MEB, Osmanlı’nın Altın Çağ olmadığını kabul ediyor

featured

Mustafa Solak yazdı

Milli Eğitim Bakanlığı(MEB), 2019-2020 eğitim-öğretim yılı için kendi hazırladığı “Tarih 11” ders kitabında Derviş Vahdeti’nin kışkırtmasıyla olan 1909 olayını darbe olarak görüyor. Geçen yılın kitabında darbe olarak görüp görmediği muğlaktı. Öyle muğlaktı ki Hareket Ordusu’na kurmaylık ettiği için Atatürk darbeci sayılabilirdi.

1909’DAKİ OLAYA DARBE OLARAK BAKILDI 

Nisan 1909’da İttihâd-ı Osmânî Cemiyetinin kuruluşu ve muhalif bir gazete olan Serbestî’nin başyazarı Hasan Fehmi’nin suikaste kurban gitmesi; bütün tepkileri İttihat ve Terakki Cemiyetine yönlendirmiştir. Kitapta bu olay “Bunun üzerine 13 Nisan 1909’da alaylı askerler ve medrese öğrencilerinin birlikte gerçekleştirdiği darbe girişimi sonuçsuz kalmıştır. Bu darbe girişiminde muhalefetin önde gelen organları; Ahrar Fırkası ve İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti etkili olmuştur.”[1] şeklinde anlatılmıştır.

BÂBIÂLİ BASKINI ‘1913 DARBESİ’ OLARAK ADLANDIRILDI 

“1913 Darbesi” başlığında şunlar anlatılıyor:

“Avrupalı devletler, Bâbıâli’ye bir nota vererek Balkan devletleri lehinde bazı tavizler istemiştir. Tekliflerin görüşülmesi için Dolmabahçe’de bir toplantı yapılmış ve İttihatçılar da bu toplantıyı bahane ederek tasarladıkları hükûmet darbesini uygulamak için harekete geçmiştir. Kâmil Paşa Kabinesi’nin Edirne’yi Bulgarlara verdiği yönünde halkı galeyana getiren İttihatçılar, destek sağlamaya çalışmıştır. 23 Ocak 1913 günü Enver Bey, İttihat ve Terakkinin ileri gelenleri ile Bâbıâli’ye doğru yola çıkmış ve yol boyunca halk da onlara destek vermiştir. Bâbıâli’ye ulaşan darbeciler, başta Harbiye Nazırı Nâzım Paşa olmak üzere harbiye nazırının yaveri, sadaret yaveri ve polis komiserini öldürmüştür. Enver ve Talat beylerin baskısı ile sadrazam Kâmil Paşa istifa etmek zorunda kalmıştır. Sultan V. Mehmet Reşad, İttihatçıların teklif ettiği Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam tayin etmiştir…

Bâbıâli Baskını’yla iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı mağlubiyetine kadar muhalefeti sindirerek ülkeyi tek partili bir rejimle yönetmiştir.”[2]

KARL MARKS KİTAPTA

“İhtilaller Çağı” ünitesinde Karl Marks, Sosyalizm[3], ulus devletlerin ortaya çıkışı, zorunlu eğitim ve askerlik[4] konularından bahsedildi. Tarihin değişmesinde ekonominin rolünün ve ekonomik yaklaşımların anlatılması isabetli olmuştur. Tarih ekonomik, toplumsal ilişkilerin ürünüdür.

YABANCI OKULLARIN SİYASİ AMAÇLA KURULDUĞU TESPİTİ

Yabancı okulların Hristiyanlığı yaymak isteğine bağlanarak Osmanlı Devleti’ne yönelik yıkıcı faaliyetlerde bulundukları, bu okulların Osmanlı denetiminden uzak olduğu ve 1860’lı yıllarda 1.600 civarına ulaştığı belirtilmiştir. Dahası 1894 yılında Elâzığ’da 83, Bitlis’te 22, Diyarbakır’da 22, Erzurum’da 24 Protestan okulu; 1910 yılında Beyrut’ta 44 Rus okulu; 1917 yılında yalnızca İstanbul’da 83 İngiliz okulu bulunduğu tespit edilerek “Okulların kurulma yerleri dikkate alındığında siyasi amaçla kuruldukları açık bir şekilde görülmektedir” yargısına ulaşılmıştır. Edremit’e bağlı Cunda Adası’ndaki bir Rum okulunun 1884 yılına ait ders programında; Türkler, Rumlara düşman olarak tanıtıldığı, Türklerin ekonomik olarak çökertilmesinin vurgulandığı, Türk milletinin ahlak, din, milliyet ve gelenek bakımından zayıflatılması, Türk gençliğinin bozulması, İstanbul’un ele geçirilmesi, rüşvet ve kandırma yoluyla Türklerden taraftar edinilmesi gibi hedeflerin yer aldığı açıklanmıştır.[5]

