NATO-Rusya-AB üçgeninde çatışma dinamikleri

featured

Dr. Ali Rıza Kuğu yazdı…

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı geniş çaplı askeri harekât bir buçuk aydır devam ediyor. Bir kısım analizci ve uzman Rus saldırısının başarısız olduğunu iddia ederken, bazıları Putin’in politik bakımdan istediğini elde ettiğini savunuyor.

Ukrayna Savaşı’nın Avrupa-Atlantik sistemi ile Avrasya arasında kaçınılmaz bir jeopolitik çatışma olduğu tartışmasızdır. Bu çatışmayı en çok isteyen de Atlantik cephesi yani A.B.D.’dir. A.B.D. Avrasya coğrafyasında Rusya, Çin ve İran’ın başını çektiği güçlü bir cephenin oluşmasını önlemek istemektedir. Bu maksatla öncelikle Rusya’nın zayıflatılması ve Doğu Avrupa ile Karadeniz havzasındaki nüfuzunun kırılması gerekmektedir. Rusya’yı hukuken zor durumda bırakacak ve uluslararası toplumda yalnızlaştıracak hamlelere ihtiyaç vardır.

Bu yüzden NATO’nun genişlemesi, Ukrayna ve Gürcistan’da renkli devrimlerin desteklenmesi, Orta Asya ülkelerine el atılması, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da askeri konuşlanmanın yoğunlaştırılması vb. hareketlerle Rusya kışkırtılmıştır. Ukrayna istikrarsızlaştırılmış ve politik sistem oligarklar ve Neo-Nazi diye nitelenen grupların etkisine açık hale getirilmiştir. Batı tarafından pohpohlanan Ukrayna kriz anında yapayalnız bırakılarak Rusya’nın önüne atılmıştır.

Ne olursa olsun; Rusya’nın en yakını olan komşusuna böylesine şiddetli bir askeri darbe vurma kararı ve bunun neden olduğu ağır insani kriz hiçbir gerekçeyle haklı görülemez. Rusya’nın NATO’nun genişlemesinden ve Ukrayna’daki paramiliter yapılanmalardan duyduğu güvenlik endişeleri haklıdır; ancak bunları bertaraf etmenin yolu Ukrayna’yı yerle bir etmekten geçemez. 21’inci yüzyılda uluslararası sınırların yok sayılması ve BM Anlaşması’nın 51’inci Maddesi yani “meşru savunma” amacı dışında bir ülkeye karşı askeri güç kullanılması insanlık adına endişe vericidir. A.B.D.’nin Irak’ı işgali ne kadar hukuk dışı ise Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’ya saldırısı da o kadar hukuk dışıdır. Rusya Devlet Başkanı Putin Kremlin’deki “Silovikler” ile birlikte ülkesi için riskli adımlar atmaktan çekinmemektedir.[1]

Aslında Avrupa ülkeleri ve Rusya “Avrasya adası” üzerinde yer alırlar. Rusya coğrafi açıdan hem Avrupa hem de Asya ülkesidir. Rusya ve Batı Avrupa’nın birlikte hareket etmeleri ekonomik, coğrafi ve güvenlik açısından kendileri açısından bir avantaj olurdu. Böyle bir birlikteliğin dünya dengelerini değiştirecek bir güç merkezi oluşturacağı da çok açıktır. Bunun önüne geçmek isteyen A.B.D. 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Avrupa’yı ekonomik kalkınma ve güvenlik açısından kendine bağımlı kılmış ve bunun adına Transatlantik Bağ demiştir. Soğuk Savaş sonrasında Rusya bilinçli bir şekilde adım adım Batı dünyasının dışına itilmiştir. Bunda Rusya’da yerleşik politik kültürün de etkisi olmuştur.

Şimdi Transatlantik Bağ’ı bir tarafa bırakarak, Ukrayna Savaşı’na Avrasya’nın kendi içinden yani NATO-Rusya-AB üçgeninden bakalım.

GENİŞLEYEN NATO RUSYA’YI SIKIŞTIRIYOR

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nün kuruluş amaçları Washington Anlaşması’nın ilk beş maddesinde açıklanmaktadır. Buna göre İttifak’ın politik amacı uluslararası anlaşmazlıkların BM Yasası’nın öngördüğü şekilde “barışçı yöntemler”le çözümüne katkıda bulunmak, üye ülkeler arasında barışı ve dostluk ilişkilerini geliştirmek, istikrar ve refahı artırmak ve ekonomik işbirliğini teşvik etmektir.

