‘Komplo teorisi hayranları özlemi’ mi?

featured

Hasan Sessiz yazdı…

Erdem Atay’ın 30.07.2020 tarihli, “İngiliz İstihbaratı MI6’nın hedefi: Kayseri” adlı araştırma yazısında şöyle bir bölüm geçiyor;

(…) Moore da teşekkür edince, bir Türk vatandaşı “İkiyüzlü ve sinsi de olsalar, böyle selam verdiririz işte: çünkü biz TÜRKİYEYİZ!” diyerek eski İngiliz elçisine tepki gösterdi.

Bu sözlere Moore “Türkiye’nin İngiltere konusunda komplo teorisi hayranlarını çok özledim” diyerek yanıt verdi. (…)

..

Bu yanıtı pek anlamadım!… 

Bir dönem ülkemizde Birleşik Krallık adına  sefaret görevi üstlenmiş, Richard Moore’un “Türkiye Günleri” nden edindiği izlenim ile,  Türk halkına etiketlediği “Komplo Sevici” liği yorumunu, pek hayıra yormamak lazım..

1962 yılından İan Fleming’in romanı “Dr. No”dan uyarlanarak başlayan ve 2020 yılına kadar tam 25 adet çekilen “007 James Bond” film serisi, özde birer “komplo teorisi” şov’u (show = gösteri) değil de, nedir?  Üstelik, biz beyefendiye göre, sadece  lafını etmenin hayranıyız! Beyfendinin ülkesi (Birleşik Krallık) lafını etmekle kalmıyor, bir de öyküye dayalı uygulamalı görüntülere, 4 kuşaktır hayranlar topluyor. Dahası var! Bu serinin öykülerinin en çok geçtiği ve çekildiği ülke, Türkiye! Daha önce de 3 James Bond filmi Türkiye’de çekildi. 007 ‘nin Türkiye’ye olan tutkusunun kaynağı ne? Neden, yarım yüzyıldır “Kapalıçarşı”nın dökme kurşundan kubbeli damlarında cirit atıyorlar?

Biz,  “komplo teorileri”ni seven bir millet miyiz?

Aklımıza takılan soru bu! 

Ayrıca “Komplo Teorisi” ne demek? ona bakalım.

Galad-ı meşhur haline gelmiş ve İngiliz dilinden, dilimize yerleşmiş “komplo” sözcüğü..Dilimizdeki birebir karşılığı “Tuzak” olmasına karşın, işaret ettiğimiz (imlediğimiz) kavrayışın ingilizce sözcük karşılığı “Conspiracy”dir. Yani; ‘kötü veya yasadışı bir şey yapmak için başkalarıyla gizlice planlama faaliyeti’ olarak anlamamız gerekiyor. Kısaca anladığımız ile, anlam karşılığı olan sözcük tamamen keyfe keder!

O halde değerli Moore beyefendinin kendi dilinden Türkçemize  birebir çevirirsek, buralarda “Tuzaklama Kuramı” hayranı kaç kişi bulabiliriz!? .. Bilmiyorum!

Halbuki eğer kasıt kendi (İngilizce) dilinde,”Conspiracy Theory” ise orda bir durmak lazım!.

Bakalım, “…gizlice planlama faaliyeti, kuramcılığı” daha çok kimlerin, çok sevdiği işlerden..

Roger Moore gibi bakanların..(!)

– afedersiniz (!!) 

(007 James Bond karakterini canlandıran baş rol oyuncusu ismi elimden çıkıverdi.)

Richard Moore gibi bakanların aklı, neyi, nasıl gösteriyor ? Ülkemizi ve bizi hangi resimler üzerinden algılatıyor…  Aslında bunu en iyi 100 yıl içinde, ülkemize odaklanan filmler üzerinden görebiliriz.

TÜRKİYE’Yİ ÇEKİM MEKANI OLARAK SEÇEN FİLMLER

Önce, Türkiye’yi mekan olarak seçen yapımları ve konularını şöyle bir  “eşelemek” gerekiyor!