LAİKLİK KALDIRILDI, SEKÜLERİZM EKLENDİ 

Tarih öğretim programında sekülerlik kelimesini kullanan MEB, bu kelimeyi laiklik kelimesinin eşanlamlısı olarak kullanmamaktadır. Sekülerizm, toplumun din temelinde şekillenmesi yönünde devlet müdahalesinin, denetiminin kaldırılmasının adı olarak bilinmektedir. Laiklik ise devlet müdahalesi olarak görülmektedir. Niyet okumak istemeyiz ama diğer kitaplarda da laiklik yerine sekülerizmin kullanılmasından dolayı Atatürk’ün ilkelerinden olan laiklik gözden uzaklaştırıldığını tespit ediyoruz. Sekülerizme “Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı”  ünitesinde yer verildi. Ayrıca Yusuf Akçura’dan bahsedilirken “Üç Tarz-ı Siyaset” başlığında sekülerizm şu şekilde yer aldı:

“Avrupa’da ulus devlet, halk egemenliği, modernizm ve sekülerizm gibi gelişmeler; din ve töre temelli değerlerin yerine insan aklını ve bilimin ürünü olan değerlerin konulmasını sağlamıştır.”[6]

DÜYUN-I UMUMİYE YÖNETİMİNİN VERDİĞİ ZARARLAR

Bu zararlara dair şunlar yazılıdır:

“Temsilcilerle yapılan görüşmeler sonucunda 20 Aralık 1881’de ‘Muharrem Kararnamesi’ yayımlanmıştır. Bu kararnameye göre Maliye Bakanlığı dışında bağımsız bir Düyûn-ı Umûmiye yönetimi kurulmuştur. Bu yönetim; İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya, Osmanlı ve Galata bankerlerini temsil eden yedi kişilik bir konseyden oluşmuştur. Osmanlı Devleti, Düyûn-ı Umûmiye yönetimine altı kalemden oluşan vergi gelirlerini vermeyi kabul etmiştir.

İdareye bırakılan altı kalem vergi (Rüsum-u Sitte); tuz tekeli gelirleri, tütün tekeli gelirleri, damga vergisi, pul gelirleri, içkiler üzerinden alınan vergiler, balık avı vergileri ve kararnamede isimleri yazılı vilayetlerin ipek gelirlerinden oluşmuştur. Düyûn-ı Umûmiye İdaresi; kendisine verilen gelirlerin toplanmasından, işletilmesinden ve alacaklıların borçlarının ödenmesinden sorumludur…

Konsey, başlangıçta yalnız kendisine bırakılmış olan vergileri toplamakla yetinmiştir. Düyûn-ı Umûmiye sonradan sanayide ve ticarette yatırımlar yapmak yoluyla etkinliğini artırmıştır…

Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin kuruluşundan sonra Osmanlı ekonomisinin önemli bir kısmı kademeli olarak yabancıların denetimi altına girmiştir. Bu durum Osmanlı hazinesinin değil Avrupalı alacaklıların zenginleşmesine sebep olmuştur.”[7]

1912 yılında İstanbul’daki özel bankacılardan hiçbirinin Türk olmadığı belirtilmiştir.[8]

ÇÖKERTMEYE VARALIM HALİL’İM TÜRKÜSÜNÜN ÖYKÜSÜ 

Düyûn-ı Umûmiye ile kurulan Reji idaresinin halka uyguladığı zulümler Çökertmeye Varalım Halil’im türküsünün öyküsüyle yansıtılmıştır.[9]

  1. ABDÜLHAMİD’İN DARBEDE ROLÜ OLDUĞU İDDİA EDİLDİ

Bu ima şu şekildedir:

“V. Murad’ın rahatsızlığı artmış ve Avrupa’dan getirilen hekimler, padişahın hastalığının tam olarak iyileşemeyeceğine dair rapor vermiştir. Bu belirsizlik ortamında Abdülhamid, devlet ileri gelenlerine tahta çıkarıldığı takdirde anayasalı bir meşruti idareye geçeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Mithat Paşa, II. Abdülhamid ile bir görüşme yapmıştır. Görüşme sonrasında 31 Ağustos 1876 günü “daimî cinneti” olduğuna dair bir fetva ile V. Murad tahttan indirilerek yerine II. Abdülhamid padişah olmuştur.”[10]

1909 darbesinde rolünün olduğu düşünüldüğü için tahttan indirilen II. Abdülhamid, mağdur olarak gösterilir ama bu ifade ile II. Abdülhamid’in V. Murad’ın tahttan indirilmesinde (bu bir darbedir) rolü olduğu ima edilmiş oldu.

