Medrese öğretisi için bir Japon masalı

Osman Selim Kocahanoğlu yazdı...

featured

Uygarlaşma yolunda Tanzimat’tan beri 200 yıldır bocaladığımız modernleşme sürecine, İslam dünyası için verilecek en uygun örnek Japon modernleşmesidir. Batıya tepki koyan bizim medrese İslâmcıları Japon modernleşmesine imrenirler. Bizdeki İslamcıların Japon hayranlığı, Tatar Müslümanı olan Tokyo Camii imamı Abdürreşid İbrahim’in (1852-1944) yazdığı (1905) “Alem-i İslam” kitabındaki gerçek dışı bilgilere dayanır.

Mehmet Akif dahil bizim medrese İslamcıları Japon modernizmini idealize ederek bizim Cumhuriyet devrimine alternatif görmüşlerdir. Halbuki Japon Meiji restorasyonu, konjoktürel olayların heyacanları ve birkaç kitap okumakla anlaşılacak bir olgu değildir. Bilakis ve sanılanın tam aksine Japon modernizmi Türkiye’den daha radikal ve jakoben bir devrimdir.

İşin başında ve hemen söylemek gerekir ki, Japon kültürü ile feodal Osmanlı/İslam kültürünün dinamikleri önemli farklar içermektedir. İslâm düşüncesi uzakdoğu dinleriyle Batı Hristiyanlığı gibi tarihsel ve dinsel bir rekabete girmemiştir. Batı aydınlanması, Japon kültürüyle ilk defa temasa geldiğinde, yani Japon adalarına uğradığında, bizdeki Hurma kültürü gibi kendini tekfir eden hacı hoca gericiliği ile karşılaşmamıştır. Japon modernizmi öncelikle kendi öz kültürünü Çin/Budist egemenliğinden kurtarmış, alfabesi dışında tüm geleneklerini dışlamıştır.

Şu noktayı öncelikle vurgulamak gerekir. Şintoizm, Taoizm, Budizm gibi(bizim Şamanizm inancı buna dahil) sosyolojik ve mistik kültürlerin egemen olduğu Doğu toplumlarında, İslam inancı gibi ilahi ve kitabi dinlerin selamet, ahiret, cennet – cehennem, helal-haram gibi zorlayıcı tahakkümü bulunmaz. Japon/ Şinto inancının en özgün tarafı, değişim ve analitik düşünmeye rakip bir imana atıfla, dünyevi ilişkileri ele geçirme taassubu taşımamıştır.

Japonya Doğu toplumları içinde modernite ve laikliğe geçişte istisnai bir örnektir. Japon tarihi de feodalizm ile başlamış, diğer Asya devletlerinden farklı olarak, modernleşmeyi devlet ve kimlik politikası olarak benimsemiştir. Tokugawa rejimini (1603-1867) yıkan imparator Meiji, “uygarlık-Aydınlanma” (Bunmei Kaika) ilkesini hedefine koyarak, siyasal ve ekonomik bağımsızlığını aynen Türk devrimi gibi ordu gücüyle kazanmış, devrimleri de halka zorla dayatmıştır. Meiji Japonların Atatürk’üdür.

Japonya’nın Meiji öncesi Tokugawa rejimi geleneksel hukuk düzenine dayalı babadan oğula geçen feodal bir sistemdi. İmparator hiçbir siyasi işe karışmayan simgesel bir varlıktı. İktidar Şogun denilen mütegallibe ve toprak ağası sınıflar elindeydi. Bizim Abdülaziz devrine denk gelir. Japonya’nın Batı uygarlığına yönelişi İmparator Meiji Devrinde (1868-1912) başladı (3 Ocak 1868). Devrimler halkın olgunlaşması beklenerek, belli bir zamana yayılarak değil, devlet zoruyla ve jakobence gerçekleştirildi. Önce feodal sınıflar ve eski feodal hukuk tamamen kaldırılarak(1871), Fransız, Alman, İngiliz hukuku adapte edildi. Büyük arazi sahipliği rejimi ilga edildi.

Samuray’ların silahları toplanarak modern orduya geçildi. Modernizme tepki koyan yüzlerce yerel derebeylerin görkemli şatoları yıkılarak yerle bir edildi. 278 derebeyi sahip olduğu mülklerini devlete bırakmak zorunda kaldı, bunlar merkezi devlete bağlı idari görevlere getirildi. İmparator Meiji’nin emrine girdiler. Güçlük çıkaranlar zorla yola getirildi.

