Mustafa Özgür Sancar yazdı…
Son araştırmalar, uyuşturucu kullanımı ve satışının, İstanbul ve diğer büyük kentlerin sınırlarını çoktan aştığını, Anadolu içlerine yayıldığını gösteriyor. Kanalizasyon verilerindeki Ekstazi kullanımında ilk sırada Karaman ve üçüncü sırada komşusu Konya yer alıyor. Gazeteci Cengiz Erdinç’in araştırmasında ise, adli istatistiklerde kullanım ve imal ve ticarette ilk sıralarda yer alan Elazığ, Kilis, Samsun, Aksaray gibi illerin atık su analizinde dikkat çekmeyen verilere sahip olduğu hatırlatılıyor. Buralarda atık su analizi yapılması durumda rakamların yukarı tırmanması çok olası…
UYUŞTURUCU VATAN SEVGİSİNİN DÜŞMANIDIR
Uyuşturucu kullanımı, tek başına bir hayatın mahfı anlamına gelmiyor, pek çok hayatın ve ailenin yok olması sonucunu doğuruyor; uyuşturucu ticareti ise bize kapitalizmin mafyalaşmış yüzünü gösteriyor. Uyuşturucu, insanın bilinç ve insanî duygularını köreltir. Memleket sevgisinin düşmanıdır. Son tahlilde kişiyi halk düşmanlığına götürür.
Uyuşturucu kullanımı ve imalinin Anadolu’da patlama yapmış olması, cinayet, yaralama, gasp ile başlayan organize suçların habercisi; bu durum sosyo-politik planda büyük bir toplumsal yozlaşmayı doğururken, ülke güvenliğini tehdit eden çok daha büyük bir politik sorunu beraberinde getiriyor. Uyuşturucu, sığınmacı/kaçak sorunu gibi bir bekâ meselesi hâline geldi.
TÜRKİYE İÇİN BİR BEKÂ SORUNU
Hiç kuşku yok ki uyuşturucu ile gelen yozlaşma ve mafyalaşmanın en tipik örneğini Kolombiya oluşturuyor. Yarım yüzyılı aşkın süredir, Amerikan işbirlikçisi hükümetlerle yönetilen bu Latin Amerika ülkesi uluslararası uyuşturucu trafiğiyle emperyalizmin kopmaz bağlarla içiçe geçtiği gerçeğini deşifre etmek bakımdan önem arz ediyor.
Kolombiya’da, 2021 Nisan’ından başlayıp, aynı yılın sonraki 4 ayını kapsayan toplumsal eylemler, mafyalaşmış bir düzen ile emperyalizme bağımlı hükümet yapıları arasında sıkışanların, gösterebileceği en ilerici toplumsal hareketi doğurdu.
Dönemin sağcı hükümet başkanı Iván Duque’nin vergi reformu ilân etmesiyle başlayan ve esaslı taleplerle, genel geçer bir protesto olmaktan çıkıp, bir büyük toplumsal hak mücadelesine dönüşen eylemler günümüz dünyası için büyük anlamlar barındırıyor.
Eylemlerde 100’e yakın insan hayatını kaybetti, 1550 kişi yaralandı, 90 insan kayıp…
AÇLIK KORONADAN DAHA TEHLİKELİ BİR VİRÜS
ABD ve batılı bazı ülkeler, alışık olduğumuz biçimde insan hakları kavramını, bir enstrümana çevirerek, halk hareketini kendi emperyalist çıkarlarına kanalize etmeye teşebbüs etti; ne var ki aralarında şehir ve köylerin de bulunduğu 247 yerleşim yerinde, kitlesel biçimde yoğunlaşarak devam eden halk hareketi, kendi özgücüne dayanıyordu. Dışarıdan bir müdahalenin ya da bozguncu bir provokasyonun vadedemeyeceği talepleri içeriyor.
Açlığı, coronadan daha tehlikeli bir virüs olarak görüyor. Yoksulluğun son bulmasını, eşitliğin olmasını istiyor. Irkçılığa karşı duruyor.
TOPLUMSAL VE SİYASAL BİR DEĞİŞİM
Sıradan olmayan bu taleplerin bağlanacağı mutlak sonuç, hiç şüphe yok ki, toplumsal ve siyasal bir değişimdir.
Büyük kurtarıcı Simón Bolívar’ın ülkesi Kolombiya, eşsiz bir birikime, bağımsızlık ve eşitlik mücadelesi tarihine sahiptir. ABD, son yüzyıllık dönemde bütün hükümetleri kontrolü altına almaya çalışsa ve bu konuda çoğu kez başarılı olsa da, halk hareketi bugün olduğu gibi daha önce de bağımsızlığını korudu.
