1. Haberler
  2. Analiz
  3. Kısa bir Cumhuriyet tarihi… Birinci bölüm: Milli Mücadele’ye hazırlık

Kısa bir Cumhuriyet tarihi… Birinci bölüm: Milli Mücadele’ye hazırlık

featured

Ergun Türkcan yazdı…

İkinci cumhuriyeti kuralım derken ikinci padişahlık nasıl ortaya çıktı?

“İkinci cumhuriyet kalmadı, padişahlık verelim”

Şark devletlerinde kendiliğinden, devrim veya darbe yoluyla rejim değişiklikleri yapılmaz; sultan, padişah, halife veya hanedanlar dış ve iç darbelerle değişebilir; halk devrim denen bir ayaklanma türünü bilmez, sadece bir şeyler ama basit bir şeyler istemek için sokağa çıkabilir. Bunlar bazen padişahı-halifeyi değiştirebilirler, fakat rejim, aslında Halifelik-Padişahlık hep yerinde kalır. Hatta böyle İslami rejimlerde yabancı bir ordu, örneğin Türkler Irak’a, İran’a girse, kendilerinden biri Halife-Sultan olur ama rejim değişmez.

Bu kurallar Osmanlı için de geçerlidir; gerçekten de 600 yıl, çeşitli ayaklanmalara, yenilgilere rağmen Hanedan ve rejim değişikliği yaşanmamıştır. On sekizinci yüzyıl başından itibaren bazı yenilikler, matbaa gibi, ülkeye ucundan girmişse de, esas yenilikler askeri alanda kendini göstermiştir, çünkü dayanılmaz yenilgiler ve toprak kayıpları bu konuyu öne getirmiştir. Buna rağmen siyasi değişiklikler başta, 1839 Tanzimat ilanı bir rejim değişikliği değildir, bu sadece ileri bir modernleşme niyeti sayılabilir.

Fakat padişahların kendilerinde ve mekanlarında bir modernleşme görülmektedir: II Mahmut ilk kez sarık yerine fes ve pantolon-ceket giyen, askerlerine de benzer kıyafetleri giydiren bir padişah olup oğlu Abdülmecid Dolmabahçe’yi inşa ettiren, resim yapan sanatçı bir hükümdar olmuştur. Arkasından gelen kardeşi Abdülaziz ise Avrupa’yı gezen, Paris’i, Londra’yı gören, oralarda III. Napolyon ve Kraliçe Victoria ila görüşen ilk ve tek Osmanlı padişahı olduğu gibi, her ne kadar intihar ettiği iddia edilse bile, bir saray darbesiyle öldürülen son padişahtır. Onun yerine geçen V. Murat kısa zamanda halledilip yerine II. Abdülhamid getirilecektir.

Mithat Paşa’nın Tersane Konferansı sırasında kabul ettirdiği Kanun-u Esasi (Anayasa) şeklen meşruti bir idare getirerek, 1876 küçük bir rejim değişikliği yapmışsa da, zaten bu değişikliği istemeyerek kabul etmiş olan yeni padişah, 93 (1878/9) Rus savaşını bahane ederek Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil etmiştir. Küçük de olsa rejim değişikliği cezasız kalamaz: Mithat Paşa yargılanır ve Libya’ya sürülür, orada öldürülecektir. 

Ancak, II. Abdülhamid, babası Abdülmecid’in yolunda giderek, kendine ayırdığı tepede saklı Yıldız Sarayında (Dolmabahçe deniz kenarında bir çıkartmaya karşı korunaksız bir yerdedir) kendi batılı hayatını sürdürecektir, hatta bir de opera binası yaptıracaktır. Ama yönetimi eski usul tek-adamlı padişahlıktır; rejim değişmemiştir: eğitimde, iletişimde (telgrafı vilayetleri uzaktan kontrol edebilmek için yaymıştır) bazı adımlar atmışsa da, bir ayaklanma ihtimaline karşı, amcası Abdülaziz’in kurduğu ilk buharlı donanmayı Haliç’te çürütmüş, Harp Okulunu kapatmasa da, mektepli zabitanı her zaman gözaltında tutmuştur. Buna rağmen padişaha bağlı alaylı subayların mekteplilere karşı tahrik ettiği 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanması ilk kez yeni ordunun iç politikaya dahil olmasına yol açmıştır.

