Kanser nedeniyle 33 yaşında hayatını kaybeden müzisyen, söz yazarı, oyuncu ve aktivist Kazım Koyuncu ölümünün 20. yılında unutulmadı.
Karadeniz müziğini geniş kitlelere tanıtan sanatçılardan olan Koyuncu için Yeşilköy köyündeki mezarı başında anma töreni düzenlendi.
Kanser nedeniyle 33 yaşında hayatını kaybeden Koyuncu’yu anmak için farklı şehirlerinden gelenler, sanatçının mezarına karanfil bıraktı, dua etti.
Törene, Kazım Koyuncu’nun annesi Hüsniye, kardeşleri Oğuz, Hüseyin ve Niyazi Koyuncu ile ablası Canan Erdem’in yanı sıra CHP Rize Milletvekili Tahsin Ocaklı, Hopa Belediye Başkanı Utku Cihan, Kemalpaşa Belediye Başkanı Erhan Yılmaz, Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu, Maltepe Belediye Başkanı Ersin Köymen ve sevenleri katıldı.
Milletvekili Ocaklı, Kazım Koyuncu’nun toplumun büyük bir değeri olduğunu belirterek, “Biz, Kazım’ın doğum tarihini biliyoruz, ölüm tarihi olmayacak. İyi ki hayatımıza girdiler, iyi ki bu gezegene nota, barış ve şiir bıraktılar” dedi.
Utku Cihan da “Kazım’ın felsefesini, yaşamını anlayan, onun müziği ile yol haritasını çizen çocuklar ve gençlik yaratmak için bu etkinlikleri yapıyoruz” diye konuştu.
Şair ve yazar Sunay Akın ise “Ben 20 yıldır nereye gittiysem Kazım’ı hep yanımda hissettim. Bunu da bana hissettiren Kazım Koyuncu’nun ölümsüz eserleridir” ifadelerini kullandı.
TRABZONSPOR’DAN MESAJ
Trabzonspor da bugün onun anısına bir mesaj yayınladı. Mesajda “Müziğiyle Karadeniz’in ruhunu temsil eden Şair Ceketli Çocuk Kazım Koyuncu’yu vefatının 20. yılında saygı, sevgi ve rahmetle anıyoruz” denildi.
Koyuncu, Trabzonspor için “Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti” ifadelerini paylaşmıştı.
‘DEVLET BENİM HAKLARIMI KORUMAK İÇİN VAR’
Koyuncu, Fatih Sultan Kar ile yaptığı söyleşide deprem, heyelan ve sel tehlikesinin yıllardır olduğunu vurgulayıp, “Sizin kısa vadede kazanacağınız birkaç milyon doların karşılığı milyonlarca insanın geleceğir” dediği açıklamasıyla anıldı.
Koyuncu’nun söyleşide kullandığı ifadeler şöyle:
“Heyelanlar oluyor, depremler oluyor bunlar kader mi sanki? Aynı şiddette başka yerde depremler oluyor 2 kişi bayılıyor, Türkiye’de 20 bin kişi ölüyor. Heyelanlardan her yıl bir sürü insan ölüyor, toprak yok oluyor. Bu kader değil, bu sizin kötü niyetle, beyinsizlikle yaptığınız çeşitli politikalarla imara açılan yerler dereleri baraj yapma kaygınızdan kaynaklanıyor. Buradan kim ne kadar para kazanabilir? Milyonlarca insanın geleceğiyle oynuyorsunuz. Sizin kısa vadede kazanacağınız birkaç milyon doların karşılığı milyonlarca insanın geleceği. Ve dünyanın ortak mirası oradaki deniz, oradaki doğa, oradaki Fırtına Deresi. Bütün bunlara karşı çıkmak için peygamber, filozof, sanatçı olmaya gerek yok. Korkmamak lazım. Devlet ne için var? Devlet benim için var. Topluluk için, halk için de değil, ayrı duranlar için, daha marjinal duranlar için, hayatı tehlikede olanlar için devlet vardır, hukuken böyledir. Türkiye’deki gelenek ‘Her şey devlet için’. Hayır efendim, devlet benim haklarımı korumak için var.”
NİHAT GENÇ’İN O GÜN KALEME ALDIĞI YAZI… DUYDUNUZ MU KAZIM ÖLMÜŞ!