Ülkemizde geçen (Bulabildiğim kadar) toplam 27 adet dış yapım kaynaklı film mevcut..

Bunların 12’si  uluslarası haberalma örgütlerinin rekabetini, çatışmasını konu edinen, “gerilim türü” filmler.

Geriye kalan yapımlar ise, bir kaç gizem , aşk, gerçek bir olaydan esinleme, gibi içerikleri saymazsak eğer, diğer 12 filmden tek küçük farkları “polisiye” konulu olmaları.

300 yıllık bir tarihten binlerce kovboy ( Şirin Posta Treni soyguncusu, Vicdanlı Kızılderili katili vasıflarıyla) tipi devşirilirken, 10.000 yıldan fazla bir dönemde, uygarlığın beşiği olan bir ülkede, “casusculuk” oyunundan başka, anlatılacak, öykü mü yok!?. “Bu neyin kısırlığı” diye, düşünmeden edemiyorum.

Yani, bu neyin kanırtması arkadaş!?

Yoksa bunları kafama takarak, “Komplo Teorisyeni” olarak damgalanır mıyım dersiniz!?

Ülkemizden söz eden (çekilen diyemiyoruz) ilk film ( yada İstanbul üzerinden ortadoğu egzotizmi çağrıştıran) sinemanın sessiz dönemine ait. Henüz Cumhuriyetimizin ilan edilmesine 3 kala, 1920 yılı yapımı; ” The Virgin Of Stambol”  Tod Browning tarafından yönetilmiş. Öykü, adı Estanboul olan  düşsel bir ortadoğu kentinde geçmektedir.1001 gece masallarından çıkmış gibi bir atmosferde ve  Aya Sofya’da işlenmiş bir cinayetin sorumlularını arayan bir amerikalı subayın failleri ele geçirmek için yürüttüğü soruşturmasına tanık oluyoruz.

Ardından gelen yıllar içinde;

1936, “İstanbul’un sırrı” (The Secret of Stamboul)

1951-52, “Ankara casusu” (Five Fingers) Çiçero olayına odaklanıyor.

1963,007 JB serisi olan “Rusyadan Sevgilerle” (From Russia With Love -)James Bond’u Sean Connery canlandırıyor.

1968, “Şeytanın Bahçeleri” (Coplan Saves His Skin )

1999, Ülkemizde ikinci kez Çekilen  007 JB serisinin 21. filmi “Dünya Yetmez” (The World is Not Enough-) James Bond’u 3. Kuşak oyuncu Pierce Brosnan üstleniyor.

2001, “Kazara Casus” (The Accidental Spy ) te wu mi cheng 

2007, “Hitman” (Hitman)

2009, “Uluslararası” (The International)

2011, “Köstebek” ( Tinker Tailor Soldier Spy)

2012, Operasyon Argo (Argo)   

2012, Skyfall (Skyfall)

“ORTADOĞU” EGZOTIZMI – STAMBOL TAKINTISI

Bu yukarıda adı geçen yapımlar; süpheli tiplerin, sır olaylarını, “ajan”ların güvensiz (tekinsiz) çevresini, ülkemizin (İstanbul) mekan özelliklerini “ortadoğu” egzotizmi çerçevesinde anlatır. İlk filmden başlayarak, (” The Virgin Of Stambol”) bu yüzyılık dönemde, “batı ön yargısı”nın beklentilerine yanıt veren düşsel bir ülke “stambol” takıntısı, hiç değişikliğe uğramaz.

Not: Merak edenler bu filmleri mutlaka “gör”sünler ve filmlerin listesini ek’te bulabilirsiniz.(*)

Neredeyse Cumhuriyetimiz  ile  yaşıt olan film endüstrisi, aşırılıkların çarşısı (hyper market) gibidir. Bu aşırılıkların içinde türleşmiş veya türleştirilmiş pek çok “kalıp” (Klişe) barındırır.