İTTİHATÇILARIN MİLLİ İKTİSAT POLİTİKASININ YARARLARI 

Darbeci gösterilen İttihatçıların, yönetime geldiklerinde uyguladıkları milli iktisat politikasının yararları şu şekilde belirtilmiştir:

“İttihatçılar, ‘Her savaşta Türk olmayan unsurlar servet sahibi oluyor, Türkler evlatlarını savaşa gönderdikleri için geçim sıkıntısına düşüyorlardı; bu nedenle Türkleri ticarete teşvik etmek ve kendilerine kolaylık göstermek gereklidir.’ ve ‘Bu sefer Türkler zenginleşsin.’ gibi söylemlerle Millî İktisat Politikası’nı uygulamaya koymuştur. Millî İktisat adı altında Müslüman Türkler, girişimciliğe özendirilmiş ve sermaye birikimini hızlandıran kazançlara yönlendirilmiştir. İttihatçılar, Millî İktisat Politikası kapsamında yerli burjuvazinin sanayi yatırımlarını desteklemek amacıyla Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu çıkarmıştır. İttihatçılar, serbest dış ticaret politikasından vazgeçmiş ve koruyucu bir dış ticaret politikası uygulamıştır.

Millî İktisat Politikası, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla uygulamaya konmuştur. Bu süreçte Müslümanlara ait birikimlerle bankalar kurulmuş ve savaş sırasında kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır. Savaş döneminde deniz ticaret yolları kapandığı için ithalat aksamıştır. Bu nedenle büyük şehirlerin yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması için Anadolu’nun üretim kaynaklarından yararlanılması düşünülmüştür. İttihat ve Terakkinin taşra örgütleri, kredi ve satış kooperatifleri kurarak üretici ve Müslüman tüccarları örgütlemiş ve böylece piyasayı denetimleri altında bulunduranların karşısına tek satıcı olarak çıkmıştır.

İttihatçılar, basın yayın yoluyla da toplumun eğitilmesini gündeme getirmiştir. Bu doğrultuda 1915 yılında ‘millî iktisada doğru’ anlayışıyla İktisadiyat Mecmuası yayımlanmaya başlanmıştır.”[11]

ATATÜRK’ÜN DEĞİL OSMANLI’NIN BATICI OLDUĞU

Atatürk döneminin Batıcı olduğu; çünkü Batı’dan yasa aldığı, bunun da halkın değerlerine, İslam’a aykırı olduğu söylenir ancak Osmanlı’nın Batı’nın dayatmalarıyla Batı’nın yasalarını aldığı gözden kaçırılır. Kitapta “Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerindeki Hukuksal Gelişmeler” başlığında bu hukuksal gelişmelerin Avrupa, özellikle Fransa’dan yararlanarak olduğuna dair şunlar anlatılıyor:

“Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’la birlikte yeni bir dönem başlamış ve hukuk devleti olma yolunda önemli adımlar atılmıştır. Tanzimat Fermanı’nda Osmanlı Devleti’nin askerlik, vergi, yargı gibi temel meselelerinden bahsedilmiş ancak bu sorunların hâlledilmesiyle ilgili kanunların ayrıca çıkarılacağı ifade edilmiştir. Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde çıkarılan kanunlarda devlet ile toplum ilişkilerini düzenleme ve Avrupa kanunlarıyla entegrasyon düşüncesi etkili olmuştur…Tanzimat Fermanı’nın uygulanması için 1840 yılında 40 maddelik ceza kanunu çıkarılmıştır…

Ceza kanunu, tekniği ve yöntemi bakımlarından Avrupa hukukundan yararlanılarak yapılmıştır. 1840 tarihli Ceza Kanunnamesi’nin eksiklikleri 1851’de Kanun-i Cedit ile giderilmeye çalışılmıştır…Yine Fransa kanunları örnek alınarak 1858’de daha kapsamlı bir Ceza Kanunnamesi ile 1870’te Askerî Ceza Kanunu oluşturulmuştur. Osmanlı ticaret hukuku da Fransa kanunları örnek alınarak hazırlanmıştır.