Askeri amacı ise bir saldırıya karşı üyelerinin direnme yeteneklerini artırmak, herhangi bir üye ülke tehdit altında ise danışma mekanizmasını çalıştırmak ve üyelerden birine yapılacak silahlı bir saldırıyı hepsine yapılmış sayarak silahlı güç kullanma dâhil söz konusu ülkeye her türlü yardımı yapmaktır. Kurucu anlaşmaya göre NATO barış ve dostluğu esas alan bir savunma ittifakıdır ve görev alanı üye ülkelerle sınırlıdır.

Soğuk Savaş sonrasında NATO, birbiri ardına yapılan 1991 Roma, 1994 Brüksel, 1997 Madrid ve 1999 Washington Zirvelerinde ciddi bir değişim içine girmiştir. Güvenlik, danışma, caydırma ve savunma gibi geleneksel görevlerine kriz yönetimi ve ortaklık görevlerini eklemiştir. Buradaki temel değişim, Avrupa-Atlantik bölgesinin genişletilmesi, danışma mekanizmasının güvenlik dışındaki alanlara da kaydırılması ve kriz yönetimi ve ortaklık göreviyle kolektif savunmayı öngören 5’nci Madde dışına (Non-Article 5) taşılmasıdır. Böylece NATO’nun etki ve ilgi alanının genişletilmesine ve İttifak’ın küresel ölçekte politik-askeri bir güvenlik örgütü halini almasına karar verilmiştir. İlk hareket olarak Avrupa-Atlantik Bloku NATO kanalıyla doğuya doğru ilerlemeye başlamıştır. Çok açıktır ki, bu yeni misyon NATO’nun kuruluş amacıyla uyumlu değildir.

Doğu Bloku çöktüğünde NATO’nun 16 olan üye sayısı dört genişleme dalgası sonucunda 30’a çıkmıştır. NATO’nun genişlemesinde barış ve istikrarı tüm kıtaya yaymak hedeflenmişse de gerçek amaç Rusya’nın Doğu Avrupa üzerindeki nüfuzunu sınırlamak ve onu Asya’ya itelemektir. Ayrıca NATO’nun genişlemesinin ekonomi politiği irdelendiğinde, esas amacın serbest pazar ekonomisinin NATO güvenlik şemsiyesi altında coğrafi olarak doğuya doğru büyütülmesi olduğu görülecektir. Nitekim eski Doğu Bloku üyelerinin NATO üyeliği AB’ye tam üyeliğe hazırlık aşaması olarak kullanılmış ve bunlar bir süre sonra AB üyesi de olmuşlardır.

Baltık Cumhuriyetleri, Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyeliği ile birlikte A.B.D. Başkanı’nın “Baltık’tan Karadeniz’e uzanan bir İttifak”[2] sloganı gerçekleşmiştir. Rusya NATO’nun Doğu Avrupa ve Balkanlara doğru genişlemesine hep kuşku ile yaklaşmıştır. Genişleme bu noktada da kalmamış, NATO A.B.D.’nin isteği doğrultusunda Ukrayna ve Gürcistan ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. NATO tarafından kuşatıldığını düşünen Moskova yönetimi bu durumu Rusya’nın “yakın çevre” denilen etki alanına ya da bir başka ifadeyle arka bahçesine tecavüz olarak algılamaktadır.

A.B.D. Karadeniz’de güç sahibi olmak için NATO’yu kullanmaktadır. Ukrayna ve Gürcistan kanalıyla A.B.D. ve NATO’nun Karadeniz’de daha fazla söz sahibi olması, şimdiye kadar yarı kapalı bir deniz olan Karadeniz’in bir uluslararası rekabet ve çatışma alanı haline gelmesine yol açacaktır.