Bu kalıplardan biri, gerilim türüğü ve içerik (konu) olarak, içine oturtulan “polisiye gerilim ve uluslararası istihbarat savaşları” dır ki, aramızda “ajanlı film ve casusluk filmi” olarak tanımladığımız yapım klişesidir.

İşte! bu kalıpları birer “market rafı“na benzetebiliriz!..

Eğlence film endüstrisindeki kalıplar, birer “raf” gibi, satmak istediği ürünü raf’/kalıba koyar ve (yanıltıcı) çeşitlilik içinde, bizlere hep aynı ürünü satar..

Polisiye – gerilim paketi içinde; “Uluslararası haberalma savaşları” içerikleri, eğlence sineması izleyicisi arasında ilgi gördüğü söylenir. Öyle de görünür.

Ancak bu filmler gerçekten, pijamasıyla çekyatına  kurulmuş sıradan Türk insanı, “kendini” ve “mahallesini” izlesin diye mi çekiliyor?

Hayır! elbette böyle değil.

Kaldı ki, ‘kafa yapıcı’ “Casusluk Filmi” sosuyla, hızlı yenen “Komplo Teorisi”nin (yendiği gibi unutulan), Rakı-Peynir keyfinde (benzetmede hata olmaz) böyle bir lezzetin bizim damağımıza yerleşmesini de, dünya’ya nüfuz etmiş eğlence film endüstrisine borçluyuz.

“GERİLİM” VAADİ

O halde hedef izleyici kim? Aslında  kim olduğunu bulmak için “neden” sorusunu da sormak gerek!

Öncelikle, bu filmlerin  izleyiciye sattığı “şey”, bir “gerilim” vaadidir.

“SOĞUK İDEOLOJİK SAVAŞ” İNSAN TİPİ’NİN  ÜRETİLMESİ

“1. paylaşım savaşı” sonrası, paylarından memnun olamayanların kazan kaldırdıkları ve “2. Dünya savaşı” adını alan “korku” seansı sonrasında, 1989 yılına kadar sürecek bir “gerilim” seansı daha izlenir. 

Bu gerilmiş ortamda “- hala, paylaşılmayan nedir kardeşim!?” dediğinizde, “-ideolojilerimiz de anlaşamıyoruz” denir. Görünürde ideolojilerin kavgasıdır bu! Fakat ‘sarı saman altından’ ekonomik itişme, kakışma ve tepişme ile ‘sarı su’  paylaşılarak ceplere akar, gider.

1945 sonrası aslen merkezileşmiş idelojik kamplar olan, doğu ve batı bloklarına bölünen dünya ki, -özellikle Avrupa- “soğuk savaş” (cold war) adında “belirsizlik- öngörülemezlik” perdesiyle örtülür. Artık, bir sahada, iki topla oynanmaktadır.  Herkes kendi yarı-alanında, kendi topuyla paslaşıp, orta sahayı geçemediği, karşı kaleye “şut” çekilemediği günlerdir. Nihayet, “Doğu Bloku” dağılır dağılmaz, bir süre tek kale oynan ve günün “tek kutuplu dünya” çözümlemelerine atfen, “iki kutuplu dünya”(bipolar world) da denecektir, soğuk savaş günlerine… 

Koca “soğuk savaş dönemi”ne bağlı, bir zihniyet, bakış, kavrayış’ta “tek” ve “yalnız” insan tipi’nin  üretilmesi, reji (**) için olmazsa olmazdır.

İdeolojinin kendini mutlak doğru olarak sunduğu ortamda her birey, “kopuk” yaşadığı siyasal çevreye inançla bağlanır. Bu insan tipini üretmek için, kavrayıştan yoksun, “edilgen izleme”lere koşut, bir “anlamlar dünyası” kurulmalıdır. Bu ortamın sağlanması için “kutsalorman”(Holywood) ‘flora’sından daha iyisi yoktur!. Nitekim, bunu Kuzey Atlantik merkezinde, “yapıştırıcı” olarak tutmuştur da… “Kesik Organ” (ampute) travması dahil, pek çok darbeden ötürü “sıfırlanmış” Avrupa, artık her türlü yapıştırıcı bazlı enfeksiyona “açık” haldedir.