Japon ulus-devletinin temelleri Meiji döneminde atıldı ve ilk başta eğitim seferberliği temel politika olarak benimsendi. Japon ulusallığı Batı uygarlığı ve bilim ile bütünleştirildi. Konfüçyüs felsefesinin okutulduğu klasik eğitim tamamen terk edildi. Meiji devrimi, sosyal hayatın “verili sıfır noktasından” başlayarak, radikal/ sancılı bir yoldan geçerek, çağdaş yurttaşlık bilincini yerleştirdi. Bizzat İmparatorun ağzından yazılan Meiji Andı, geçmişle radikal bir kopuşu simgeler. Şöyle:

“… Geçmişin fena adetleri kaldırılacak, doğanın kanunlarına uygun olarak her şey yeniden düzenlenecek, imparatorluk idaresini güçlendirmek için gerekli ilim ve irfan tüm dünyadan aranıp bulunacaktır…”

İlk adımda Japon halkına giysi ve saç şeklini serbestçe değiştirme özgürlüğü getirildi(1871). Kadınların “kaşlarını kazıtma” ve “dişlerini siyaha boyama” adeti kaldırıldı, “Samuray tipi” saç bağlama adeti yasaklandı. Kamusal alanda memur ve askere Batılı giysi giymeleri şart koşuldu. Kadınlar, kimono kisvesinden çıkarak, Batı tarzı kıyafet giydiler. Batı usulü takvim kabul edildi, Çin harfleri Japon gramerine uyduruldu.
Japon toplumu hiçbir komplekse kapılmadan Batı teknolojisini önce taklit etti sonra kendisi üretti. Japonlar, “geleneğe sadık kalarak” modernleşmiş değildir, kılık – kıyafeti devrimi bir yana, öbek öbek Hıristiyanlığa geçip İsevi isim almaya yönelmiş; İmparator Meiji “dur” demek zorunda kalmıştır.

Japon modernleşmesi toplumun iç dinamiklerinden gelen baskıyla değil, tamamen tepeden inme gerçekleşmiş, “Zengin Devlet-Güçlü Ordu” ilkesi metafor olarak kullanılmıştır. Japon elitleri modernleşmeyi Batılılaşma ile eş anlamlı düşünmüş, Batıya direnmeyip, tam tersine sosyalleşip ona eklemlenerek modernleşmiştir. Medrese öğretisi ve Bedevi kültürünü din kabul eden bizim İslamcıların Japon aydınlarından bir farkı derhal göze çarpır. O da şu: Bizim İslamcılar ” Batı kafirinden kendini üstün görme kibirini taşırdı, dolayısıyla onun üstünlüğünü kabul edememe kompleksi” taşırdı. Japon toplumu işte bunu yaşamadı.

Japon devrimi, o kadar jakoben ve baskıcı oldu ki, gerekli kamusal davranış kurallarını yerleştirmek için, yararsız gelenekleri devlet eliyle kökünden yıkmış, halk buna mahkum edilmiştir. Japon halkının Türkiye’den tek farkı, sosyal bünyesi homojen yapıya sahipti. Bu nedenle bizim gibi etnisite sorunu yaşamamıştır. Yani aynı dili konuşan tek bir millet olmasıdır. Bizde ise çok sayıda mezhep, sayılmayacak kadar tarikat, cemaat, şeyh efendi, Şıh efendi mevcuttur.

“Tanrının Yolu” anlamındaki Şinto inancına gelince, onların tanrısı güneşti. Güneş tanrısıyla insanlar arasındaki ilişkiler oldukça insancıldır. Şintoizm, bizdeki gibi ilahi ve kutsal kitabı olmayan bir “halk dini”dir.Bu kültürün “ahlak öğretisi” bizdeki gibi “sevap ve günahlar, soyut imajlar, korkutucu cehennem tehditleri” içermez. Şintoizm, aslında bir din değil, yöresel merasimler kümesiydi. Şinto’nun insanlara olan bu yakınlığı ve dostluğundan dolayı Japonya’nın toprağı, suyu, havası, ırmakları – dağları ve ormanları insanlar için kutsaldır. Cennet – Cehennem inancı, Hurileri – melekleri, Cin ve Şeytanları yoktur, cennetleri bu dünyadaki doğal güzelliklerdir. Şinto inancı, Japon ruhunda ahlaki birlik yaratmıştır…

