Emre Köksal yazdı…
“Ben siyasi meseleleri de askeri vaziyetler gibi harita üzerinden mütalaa ederim.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
12 Temmuz 2024 tarihinde Pençe-Kilit operasyonu çerçevesinde Irak’ın kuzeyinde bulunan kahraman askerimiz İstihkam Astsubay Kıdemli Çavuş Bahadır Rıdvan Talay, bölücü terör örgütü PKK militanlarının yerleştirdiği el yapımı patlayıcı maddenin infilakı sonucu şehit olmuştur. Şehidimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve Türk milletine başsağlığı dilerim.
Askerimiz neden şehit düştü? Pençe-Kilit Operasyonları neden hız kazandı? Türkiye’nin bölgede oluşturmak istediği denklem ve jeo-politik gerçeklik nedir?
ABD, 2001’de Irak’ın işgali ile başlayan geçtiğimiz 23 senelik süreçte, bölgeyi şekilsizleştirmeyi başarmışsa da yeni bir statüko yaratamamıştır. Kurmayı öngördüğü düzen, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi adı altında, bölge ülkelerinin etnik ve mezhepsel temelde parçalanmasını ve oluşacak kukla devletçiklerin ABD’nin Ortadoğu’da oturmuş bir hegemonya geliştirmesi planına hizmet etmesini gerektiriyordu. Bölgedeki ticaret yollarının, su yollarının ve enerji kaynaklarının Atlantik iradesinin emrine girmesini öngören bu planın başlıca uygulayıcıları ise merkezi Irak’ta bulunan CENTCOM (Amerika Birleşik Devletleri Merkez Komutanlığı) ve İsrail devletidir. Türkiye de, ne yazık ki, celladına aşık vaziyette bu plana 2003’ten bu yana aralıklarla su taşımıştır. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasına verilen katkıyı tarih unutmayacaktır.
Peki ABD hangi havuçla Türkiye’yi bölgenin şekilsizleştirilmesi projesine katkı sunmaya ikna edebilmiştir?
ANADOLU İSLAM FEDERE CUMHURİYETİ
Kuşkusuz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti; gerek bölge halklarıyla tarihsel bağları noktasında, gerek bulunduğu eşsiz coğrafya gereği, gerekse de ordusunun bölgenin en güçlü ordusu olması yönüyle Orta Doğu’da bir hegemonya kurulması sürecinde en belirleyici role sahip bölge ülkesidir. Daha evvel Demirel’e, Özal’a ve Erdoğan’a dayatılan bölgenin istikrarsızlaştırılarak yeni bir statüko oluşturulması planının Türkiye için öngörüsü, onu oluşacak kukla devletin jandarmalığı konumuna oturtmaktır. Yani;
Irak istikrarsızlaştırılacak ve kuzeyinde etnik temelli bir devletçik yaratılacak idi; 36. Paralel çekildi ve yaratıldı. Suriye istikrarsızlaştırılacak ve kuzeyinde etnik temelli bir devletçik yaratılacak idi; Suriye istikrarsızlaştırıldı, süreç devam ediyor. İran istikrarsızlaştırılacak ve etnik temelli devletçik(ler)e bölünecek idi, İran’ın istikrarsızlaştırılması devam ediyor. Ve devamında bu yapılar “FREE KURDİSTAN” adı altında bir araya getirilecek ve Türkiye’ye federatif yolla bağlanarak bölgede Müslüman bir İsrail oluşturulacak idi. Türkiye’nin bu yeni kukla devletin jandarmalığını yapması, yeni yapının varlığını sürdürmesi için zaruri gözükmekteydi. Denizlere ulaşımı olmayan proje bir devlet, ölü doğmuş demektir. Bunun yanında bu devletin bölgesel ve askeri müttefiklere de ihtiyacı olacaktır.