VARSAYIMSAL YAŞANMIŞLIK

Dalgalar, yenilikler halinde bir kaç sanatçının omuzlarında yükselen “Batı Avrupa Sineması” na ait sanat yapıtları, Hollywood patentli ticari ağlar üzerinden eğlence filmlerinin saldırısına uğrayarak, neredeyse Avrupadaki yeri, “vatikan” kadar olan bir hacime ulaşacaktır. Bu günde sinema sanatının aldığı yara, Avrupa’da kan (Cannes)’amaya devam edecektir.

Bu ticari film içerikleri “Dünya rejimi”nin (yönetme biçimi) seçimidir.. Dağıtımı “bisiklet sistem” denilen, yerel kültürlere göre ayar çekilmiş, kuzey atlantik öykülerinin tekrar yapımlaştırıldığı (Reproduction) yerli versiyonlar olarak uygulanır. “Soğuk Savaş” kavrayışının, ortalama bir Batı Avrupalı yada Amerika Birleşik Devletleri vatandaşının (Batı Blok’u) görsel öyküler biçiminde (formating) zihnine pompalanan sanal deneyimler (varsayımsal yaşanmışlık) sayesinde, onların (batı bloku sakinleri) anılarına (hatıralarına) “tek tip” veri kayıt edilmesi (recording) böylece sağlanır.

“BENİM İDEOLOJİM DOĞRU! SENİNKİ, YANLIŞ!” DUVARI

Bu insanları önce bölerek ayrıştıran reji (**), “soğuk savaş” durumuna göre biçimlendirilmiş (formatlanmış) yeni insan tipini yerel iktidarlar tarafından kontrol etme imkanı da sunar. “Duvar”la ayrılan coğrafi sınırları, bu kez, zihinlerdeki duvarların örülmesiyle içerik kazanacak ve alışkanlıklar yerleşecektir..

Öyleki “benim ideolojim doğru! seninki, yanlış!” denilerek, bir çok ülke,doğu-batı, kuzey -güney olarak dört ayrı yöne  bölünecek, hatta bölünme çıkmayan yerelere,- Vietnam örneğinde olduğu gibi- savaş makineleriyle (her türlüsü; Terörizm, Vekiller vs) girilecektir.

Bugüne bakarak söylemeliyim; artık “ideolojiler”in yerine, “İnanç- din, mezhep” ayrımını koyarak, isviçre çakısı özelliğinde örgüt ve iktidar yapılarıyla “bölme” işine, ara vermeden sürdürmektedirler.

 “SAVAŞ”IN YOĞUNLUKLU MERKEZi İSE TÜRKİYE

Eğlence film endüstrisine göre; ve bakıldığında “soğuk savaş” durumunun, “soğuk” tarafı batıda kalmış, nedense (?) “savaş”ın yoğunluklu merkezi ise Türkiye’dir.

Gerilim ortamı, her insanın öncelikle kendini rahat ve güvende hissetmemesine bağlı gelişen, kaygı ve endişe haliyle kendisini gösterir.

ÖN YARGILAR

Batılı ön yargıları, birer anlatım kalıplarına dökülmüş ve bir çağ dışı “Türkiye” algısı, sütun gibi, bu öykülerin çatısını taşımaktadır.

Daima bir belirsizlik ve güvensizlik bu yapımların üzerine tek tip bir üniforma gibi giydirilmiştir.

Mutlak “SIR” adı altında örtülü (saklı) bir hedefi bulma eylemi yaşanır.

