Vatanseverlerin birliği üzerine bazı düşünceler

featured

Mehmet Ulusoy yazdı…

Nihat Genç ve arkadaşlarının girişimiyle Veryansın Tv merkezli başlatılan “Cumhuriyetçi Vatanseverler Hareketi”ni ve partileşme sürecini yürekten selamlıyorum. Bu amaçla, Nihat Genç’in kaleminden program içerikli, çoğuna katıldığım, taslak niteliğindeki temel ilkelerin açıklandığı böyle bir girişimi çoktandır beklediğimi ve çok önemsediğimi vurgulamak istiyorum. Üstelik beklentimi Veryansın’dan bazı arkadaşlara daha önce iletmiştim. Öncelikle tekrar belirteyim, bu girişimi önemli ve tarihsel nitelikte buluyorum, başarısını gönülden diliyorum.

Öte yandan, savunduğum devrimci ilkeler, programatik-stratejik düşünce ve hedefler açısından kendimi daha yakın bulduğum ve desteklediğim Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin (yeni adı: Türkiye Sosyalist Partisi), Türkiye’nin temel sorunlarına ilişkin teoride doğru, ama pratikte tartışmalar içeren duruş ve çabalarını da saygıyla, takdirle izliyorum. Aynı ırmağın kollarını oluşturan bu iki yurtsever devrimci çevrenin, ülkemiz ve ulusumuz için, önümüzdeki süreçteki en önemli görevinin aynı partide birleşmek olduğunu daha baştan vurgulamalıyım.

Diğer bir deyişle, son üç-dört yıllık gözlem ve sezgilerime, ayrıca 55 yıllık geçmiş deneyimlerime dayanarak diyebilirim ki, Kemalist, Vatansever Cumhuriyetçi kitlenin, Kemalist ve Sosyalist olarak iki ana kol oluşturan devrimci düşünce ve enerjinin tek bir kuvvet merkezinde birleşmesi yaşamsal önemdedir. Ya da şöyle tarif edeyim: Nedenlerini hepimizin bildiği önümüzdeki zorlu süreçte, karşımızdaki büyük gerici kaya kitlesini delip, parçalayıp aşmak, hem güçlü bir teorik-ideolojik derinlik ve kararlılığı, sağlam bir bilinci, hem de bu yüksek çekim gücüyle geniş kitlelerin enerjilerini tek bir merkez etrafında birleştirmelerini zorunlu kılıyor. Bu nedenle, bütün söyleyeceklerimin özünü, Kemalist milliyetçi, vatansever devrimcilerin, tek bir partide birleşmeyi amaçlayan program, siyaset ve örgütlenmenin yol ve yöntemlerine kafa yormaları, bütün yaratıcı yeteneklerini bu amaç için ortaya koymaları oluşturuyor.

Değilse olacak olan şudur: Kemalistler, Sosyalistler, devrimci milliyetçiler, önce alelacele, ayrı ayrı kendi partilerini oluşturur, oluşturuyor da, buna bağlı olarak “Türkiye ittifakı” ya da “Vatanseverler ittifakı” adı altında bir araya gelmek için uzun tartışmalar yapılır, sonra da birleşmek için yine uzun tartışmalarla zaman öldürülür ve bu arada tavındaki demir soğur, tavındaki toprak kurur ve büyük tarihi fırsat kaçırılır!.. Hayır, tekke kurmakta aceleci ama büyük birliği sağlamakta “ipe un seren” bu mantık, bu yaklaşım, asla Türkiye’nin acil, yaşamsal sorunlarına çözümün mantığı değildir, olamaz.