Sağcı devlet başkanı Iván Duque, yaptığı açıklamada, eylemleri uyuşturucu çeteleri ve mafyanın provoke ettiğini öne sürerek, halkı terörist olmakla suçladı. Mağlubiyetin ve çaresizliğin kaçınılmaz ifadesi… ve kocaman bir yalan…
Dünden bugüne Kolombiya’da hükümetler, uyuşturucu kartelleri zaman zaman çatışarak, fakat çoğu zaman örtülü ya da açıktan uzlaşarak ilerledi. 2016’da iktidarla yaptığı görüşmeler sonrasında barış ilân ettiğini duyuran FARC da bu karmaşık ilişkinin belli bir kısmında yer aldı. Ünlü uyuşturucu baronu Pablo Escobar, “Devletin beni aramasına gerek yok, ben zaten Kolombiya devletiyim” derken tam da bu gerçeği anlatıyordu.
GÜÇLÜ HALK HAREKETİ
Halkının yüzde 43’ü yoksulluk altında ezilen Kolombiya, bağımlı hükümetler, suç örgütleri ve mafya üçgeninden oluşan cendereyi kırmaya çalışıyor.
Sorun bir dizi ekonomik talepten ibaret değil. Eşitsizliğin, şiddetin ve ırkçılığın ortadan kalktığı özgür ve bağımsız bir Kolombiya istiyorlar; son noktada bu talepler toplumsal ve siyasal bir değişime bağlanıyor. Bu nedenle, toplumsal olaylara müdahale birimi ESMAD’ın insanların üstüne öldüresiye saldırıyor olmasına karşın, halk hareketi çözülmüyor; fakat çok daha örgütlü ve kitlesel biçimde varlığını sürdürüyor.
Türkiye’de, özelde Kolombiya’da genelde Latin Amerika ülkelerinde, yaşananların yeterince anlaşılmadığını görüyorum.
Sosyal medyada ESMAD’ın şiddetine karşı, Escobar’ın en çok bahsedilen konu olduğuna tanık oldum. Uluslararası siyasetle ilgilenenlerin dışında, sosyal medyayı kullanan geniş kitleler Kolombiya denince Escobar’ı anlıyor. Polis şiddeti nedeniyle ölen Kolombiyalılardan bahsederken, Escobar’ın, “kültleştirilen”, “Saldırılarınızı durduruncaya kadar her bir polisi öldüreceğim” sözü bir övünç, bir hayranlık ifadesi olarak paylaşılıyor. Sanırım bunu yapanlar çoğunlukla kendini muhalif olarak tanımlıyor ve asıl sorun da burada başlıyor.
ESCOBAR PATALOJİSİ
Kendi çıkarı için en yakınları dahil, polis, işçi, fakir-zengin… herkesi öldüren bir uyuşturucu baronunu haksızlığın karşısında duran bir efsane olarak algılıyorlar; âdeta bir halk kahramanı olarak görüyorlar. Kimisi profil fotoğrafına Escobar’ı koyuyor.
Toplumu ve dünyayı anlamaktan bu denli uzak tiplerin ne vatana ne de millete hayrı olabilir. Şiddet uygulayanları, daha beter ve acımasız bir şiddetle cezalandırmanın çıkar yol olduğunu düşünecek kadar cahiller. O yüzden Escobar’a tapar gibi hayranlık duyuyorlar. Escobar gibi öldürerek, adaletin sağlanacağını düşünecek kadar bilinçleri kapalı.
Daha önce Loving Escobar filmiyle bir kez daha hayranlık dalgaları yükselmişti. Hayranlıktan kastım, ünlü kokain baronu Pablo Emilio Escobar’a yönelik olan…
ŞİDDETE HAYRANLIK
O zaman da methiyeler düzen yüzlerce insan türemişti; ama bunlara bugünkü kadar öfkelenmemiştim; çünkü popüler kültür ürünü olarak ortaya çıkan bir sinema filminin ya da daha önce yayımlanan televizyon serisinin bu türden kitleler üzerinde hayranlık uyandırması kaçınılmaz gözüküyordu. Fakat bugün Kolombiya’daki toplumsal olayları bile Escobar üzerinden açıklamaya çalışmaları kabul edilebilir türden değil; belki cahilliğin de ötesinde… patolojik bir hastalık ve çürüme…
Narcos dizisiyle başlayan Escobar hayranlığı, ağırlıklı olarak kendini sosyal medyada göstermişti.