Kendi yaşam biçimlerine zaten yabancı olan, üstelik Türklerin yaşadığı coğrafya da “Yabancı olmak”ise, bir batılı için yeterince  güvensizlik kaynağı iken, bu klişelerdeki  mekan seçimlerinin çok rahatsız edici ve güvensiz oluşuyla, sır’lı (saklı da olabilir) ortamda gerilim türetmek,  pastanın üstünde çilek koymak gibidir.

Böylece gerilimin aşırı dozunu (Overdose) filme basarlar. .

“İSTANBUL KLİŞESİ” TAKINTILI EZBERCİLER

Bu filmler nesnel gözlemleri yada özgün veriler yerine, görmek istedikleri ezberleri görüyor.

Öyle ki farklı yıllarda çekilmiş, farklı yapımların farklı öykülerinde geçen mutlaka bir “kovalama-kaçış” sahnesi vardır. Bu sahnelerin çekimlerini yan yana getirdiğinizde,  kullanılan mekan ve açıların üst üste çakıştığını, yapımların “pişti olduğunu” şaşkınlıkla göreceksiniz.

Bu yapımlara göre, bütün Türkiye  İstanbul’dan ibarettir.

Öyle ki, Adana’da olduğunu kesinlikle bildiğimiz mekanda başlayan bir gerçek zamanlı bir sahnede, bir çekimin açı sıçrayışla istanbuldaki benzer bir mekanda  sürer. Adana ve İstanbul kentlerine yabancı olan seyirci ise  “ezberi” gereği, masal ülkesi Stambol’de geçtiğini düşünmelidir. 

Bütün bunlardan ötürü  endüstriyel filmlerinin bir “Stambol klişesi” hastalığı vardır dersek  abartmış olmayız.

LÜMPENLEŞEN BATI

Böylece bölünmüş dünyanın, görünen duvarların ötesine geçmenin, görünmez sakıncaları, ülkesi için büyük bir gizlilik içinde, çaktırmadan fedakarlık yapan, masaldan”sezeryanla” doğmuş, fizik yasalarını pek kafasına takmayacak yetenekte pişirilmiş, plastik kahramanlar tarafından anlatılır. Bu “yeni insan tipi”(Tek ve Yalnız) kendi güvenliğini; yaşadığı ülke adına görevli, – üstün bir akıl ve yüksek teknoloji (güncelin ötesinden peydahlanmış) kullanan “özel birimlere” emanet etmenin rahatlığını ve elbette haklı gururunu, varsayımsal olsa da, yaşamaktadır.

Olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi bir “dünya” yı sunma niyetleriyle enselenen bu filmlerin, “doğru” ile olan bir sorunu vardır..

MARKET RAFI – “POPÜLER KÜLTÜR” KLİŞELERİ

Sizin yeme içme tercihlerinizi, “seçilmiş ürünlerin” raflara konmasını  işleten nasıl bir “kurgu” varsa, çevremizi kuşatan ve tüketmek zorunda olduğunuz bir yaşam biçimi (kültür) ortamında kuşatıcı bir “Kuram”ın (Theory) olduğunu anlamak zorundayız.

İşte, bu kuramcıların ekip – büyüttüğü “Popüler kültür” tarlasında asla “bilgi” sunulmaz, sadece eğlence üzerinden “bildirim” yapılır ve siz de sepetinize doldurursunuz. 

Varsayımsal “Stambol” ülkesinde geçen sahte öykülerinde, varsayımsal sefaret rolleri sonrası, reji’deki yerlerini alanları söylüyorum!.. Aynı “Veryansın TV” kurucusu ve yazarı Erdem Atay’ın “İngiliz İstihbaratı MI6’nın hedefi: Kayseri” adlı araştırma yazısındaki, son not‘ta açıkladığı gibi… Yani; ‘kötü veya yasadışı bir şey yapmak için başkalarıyla gizlice planlama faaliyeti’ yürüten kuramcılardan söz ediyorum.. Kuramlarını nasıl ve hangi yöntem ile uyguladıklarını anlatıyorum.