Hâlâ ülkemizin, halkımızın özgün gerçekliğini doğru algılama, değerlendirme ve değiştirme görevinin esasını kavramada belli niteliksel zaaflarını aşamamış Türk aydınının taşımakta olduğu kibirli, dar ve sığ bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bu yaklaşım, en az 50 yıllık deneyime rağmen hâlâ sürmekte olan -Ergenekon süreci sonrasında aşılma noktasına gelmişken, bilinen nedenlerle bu büyük enerjiyi ve birlik umudunu heba edip çökerten- ben merkezciliği şişirilmiş, hâlâ olgunlaşmamış ve iki adım ötesini görme yetisinden uzak bir örgütçülük, particilik, siyasetçilik oyununun tekrarıdır.

Önce herkes kendi dükkanını açsın, sonra yüksek perdeden bir kibirle “düşünürüz”, “bakarız” diyen tekkecilik çapsızlığı ve ufuksuzluğunun teorisidir bu. Ufuksuz ve ideolojik derinlikten yoksun partileşme denemeleri, yaşanan olağanüstü hızlı gündem ve siyaset değişimi sürecinde söz konusu mantıkla oluşan partiler, sistemin vazgeçilmez has partileri karşısında hızla etkisizleşip küçülüyor ve yok olup gidiyor.

***

Bu birliğin özünün, yani kurulacak partinin ruhunun, omurgasının ya da ana stratejik ekseninin Atatürkçü (Kemalist) Sosyalizm olduğunu düşünüyorum. Bu düşüncemin gerekçelerini daha etrafla öğrenmek isteyen okuyucular, Yarınlar.com.tr’daki arşivimdeki “Türk Devriminin Özgünlüğü ve Atatürkçü Sosyalizm” yazısına bakabilirler. Türkiye’ye özgü, ulusal bir sosyalizm olarak tanımlanabilecek bu kavramlaştırmanın köklerini 1930’ların “Devlet Sosyalizmi” (bu tanım Atatürk’e aittir) deneyiminde ve Altı Ok ilkelerinde bulabiliriz. Ayrıca Altı Ok’un dört maddesi; Devletçilik, Halkçılık, Devrimcilik ve Milliyetçilik, Türkiye’ye özgü sosyalist bir programın da temel ilkeleridir.

Artık gecikmeye de, aceleye de tahammülü yoktur Türk devrimcisinin; demir tam tavında, ama Türklere özgü, ulusal kültürümüze özgü bir örs ve çekiçte, hem sabırla hem de hızla akan zamanla yarışarak ustaca dövülmek zorundadır. Türk devrimcisi, gerektiği kadar sabra ve gerektiği kadar aciliyeti kavrama duyarlılığı ve ataklığına sahiptir. Bu deneyime ve düşünsel olgunluğa ulaşmıştır. Ve bu olgunluk, bilgelik, zamanında rolünü oynamazsa, treni kaçırırsa, tarihsel olarak işe yaramazlaşacak, çürüyüp, çöp olup gidecektir.

Bir benzetmeyle, denizi ulaşılması gereken hedef, ırmakları da bizi o hedefe götüren, taşıyan süreç olarak düşünürsek, daha önceki deneyimlerde bu ırmağın çeşitli nedenlerle yaratılamadığını, devrimci çevrelerin küçük, dar bir vadicikte tıkanıp, göllenip kaldığını far kederiz. Hedef denizse, küçük derecikler halinde kalmak hiç bir şey ifade etmediği gibi, akmayıp da göllenip kalmak, kokuşma ve çürüme demektir. Doğa yasasıdır, su akarak duruluğunu, temizliğini korur. O nedenle herkes dereciklerini ırmağa akıtmak, orada kendini yenilemek ve aşmak durumundadır. Demirin tavında dövülmesi, derelerin zamanında ırmağa, ırmağında denize ulaşmasıdır. İşte burada yüksek bir bilgeliğe ve tarihsel bilince sahip iradi çaba devriye girer ve derenin önündeki setleri, engelleri temizler ve zamanında ırmağa akmasını sağlar.

***

Kemalist Cumhuriyeti aşağıdan yukarıya devrimci bir atılımla yeniden kuracak olan enerjinin işlevini yerine getirip hedefe ulaşması için, günümüz gerçekliğinde iki hayati bileşene ihtiyacı vardır.

