Siyasi iktidar, CHP’li belediyelerden niçin rahatsız?

featured

E. Kur. Alb. V. Murat Tulga yazdı

Koronavirüs belası ile uğraştığımız, 2500’e yakın vatandaşımızı kaybettiğimiz ve onların acısını yüreğimizde hissettiğimiz bugünlerde,  birlik, dayanışma, yardımlaşma gibi ulvi kavramlar çok daha öne çıkması gerekirken, gündem,  siyasi iktidarın ilk önce CHP’li Belediyelerce açılan yardım kampanya hesaplarını bloke etmesi, sonrasında Valilik iznine bağlaması ve daha sonra da CHP’li Belediyelerce gerçekleştirilen bazı kampanyaları yasaklanması ile tartışılır oldu.

Gerçekten garip değil mi? Mersin Büyükşehir Belediyesi bedava ekmek dağıtıyor, yasaklanıyor veya Adana Büyükşehir Belediyesi’nce fuar alanı hastaneye dönüştürülüyor, mühürleniyor.  Dahası da var da, ama bunlar can alıcı örnekler… Siyasi iktidar niçin muhalif Belediyelerce yapılan bu kampanyalardan rahatsız?

Konu derin, biraz teoriye gideceğiz.

POPÜLİZM NEDİR?

Bugün dünyamız da yükselen farklı bir siyasi akıma hep birlikte tanıklık ediyoruz; demokrasinin çoğulculuk, özgürlük ve kuvvetler ayrılığı gibi temel değerlerine karşı gelişen “Popülizm”…

Son yıllarda oldukça sık kullanılan ve siyasette örnekleri çokça görülen Popülizm; demagoji ve fanatizmin baskınlaşması, çoğulculuk karşıtlığı, ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığının erozyonu, yabancı düşmanlığı ve faşizan etkilerle birlikte tartışılıyor. Özellikle, muhalefetin bulunmadığı veya çok zayıf olduğu ülkelerde, (örneğin Macaristan gibi) demokratik uzlaşmayı ciddi biçimde tehlikeye düşüren örnekleri ile de dikkat çekiyor.

Andrew Heywood, “Siyasi İdeolojiler” adlı eserinde,  “Popülizmi” şu şekilde tanımlıyor;

“…Popülizm, hem farklı siyasi hareketleri ve hem de özel bir siyasi düşünce geleneğini anlatmak üzere kullanılmakta, “Popülist” diye tanımlanan hareketler veya partiler ise yoz ekonomik veya siyasi seçkinler karşısında sıradan insanları destekledikleri yönündeki iddialarıyla nitelenmektedirler.  Popülizm, halkın içgüdülerinin veya isteklerinin siyasi eylemin birinci meşru rehberi olduğu inancını yansıtmaktadır. Dolayısıyla da popülist politikacılar halka doğrudan seslenmekte ve onun en derin umutlarını ve korkularını dile getirdiklerini iddia etmekte diğer bütün geleneksel kurumları güvensiz bir duruma düşürmektedirler. Otoriter kimlikleriyle karşımıza çıkmaktadırlar…”

Popülizmin ortak özellikleri:

Popülizm, eski politika işleyişinden çok farklı bir yol izlemektedir. Popülizm, halkın korkuları, kızgınlıkları, özlemleri, umutları yani irrasyonel olanın gücünü tamamen sınırsız biçimde kullanmaktadır. Bunun aksine reel politika ise ancak yapılabilir olanın sınırları içinde hareket etmek zorundadır.

Prof. Jean-Werner Müller; “Popülizm Nedir?” adlı kitabında, popülizm denildiğinde genel olarak ortaya çıkan şu yedi ortak özelliği ortaya koymaktadır:

“1… Popülizm demokrasinin “temsil” ilkesini benimser fakat halkın tek temsilcisinin kendileri olduğunu iddia eder. 