NATO’nun Barış İçin Ortaklık (BİO) girişimi “Atlantik’ten Urallar’a barış içinde bir Avrupa” sloganıyla 1994 yılı başında uygulamaya konulmuştur. Kurucu Belge de denilebilecek olan “BİO Çerçeve Dokümanı”nda belirtildiği şekliyle BİO’nun amacı, temel insan hakları ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi, özgürlük, adalet ve barışın demokrasi yoluyla garanti altına alınması, baskı ve tehdidin ortadan kaldırılması suretiyle Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenliğin artırılmasıdır. Böylece NATO kendi üyesi olmayan ülkelerle de “Ortaklık (partnership)” adı altında kurumsal bir ilişki kurmuştur. Bilahare teşkil edilen Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi (AAOK/EAPC), NATO üyeleri ve ortakların periyodik aralıklarla bir araya gelip görüş alışverişinde bulundukları bir platform haline gelmiştir.

NATO, BİO kapsamında Rusya ve Ukrayna ile özel ilişkiler geliştirmiştir. NATO-Rusya Konseyi vasıtasıyla Rusya’nın İttifak’ın genişlemesine göstereceği tepkinin azaltılması amaçlanmıştır. Ayrıca NATO ile Rusya arasında kurumsal çerçevede ve periyodik olarak gerçekleştirilen danışmalarla, Moskova’ya NATO’nun Rusya’yı hedef almadığı mesajı iletilmekte ve söz konusu ülkenin NATO karşıtı bir blok oluşturmasının önüne geçilmekteydi. Rusya’nın bu ilişkiden kazancı ise sürekli Avrupa güvenlik gündemini takip ve kısmen kontrol edebilmesiydi. Ancak NATO’nun genişleme çabalarının Rusya sınırına dayanması bu güven ortamını ortadan kaldırmıştır. 2019 yılından itibaren NATO-Rusya Konseyi tüm fonksiyonlarını askıya almıştır.

NATO-Ukrayna ilişkisinin temelindeyse Ukrayna’nın önemini vurgulamak yanında, onun bağımsızlığını desteklemek ve Rusya’ya karşı Ukrayna’nın arkasında durmak vardı. Bu açıdan bakıldığında NATO’nun iki ülke ile olan kurumsal ilişkileri birbirinin adeta anti tezini oluşturmuş; sonunda NATO ikisinden birini tercih etmek zorunda kalmış ve Ukrayna’yı tercih etmiştir. Ukrayna yönetimi de Rusya ile olan can alıcı sorunlar ve giderek ısınan kriz nedeniyle arkasını tamamen A.B.D. ve NATO’ya dayamıştır.

Rusya Batı’nın Ukrayna’ya desteğinin fiili askeri yardıma dönüşmeyeceğini anladığı an saldırıyı başlatmıştır. Nitekim kırk beş günden beri ağır bombardıman altında olan direnen Ukrayna Batı’ya döndüğünde “Bravo Capitano” çığlıklarından daha somut bir destek görememiştir.

RUSYA EMPERYAL HEVESLER TAŞIYOR

Rusya otokratik bir devlet geleneğine sahiptir. Bu geleneğin günümüzdeki temsilcisi Vladimir Putin ve muhafazakâr partisi “Birleşik Rusya” son 20 yılı aşkın süreden beri seçimleri kazanmaktadır. Birleşik Rusya’yı komünist ve aşırı milliyetçi partiler izlemekte olup, Batı tipi demokrasiyi savunan partiler hiçbir zaman ciddi bir oy potansiyeline sahip olamamışlardır.

Putin, iktidara geldiği andan itibaren dış politikada önceliği Federasyon’un sağlamlaştırmasına vermiştir. Bunun için Doğu Avrupa, Balkanlar ve Ortadoğu’da Batı ile rekabeti bir süreliğine dondurmuştur. Putin’in 2000 yılında imzaladığı yeni dış politikanın temeli “yakın uzaklık (near abroad)”taki çevrenin kontrol altında tutulmasıdır. Burada “Yakın Çevre” ifadesiyle kastedilen bölge, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’nun yani eski S.S.C.B.’nin kapsadığı coğrafyadır.

Batı ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi muhtemel bölgeler öncelikle Doğu Avrupa, Güney Kafkasya ve Orta Asya’dır. Bunu erkenden gören Rusya, hemen İran ve Ermenistan’la stratejik bir ortaklık oluşturmuş; daha sonra Azerbaycan’ a karşı Karabağ, Gürcistan’a karşı Güney Osetya ve Abhazya sorunlarını kullanmıştır. Gürcistan’ın stratejik hedeflerini bombalamıştır. Kırım’ı cebren ilhak etmiş, Ukrayna’nın iç karışıklıklarında taraf olmuştur.