Birincisi, Türkiye’nin bütün siyasal aciliyetlerinin dayattığı, temelini Altı Ok’un oluşturduğu asgarı ilkelerde geniş bir kesimin hızla birleşmesi ve siyasal olarak çekim gücü olan, etkili, caydırıcı bir kuvvet merkezinin oluşmasıdır.

İkincisi de, bu kuvveti stratejik hedefe taşıyacak, bütün güncel, gelip geçici fırtınalara, yanılgılara, sahteliklere dayanaklı, kökleri derinlerde sağlam ilkelerdir. Yani kuvvet merkezindeki çekim gücünü, direnme ve geleceği yaratacak devrimci enerjiyi sağlayan niteliktir bu. Bu niteliği yaratacak olan şey de, Kemalist-sosyalist birliğindedir.

Somut konuşursak, gözlemlediğim ve algıladığım kadarıyla, temel ilkeler ve program konusunda, gerek Türkiye Sosyalist Partisi, gerekse Cumhuriyetçi Vatanseverler Hareketi’nin, ifadeler bazı farklılıklar taşısa da, esasta, ya da en kritik ve temel konularda rahatlıkla aynı şeyleri savunduklarını söyleyebilirim. Bu durumda, her harekette her zaman var olan dükkancı ve tekkeci kültüre yatkın, hayatında ilk defa zar zor elde ettiği konumunu korumaya çalışan geri, sıradan bilincin kemikleştirici etkisine, içe dönük yapılaşma ve katılaşmalara izin vermeden büyük birliğe odaklanmak elzemdir.

Yeri gelmişken; Sosyalist Cumhuriyet Partisi’nin kuruluş sürecinde de önermiştim; acele etmeyin, Veryansın çevresindeki Atatürkçü vatanseverlerle birlikte partileşmeyi hedefleyin, bunda ısrar edin ve bunun için kurultaylar düzenleyip programa ilişkin temel sorunlar geniş katılımla tartışılsın vb diye… Bu bağlamda, aynen bugün de, ortak bir program ve stratejinin oluşup netleşmesi, temel siyasetlerin oluşturulması ve örgütsel birliğe geniş katılımın sağlanması için, özellikle birikimli, fikri-önerisi olan aydın ve öncü kişiliklerin katılıp tartışacağı bölgesel kurultayların yapılmasını güçlü bir biçimde tekrar öneriyorum.

Bu kurultaylar sadece ortak fikir oluşturmaz, belki de ondan daha önemli olarak, her düzeyden katılımcıda ortak bir ruh, ortak bir inanç ve yaratılacak derimci rüzgarın beslediği yüksek özveri ve kendine güven duygusu yaratır. Bir devrimci parti için bunlar en az program kadar, hatta ondan daha fazla ihtiyaç olan şeylerdir. Çünkü, Türkiye siyaset tarihi, bir çok süslü, etkili, gösterişli, “şanlı”, “yüce” iddia ve cümlelerle oluşturulmuş parti programları mezarlarıyla doludur.

***
Eleştirilerime gelince…

Birinci ve en önemli eleştirim, aydınlara ilişkin tavır konusundadır. Daha doğrusu Türk aydınının işlevi konusundaki yanılgılar üzerinedir. Nihat Genç’in eleştiri üslubu ve yer yer küfre vara söylemlerinden çıkardığım kadarıyla Cumhuriyetçi, Atatürkçü aydın gerçeğinin fazla mükemmelliyetçi ya da pürist kavrandığı kanısındayım. “Türk aydınına güvenmiyoruz” gibi bir tepkisellik taşıyan, duygusal, -muhafazakar, gelenekçi ve devrimciliğin toptan reddi gibi- yanlış mecralara kaymaya kapı aralayan bu yaklaşım, Türk aydınını, güncel gerici fırtınalardan ve ülke gerçekliğinden kopuk ele alan fazla idealize edilmiş bir yaklaşımdır.