Yazar Nihat Genç, Koyuncu’nun hayatını kaybettiği gün kaleme aldığı Akşam gazetesinde yayımlanan yazısında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Karadenizliler, genç sanatçının kansere yenik düşmesine ağlıyor, hepimiz kavrularak ağlıyoruz. Kazım Koyuncu’nun ailesine, arkadaşlarına sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Kazım Koyuncu arkadaşımızdı. Fuat Saka, Volkan Konak, Sunay Akın, İbrahim Can ve Kazım Koyuncu… Gizli bir örgüt gibi. Kazım’ın ölüm haberini alınca düşündüm… Bizler, birbirimizi niye anlatamayız.
Çünkü hiçbirimizin hayata karşı hesapları yok. Hiçbirimiz tedirgin değiliz. Ve hepimiz kendi bileklerimizden sorumluyuz…
Ve bu sanatçıların her birinin içinde, sanki trafo saklı gibi enerji yüklü… Bir gün belki, oturmalarımızı, konuşmalarımızı, huylarımızı, birer birer hikaye eder, anlatırım…
Hastalığı sonrası birkaç kez telefon ettim. Karadenizliler arasında sıkı bir geyik vardır. O geyikten çevirdik, şöyle: ‘Kazım biz hamsi yedik, mısır ekmeği yedik, bize bir şey olmaz!’…
İşte bu geyikten çevirip gülüştük. Ama galiba, mısır ekmeğinin, hamsinin kendisi artık kanser…
Genç bir insanın ölüm acısını hiçbir söz içimizden alamaz. Acıyla ancak zaman baş eder. Ve Kazımlar’ın yeteneği, enerjisi, coşkusu, sara illeti gibi bir şeydi. Tutulmaları imkansızdı… Uyurken bile tepinir, titrer yerinde duramazlardı. Türkülerini ve topraklarını delirmişcesine seviyorlardı…
Ne diyeyim sana Kazım… Genç yaşında duygunun, coşkunun, şarkıların yeterince yüksek zirvelerine tırmandın… Hepinizin volkanik bir bedeni vardı… Türküler lavlar gibi akıyordu…
Ne diyelim sana Kazım… Sen de hepimiz gibi büyülenmiş ve artık türkülerinle herkesi büyülüyordun…
Ne diyeyim sana Kazım… Sahnede, yüreğinden kamçılanmış gibi türküler söylüyordun…
O korkunç kuvvetli duyguları hangi uçurumların tepesinden topladığını biliyordum… O korkunç kuvvetli duyguları hangi rüzgarlar sana öğretti tanıyordum… O korkunç kuvvetli duyguları yüreğine hangi ıssız yaylaların neşeleri soktu biliyordum… Çünkü aynı ülkenin, aynı sokakların çocuğuydum…
Kazım, o hüzünlü, coşkulu çığlıklarını içimizden kimse söküp çıkartamayacak!.. Yakında biz de geleceğiz, ne diyeyim, ışık değilsin ki, şimdi söndün diyeyim. O hüzünlü çığlıklarını şimdi başkaları bulur mu onu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, bir ülke önce insanın gözlerine yerleşir, sonra kalbine…
Ve sanatçı diye bir şey yoktur bu ülkede, taşkınlık, coşma, dağılma, parçalanma, sürüklenme, kendini tutamama, aşırılıklardan kurtulamama vardır ve bu insanların artık bıçak saplasan girmez bedenleri vardır!
Genç bir insanın ölüm acısını hiçbir söz içimizden alamaz. Acıyla ancak zaman başeder. Bir de Karadeniz’in kara rüzgarları…
Eylül ayının sert fırtınaları, delirmiş dalgaları, kayaları devirdiğinde sert soğuk rüzgarlar başlar… Sibiryalar’dan kopup gelmiş Kafkaslar’da çarpışmış…
Kara poyrazlar kapkara bir öfkeyle kemiklerinizi kırarcasına eser… İncecik erik ağaçlarının incecik fındık dallarının bu sert rüzgarlara karşı şansı yok.
Ayakta kalabilmek için biraz deli, biraz divane, biraz kudurmuş, biraz rüzgar gibi, biraz Karadeniz olacaksın…
Yağmurları nehir olup şehirlerin ortasından akan ülke…
Dağları ormanları söküp sahile indiren sellerin ülkesi…
Ve denizin kumunu, gökleri kapkara rengine boyayan dağları parçalayan rüzgarların ülkesi.
Duydunuz mu, Kazım ölmüş…
Meteliksiz, beş parasız, sahillerinde, dağlarında sürttüğümüz ülke… Sık sık dalgaların altından kumların hızla çekilip sürüklendiğimiz ülke… Duydunuz mu, Kazım ölmüş…
Kasım ayı devrildiğinde ne mavisi kalır gecelerin… Ne yeşili kalır dağların. Kapkara bir lacivert. Kömür madenleri taşıyormuş gibi bulutlar. Ağır ağır dağların tepesine oturur. Yağmurlar öyle tane tane değil, devrilmiş tren katarları gibi düşer başınızdan… Yağmur değil göklerden asfalt parçaları düşüyor gibi, ormanların beli kırılır…
Duydun mu kara lacivert deniz, Kazım ölmüş…
Karadeniz artık ölüm yatağında ülke…
Kendi ailem dahil, ölenlerin sayısı, yaşayanları geçti.