Bu sürecin fragmanını geçmişte birçok kez izledik. Türkiye’nin bürokratik kadroları, pek çok defa, Körfez Savaşı esnasında Özal’a atfedilen ifadeyle “Bir Koyup Üç Alma” hevesinin peşine düştüler. Zannediyorum bu noktada bahsedilen üçün ve birin ne olduğu gayet açık. Ergenekon-Balyoz kumpası esnasında milli ordumuzun refleksleri köreltilirken ve CIA Türkiye uzmanı Henri Barkey’in ifadesi ile “Türk ordusu kafeslenir” iken; başlatılan Kürt Açılımı/Demokratik Açılım/Çözüm Süreci ile Ulus Devlet yapımız hedefe konmuştu. Siyasal İktidara yakın kalemler o denli hoyratlaşmışlardı ki “Türkiye Cumhuriyeti’nin adı Anadolu Cumhuriyeti, Türk Bayrağı’nın adı da Anadolu Bayrağı olsun” diyebilecek ölçüde kendilerini kaybetmişlerdi.
Kaderin cilvesi olacak ki; bugün aynı kalem ve kadrolar ülkemize kontrolsüz göçe en büyük desteği veriyorlar. Türk halkıyla mültecilerin evlendirilmesi projelerinde yer alıyor, bu projelerin AB fonlarıyla irtibatını sağlıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sayın Esed ile görüşebiliriz” deyince, yine en yüksek tepkiyi bu isimlerden görüyoruz. Elbette ki bu uyuşum kaderin bir cilvesi değil, ülkemizi on yıllardır sağ-sol/dinci-laik demeksizin örümcek ağı gibi sarmış Siyonist Gladyo’nun kurumlardaki ve düşün hayatımızdaki tortularının göstergesi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Ulus-devlet yapısı yani meşruiyetini Türk milletinden alan egemenlik hakkı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanabilmesinin önünde en büyük engeldir. Arzu edilmektedir ki; Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin son döneminde olduğu gibi, barındırdığı halkların beraber yaşama motivasyonu bulunmayan hantal ve hasta bir federatif torbaya dönüşsün. Toprak olarak büyüsün ve fakat egemen bir devlet olma vasfını yitirsin. Elbette ki laiklikten de vazgeçsin; çünkü bu torbayı bir araya gelmeye ikna edebilecek tek duygusal motivasyon İslam kimliği olacaktır. Türkiyelilik propagandasıyla eş zamanlı yürütülen Hilafet tartışmalarını da bu zeminde ele almak gerekmektedir.
İçinden geçtiğimiz yakın tarihli sürece bir bakalım; İlk dört maddenin muhafazasının şüpheli olduğu bir Yeni Anayasa tartışması, Hilafet bayrağı taşıyan zata atılan bir yumruk üzerinden yürütülen propaganda, Türkiyelilik kimliğinin gerçek milliyetçilik olduğu safsatası, Sinan Ateş suikastı üzerinden Türk milliyetçiliğinin kriminalize edilmesi, Bozkurt’un Türklük sembolü olup olmadığı çerçevesinde Türk kimliğinin varlığının tartıştırılması… Ve bunlara ek olarak, tek kullanımlık yüzlerce gündem. Açıktır ki; Türk milletine ve bu toplumun beraber yaşama motivasyonuna yoğunluğu son dönemde dehşet uyandıracak biçimde artmış bir psikolojik operasyon uygulanmaktadır.
Kapsayıcı bir Türk milleti anlayışı, Laik-Ulus Devlet anlayışı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin önündeki en büyük engeldir dedik. Bu projeye bir diğer stratejik engel ise bölge ülkelerinin aralarında güçlü bir işbirliği yaratabilmesidir. Türkiye bugün, Irak Merkezi Hükümeti ile diyalogunu geliştirerek Pençe-Kilit Operasyonu ile tüm engellere rağmen ordumuzun kahramanlığıyla Irak’ın kuzeyini terörden arındırıyor. Bu stratejinin devamı Suriye’de de uygulanmak durumundadır ve Erdoğan, 28 Haziran günü uzun yıllar sonra ilk defa Suriye Devlet Başkan’ı Esad’a barış elini uzattı.