Bu yaklaşımın arkasında ise; geçtiğimiz elli yıllık tarihe baktığımızda da göreceğimiz gibi, Türk aydınının önemli bir zaafını, örgütlü, partisel bir yapıda yer almaya özenle mesafe koymanın tortularını taşıyan, yüksek egolu, kibirli bir tavrın ve kültürün etkileri vardır. Devrimci siyasetin, dolayısıyla geniş halk kitlelerinin bilincini değiştirme, dönüştürme, eğitme ve onları kazanmanın, sorumluluğunu etinde-kemiğinde hissetmeyen, bunun gerektirdiği alçakgönüllülüğü ve başkalarından öğrenmeyi yeterince içselleştiremeyen bir anlayıştan besleniyor bu.

Bir kez daha, artık şunu kesin ve net olarak bilmek zorundayız: En az tam bağımsızlık ve uluslaşma kadar aydınlanma mücadelesi de içeren yaklaşık 150 yıllık Türk devrimine damgasını vuran Türk münevveri, Türk aydını, bugün de Türkiye’nin yazgısının belirlenmesinde kesinlikle tayin edici, vazgeçilmez bir öznedir. Herhangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için Türk aydınının hâlâ vazgeçilmez üç temel bileşenini tekrar belirtelim. Bu, hem tarihsel-kültürel bir geleneğin, hem de çağdaş toplumsal-ideolojik bir gerçekliğin özüdür. 1960’ların 27 Mayıs, Yön Hareketi ve 68 Hareketine damgasını vuran “zinde güçler olarak” tanımlanan bu üçlünün temel bir bileşeni gençliktir. Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin bilincine varmış bir gençlik, kuşkusuz her türlü bireysel küçük çıkarlardan arınmış yüksek ideallerin taşıyıcısı olarak kitlesel eylemleriyle, yüksek ve sınırsız özveri potansiyeliyle bu mücadelede tayin edici bir rol oynamaktadır.

Ancak teorinin, stratejinin olmadığı ya da güdük olduğu bir eylemcilik, geçmiş deneyimlerden de gördüğümüz gibi, başarıya değil ancak yenilgiye götürür. Veciz bir sözdür; “Taktikleri olmaya strateji uzun, meşakkatli, bedeli yüksek çabalarla başarıya ulaşabilir; ancak stratejisi olmayan bir taktik ise, kaçınılma yenilgiden önceki gösterişli gürültüden başka bir şey değildir” diye. Bu bağlamda, aydın demek, derin entelektüel bilgiyi, uzmanlığı ve bilinçli bir kendini adanmışlığı ifade eder. Bu nitelikler, bir devrimci siyasal mücadelenin ekonomik, toplumsal, kültürel bütün boyutlarını ve derinliklerini kucaklayan stratejisinin oluşturulmasında tayin edicidir.

***

Somuta gelirsek; yukarıda eleştirdiğimiz mantıkla örneğin, eksik, hatalı ve kusurlu da olsa ana hatlarıyla Atatürkçü-Cumhuriyetçi olarak tanımlamamız gereken Cumhuriyet, Sözcü, Odatv gibi kuruluşlar ve oradaki yazarların, kimi hatalı, yanlış bakış ve tavırlarından dolayı tam karşıya alınıp, kolayca sineye çekilmez söylemlerle -eleştirilmesi demiyorum- mahkum edilmesi doğru değildir. Çünkü onlar, emperyalizm ve karşıdevrim cephesinde değildir; devrimci merkeze en uzak halkada bile olsalar, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi cephededirler. Vatanseverliğimiz, Atatürkçü ideallerimiz ve önerilerimiz yüzde yüz doğru olsa bile, çeşitli derecelerde bizden farklı ve hatalı düşünenlerle, ama aynı zamanda Atatürkçü kitlenin geniş bir yelpazedeki farklı eğilimlerini yansıtan bu aydın-yazarlarla, aynı partide olmasa da, asgari ortak paydalarda mutlaka birleşmek zorunluluğu söz konusudur.