  1. Popülizm kendi dışındaki akımları yasadışı görür. Popülizmin anti-elitist olması aslında anti-çoğulcu olmasındandır. Demokrasinin çoğulculukprensibini benimsemezler.
  2. Toplumun iyiliğini sadece kendilerinin istediğini söylerler. “Halk iradesi”nin serbest tartışmalarla oluşmasını benimsemezler, “gerçek halk” kendileridir!
  3. Popülistler referandumu, halkın karar vermesini çok savunurlarfakat halk iradesinin serbest ve açık tartışmalarla oluşmasını benimsemezler, halk iradesi dedikleri kendilerinin iradesidir.
  4. Devleti yönetmezler, işgal ederler. Çünkü kendileri halkın yegâne temsilcileridir.Bu gerekçeyle sivil topluma baskı yaparlar. Siyaset anlayışları dışlayıcıdır.
  5. Popülizm, bu özellikleriyle liberalizme ve demokrasiye karşı bir tehlikedir. Bu özellikleri onları anayasal kurumlarla şöyle veya böyle çatışmaya götürür.Demokrasi ile popülizmin farkı basitçe şudur: Gerçek demokrasilerde temel hak ve özgürlükler çoğunluğun iradesinden üstündür; teminatı da gerçekten bağımsız olan yargıdır.
  6. Popülizm, demokraside düzeltmeler yapan, devleti ve siyaseti halka daha yakın hale getiren bir akım değildir…”

Amsterdam Üniversitesi’nden Matthijs Rooduijn’in “Popülizmi Ölçmek” (Measuring Populism) başlıklı araştırması Avrupa’daki popülist partilerin söyleminde öne çıkan kavramların ölçülmesine dayanıyor.

Bu ölçümlerin en önemli sonuçlarından ilki: “biz-onlar” ayrımı… Sadece kendisini “halk” ya da  “millet” temsilcisi sayan ifadeler, diğerlerini “Dışlayıcı” ve “anti-elitist” olarak görme popülist söylemin en belirgin özelliği.

İkinci tespit: Popülistler çoğunlukçudur. Bütün araştırmacılar popülizmin çoğulculuk karşıtı, “çoğunlukçu” ve “plebisiter”yönüne dikkat çekiyor.

Üçüncü tespit: Kutuplaştırmayı ve düşman imgeleri temel alırlar… Sağ popülizm kutuplaşmayı yaygınlaştırır; aşağıdakini yukarıdakine karşı, içeriyi dışarıya karşı, milleti küreselleşmeye karşı, her durumda bizi ötekilere karşı.

Popülistler devreye düşman imgeler sokarlar. Bu imgeler ülkeye göre değişir. Yabancılar kesinlikle kutuplaştırılan unsurlardır. ABD ve AB karşıtlığı, Romanlar, Çingeneler, Müslümanlar, Yahudiler, küreselleşme karşıtlığı, muhalefet, dış güçler diğer yaygınlıkla karşılaşılan kutuplaştırma simgeleridir.

Ve de dördüncü tespit: Temel değerleri küçümsemek, kınamak ve bunlar yerine yeni değerler dayatmak

Baştan dedik, popülizm çağımızın akımı. Bu birçok ülkede görülüyor. Bu partilerin üst üste kazandıkları seçim başarıları bunun en önemli göstergesi. Bu akımdan Türkiye’nin de nasibini almaması mümkün değil.

Türkiye’de yaşananlara bakıldığında, uygulama teknikleri, esaslar ve söylemler alt alta yazıldığında sanki popülizm ve popülist uygulamalar tanıdık geliyor hani.

Sıkça duyduğumuz, “Ey Amerika…, Ey Kılıçdaroğlu…, Ey Millet İttifakı…, Eyy IMF… Eyyyy…” diye başlayan birçok hasım, her gün olağan yaşadığımız Türkiye manzaraları. “Ey” ünleminin yanına hoşa gitmeyen her özne konulabilir. Bazen idam tartışmaları bazen Lozan’ın tartışmaya açılması, Eski Türkiye – Yeni Türkiye, Muhafazakâr – Laik kavramları…

Bir yerel seçimden çıkıldı, iktidar partisi ve küçük ortağının, “Millet İttifakı”nı terör örgütleri ile ilişkilendirdiği (Türkiye halkının %50’si oluyor…), beka sorununun korkutucu bir biçimde seçim çalışmalarında seçmene sunulduğu bir süreci hatırlıyor muyuz?  Hatırlıyoruz…

MÜCADELE NASIL OLMALI?

Peki, nasıl mücadele edilecek? Bu kutuplaştırıcı siyasetten kendi toplumumuzu nasıl sakınacağız?