Bunun sonucu, Selanik’ten gelen Hareket Ordusunun bu ayaklanmayı bastırmak İstanbul’a yürümesi, II. Abdülhamid’in halli ve Selanik’e sürülüp yerine kardeşi Reşat’ın, V. Mehmet unvanıyla tahta çıkmasıdır; rejim değişikliği yoktur, çünkü II. Abdülhamid’in tatile soktuğu Meclis-i Mebusan, yeni yapılan seçimlerle tekrar açılmış, eski Kanun-u Esasi hatırlanmıştır. Padişahların korktuğu cumhuriyet rejimini kimse telaffuz bile etmemekte, ama bazı subaylar, başta Hareket Ordusuyla İstanbul’a gelen Kurmaylar arasındaki Binbaşı Mustafa Kemal bunu aklından çıkarmamaktadır; tabii o da herkes gibi Osmanlı hanedanına bağlı gözükmektedir. Bu şekilde şehzade Vahdettin Efendiyle (son padişah-halife) Avrupa seyahatine bile çıkacak, onun güvenini kazanacaktır. 

Burada Osmanlı devletinin son yıllarını, Trablus (İtalya) savaşı ile başlayıp, Balkan Savaşları, Harb-i Umumi ve Mondros Mütarekesiyle biten süreci anlatmıyorum. Bu süreç 31 Mart 1909 olayından sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önce perde arkası, daha sonra da açıktan iktidar olduğu ve Mütarekede üst düzeyinin bir Alman denizaltısıyla İstanbul’dan kaçması ile biter. Bu arada yaşlı V. Mehmet Reşat ölünce de, 1918 VI. Mehmet Vahidettin tahta geçer. Mustafa Kemal Paşa her şeyin bittiğinin farkındadır: ITC’den kurtulmuş olan memleketin şimdi içine girmiş galip düşman ordusundan-donanmasından hem de kokuşmuş Padişahlık kurumundan kurtulup kurtulamayacağını tartmaktadır; olaylar birden gelişir.

Fırsat Yunanlıların İzmir’e 15 Mayıs 1919’da çıkmasıyla doğacaktır. Birinci Dünya Savaşına girmemiş Yunanistan (çünkü Kralın eşi, Kayser Wilhelm’in kız kardeşiydi) ve zaten, Balkan Savaşlarında Selanik dahil, Rumeli’nin büyük bir parçasını da ele geçirdiği gibi, şimdi de, bu fırsattan istifade Venizelos’un gayreti ve İngiliz Başbakanı Lloyd George’un yardımıyla Batı Anadolu’yu da Yunanistan’a katma çabasındaydı. Mütareke ile tüm Müttefik Donanmasını İstanbul’da görmüş olan eski Osmanlı tebaası bu yenilgiyi kabullenmiş görünüyor ve ordusu da silahlarını İngilizlere teslim ediyordu.

Bence Yunaniler, Anadolu’yu işgal ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında gerçek bir katalizör rolü oynamışlardır. Nasıl Osmanlı tüm Ege adalarını Venedik’ten alıp, 20. Yüzyılda, donanması olmadığı, daha önce adaları Türklerle iskan edip silahlandırmadığı için, kolaylıkla Yunan’a teslim etmişse, şimdi de Yunaniler, İngiliz’e kuzu gibi teslim olan Anadolu halkını en ağır biçimde tahrik edip, yeniden silahlanmaya ve mücadeleye yönlendiriyordu.¹ İşte böyle bir anı bekleyen Mustafa Kemal’in bunu değerlendirmemesi mümkün değildi: Sanki Sarayın yani Padişahın sadık bendesiymiş gibi, Anadolu’da asayişi temin göreviyle, İngilizlerin gözü önünde, onların da müsaadesiyle 19 Mayıs’ta 1919’da Samsun’a çıktı; mücadele başlamıştı.