Batı’yı Orta Asya’dan uzak tutmak için 1996’da hızla “Şanghay Beşlisi”ni oluşturup, Çin ile işbirliğine gitmiştir. A.B.D’nin Afganistan’dan çekilmesini dengelerin yerine oturması olarak tanımlamış ve köktenci Taliban’ın iktidara yeniden el koymasını alkışlamıştır.

Öte yandan Rusya, daha önce bir süreliğine çekildiği Ortadoğu alanına yeniden ve güçlü bir dönüş yapmıştır. Suriye iç savaşına müdahil olmuş, Beşar Esad rejimi varlığını Rusya ve İran’ın desteğiyle sürdürebilmiştir. Suriye’de eski askeri üslerini güçlendirmiş, ayrıca yeni üsler elde etmiştir. Libya’daki iç çatışmalarda hem devlet hem de paramiliter güvenlik şirketleri vasıtasıyla etkili olmuştur.

Rusya “Yakın Çevre”de Batı ile rekabeti başlangıçta bilinçli olarak A.B.D.’ye yöneltmiştir. Rus yönetimi AB’ye karşı açıktan bir karşı duruş sergilemekten özellikle kaçınmıştır. Bunda AB’yi A.B.D.’ye karşı bir denge unsuru olarak kullanma düşüncesi ve Rus ekonomisinin Avrupa ülkeleri ile ilişkilerinin rol oynadığı açıktır. Örneğin 2000 yılında AB ile olan ticaret Rus ihracatının yüzde 40’ına, ithalatın ise yüzde 38’ine tekabül etmektedir. Bu yüzden Rusya, AB’nin genişlemesine NATO’nun genişlemesine gösterdiği tepkiyi göstermemiştir.

Putin liderliğinde toparlanıp geleneksel jeopolitik manevralarına dönüş yapan Rusya, NATO’nun genişlemesine en şiddetli tepkiyi Ukrayna’ya Şubat 2022’de topyekün bir askeri saldırı başlatarak göstermiştir. Ukrayna’ya karşı nükleer tehdit dâhil her türlü şiddeti kullanmaktan çekinmeyen Putin, belli ki tüm Batı dünyası ile köprüleri atmayı göze almıştır.

Rusya Devlet Başkanlığı ve Başbakanlığı yapmış olan Medvedev, Putin’in amacının Lizbon’dan Vladivostok’a kadar uzanan büyük bir Avrasya inşa etmek olduğunu söylüyor.[3] Bu ilk bakışta A.B.D. hegemonyasını kırmak anlamında kulağa hoş gelse de asıl amacın yeni bir Rus imparatorluğu kurmak olduğunu bilmek için kâhin olmak gerekmiyor.

AB EKONOMİK AÇIDAN GÜÇLÜ ASKERİ AÇIDAN ZAYIFTIR

Avrupa Birliği de NATO gibi Soğuk Savaş sonrasında yeni bir döneme adım atmıştır. Bu yeni dönemde AB’nin omurgasını oluşturan Maastricht Antlaşması Kasım 1993’de yürürlüğe girdi. Bu antlaşmanın ana esasları parasal birlik, Avrupa vatandaşlığı, ortak dış, güvenlik, adalet ve içişleri politikalarının yürürlüğe sokulması idi.

Aynı zamanda 1995, 2004, 2007 ve 2013’deki genişleme dalgalarıyla AB’nin üye sayısı 27’ye yükseldi. AB genişleme dalgalarının NATO’nun genişlemesi ile eşgüdüm halinde gerçekleştiğine dikkati çekelim. AB’nin genişlemesinin arkasında rekabet gücünü artıracak yeni pazarlar ve ucuz işgücü kaynakları bulma düşüncesi yatmaktadır.

AB ekonomik nüfuz bölgesini büyütmek için “Genişlemiş Avrupa (Wider Europe)” ve “Avrupa Çevresi veya Komşuluğu (European Neighborhood)” projelerini hayata geçirmiştir. “Genişlemiş Avrupa” tüm Avrupa Konseyi ülkelerini kapsarken, Avrupa Çevresi NATO ve AB dışındaki OSCE ülkelerini kapsamaktadır. Buradaki temel düşünce Avrupa’nın çevresini Avrupalılaştırmaktır. Bazı AB yetkilileri Avrupalılaştırma stratejisinin A.B.D. ile rekabet edebilecek ortak bir Avrupa Dış ve Güvenlik Politikası (ADGP/CFSP) oluşturmaya yardımcı olacağını düşünmüşlerdir.