Popülizm ile mücadelede muhalefetin ana görevi, popülist taleplerin gerçek sonuçlarını tüm yurttaş gözünde detaylarıyla görünür ve anlaşılır kılmaktır. Kucaklayıcı olmaktır. Ana mücadelenin ana teması bu olmalıdır.  

Bu kapsamda örgütsel mücadele hayati önemde. Kuvvetli ve yaygın örgütlenmeler mücadelede direnci arttırıyor, korkuyu yeniyor, siyasette yönlendirici oluyor ve muhalefeti etkin kılıyor.

Sonuç:

İşte şimdi anlamaya başladık mı? Tekrar başlığa dönüyoruz; Siyasi iktidar, CHP’li Belediyelerden niçin rahatsız?

Konunun özü buradadır. Muhalefet, siyasi iktidarın en önemli vasıtasını elinden aldı, bir de siyasi iktidarın karşısına dikildi de ondan. Kanal İstanbul gibi popülizm kokan, ucu açık, nereye gideceği belli olmayan bir projeye ilk ciddi tepki İstanbul Büyükşehir Belediye’sinden geldi. Dakika bir, gol bir!

Siyasi İktidarca, yerel seçimlerde başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere diğer önemli Büyükşehir Belediyelerin kaybedilmesinin sonuçları yeni ortaya çıkmaya başladı. Bu belediyeler daha önceden siyasi iktidarın, doğrudan oy devşirdiği halk kesimiyle temas kurduğu, popülist politikalarını yönlendirdiği ve göz boyadığı propagandasının en önemli vasıtasıydı. Şimdi bu en önemli vasıta elden kaçtı, CHP’li Belediyeler siyasi iktidarın popülist projelerine (Kanal İstanbul’da olduğu gibi) onay vermedikleri gibi doğrudan halka dokunan halkçı projeleriyle siyasi iktidarın oy potansiyeline de el attılar. O halde çok oldular ve bu vasıtayı muhalefete kullandırmamak da şart oldu… Yasakların ve kısıtlamaların ana nedeni budur.

Tüm bu yasaklamalar ve sınırlamalar yine her zaman bilinen kutuplaştırıcı ve ötekileştiren üslupla yapılmaktadır. Ne yapmıştır bu Belediyeler; “… Bedava ekmek, bağış kampanyası, seyyar hastane…”

Eleştirileri hatırlayalım;

“… AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal; bu kampanyalara girişen CHP’li Belediyeleri, “Ayrı baş çeken Paralel Yapı “olarak adlandırmış, paralel kurullar oluşturmakla suçlamıştır.

İçişleri Bakanı, CHP’li Belediyelerce yapılan kampanyalara ilişkin “Devletten izin almadan kimse böyle bir adım atamaz… Siz başka bir devlet oluşturmak istiyorsunuz, bu kadar açık ve net…” demiştir.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ise; “… Sergiledikleri hukuksuzluk ve tehlikeli söylemlerle, dayanışma yerine ayrışma peşinde olanlara izin vermeyeceğiz… Kendilerini TC’nin dışında ve üstünde görenlere milletimiz hak ettiği cevabı veriyor, verecektir…” ifadelerini kullanmıştır…

Görüşüme göre, bu söylemler yanlıştır.  Mantıklı bir açıklaması olmadıkça da kabul görmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu kutuplaştırıcı dilden uzaklaşılması ve siyasi iktidarın icraatlarını beğenmeyenlere tatmin edici yanıtlar verilmesi demokrasinin gereğidir.  Her vatandaş aynı görüşte olmayabilir, gayet doğaldır. Siyaset böyle yürümelidir…

Son tahlilde, siyasi İktidarın zorda olduğu anlaşılıyor. Muhalif Belediyelerin performanslarının yüksek olması, çıtayı gittikçe yükselten ve kayda değer icraatları siyasi iktidarı halktan kopartıyor ve hataya zorluyor. Siyasi iktidar sorgusuz sualsiz her talimatını yerine getiren yerel yönetimleri çok arıyor ve de arayacağa da benziyor. Bu arada siyasi iktidarın oy potansiyeli de tehlikeye giriyor.

Zaman birlik, beraberlik, dayanışma ve yaraları el birliğiyle sarma günüdür. Kutuplaşma ve ötekileşme zamanı değil…

Daha çok kucaklamak ve kucaklaşmak dileğiyle…

Siyasi iktidar, CHP’li belediyelerden niçin rahatsız?

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!