Burada “Conspiracy Theory” nin ağababalarının, aslında kimler olduklarını işaret ediyorum!

Kendi milletine, ülkesine, insanına-insanlığa biçtiği sahte yaşamı reva gören bir batı rejimini gösteriyorum.

Gördüğü sahiciliği bir “erişilmezlik” -tıpkı, organik tarım ürünlerini, “market”in özel raflara koyan ve paha’sından ötürü erişilmediği gibi- gibi sunan bir film rejisi var, hemen yanımızda !… Doğa’ya ait insan’ın, doğal gereksinmelerine kadar cürret eden “sömürünün” değişmediğinin, kronik olarak ciddi bir aşamaya geldiğinin, altını çiziyorum.

Sonuçta bizim kim olduğumuzun onlar için, hiç bir önemi yok !.. Önemli olan, kim olarak “görmek” ve nasıl “göstermek” istedikleridir!

Gösterdiklerini, gözü kapalı görecek bir yığın ürettiler en sonunda!.

60 yılda kavramsal zemini ayaklarının altından çekilen bir Avrupa’dan geriye kalan ise, varsayımsal “anlam” bombalarıyla yıkılmış  dünyasında sıkışan,  ancak “bildiri”ldiği (İnforme) kadarını düşünebilen, artık hızla lümpenleşen bir “batı” ile karşı karşıya kalacağımızı söylüyorum..

(**) REJİ : Dünyada yaşanabilmesi öngörülmüş ve yaşanmış olay, durum, olgu ve oluşların yönetilmesi durumunu ve yönetenlerini bir film setinin rejisi göstermektedir

(*)

1920, “Bakire Stambol” (The Virgin of Stambol)

1936, “İstanbul’un sırrı” (The Secret of Stamboul)

1951-52, “Ankara casusu” (Five Fingers)

1957, “Istanbul”

1961, “Tenten ve Altın Post’un Sırrı” (Tintin et le mystère de la Toison d’Or)

1963, ” Ölümsüz Kadın ” (L’immortelle)

1963,”Rusyadan Sevgilerle” (From Russia With Love)

1964, “Topkapı”

1968, “Şeytanın Bahçeleri” (coplan saves his skin)

1978, Geceyarisi Ekspresi (Midnight Express)

1999, “Dünya Yetmez” (The World is Not Enough)

1999, “Köprüdeki Kız” (The Girl on The Bridge)

2001, “Kazara Casus” (The Accidental Spy ) te wu mi cheng

2003, “Bir Tutam Baharat “ (politiki kouzina / a touch of spice)  

2005, “Kurtlar İmparatorluğu(l’empire des loups / the empire of the wolves)

2007, “Hitman” (hitman)

2009, “Uluslararası” (The International)

2011, “Hayalet Sürücü – İntikam ruhu“ (Ghost Rider Spirit of Vengeance)

2011, “Köstebek” ( Tinker Tailor Soldier Spy)

2012, Operasyon Argo (Argo)   

2012, “Skyfall” (skyfall)

2012, “Zoraki Radikal” (The Reluctant Fundamentalist)

2012, “96 Saat” (Taken 2)

2014, “Son Umut” (The Water Diviner)

2014  TYRANT ( İsrail yapımı TV için)

2016, “Cehennem” (inferno)

2017, “Doğu Ekspresinde Cinayet” (The Murder of the Orient Express)

‘Komplo teorisi hayranları özlemi’ mi?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 10 Ağustos 2020, 02:43

