Tabloya bakınca ilk dikkatinizi çeken ve belki de ilk anda mutlu olmanızı sağlayacak şey 2022 yılı sonrasında hızla düşüyor görünen borç rakamları olsa da, bu durum, T. C. Merkez Bankası (TCMB) tarafından yayınlanan Borç ve Ödemeler Dengesi istatistiklerinden de ayrıntılı olarak izlenebileceği gibi, doğru bir algı değil. Son 2-3 yılda uygulanan “düşük faiz” politikasının da etkisiyle dış borçlanmada yaşanan zorlanma kaynaklı olarak, ithalat, vb. gibi konularda ihtiyaç duyulan yabancı paranın, borçlandırma ve borçların ödenmesini garanti altına alma üzerine kurulmuş neoliberal ekonomik sistem içerisinde rutin kabul edilemeyecek yollarla sağlanmaya çalışılmasının sonucu olan bir yanılsama. Bu tablonun düzenlendiği tarih sonrası gerçekleştirilen yeni borçlanmalara bağlı olarak, vatandaşın doğrudan ya da özel sektör borçlarında olduğu gibi fiyat artışları şeklinde ödemek zorunda kalacağı borç yükünün her geçen gün daha da ağırlaştığını, tablonun an itibarı ile son durumu göstermediğini de ilave edip devam edelim. https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler/Odemeler+Dengesi+Istatistikleri/
Gelelim tablonun ortaya koyduğu asıl gerçeğin ne olduğu konusuna. Tablo’nun ortaya koyduğu asıl gerçek, “yeterli iç tasarruf yok” onun için büyümek, yeni istihdam alanları açabilmek için borçlanmak kaçınılmaz diyerek yapılan borçlanmayı meşrulaştırmaya çalışan neoliberal küreselleşmeci politikaların sonucu olarak, daha doğmamış çocukların dahi borca batmış/batırılmış durumda olduğu.
Tabloya göre, tablonun düzenlendiği tarih itibarıyla, henüz doğmamış olanlar da dahil gelecek kuşakların sırtına yüklenen yalnızca dış borç 379,802 milyar dolar. Bu paranın 198,062’si kamu yani doğrudan tüm vatandaşların sırtına yüklenmiş olan, diğer kısmı ise görünüşte özel sektörün/şirketlerin olup, sonuçta finansman maliyeti, kur riski vb. olarak, fiyat artışları yoluyla dolaylı olarak vatandaşın ödeyeceği kısmı oluşturuyor. Şu an itibariyle, gelecek kuşakların sırtına yüklenmiş olan yalnızca faiz yükünün 41,994 milyar dolar, 11 Ekim 2021 tarihi itibarıyla TL cinsinden söylersek, yaklaşık 376 milyar TL.
Sorun, bu rakamların yalnızca rakam olmaktan öte bir anlam taşıyor olması, tıpkı bizler gibi gelecek kuşakların da borçlu doğacak, “borç namustur” denilerek, geçmiş iktidarlar tarafından gerçekleştirilen borçları ödemenin ahlaki bir zorunluluk olduğu algısı yaratılarak, ödemeye zorlanacak olmaları.
Koşulsuz ve özgürce borçlanma savunucularının, siyasi iktidarların kendi dönemlerini aşan borçlanmaları meşrulaştırmak, kamuoyu gözünde etik görünür kılmak için kullandıkları temel argüman, iç tasarrufların yetersizliği, “yeterli büyümenin” ve yeni kuşaklar için iş imkanının ancak dışarıdan borç alınarak sağlanabileceği. “Büyük projeleri” gerçekleştirebilmek için borçlanmanın -ister doğrudan borç alınarak, isterse yap-işlet-devret gibi söz de borçlanma içermeyen kandırmacı yöntemler kullanılarak- kaçınılmaz olduğu, aksi halde bu tür projelerin gerçekleştirilmelerinin mümkün olamayacağı.
Bu şekilde söylediklerinde, gelecek kuşakların sağlığı, eğitimi, sosyal güvenliği için ayrılması gereken ulusal kaynakların, anapara ve faiz ödemesi olarak yabancı para satıcılarının cebine gidecek olmasın, gelecek kuşakların kendi vergilerinin nasıl kullanılacağı konusundaki karar haklarının,”özgürce borçlanan önceki kuşaklar tarafından gasp edilmesinin olmasının makul ve haklı bulunacağını varsayıyorlar. Her fırsatta, çevreye, insana, insan haklarına saygılı olduklarından bahsedenler, gelecek kuşakların parasını yemekte herhangi bir hak ihlali görmüyor. “Sizi borçlandırdık ama bir sorun neden borçlandırdık” gibi bir durum ya da iki yüzlülük, utanmazlık anlayacağınız.
Kamusal/kapsayıcı ekonomik planlamanın reddedilip, ülke ekonomisinin geleceğinin “serbest piyasa” adı altında yerli-yabancı şirketlerin/bankaların yatırım kararları ve tercihlerinin keyfiliğine bırakıldığı, “bürokrasinin vesayetinden kurtulmak” denilerek siyasetçilerinin partizanca ve keyfi “yatırım” kararlarının dokunulmaz kılındığı bir ortamda, bu gerekçelerin haklı ve doğru bir tarafı olduğu kanısında değilim.
Dün, kamu finans kuruluşlarının kamusal niteliklerini el birliğiyle yok edenler, şimdilerde TL’nin değer kaybı, faiz tartışmasına kilitlenmiş durumdalar. Bir taraf faizlerin artırılmasını yani dışarıdan gelecek borç paraya daha yüksek faiz verilmesini savunurken, diğer taraf faizlerin artırılmasının, kredi faizlerinin artması sonucunu doğuracağını söylüyor, ancak bu açmazın nedeni olan dış borç bağımlılığı ve sonucu olan gelecek kuşakların, doğmamış çocukların bu günden borçlandırılmalarının yanlışlığı, etik dışılığı konusunu ağızlarına almıyorlar.
Esas büyük sorunun da bu yani iktidarıyla, muhalefetiyle siyaset kurumunun bu konudaki sessizliği, kabul etmişliği, teslim olmuşluğu, daha açık ifadeyle ekonomik dolayısıyla da siyasi bağımsızlıktan vazgeçmiş olması olduğunu da söyleyip bitireyim.