Dr. Mehmet Alkanalka yazdı…
(Milli Güvenlik ve Strateji Uzmanı)
Bu yazıyı başta KOMUTANIM ve KURUCU ÖNDERİM Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve hepsi birbirinden değerli silah arkadaşlarının aziz ruhları ile Kurtuluş Savaşı, Kore, Kıbrıs Barış Harekâtı, TERÖRLE MÜCADELE Harekâtı dâhil olmak üzere bütün şehitlerimize, gazilerimize, onların emanetleri cefakâr ve sabırlı ailelelerine ithaf ediyorum.
Strateji ve devlet yönetimi bütün yurttaşların ilgisini hak etmektedir. Bunun en büyük nedenleri arasında devlet yönetiminde yapılan stratejik yanlışların bedelini bütün bireylerin ödemesi hususu gelmektedir. Milli bir stratejinin oluşturulmasında son söz sivil yönetimde olmakla birlikte, askeri bürokrasi ve akademisyenler de kendi ihtisas alanlarında görüş ve önerileri ile katkılarını sunmalıdır. İngiltere’de yapılan strateji çalışmalarında emekli askerlerin görüşlerine de önem verilmektedir. AKP Hükümetinin siciline baktığımızda; 1. Çözüm Sürecinin kanlı sonuçları ve başarısızlığının, FETÖ’cülerin TSK ve devlete yerleştirilmesiyle 15 Temmuz’da kalkışılan darbe girişiminin telafisi imkânsız zararları göz önünde bulundurulduğunda yoğurdu üfleyerek yemenin elzem olduğu anlaşılmaktadır.
PKK terör örgütü yapmış olduğu terörist eylemlerin sonucunda NATO, ABD ve Avrupa Birliği (AB)’nin terör örgütleri listesinde yer almaktadır ve Avrupa’nın en kanlı terör örgütü olarak gösterilmektedir. ABD ve AB tarafından, PKK’nın terör örgütü listesine alınmasının da etkisiyle, PKK son kongresi olan 8. Kongresini 2002’de yapmış ve KADEK adına almıştır. KCK Sözleşmesi ile oluşturulan yeni yapının amacı; Türkiye, İran, Irak, Suriye olmak üzere dört devletin sınırları içindeki dört parçada “Demokratik Konfederal Kürdistan”ı kurmak olarak açıklanmış, KCK sisteminin tamamı Öcalan’a bağlanarak ŞAHSI “Önderlik” olarak tarif edilmiştir. PKK/KCK terör örgütü, Öcalan’ın talimatları doğrultusunda 2003’de Suriye’de Partiya Yekitiya Demokrat/Demokratik Birlik Partisi (PYD)’ni kurmuştur. PYD, 2011 Suriye’de iç karışıklığın ortaya çıkmasının ardından ülkenin kuzeyinde PKK/KCK tarafından gönderilen kadroların desteği ile hızla örgütlenmiştir (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017). PKK/KCK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN SURİYE KOLU OLAN PYD, son dönemde bir yandan uluslararası alanda kendisini meşru bir aktör gibi göstermeye, diğer yandan da bazı uluslararası güçlerin verdiği siyasi ve lojistik destekle Suriye’de yaşanan iç karışıklığı fırsata dönüştürmeye çalışmaktadır (T.C. İçişleri Bakanlığı, 2017).
Birinci sözde çözüm süreci ile günümüzde yaşanan süreç arasında bazı benzerliklerin olmasının yanında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Birinci sözde çözüm süreci AKP Hükümeti tarafından “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” ile 2009’da gündeme getirildi. Öcalan’ın sürece yönelik açıklaması ile birlikte 19 Ekim 2009’da 34 PKK’lının Habur’a gelmesi ile basındaki adıyla çadır mahkemelerinin kurulmasıyla süreç başladı. Bu ortamda “Darbe Anayasası”nın değiştirilmesi ve demokratik bir sivil anayasa değişikliği gerekçesiyle AKP tarafından başlatılan süreç, 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümüne denk getirilerek 2010 yılında yapılan referandumla Anayasa değişikliği ile sonuçlandı.
Bu süreçte özellikle yargısal düzenlemeler ve askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması sağlanmış, bununla birlikte 1961 Anayasası dâhil hiçbir anayasada olmayan ve “Darbe Anayasası” olarak eleştirilen 1982 Anayasasındaki YAŞ terfi ve kadrosuzluk kararlarının yargıya kapalı olmasına dokunulmamıştır. Anayasa değişikliği sonrası 2003 yılındaki bir plan semineri üzerinden ZAMAN ATLAMALI 19 Haziran 2010’da Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik Balyoz davası süreci de başlamıştır. Birinci çözüm sürecinde ayrıca 06-07 Ekim 2014’de bir “başkaldırı” yaşanmış ve bastırılmıştır. 2015’de basında “Hendek Çatışmaları” olarak bilinen sivil yerleşim yerlerinde yaşanan çatışmalarda 793 şehit verilmiştir.15 Temmuz 2016’da ise FETÖ tarafından başarısız bir darbe girişimi gerçekleştirilmiş, sonrasında 2017 Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bir sisteme geçilmiş, özellikle HSK ile YAŞ kararlarının yargıya kapalı olma konuları muhafaza edilmiştir.
PKK/KCK terör örgütünün silahlı kanadı tasfiye edilmeden yürütülen sözde çözüm sürecinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin adeta kirli bir dolaylı savaş ve FETÖ eliyle 2010 Anayasa değişikliğindeki düzenlemelerin de etkisiyle 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar olan süreçte nitelikli ve vatansever kadroları tasfiye edilmiş, askeri bürokratik kurmay aklı büyük darbe yemiş ve adeta vücudun bağışıklık sistemi paralize edilmiştir.
Birinci sözde çözüm sürecindeki şartlar, günümüzde özellikle PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD’nin 100.000 kişiyi aşan ve ABD korumasındaki Suriye Devletine “entegre” yapısı nedeniyle oldukça farklıdır. PYD, PKK’nın aksine başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere diğer devletler tarafından terör örgütü olarak da kabul edilmemektedir. Türk Milletinde süreç için yeterli kamuoyu desteği de söz konusu değildir. Birinci sözde çözüm sürecindeki gibi konunun yine “Darbe Anayasası” ve “Sivil Anayasa” gibi anlatılar ile gündeme getirilmesi de 2010 ve 2017 Anayasa Değişiklikleri düşünüldüğünde geçerli bir argüman özelliği taşımamaktadır. Kamuoyunda HDP’nin TBMM’deki sandalye sayısı karşılığı bir anayasa pazarlığı algısı oldukça yüksektir.
Sonuç olarak, öncelikle bir çözüm sürecinden bahsetmek için PKK/PYD/KCK ve bağlantılı tüm askeri unsurların silah bırakması gerekmektedir. Aksi takdirde, sadece Türkiye’deki PKK unsurunun muhatap alınması Nasrettin Hoca’nın bir tarafı kilitli ancak üç tarafı açık türbesine benzeyecektir. Türbenin sadece bir tarafının asma kilitle kapalı olması ve diğer dört tarafının açık olması Nasreddin Hoca’nın mizahi mesajını da yansıtmaktadır. Türkiye, İran, Irak, Suriye olmak üzere dört devletin sınırları içindeki dört parçada “Demokratik Konfederal Kürdistan” Az kaldı ha gayret bir el de siz atın…
Gülelim mi?
Bu arada hakkımda orduevi giriş yasağı vermişler. “Hürgeneral” olduğunuzda bile müdahale…
Ağlayalım mı?
Varolunuz, bilgilendirmeniz için teşekkürler,selam ve saygılar.