İşte bu noktada resmi tarihten biraz ayrılıp, başka türlü düşünmeye başlayalım, siyasi-askeri şartları gözden geçirelim. Harb-i Umumi, Batı Cephesinde 11.11.1918, saat 11.00’de resmen biter. Doğu’da ise daha önce, 3 Mart 1918’de, Brest-Litowsk’da, artık bir sovyet-komünist yönetimdeki Rusya ile hasımları, başta Almanya ve müttefikleriyle Osmanlı ve Bulgaristan arasında barış anlaşması imzalanır; Çarlık Rusya’sının tamamen parçalanmasına yol açan bu anlaşma Rusya’nın Moğol istilasından sonraki en büyük yenilgisidir, kendi topraklarında 10 kadar yeni devletin doğuşunu görür ama rejimi korumak için her şeye razı olacaktır: Polonya başta, Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, daha sonra Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan. Bu anlaşma ile Osmanlı’ya da, 1879’da aldığı 3 liva, Kars, Ardahan ve Batum (Evliye-i selase) iade edilir ve bu anlaşmanın diğer hükümleri yani başta, büyük bir tazminat yükü de ortadan kalkar.

Tuhaf bir siyasi durumdur: Osmanlı bu savaşta da, sonuç olarak yenilmesine ve Rusya kadar büyük topraklar kaybetmesine rağmen, bu anlaşmada, Brest-Litowsk galip taraf olarak imza atmıştır. İlkokulda öğretmenimizin bize, “biz Birinci Dünya Savaşında yenilmedik, Almanya yenildiği için biz de hükmen mağlup sayıldık,” diye yorum yapardı. Şimdi tersi bir durum vardı: Almanya Rusya’yı yendiği için biz de hükmen galip sayılıyorduk. İşin şakası bir yana eğer bu hükmen galibiyet olmasaydı veya Rusya’yı Devrimler yıkmasaydı acaba Kurtuluş Savaşı yapabilir miydik? Daha Ocak 1917’de Rus Ordularının Erzincan’da ileri karargahında, Gen. Yudeniç baharda Sivas-Yozgat üzerinden Ankara’ya yapılacak taaruzu planlanıyordu. Kerenski’nin kanlı darbesi tüm planları alt üst etti: Çar tahttan çekildi, Hükümet bir ateşkes olanağı aramağa başladı; yenilgiler devam etti. Bu arada Almanlar, Lenin ve arkadaşlarının mühürlü trenle, İsviçre’den Almanya’yı geçip, İsveç’e denizden, St. Petersburg’a da trenle (Finlandiya istasyonu) gitmesini planladılar; Nisan-Mayıs’ta devrim bekliyorlardı. Lenin kendi devrimini (17 Ekim) ancak Kasım başında yapabildi. Alman orduları, Gen. Hoffmann Moskova ve Petersburg önlerindeydi; Polonya başta Ukrayna ve Baltık eyaletlerini bağımsız olmasını istiyordu. Lenin, “ne savaş ne barış” diyen Troçki’ye rağmen Brest-Litowsk’da yenilgiyi kabullendi; dirense idi, Sovyet Devrimi de bitecekti.

Buna rağmen iç savaş, Rusya’da 3 koldan devam etti; burjuvazi-zengin sınıfı ve soyluların Odesa-İstanbul üzerinden kaçışı 1917 ortalarından başlayıp, Sovyetlerin nihai hakimiyetine kadar da sürdü; yaklaşık bizim İstiklal Savaşına paralel gider. Rusya’nın düşmanı Osmanlı yerine, milli mücadele yapan Yeni Türkler, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde, Sovyet rejimiyle dost olup, Batıyla mücadelede her zaman para, silah ve siyaset yardımlaşacaklardır. Tiflis ve sonra Moskova anlaşmalarıyla Türkiye bugünkü Kuzey-Doğu sınırlarını belirlemiş oldu. Bu uzun mücadele, İngilizlerin İran’dan sarkmaları, Alman artıklarının Kafkasya’da bir şeyler koparma fırsatçılığı yanı sıra asıl, Doğu Anadolu’dan tamamen sürülmüş Ermenilerin sadece Türklerle değil Azerilerle de savaşması, en sonunda bu kaosun Kazım Karabekir’in tüm Doğu sınırına hakim olmasıyla sonuçlanmıştır; artık Doğu Anadolu emin ellerdedir.