    AE kardeşim, önce çok değerli eleştirin teşekür ediyorum..
    Sondan başlarak; “Komplo Teorisi Hayranları Özlemi mi?” adlı analiz yazısı, ülkemizde çekilen filmlerin- sizin deyiminizle -“Türk Düşmanı” yada “Türk Karşıtlığı” gibi “niyet” taşıdığını asla savlamıyor. Bunu biliyorum- çünkü-ben yazdım. Güzel kardeşim, bunu nereden anladınız ve neden bu kadar keyfiniz kaçtı, ancak sizin bileceğiniz bir durum.. Mutlaka size dokunan bir yanı vardır.. Üzülmüş olmanıza üzüldüm..
    Yazıda (dikkat ederseniz) “soğuk savaş” dönemi ile bağ kurarak bizde ” komplo teorisi” olgusunun yerleşmesinde, bu türlerin (film) itici etkisine çok kısa(!)değiniliyor. Ve hatta, “Türk Karşıtlığı” kategorisi tuzağına düşmemek için ise, bu konuda “ekmeği yenecek” “Geceyarısı Ekspresi” (Midnight Express) adlı yapımdan söz edilmemesi, dikkatinizden kaçmış olmalı ki -üstelik tam da yönetmeni Alan Parker’ın ölümüne denk gelmesiyle populer köpürtmeler yapılabilirdi – “etimoloji” bilgeliğinizden gelen insafınıza sığınırız. Bu filmler de “Türk Düşmanı tavrı var” denilen yer neresi allah aşkına! Nereden çıkardınız. Sayenizde bu filmden de söz edilmiş oldu. Bu iki..
    Yazıda, bu sözcüklerin kökenine inmek gibi bir dert olmadığı gibi, Latince(!) den fransızcaya geçen bir sözcüğün, fransızlar tarafından güncel yaşamlarında ne anlama geldiği hiç mi hiç!beni ilgilendirmiyor. İngilizcede bu sözcük var mı? Var! Kaynağı olan latince’ye bakmak yeterli . Ha Ali-Veli! Ha Veli-Ali! Tam da anlatmak istediğim işte sizin verdiğiniz tepkidir. ( Bkz …varsayımsal “anlam” bombalarıyla yıkılmış dünyasında sıkışan, ancak “bildiri”ldiği (İnforme) kadarını düşünebilen,…) Benim tepkim, kendilerine ait sözükler dünyasından yumurtladıkları kimliği, Türk halkına yaftalayan ingiliz beyefendiyedir.
    “Complo” sözcüğünün İngiliz dilinde de yerleşik olduğunu bildiğimize göre, bu sözcüğün dilimize geçişinin ve yerleşmesindeki sürekliliğinin ( persistence )- İngilizcenin tarihsel süreçteki rolü gösterilmiştir. Aynen “check etmek” gibi.. Ancak bu ayrımı size anlatamamış olmanın ezikliğini, samimi olarak duyumsuyorum. – Yaşınızı bilmemekle birlikte, bu sözcüğün yerleşmesine, son kırk yılda tanıklık etmiş bir meslek erbabı olduğumu bilmenizi isterim. Dil konusu ile yalnızca sözlüklere bakarak çalışmadım.
    Sayın AE rumuzlu kardeşim; Yazıdan ‘kazıyarak’ olumsuzladığınız “-Türk düşmanı bir tavır taşımıyor.” savunmanıza varan çıkarımınızı ve böylelikle reva görüğünüz “fesatlığı” ( söz konusu sözcüğün -Complo- diğer açıklaması) anlamış değilim. Hayret-i mucibimce, ön yargıyla, neyin “ saçma” olduğuna karar veriverivermişsiniz ! “Kavram”lardan uzak kalmak, başkalarının saçmaladığı yanılgısına düşürebilir. Aman ha! Oysa saçmalık, akıl geliştiren birşeydir. Saçma sorulardan “Mesel” ile doğruya ulaşılmak istenir. .”Misal” verilir. “Masal”da cadılar da vardır.Ancak yolun sonunda bir kavrayış vardır. Saçma sözcüğü öyle hoyratça kullanılacak bir sözcük de değildir hani!
    Elbette Türkiye’de sadece Turizm sektörü açısından değil, her alandaki her konuyu işleyecek yapımlar olmasını kim dilemez. Ancak bu yazıda; sadece “ülkemizi mekan olarak seçen filmler” olarak altı çizilmiştir. (kısacası metin içeriği – kendi isteği ile- amaçlı bir sınırlama içindedir) ‘Aksan’ kullanmakla, ön yargılar ile kalıplama dili arasında oldukça bilimsel farklar var. Ne yani “Doğu karadeniz” aksanıyla gülmece diyaloglu karakterlerin kullanıldığı filmler ile,“Rize” ilimiz mizahın merkezi mi oluyor ? Bu neyin karşılaştırması,!? Neyin toplamı yada çıkarımı!?
    Seçilen filmlerin bir “gönderme” olduğunu yazının son satırlarında, “diyorum.. anlatıyorum.. söylüyorum..” biçiminde pekiştirmeler ile vurgulandığını sanırım farketmemişsinizdir!. Bu göndermelerin, gönderenler düzeyinde bir kaynağı varolduğu aşikar iken,daha net bakmak için yön tabelası mı kullanmak gerekirdi? Upuzun bir analiz de “iki kez” vurgulanan, Erdem Atay’ın 30.07.2020 tarihli, “İngiliz İstihbaratı MI6’nın hedefi: Kayseri” adlı araştırma yazısını okuyup, bağlama bakınız! Yani “gerilim” üretenlerin, “birlikte nefes alan”(complebimus spirare) temsilcilerinin, yeni görev yerlerinde “complebimus spirare”leri, duyurmuştuk.
    Sayın AE, size keyifinizin kaçmayacağı günler diliyorum.. Saygılarımla
    Sessiz