İki önemli İspanyol aktör Javier Bardem ve Penelope Cruz’un başrollerini oynadığı “Loving Escobar” (Escobar’ı Sevmek) filmiyle birlikte ikinci bir hayran dalgasının yükselmeye başladı.
Loving Escobar, Narcos’tan farklı olarak Pablo Escobar’ın gazeteci Virginia Vallejo’yla olan ilişkisini ve sonrasında yaşananları ele alıyor. Narcos’ta hikâye en başından alınıp, Escorbar’ın ölümünden sonraki döneme, yani Cali Karteli’nin yükselmesi ve çöküşüne kadar dayandırılmıştı.
HALKIN KAHRAMANI MI, DÜŞMANI MI?
“Neden sosyal medyada, özellikle de ülkemizdeki sosyal medya kullanıcılar arasında Escobar hayranlığı bu denli yükseldi (?)” sorusuna uzun uzadıya cevap vermek gerekmiyor.
Narcos’la birlikte Pablo Escobar’ı tanıyan yeni nesil, onun bir halk kahramanı olduğunu düşündü.
Otoriteye meydan okuyan bir cesaret timsali olarak anlatıldı. Kolombiya’nın fakirlik ve sefaletten kırılan halkına yardım ediyor olması onu etkileyici kılan bir başka özelikti. Ayrıca seçim yoluyla parlamentoya girdi; ne var ki illegal işler çevirdi; şiddetli bir muhalefete maruz kaldığı için parlamenterlik hakkı elinden alındı. Medelli’nin kenar mahalleleri artık onu fakirden yana bir mazlum olarak kabul etmeye başlamıştı.
MUHALEFETİN YOZLAŞMIŞ BİÇİMİ
Escobar, bunları kullanarak Kolombiya’da muhalefetinin son derece yoz bir örneğini gösterdi.
Narcos dizisi, onu âdeta mitleştirdi. Kirli işlerini anlatırken, neredeyse bir ikon yarattı.
Escobar, yüzlerce, hatta binlerce adama hükmeden, hapishaneye girerken bile “devletin beni aramasına gerek yok; çünkü Kolombiya Devleti benim” diyebilecek kadar güçlü bir iktidar odağı olmuştu.
Dizide bunlar ön plana çıkartıldığı için bir Pablo Escobar hayranlığı başladı.
“Herkes gücü sever; ama bu süper güçlü ve korkusuz bir adamdı. Sözü bir buyruktu. Hayatta Escobar gibi olunmalıydı(!)”. Bu ve buna benzer son derece kolay algılanabilir güç, iktidar kodlamaları üzerinden bir hayran kitlesi oluşuverdi. İçlerinden geçenin Escobar’da gerçekleştiğini düşünenler onu bir kahraman olarak görmeye başladılar.
KOLOMBİYA’NIN YOKSUL HALKI
Oysa, Escobar binlerce masum insanın ölümünden sorumlu bir Kokain Baronuydu. En yakınındakileri bile işi bittiğinde gözünü kırpmadan öldürttü. Popülist söylem ve parayla yoksul kitleleri etkiledi; ancak ne zaman tehlikeye düşse fakir mahallelere girerek, onları kendine kalkan yaptı.
Döneminde uyuşturucu trafiğinin neredeyse yüzde 80’ini kontrol ederek her ülkeden milyonlarca insanın uyuşturucuyla zehirlenmesine neden oldu.
UYUŞTURUCU PASTASI
Üstelik hiçbir zaman gerçek bir politik muhalif özelliğine sahip olmadı. Ortada büyük bir kokain pastası vardı. Pablo pastayı paylaşmak istemeyen büyük patron rolündeydi. ABD hükümetleri uyuşturucu trafiğini kontrol etmek istemiyor olsaydı, onlarla da sorunu olmazdı. Amerikan saldırganlığı ya da emperyalizmine karşı olmadı. Diğer taraftan Narcos’ta anlatılanın tersine, ABD hükümetleri kendi halkını, Kolombiya’dan gizli yollarla sokulan, uyuşturucudan korumak amacını taşımıyordu; amacı bu parsaya tek başına sahip olmak, trafiği bütünüyle kontrol etmekti. Önce Pablo Escobar’ı, ardından da Cali Kartel’ini bundan dolayı yok etti.
Pablo Escobar ne bir halk kahramanı ne de imrenilmesi gereken bir karakterdir. Bütün gücü ve zenginliği kendinde toplamayı amaçlayan narsist ve yasa dışı bir adamdır.
Ne Escobar’ı ne de ABD hükümetlerinin görevlendirdiği ajanları sevmeyi gerektirecek herhangi sebep yok.