Serkan Arslan yazdı…
Buraya ne zaman geldiğimi hatırlamıyorum. Belki de bir anda delirdim. Ya da yavaş yavaş ilerleyen bir aksaklığın en son vurgunuyla kendimden geçtim. Nasıl geldiğimi hatırlamıyorum ama daha kötüsü buradan çıkacağımı da hiç düşünmemiş olmam. Buradan çıkınca nereye gideceğimi bilmiyordum. Sanki bu tımarhanede doğmuş, hemşireler tarafından büyütülmüş, bütün delilerle akraba ilişkisi kurmuş gibi yaşamaya devam ediyordum. Hiçbir beklentinin olmadığı yerde yarını bir atlı karıncada geçireceğini düşünebilirdim. Kuşları yüreğime sürüp, kendimi gökyüzünden baş aşağı sarkıtabilirdim. Şimdi resmi evrakların ve mühürlerin adımın üstüne işlendiği üstelik hiçte şiirsel olmayan bir sürü yazılı evrakla burayı terk edebilirim diyorlar. En azından Süveyda böyle olacağını söyledi. İnsan gideceği bir yer varsa vedalaşır. Kalması gerektiği yerden giderken vedalaşmamı istiyorlar. İşte budur sürgünüm dediğim. Sabah haberi alan bazı deliler kapıma karanfiller bırakmaya başladılar. Bu kadar karanfili nereden buldular bilmiyorum. İçlerinden birisi beni odanın kapsında görünce sarılıp ağlamaya başladı. Neler olduğunu Muhittin gelene kadar anlamadım. Arka sokakta olan mezarlıktan gece karanlığında çaldıkları karanfilleri getirmişler. Muhittin mezarlıkta başka çiçek bulunmadığı için bunları kabul etmem gerektiğini söyledi. Gülmekten gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Hüznümü gülüşüme saklayıp mutluluktan diyerek delilere sarılmaya devam ediyorum. Bu büyük merasime en son muhittin kalana kadar devam etti. Son deliye sarıldığımda göğsümün üzerinde buruk bir acıyı bıraktılar. Herkes gittiğinde muhittin ile odaya girdik. Karşılıklı oturmaya gerek yok Delişmen dedi. Bunun ne anlama geldiğini sorduğumda sigarasından bir tane de bana uzatıp yaktı. Ahmed Arif ,Sen sadece deli değilsin aynı zamanda dolusunda. Fikrime itimadın varsa Süveyda’ya güven, onu tanırım. Senin için en iyisini yapmaya çalışıyor deyip pencerenin önüne geçti. Onu nereden tanıdığımı sormama fırsat vermeden konuyu kapattı. Daha yeni yaktığı sigarasını masanın üzerinde duran küllüğe söndürdü. Vedalardan hoşlanmadığı her halinden belliydi. Gözlerime uzunca baktı. Seninle tanışmak benim için beklentisiz ve anlam doluydu dedi. Konuşmasını bitirmesini beklerken elini uzatıp hoşça kal Ahmed Arif dedi. Kapıya doğru yönelirken son bir bakış ile kapıyı açtı. Arkası dönmeden son sözlerini söyledi.
Beklentiler, sana verilen kıymetin etiket fiyatıdır. Buradan çıktığında ne olursa olsun hatırladığın geçmişine yeni hatıralar eklemek senin elinde olduğunu unutma. Ve ne olursa olsun bekleme, yürümeye devam et.
Ya karşıma canımı yakacak gerçekler ile gelirlerse ne yapacağım o zaman?
Acıyı bende sevmem ama önüme gelirse tadını çıkarmaya bakarım.
Acının tadını çıkarmak mı? İnsan bile bile buna neden katlanır bilemiyorum Muhittin.
Geçen gün limandaki çay bahçesinde oturmuş mavinin tonlarını seyrediyordum. Bir simit aldım. Yarısını balıklara verdim. Bir çay söyledim. Yarısına gelmeden bıraktım. İnsan yalnızlığına ortak aramaktan vazgeçmeli, yalnızlığın sadece komşusu olur. Yarım bir simit, yarıda kalmış bir bardak çay gibi. Sonra mürekep koyusu bir gökyüzü, köpüğü kendinden bir deniz sana ne anlatıyor bilmiyorum ama bana komşularımla aramı yakın tutmam gerektiğini hatırlatıyor. Hoşça kal Delişmen…
Muhittin gitti. Deliler odalarına girdi. Herkes kendi köşesine çekildi. Bende camdan dışarı bakıp Süveyda’nın gelmesini beklemeye başladım. Vedalaşmaların üzerimde bıraktığı hüzünlü havayı dağıtmanın bir yolunu ararken Pembe Köşk Tımarhanesinin duvarlarından müzik sesi yükselmeye başladı. Bu konçertoyu hatırlıyorum. Vivaldi-Dört Mevsim bu çalan. Belki de gidiyorum diye son bir hediyedir. Aklıma o eski kitapçının kapısında asılı afiş geldi. Üzerinde rengarenk bir gökkuşağının olduğu klasik müzik festivaline davet ediyordu. Tanrım kendimi yeniden yaşamak zorunda olmak ne garip ne tehlikeli bir oyun. Herkesi en başından sevmek en sonundan nefret etmem gerekecek yine. Yüzüme gülümseyen insanların kalbini sevip sonra arkamdan dönen dolaplarla yine onları yok saymanın bir yolunu arayacağım. Bunların içinde Süveyda’nın ne olacağı konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Ya yazdığım onca yazı onca şiir ve hikâye onlar ne olacak? Hepsinin okumak zevkli olacak ama ya gerçekle rüyayı birbirine karıştırırsam beni kim uyandıracak? Doğru soruların bunlar bile olduğunu bilmeden hangi cevap beni yaşam konusunda tatmin edecek. Vivaldi konçertolarına devam ediyor. Muhittin gitti, delilerle vedalaşıldı, süveyda bekleniyor, merkez dinlemede, kabin ekibi buradan ayrılmaya hazırlanıyor. Uçuşa geçmek için güneşli bir gökyüzü var.