Şinto inancı, İslam gibi dinsel ve uhrevi derinliklere, kıssa ve hisselere yer vermeyen, dünyevi ve pragmatik bir inanç sistemidir. Şinto inancının ahlaki boyutu, Konfüçyüs felsefesi ve aforizmalarına dayalıdır. Ahlakın en başında “SEVGİ” bulunur. Japon dilinde “milli” demek “dini” demek; “dinî” demek “milli” demektir. Orada “millet” kavramından ayrı bir “din” kavramı yoktur. Şinto inancı ve rahipleri İslamcılık gibi “günah- sevap, haram- helal, farz- sünnet, mekruh” gibi ölçü ve kavramlar barındırmaz, topluma iyilik, güzelik ve ahlak kültürü verir. Bu kültür hiçbir zaman bir Batı icadına, Batı gelenek ve hukukuna “caiz değildir, günahtır, haramdır” diye karşı çıkmamıştır…

Meiji devriminin bir parolası da, “hükumet işlerini ondan anlayana bırakın” ilkesi idi ki, bizdeki “işi ehline verin” anlamınadır. Bu felsefenin hümanist, laik/seküler ve rasyonel eğilimleri herkes tarafından kabul edilmiştir. Bizim medrese öğretisi gibi her yeniliği “tekfir” eden hacı-hoca- ulema yetişmemiştir… Bundan dolayı da din-bilim çatışması olmamıştır. Şinto rahipleri dini güçlerini hiç çekinmeden siyasi otoritenin emrine vermiş, kılık kıyafet değişimine zihnen ve fiilen hiç direnç göstermemiştir.

İslam dünyasındaki medrese ulemasına gelince, değil başındaki FESİ yanındaki püskülü bile imanının simgesi saymıştır. İslamda ruhbanlık olmadığı halde ilmiye üniformalı, tarikat cübbeli “ruhban” zümresi türemiştir. Padişahlar, herkese dokunduğu halde bunlara dokunamamıştır. Fes ve püskül, saç-baş örtüsü, sakal ve kıl gibi fetişler, dinin vazgeçilmezi sayılmış, modern kıyafet ve hayat tarzı, kâfir icadı, dini çürük ırzı kırık toplumların hayat tarzı görülmüştür. Dayanakları ise uydurma bir hadistir: ”
Menteşebbehe bi kavmihi fehüve minhüm…”(Bana benzemeyen benden değildir)
Japonya’da bizim gibi “Turizm fuhuş ve ahlaksızlık getirir” diyen partiler kurulmadı. Batı kıyafeti giyiyor, fotoğrafını devlet dairelerine astırıyor diye II. Mahmud’a “gavur padişah” diyen Saçlı Şeyhler Japon kültüründe yetişmedi. Japonlar İmparatorunu/ Mikadosunu gavur diye aşağılamadı. Kadavra ve karantinaya karşı çıkılmadı. Doğumevi/Veledhaneye “PİÇHANE” diyen Abdülaziz, “resim günahtır” diye haritaları lağım çukuruna atan okul müdürleri yetişmedi…

Bizim medrese Yobazları en çok laikliğe karşı çıkarak, O’nu içgüdülerine kapılan insanın şeytani sapkınlığı görmüştür. Laiklik medrese yobazının midelerine oturmuştur. Halbuki sekülerlik ve Laiklik, dinin, siyasetin, ekonominin, bilim ve sanatın ruhu şekillendirici olmaktan çıkıp, dinden arınmasıdır. Yahudi ve müşriklerle polemiğe giren Kur’an, onları nankörler (kafir) sayıp cehennem azabıyla tehdit ettiğine göre, bizim Maun müslümanı da dünya hayatına dalıp ahireti unutamazdı. Tek istisnası kasa – masa, hırsızlık ve yolsuzluktan vazgeçemezlerdi… Adalet, doğruluk ve liyakat bu kültürün yanına uğrayamazdı.