AB’nin “Genişlemiş Avrupa” ve Rusya’nın “Yakın Çevre” haritalarını üst üste koyduğumuzda, birbirinin nüfuz alanlarına tecavüz ettikleri görülür. İki projede ortak olan bölgeler Baltık ülkeleri, Moldova, Ukrayna, Güney Kafkasya ve Orta Asya’dır. Dolayısıyla anılan bölgeler açık ya da örtülü çatışma alanlarıdır.

AB 2008 yılındaki küresel krizden önemli derecede etkilendi ve kamu açıklarının yükselmesi, işsizliğin artması, büyüme oranlarının düşmesi vb. sorunlarla karşı karşıya kaldı. 2010 yılında Yunanistan’da patlak veren borç krizi diğer AB ülkelerinin ekonomik sorunlarını da olumsuz etkiledi. Akabinde ekonomik anlamda bir toparlanma yaşanırken, düzensiz göç krizi, Brexit, aşırı sağ ve popülist akımların yükselişi gibi yeni sorunlarla karşılaşıldı. Bu kaotik ortam içinde AB, gelecekte nasıl bir yapıya evrileceğini tartışıyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, AB dünyadaki en güçlü ekonomik ve siyasi örgütlenmedir. Yaklaşık 450 milyonluk nüfusu, 15 trilyon doların üstündeki Gayri Safi Yurt İçi Hasılası ve kişi başına 34 bin dolara yakın ortalama geliri ile A.B.D.’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisidir.

AB’nin ekonomi alanında sergilediği başarıyı ortak dış politika ve güvenlik alanında gösteremediğini söylemek zorundayız. Her şeyden önce AB’nin büyük üyeleri kendi ajandalarını yürüttükleri ve birbiriyle rekabet ettikleri için ortak politik irade oluşamamıştır. ADGP ağır aksak yürürken, 90’lı yılların başlarından itibaren Avrupalı müttefikler kendi ortak güvenlikleri için daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini tartışmaya başlamışlar ve bu çabalar NATO içinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK/ESDI)’nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.

AB’nin desteklenmesi ve duplikasyonun önlenmesi için bu kapsamda NATO tarafından Birleşik Müşterek Görev Kuvvet Konsepti (BMGK/CJTF) geliştirilmiş ve böylece “ayrılabilir fakat ayrı olmayan” karargâhlara sahip olunması amaçlanmıştır.

NATO’nun Washington Zirvesi’nde konu detaylı olarak ele alınmış ve Berlin(+) diye bilinen kararlar alınmıştır. Bu arada NATO kendisinin müdahale etmek için isteksiz olduğu krizlere AB’nin tek başına müdahalesini kabul ediyor; bununla birlikte şeffaflık ve danışma mekanizmalarının çalıştırılması, duplikasyonların önlenmesi ve AB öncülüğündeki harekâta AB üyesi olmayan müttefiklerin de katılımına verdiği önemin altını çiziyordu.

Berlin(+) Kararları, AB’nin NATO planlama yeteneklerine erişimi, önceden belirlenmiş NATO olanaklarının AB’ye sağlanması, komuta seçenekleri, NATO Avrupa Müttefik Başkomutanı Yardımcısı (DSACEUR)’nın rolünün geliştirilmesi ve NATO savunma planlama sisteminin adaptasyonunu konu ediyordu. Bilahare Aralık 1999’daki AB Helsinki Zirvesinde kabul edilen “Headline Goal” ile, 1997 Amsterdam Anlaşması’nda belirtilen Petersberg görevlerini yapmak üzere 60 bin kişilik bir kuvvetin 2003 yılına kadar oluşturulması öngörülmüş; ancak gerçekleştirilememiştir. AB bünyesinde Askeri Komite ve Askeri Karargâh oluşturulmuştur.