30 Haziran günü Kayseri’de, bir çocuğa cinsel istismar olayı üzerine, Suriyelilere yönelik tepkisel olaylar meydana geldi. “Güvenlik kaynakları”nın medyaya geçtiği bilgilere göre; olayları provokatif paylaşımlar ile sosyal medya üzerinden harlayan kimi kişilerin Almanya-ABD bağlantıları tespit edilmişti. Hemen ardından Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrol ettiği bölgede Türk bayrağı yakmaya varan provokasyonlar yaşandı. Nihayetinde olaylar kontrol altına alındı fakat bu süreç, Türkiye’nin bölgedeki ABD planlarına aykırı stratejik bir tavır sergilediği an, provokatif olayların ve demografik kırılganlıklarımızın bir düğmeye basılmışçasına nasıl birbirini tetikleyen bir kaos sürecine evrilmeye müsait olduğunu gösterdi.
“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir.
Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez.
Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir. Bu gerçeği bizden daha çok bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar…”
Mustafa Kemal ATATÜRK
İSRAİL’İN DAVUT KORİDORU
Büyük Ortadoğu Projesi, Rusya ve Çin’in yükselişi ile beraber dünyanın çok kutuplu bir dengeye meyletmesiyle, hızını yitirmiş olsa da; halen sessiz sedasız ilerlemeye devam etmektedir. 2000’li yıllarda gündemden düşmeyen BOP kelimesini, en son 2023’ün Kasım ayında ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na BOP plakalı araçla gelmesi üzerine yeniden hatırladık.
Ziyaretten 1 ay önce, 2023’ün Ekim ayında, Hamas’ın İsrail’e saldırısı üzerine İsrail Devleti, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni bir safhasını başlatmıştı. İsrail’in on binlerce Filistinli sivil ve çocuğu öldürerek, bölge insanını sistematik bir soykırıma maruz bıraktığı bu 10 aylık sürecin sonunda, savaş yeni bir safhaya taşınıyor: Lübnan’a müdahale.
Hamas’ın saldırısını bahane ederek iç cepheyi güvence altına alan İsrail devleti, bu kez de Lübnan Hizbullah’ını bahane ederek Golan Tepeleri’ndeki stratejik askeri unsurlarını rahatlatmayı planlıyor. Peki bu tepeleri bu denli stratejik yapan nedir?
Davut Koridoru, Golan Tepeleri’nden başlayıp Irak’ın kuzeyine ulaşan ve bölgedeki federatif yapılar ile İsrail arasında bir enerji koridoru oluşturmayı planlayan vizyondur. Büyük Ortadoğu Projesi’nin B planıdır. Türkiye ve Azerbaycan’ın engellemeleriyle Hatay üzerinden, Suriye üzerinden ve Kafkaslar üzerinden denize ulaşamayan otonom devletçiklere bu koridor üzerinden bir nefes borusu sağlanması amaçlanmaktadır. İsrail, Lübnan’ı işgali ile beraber koridorun güney ucunu inşaya başlamayı planlıyor ise de, koridorun kuzey ucu bugün Pençe-Kilit Operasyonları çerçevesinde Türk ordusu tarafından kilitlenmiştir. Önümüzdeki dönemde bölgenin gündemini bu mücadeleye göre okumanın tutarlı olacağı kanaatindeyim. Bu harita bir kez daha gösteriyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için en verimli yol, Suriye ve Irak Merkezi hükümetleri ile işbirliği halinde olmaktır. Bunun için de iç cephenin sağlam tutulması hayati önem taşımaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, toprak bakımından büyümüş bir Neo-Osmanlı değil; bölgesel nüfuz alanı genişlemiş bir laik-ulus devlet olacaktır. Bağımsız kalmak istiyorsa, çağın emrettiği gerçeklik budur.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Arap baharı çıktığında Türkiye Suriye ile işbirliği yapmış olsaydı. Ne Suriye de ne de Filistin de bu kadar müslüman ölmezdi. Ne Suriye toprak kaybeder,ne Filistin toprak kaybeder. Ne biz o topraklarda savaşmak zorunda kalmaz, bir dünya da para harcayıp ekonomiyi darmadağın etmezdik. Bu kadar ongörusuzlluk ?