Japonya’ya imrenen bizim medrese yobazlığına hatırlatalım: Laiklik fikrini Japonya’da ilk savunan kişi Sihimaji Mokurai (1838-1911) isimli bir din adamıdır. Meiji döneminde Batıyı tanımak için gönderilen Japon Diplomatik Misyon Heyetine (1871-73) bir de din adamı katılmıştır. Rahip Mokurai’ye gelişmiş ülkelerdeki dini kurumları inceleme görevi verilmiştir. Türkiye’yi ilk ziyaret eden Japon heyeti de budur. Hristiyan, Yahudi, Müslüman ülkelerdeki din kurumlarını inceleyen Mokurai, Paris’ten imparatora gönderdiği mektupta, Japonya’nın da Batı ülkeleri gibi din devlet ayırımına gidip laikliğe geçilmesini zaruri görmüştür. Bir raporla, imparatora bizzat önermiştir… Sanki bizim Katip Çelebimiz gibi…

Meiji restorasyonunda Şinto dışındaki bütün Budist tapınakları kapatılarak, cemaat mülklerine el konulmuş, Buda heykelleri yıkılmış, rahip olmak yasaklanmış, sadece Şinto inancı milli din kabul edilmiştir. 1868-77 yılları arasında yapılan düzenleme ile din işleri, İçişleri Bakanlığına bağlı, ” Tapınak ve Sunaklar Müdürlüğü” ihdas edilmiştir. Din işleri halen İçişleri Bakanlığına bağlı bir departmanıdır. Japonya’da devletin herhangi bir dini gruba destek vermesi mümkün değildir. Bir Budist rahip tarafından önerilen bu laik sistem halen uygulanmaktadır.

Bizdeki Tanzimatın ilanı(1839) Meiji devriminden yarım asır önce olduğu halde sonuç alamamıştır. Kıyaslama yapılırsa, Türk modernleşmesi, “öz ve biçim” yekpareliği sağlayarak, temelde doğru bir yol izlemiştir. Şinto kültüründen daha katı hurafelere başka türlü davranılamazdı.

Dünyadaki ve bizdeki İslamcı teoriye gelince, cumhuriyet devrimleri ve laikliğe direndiği sürece, uygarlığın gerisinde kalmaya ve Japonya’nın çağı yakalayan seküler dinamiklerini algılamaktan aciz kalmaya mahkumlar. Şanlı mazi ve kuru hamasete sarıldığı, “kıl ve tüy” müslümanlığını devrim saydığı sürece, düşünceyi ruhban baskısından kurtaran laikliği algılayamazlar. Kendilerini bu kafadan rehabilite edemeyince de, ” bizi dev uykusundan uyandırdı” diye kin ve nefretlerini Tarihin Doğurduğu Adam’a kusarlar. Zihinlerine “müslüman” yerine “insan ve vicdan” öznesini sokamadığı, din sömürgenliği ve ahlak sürüngenliğinden kurtulmadığı sürece, uygar düşünceye evrilmeleri, hatta ve hatta tıpkı doğa canlıları gibi evcilleşmeleri kesinlikle mümkün görünmüyor.

(*) Kaynakça: (1) Selçuk Esenbel, Japon Modernleşmesi ve Osmanlı (2) Selçuk Esenbel, Meiji Restorasyonu, Toplumsal Tarih/ (3) Erdal Küçükyalçın, Japonya’da Laikliğin Doğuşu, T.Tarih/ (4) Oğuz Baykara, Meiji Dönemi Japon Edebiyatı, T.Tarih/ (5) Ali Akkemik, Meiji Restorasyonu, T.Tarih/ (6) H.Z.Ülken, Çağdaş Düşünce Tarihi/ (7) Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma (8) Niyazi Berkes, Asya Mektupları/ (9) İsmail Tokalak, İslam Ülkeleri Neden Geri Kaldı?/(10) İlhami Güler, Politik Teoloji Yazıları/ (11) OSK, Medrese mi Modernite mi?

Medrese öğretisi için bir Japon masalı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 11 Mart 2023, 21:31

    Japon’lar batılı faşistlere uyarak Meiji ve Şowa dönemlerinde, kendi insanına bile akla hayale gelmeyecek barbarlıklar yapmışlardır. Gerçek liderleri Ieyasu Tokugawa ya ihanet etmişlerdir. Irkçılığı bir zehir gibi kendi insanlarının kanına zerk etmişlerdir. Bu hayasız dönem 1945 te yine hayasız bir başka devletin attığı nükleer bomba ile son bulmuştur.

  2. Avrupanın son 500 yılını, dünyanın son 300 yılını, ibrani kökenlileri dışarıda bırakarak anlatamazsınız. Din’le kültürle açıklayamazsınız. Açıklarsanız güzel hikaye olur. Gerçek olmaz.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!