Tam NATO ve AB arasındaki sorunlar ortadan kalktı diye düşünürken, Irak Krizi’yle birlikte iki kurum arasındaki görüş ayrılıkları yeniden su yüzüne çıkmıştır. Daha doğrusu, NATO içinde “AB’yi temsil eden klik” (Fransa, Almanya, Belçika, Lüksemburg) ile A.B.D. öncülüğündeki “Trans-Atlantik klik” arasında bir çatışma yaşanmıştır. Burada asıl çatışma güvenlik, ekonomi ve kültürel nedenlerle Avrupa’dan tam olarak çekilmek istemeyen A.B.D. ile kendini Avrupalılık fikrinin hamisi sayan Fransa arasında cereyan etmektedir.

Gerçek hayatta AB ülkeleri kendi savunma yeteneklerini beklenen ölçüde geliştirmemiş ve yaşlı kıtanın savunmasını NATO kanalıyla Amerikalılara bırakmaya devam etmişlerdir. AB’nin planlama ve icra yetenekleri açısından askeri gücü dikkate alınmayacak kadar yetersizdir. Bunun en önemli nedeni, Avrupa ülkelerinin refah kaybına yol açacağı kaygısıyla savunmaya yeterli bütçe kaynağı ayırmamalarıdır. A.B.D.’nin 2022 mali yılı için savunma harcamaları 768 milyar dolar iken, 2020 yılında 27 AB ülkesinin toplam savunma harcaması 200 milyar Euro’dur. A.B.D.’nin savunma harcamalarının bütçedeki payı % 3,3, AB’ninki ise % 1,3 civarındadır.

Nitekim bir önceki A.B.D. Başkanı Donald Trump bu durumdan rahatsızlığını açıkça dile getirmiştir. Biden iktidara geldikten sonra bu konu kısmen gündemden düşmüştür. Çünkü A.B.D. müesses nizamının Avrupa’dan çekilmeye niyeti hiçbir zaman olmamıştır.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması üzerine Avrupa Birliği Konseyi, 21 Mart 2022 tarihinde “Güvenlik ve Savunma İçin Bir Stratejik Pusula” isimli belgeyi yayınladı. Anılan belgede sanki yeni keşfedilmiş bir şeymiş gibi, artan hibrid tehditlerden, politik rekabet ve silahlanma yarışından, açık deniz, dış uzay ve siber evrendeki çatışmalardan, ekonomik ve enerji baskısından ve iklim değişimi sorunlarından bahsediliyor.

Buna karşın öncelikle Avrupa’nın güvenliği için A.B.D. ve NATO’nun vazgeçilmezliğinin altı çiziliyor. Anlaşılan o ki, Avrupa güvenliğini yine Transatlantik Bağ kanalıyla sağlamaya devam edecek. Stratejik Pusula” belgesi her ne kadar AB ülkelerinin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP)’nın geliştirilmesi, planlama ve harekât icra etme anlamında askeri yeteneklerinin güçlendirilmesi kararlılığını vurgulasa da; buna yönelik somut bir yol haritası içermiyor. Örneğin 5 bin kişilik bir ani müdahale gücü oluşturmaktan bahsediyor ki, bu kuvvet koskoca Avrupa için kayda değer bir birlik sayılamaz.

Stratejik Pusula belgesinin bir diğer ilginç yanı en büyük tehditler olarak “çok kutuplu dünya düzeni”, Rusya ve Çin’i gösteriyor. Kamuya açık bir politik strateji belgesinde böyle şeyler yazılması pek alışıldık değildir. Yeni düşmanlık ve çatışmaları körüklemekten başka bir işe yaramaz.

Bu belgede gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da Doğu Akdeniz ile ilgili olarak yazılan hususlardır. Doğu Akdeniz’de AB üyelerine karşı provokasyon, tek taraflı eylemler ve egemenlik haklarının ihlali nedeniyle gerilimin sürdüğü vurgulanıyor. Bu ifade şüphesiz Türkiye’yi hedef alan bir ifadedir.

Bu belgenin AB’nin savunma yeteneklerini gerçekten geliştirip, ona Avrupa’nın savunması alanında bir karar verme özerkliği kazandırıp kazandırmayacağını hep birlikte göreceğiz. Şimdilik umut olmadığını söylemekle yetinelim. Çünkü askeri açıdan güçlenen AB daha bağımsız davranmak isteyecektir ki, A.B.D.’nin istediği şey bu değildir. A.B.D.’nin istediği şey Avrupa’nın sadece daha fazla para harcamasıdır. Bu paralar elbette Amerikan “askeri-endüstriyel kompleksi”ne gidecektir.