Bu genel çerçeveyi çizmeden yani Batıdaki savaşın Doğudaki milli güçlere güvenmeden yapılamayacağı, eğer Doğuda bir de Rus tehdidi olursa milli bir devlet kurulamayacağının anlaşılması önemlidir. Mustafa Kemal’in de kurduğu model de budur, stratejik çerçeveyi çizmeden, güç dengesini ayarlamadan adım atmayan biridir: 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkınca önce Batıya değil, Erzurum’a, Karabekir Paşa’ya gitmesi, bir rastlantı değil, bir zorunluluktu. 

Erzurum Kongresinin önemi de ilk kez, Padişahtan icazetli olanların değil, Doğu Anadolu halkının kendi siyasi elitiyle temsil edildiği bir mücadele, hatta bir devrim meclisi özelliği taşımasıdır; Anadolu’yu savunma iradesi hızla diğer bölgelere de yayılacaktır. Ancak asıl siyasi elit, padişahçı takımının nefret ettiği, yok etmek için alaylıların 31 Mart’ta ayaklandığı mektepli zabitanın, uzun savaşta pişmiş kısmıdır; bir askeri-siyasi elittir, Cumhuriyeti kuran kadro budur. Bu eliti doğuran Harp Okulu ancak 2016’da kapatılıp, 31 Mart’ın intikamı bir şekilde alınacaktır; geleceğiz.

Ancak bu askeri-siyasi elitin tamamının padişahlığa karşı olduğu düşünülmesin. Tıpkı İTC gibi, belli bir padişaha (Abdülhamid-i sani) karşı olup, o gidince Saray ile akrabalık yapanlar, İslam’dan-Halifelik makamından ayrılmayı değil, onun için savaşmayı göze alanlar çoktur. Bir kısmı da, artık siyaseten İngiltere’den ümidi kesmiş olsalar da, ABD mandasını ehven-i şer bulanlar da önemli bir sayıdadır: Sivas Kongresi bunu gösteriyor; sonra çoğu dönmüştür. Bu Batılı bir güce dayanmak siyaseti Osmanlı devlet düşüncesine sızmış, sonra Cumhuriyetin de orta yaşlarında yeniden nüksetmiş 2 yüzyıllık bir hastalıktır.

Mustafa Kemal Paşa’nın aklındaki asıl fikr-i sabiti, Cumhuriyeti saklayarak, Padişah Halifeyi-Padişahlığı düşman işgalinden kurtarmak için 1919’un sonunda Ankara’ya ulaşır; burada artık sıradan vilayet kongresi yapacak değildir, Milli Meclis’i duayla açar: 23 Nisan 1920. Bence bu gizlice bir Cumhuriyet ilanıdır. Çünkü İstanbul’da Meclis varken, düşman işgali bahanesi de olsa ki, Meclis-i Mebusan’ın da birçok mebusu kaçıp Ankara’ya gelmiştir, bir siyasi elit öncülüğünde, demokratik bir halk meclisi toplanmıştır ki, bunun adı cumhuriyettir. Hatta yeni devletin Başkenti bile seçilmişti: Ankara; önce fiilen, sonra Anayasal Başkent. Zaten kısa bir sürede İstanbul Hükümeti, daha önceden asi ilan edip üniformasına tasallut ettiği Paşayı ve Milli Meclisi kanun dışı sayacak, onun katli için fetvalar yayınlanacaktır.

Birinci bölümün sonu

¹Akıllı emperyalist Churchill, Türkleri de Çanakkale’den iyi tanıdığı için, Başbakanı en ağır biçimde uyarıp, Venizelos’a uymamasını, çünkü Türklerin Yunan’a tahammül edemeyeceğini bir mektupla bildirmişti, ama kimse onu dinlemedi; zaten Türklerin parmak kaldıracak mecali yoktu. Sonunda “geldikleri gibi gittiler”. Bkz Ergun Türkcan, Düşmanının Kaleminden Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, Üç Tarz-ı Emperyalizm, Deniz Mecmuası Yayınları, 2023, s  246, On Dördüncü Bölüm

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!