Ne hüzünlü coşkulu şarkıları teskin ediyor artık bizi… Ne ladin ormanları. Ne dalgaları. Ne mısır tarlaları. Ne karayemişleri. Ne yılan basmış tepeleri, yaylaları.
Karadeniz acılar içinde ülke. Artık her kapıda bir tabut. Her köyde yaygaralarla ağlayan insanlar. Yırtınarak, böğürerek, cırlayarak yürekleri yanmış insanlar…
Karadeniz’in artık, şakası, fıkrası, horonu, futbolu, fındığı değil… Karadeniz’in artık kanseri meşhur, konuşuluyor.
Coşkulu türküleri, enerjik rengini kaybediyor ve artık ağıtlar kansere yazılıyor.
Çayımız, fındığımız, bulutumuz, suyumuz, horon tepen genç çocuklarımız, ninelerimiz, hepsi bir büyük dünya savaşına girdi. Kansere karşı topyekün bir meydan savaşı… Kırılıyoruz…
Ey Karadeniz, senden nefret mi edeceğimizi sanıyorsun… O yemyeşil eşsiz manzaraların, yağmurların, suların, sellerin ormanlarından vaz mı geçeceğimizi sanıyorsun…
Bize teslim olmamayı sen öğrettin… Hepimizi teker teker alsan da, senin çocuğun olmak, senin dağların sahillerinde birkaç gün gezinmiş olmak, bize yeter…
Bize, dünyaya meydan okuyacak gücü sen verdin, bu türkülerin çığlıklarını sen verdin, bize hesapsızlığı, ölçüsüzlüğü, deliliği sen öğrettin.
Ölümünü, tabutlarını, kanserden kolordularını topla gel!.. İstediğin kadar gel… İçimize, bu toprağa, acıyı yerleştiremeyeceksin…”
KAZIM KOYUNCU KİMDİR?
Nüfusa geç kaydedilmesinden dolayı resmi doğum tarihi 10 Mayıs 1972 olsa da 7 Kasım 1971’de Artvin’in Hopa ilçesine bağlı Yeşilköy’de doğan Koyuncu, Cavit Bey ve Hüsniye Hanım’ın 6 çocuğundan beşincisi olarak dünyaya geldi.
Koyuncu, çocukluğunda babaannesinden masallar, “Kemençeci Yaşar” lakabıyla tanınan Yaşar Turna’dan türküler dinleyerek büyüdü.
Çocukluk günlerini anlatırken “Kitap okuyan babamdan kaynaklı olarak diğer çocuklardan farklı oldum.” diyen sanatçı, babasının farklılığının kendisine nasıl yansıdığını ifade etmişti.
Hopa’da bakkallık ve berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlayan baba Cavit Koyuncu, 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisinin kuruluş dönemlerinde partililerle tanışmış, dükkanı öğrencilerin kitap, gazete okuma yeri haline gelmişti.
Babası 12 Eylül darbesinde Erzurum’da 6 ay hapis yattığı sıralarda Kazım Koyuncu 10 yaşındaydı ve ailesi, annesi Hüsniye Koyuncu’nun gayretleriyle ayakta kaldı.
Okumayı çok seven, müziğe ortaokuldayken babasının aldığı mandolinle başlayan Koyuncu, futbolla ilgilendi ve köydekilerin aksine sıkı bir Trabzonspor taraftarı oldu.
Usta müzisyen, 1989’da köyünden ayrılarak, İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde eğitimine devam etti.
Müzik çalışmalarına üniversite yıllarında ağırlık veren sanatçı, 1992’de Ali Enver ile “Dinmeyen” müzik grubunu kurarak ilk profesyonel çalışmalarını yaptı.
Karadeniz müziğini rock müzikle birleştirip kendi tarzını oluşturdu
Koyuncu, 1993’te okulu bırakma kararına ilişkin yöneltilen bir soruya, “Zor dönemler… O okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın ama hep soru işaretleri olacak. Sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim.” cevabını vermişti.
Okulu bırakmasının ardından sadece müzik yapmaya karar veren Koyuncu, bir dönem tiyatro oyunlarına müzik hazırladı, Karadeniz müziğini rock müzikle birleştirip kendi tarzını oluşturdu.