  2. Birak Allahini seversen yahu! Insan bu kadar da saçmalamaz ki! Bu tip yazilarla, VeryansinTV sayginligini yitiriyor. Bizde komplo teorisi meraklilari cok mu bilmiyorum ama, “persecution complex”inin yaygin oldugu su goturmez. “Persecution complex”in tam Turkçesini bulamadim, “dunyanin bizi dusman gorup, kotuluk etmeye calistigina inanmak” olarak tanimlayabiliriz.
    Herseyden once, “komplo” Ingilizceden degil, Fransizca’dan gecmistir bize. Neden? Ingilizce’de “plot” derler, “complot”degil, bu bir. Ingilizcede “plot”un ilk anlami hikaye, senrayo kurulumudur. Ancak, ikinci olarak ta “conspiracy” ile es anlamlidir. Buna karsin, Fransizcada, “complot”nun ilk anlami bizde de oldugu gibi komplodur. Hatta “théorie du complot” veya “théorie conspirationniste” asagi yukari ayni anlamda kulanilir..
    Gelelim, bu film listesine,. Bu filmlerin hemen hepsini gordum, aralarinda Midnight Express haric, hemen hicbiri Turk dusmani bir tavir tasimiyor. Ama surda burda, hosumuza gitmeyen bir iki manzara ya da sahne gorursek, bizim ilk reaksiyonumuz hemen “aa bak, bizi karalamak icin, mahsus cekmisler, hep gecekondulari ceker bu gavurlar” demek olur.
    Casusluk, komplo teorisi konusunda (guya) anti-Turk 25 film bulmus sayin Sessiz. Kardesim, bu konularda sirf ABD’de yer alan senede 25 film cekiliyor. Onu da Rusya takip ediyordur. Hemen hemen butun ABD menseli filmlerde ABD’de hayali teror faaliyetleri gosteren aktorler ya Alman, ya dogu Avrupali, bazen de Fransiz aksaniyla konusurlar. Eee, ne yani, bu memleketlere de mi komplo kuruluyor?
    Birakin Topkapiyi, Dogu Expresini, James Bond’u falan, mesela bir Homeland’i, bir 24’u seyredin. Ondan sonra konusalim bu konulari.
    Keske Turkiye’de cok daha film cekilse, turizme katkisi olurdu.
    Sabah sabah, insanin keyfini kaciriyorsunuz.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!