UKRAYNA SAVAŞI’YLA BİRLİKTE KILIÇLAR ÇEKİLMİŞTİR

Ebedi önder Atatürk der ki “Harp hayati ve zaruri olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe harp bir cinayettir.” Ukrayna Savaşı hayati ve zaruri olduğu konusunda üzerinde mutabakat sağlanan bir savaş değildir.

Öte yandan savaş politikanın başka yollarla devamıdır. Rusya’nın ötekileştirip köşeye sıkıştırılması kabul edilemez; ama egemen bir devlet olan Ukrayna’nın bu denli ağır bir askeri şiddete maruz bırakılması da kabul edilemez. Büyük resimde tarafların her şeyi göze almış olmalarından anlıyoruz ki, yeni bir dünya düzeni için böyle bir jeopolitik karşılaşma kaçınılmazdır ve kılıçlar artık çekilmiştir. Jeopolitik bağlamda A.B.D. ve Rusya çatışmanın ana aktörleri olmakla birlikte, NATO-Rusya-AB üçgeninde de çatışma potansiyelini artıran dinamikler vardır.

Ukrayna’daki çatışma barışla sonuçlansa bile –ki başka alternatif yoktur-, dünya artık eskisi gibi olmayacaktır. Bu çatışmanın başka bölgelerde yansımalarına zamanla şahit olacağız. Örneğin, bugünlerde Pakistan’da dışardan müdahaleli bir hükümet krizi yaşanıyor. Finlandiya NATO üyeliğini düşünüyor. AB askeri yeteneklerini geliştirme kararlılığını açıkladı. NATO Genel Sekreteri bu savaşın yıllarca sürebileceği kehanetinde bulundu. AB Zelenski’ye birliğe giriş anketini takdim etti. Çin sükûnetle çatışmayı izlerken, Formoza Adası (Tayvan) meselesini hatırlatmaktan da geri kalmıyor. Bu savaştan sonra Avrupa’da güvenlikçi politikaları öne çıkaran aşırı sağ ve popülist iktidarların çoğalması da sürpriz olmayacaktır.

Savaşın küresel ekonomik sistem üzerinde de kalıcı etkiler bırakacağı kesindir. Rusya kendisine yapılan doğal gaz ödemelerinin ruble üzerinden yapılmasını istiyor. Bu talebin ekonomik düzendeki aşırı dolarizasyona etkili bir cevap haline gelmesi olasıdır. Ayrıca özellikle Avrupa ülkeleri Rusya doğal gazına bağımlılıklarını şimdiden sorgulamaya başlamışlardır. Bundan sonra fosil yakıtlara alternatif enerji kaynakları ve teknolojilere daha fazla yatırım yapılacaktır.

Sonuç olarak savaş denilen olgu kötü de olsa öğreticidir. Bu sürecin iyi okunması, ondan kaynaklanan risk ve fırsatların doğru tespit edilmesi yaşamsal önemdedir. Emperyalizmin her rengine karşı olmak, hukukun ve haklının yanında durmak ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda tavır belirlemek zorundayız. Bir de Karadeniz’i sahildar ülkelerin kontrolünden çıkarıp, Atlantik-Avrasya arasında çatışma alanı haline getirecek adımlara karşı çıkmalıyız.

Tam bağımsızlığın gereği, hiçbir ülke ya da oluşumun kategorik olarak yanında ya da karşısında olmamaktır.

 

[1] Silovik kavramı Moskova yönetiminde yer alan güvenlik ve istihbarat kökenli güçlü kişiler için kullanılmaktadır.

[2] Dönemin A.B.D. Başkanı Bush bu ifadeyi 2001 yılında Varşova’da kullanmıştır.

[3] https://www.sozcu.com.tr/2022/dunya/rusyanin-eski-devlet-baskani-medvedev-putinin-amaci-lizbondan-vladivostoka-kadar-uzanan-avrasya-insa-etmek-7056893/

NATO-Rusya-AB üçgeninde çatışma dinamikleri

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. Hiç katılmıyorum Rusya Ukrayna ile zayıflatılamaz kimse kimsenin önüne birşey atmamıştır..

  2. Hiç katılmıyorum.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!