26 Temmuz 1850’de oluşturulan Ticaret Kanunnamesi, özel hukuk alanında yapılan ilk kanundur. Bu kanuna yapılan ilavelerle birlikte Osmanlı Devleti’nde yeni ticaret mahkemeleri kurulmuş ve bu mahkemelerin yetkileri tüm ticari davaları kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Deniz ticareti hukuku ise Hollanda, Sicilya, Belçika ve Prusya kanunlarından da yararlanılarak 1863’te Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi adıyla hazırlanmıştır. Ancak Avrupa ve özellikle Fransız hukukundan yapılan uyarlamalar, faiz konusunda olduğu gibi zaman zaman İslam hukukuyla çatışmıştır…

1861’de Avrupa hukukundan esinlenilerek “Umur-i Maliyyeye Dair Nizamname” adıyla 68 maddelik bir mali kanun yayımlanmıştır. Bu nizamnameyle köy, kaza, sancak ve vilayetlerde devlet gelirlerinin tahsili ve harcanma biçimleri düzenlenmiştir.”[12]

Avrupa’dan alına hukukun İslam hukukuyla çatıştığı tespiti önemlidir. Zira Osmanlı bunu Avrupa kanunlarının kendisine uygunluğu nedeniyle değil, Avrupa ekonomisinin pazarı olmaya başlamasıyla Avrupa’nın dayatmasıyla kabul etmiştir. Haliyle Batı hukukunun İslam hukukuyla çatışması normaldir. Atatürk döneminde ise dayatma ile değil, dünyadaki hukuki gelişmelerin Türk Milleti’nin ihtiyacına uygun olanlarından yararlanılmıştır. Dahası birebir aktarma değil milli benliğe, ihtiyaca göre değiştirerek kabul vardır. Atatürk Batı’ya verilen hukuki tavizleri kaldırmıştır.

Yabancı okulların, Düyûn-ı Umûmiye ve Reji idaresinin verdiği zararlar tespiti da yerindedir. Atatürk döneminde yabancı okulların çoğu MEB’e bağlanmış ve denetlenmiştir. Bâbıâli Baskını darbe olduğu tespitine katılmıyorum.

Sonuç olarak MEB, Tarih 11 ders kitabı ile her güzel gelişmenin Osmanlı’da olduğunu, Atatürk döneminin ise başarısızlıkla dolu olduğuna yönelik tezlerin aksine Osmanlı’nın hatalarını yansıtarak Osmanlı’nın Altın Çağ Dönemi olmadığını anlatıyor.

Not: Ders kitaplarındaki Atatürk, laiklik, kadın gibi hususlarda gayrimilli ifadeler hakkında bilgi edinmek için “GAYRİMİLLİ EĞİTİM” kitabımı inceleyebilirsiniz.

[1] Mehmet Ali Kapar, Erol Yüksel, Ferhat Bildik, Kazım Şahin, Leyla Şafak, Murat Ardıç, Özgür Bağcı, Süleyman Yıldız, Yasemin Ardıç, Ed: Ferhat Bildik-Özgür Bağcı, Ortaöğretim Tarih 11 Ders Kitabı, MEB Devlet Kitapları, Ankara, 2019, s.177.

[2] Age, s.179.

[3] Age, s.136-138.

[4] Age, s.149-150.

[5] Age, s.153-154.

[6] Age, s.172.

[7] Age, s.204-205.

[8] Age, s.205.

[9] Age, s.207.

[10] Age, s.177.

[11] Age, s.206.

[12] Age, s.167-168.

 

MEB, Osmanlı’nın Altın Çağ olmadığını kabul ediyor

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 23 Eylül 2019, 16:46

    Osmanlı’nın altın çağı ders kitaplarına “yozlaşma” diye yazılan Lâle Devri’dir. O lâle soğanları, bugün Bitcoin Blockchain Libra gibi e-paraların gördükleri global işleri görmekte kullanılıyordu. Velhâsıl Felemenk milleti ile el ele vererek globalleşmenin yalancı baharını yaşadık. Gerici Yeniçeri Ocağı “nedir ulan bu liboşluklar” diye ayaklanmış ve altın çağa bir son vermiştir. Divan edebiyatında ayrı bir yeri olan şair Nedim de bu çağın SALAH BiRSEL’i idi (bkz: Sergüzeşt-i NONO bey ve elmas Boğaziçi).

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!