Aynı yıl arkadaşlarıyla “Zuğaşi Berepe” adında bir grup kuran sanatçı, hem yeni grubuyla hem “Dinmeyen” grubuyla çalıştı.
Kazım Koyuncu, yeni grubuyla ilk albümü “Va Mişkunan”ı (Bilmiyoruz) 1995’te müzikseverlerin beğenisine sundu.
Yeni tarzıyla dinleyicilerin beğenisini daha fazla kazanan sanatçı, Dinmeyen grubuyla 1996’da “Sisler Duvarı” albümünü, Zuğaşi Berepe ile 1999’da “İgzas” adlı ikinci albümü yayımladı.
Sanatında yenilik ve denemeler yapmaktan kaçınmayan, Karadeniz müziğinin sert ve duygusal yapısını eserlerine taşıyan Koyuncu’nun, “Dido” adlı şarkısının da yer aldığı ilk kişisel albümü “Viya!”, 2001’de müzik marketlerdeki yerini aldı.
‘HA KANSER HA KONSER’
Başarılı sanatçının, 2002’de yayımlanan “Gülbeyaz” adlı dizinin müziklerini yapmaya başlamasının ardından ünü katlandı, konser programları arttı.
“İlk albümde Gülbeyaz dizisinin çok etkisi oldu. Bu albümü, farklılığı tercih eden insanlar aldı.” diyen Koyuncu, 2004’te ikinci solo albümü “Hayde”yi çıkardı.
Aralık 2004’te kanser teşhisi konulan sanatçı, doktorların fazla yorulmaması gerektiğini söylemesine rağmen konserlerine devam etti. Son konserini 4 Şubat 2005’te Taksim’deki Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde veren Koyuncu’nun o günkü “Ha kanser ha konser” sözleri sevenleri tarafından unutulmadı.
Koyuncu, albümlerinde Türkçenin yanı sıra Hemşince, Lazca ve Gürcüce eserlere yer verdi.
Karadeniz’de olduğu kadar Türkiye’nin her bölgesinde ve yurt dışında yoğun hayran kitlesine sahip sanatçı, bir açıklamasında, “Çocukken şiirle güzel oynuyordum. Şairlerle çok uğraşıyordum. Bir ceket yaptırmak istedim o zamanlar, İstanbul’a gelirken, şair ceketi…” ifadelerini kullanmıştı.
Verdiği bir röportajda her şeyin gençken yapılabileceğine inandığını söyleyen Koyuncu, şunları anlatmıştı:
“Belirli bir yaştan sonra, hayatla birebir bağlantı içerisine girdikten sonra o hayata bir şey katamayacağımızı düşüyorum. Bu biraz ağır bir konuşma olabilir ama askerliğini bitirmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, çalışan bir insan risk almaz. Çok bağımsız çok acayip fikirler kurup onların peşinden gitmez. Oysa hayatı bir ileriye götüren şey hayallerimiz. Hayallerimizi gerçekleştiren şey ise cesaretimiz. Gençken insan cesur olabiliyor. Ben onların hayatını çok önemsiyorum. Çünkü hayat oradan yeni bir şekil alabilir. Onların fikirlerinden, yanlışlarından ve doğrularından hayat bir yere ulaşabilir. Yetişkinlerin doğrularıyla gençlerin yanlışları arasında çok büyük bir fark yok yani en kötü olasılıkla yetişkinlerin yaptıkları doğrular kadar önemlidir, gençlerin yanlışları.”
Genç sanatçı, tedavi gördüğü hastanede 25 Haziran 2005’te, henüz 33 yaşındayken yaşamını yitirdi. Koyuncu’nun cenazesi, vefatından iki gün sonra, dünyaya geldiği Yeşilköy’de, fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığına defnedildi.
‘BİZ BİZE YETEBİLİYORUZ’
Doğru bildiği şeyleri ortaya koymaktan çekinmediğini her fırsatta dile getiren Koyuncu, bir röportajında da “Bence bir sanatçının ya da şarkıcının çok cesur olması gerekiyor. Cesaretin ve çalışma arzun varsa hiçbir sorun yok, en fazla para kazanamazsın. Bir albümün satmaz ya da 1 milyon satar. Bunlarla ilgilenmek istemiyorum. Çok büyük bir popülaritem yok. O yüzden biz bize yetebiliyoruz.” demişti.
Koyuncu’nun ölümünün ardından Paluri Arzu Kal Demirçi, sanatçıyla ilk karşılaşmasından son ana kadar süren dostluğunu anlattığı “Şair Ceketli Çocuk: Kazım” kitabını kaleme aldı.