Eğer bu yapılmaz ya da önemsenmezse, yukarıda vurguladığım, yüzde yüz doğru şeyler savunulsa bile kendinden başkasını beğenmeyen, yüksek egolu ve kibirli önderler olarak, ulaşmak istenilen kitlelere asla ulaşılamaz. Çünkü, onlara ulaşmanın yolu, hem teorik hem de paratik, aydınlatıcı, yol gösterici nitelikleriyle eğitimli ve daha bilinçli aydınlar ve halk önderlerinden geçer. Bunların büyük bir kısmı ne yazık ki, düzenin, sistemin, emperyalist kültürün kirletici, yozlaştırıcı etkisi altındadır.

Mustafa Kemal’in deneyimlerini ve bizim için son derece öğretici olan taktik ve siyasetlerini iyi hatırlayalım. En somutu, en yakınındaki İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay vb dahil, çoğu mandacı asker ve aydınlarla nasıl birlikte yürüdüğünü ve zamanla onları nasıl ikna edip kazandığını, kazanamadıklarının da, günü geldiğinde ustaca taktikler sonucu milletin gönlünden nasıl silindiğini iyi hatırlayalım.

İkinci eleştiri noktam ise, ulusal devrimci mücadelenin stratejik yani teorik-ideolojik boyutu ile siyasal boyutunun birbirine karıştırılmasıdır. Daha doğrusu, dostlar ve müttefikler arasında temel ilkelere, stratejik-ideolojik nitelikteki sorunlara ilişkin olarak üsluptan çok esasa ilişkin içeriğin önem kazandığ söylem tarzı başkadır; günlük siyasette daha çok dost ve müttefiklerle değil, rakip, karşı güçlerle yapılan tartışma ve polemiklerdeki mahkum edici, ipleri koparıcı, yargılayıcı üslup, söylem ve tavırlar farklıdır. Buradaki, tek doğru benim, diğerleri hepsi yanlış biçimindeki toptancı yaklaşım, bütün samimiyeti ve yüzde yüz doğruluğuna karşın, kısa ve orta vadede kazanıcı olmamaktadır. Uzun vadede kazanma ise, “Bağdat harap olduktan sonra…” bir anlam taşımaz.

***

Son olarak, şu toplumsal ve siyasal gerçekliği ya da yasayı tekrar vurguluyorum. Bir ideolojik-siyasal kuvvet merkezi, yani parti oluşturmak istendiği an, nitelikli ve yetenekli bir kurmayın aklına ilk gelen şey, hangi toplumsal kuvvetlere ya da sınıflara dayanılarak ve hangi kadroyla bunun gerçekleştirilebieceği sorusudur. Devrimci bir kurmay burada, bütün entelektüel fantezilerini, duygusal tatminlerini, kendini kanıtlama gösterilerini hemen çöplüğe atar ve bir bilim insanına özgü olanca alçakgönüllülüğü ve kucaklayıcılığıyla halkın ezici çoğunluğuna dayanmanın araştırma, analiz, strateji ve planlarına odaklanır.

Emperyalizm ve karşıdevrim saldırılarıyla yeni bir varoluş-yokoluş krizi içinde kıvranan ulusumuzun ve Cumhuriyetimizin 100. yıl kutlaması, her zamankinden çok daha başka ve anlamlı olmalıdır; güne ve geleceğe dönük yüksek bir duyarlılık ve sorumlulukla yapılmalıdır. Dileğimiz böyle olmakla birlikte tablo tersini gösteriyor. Bu nedenle, en anlamlı 100. Yıl Kutlaması, onu, Devrimci Cumhuriyet olarak, aşağıdan yukarıya Kemalist bir ruhla yeniden kurma iradesine ve kararlılığına odaklanmaktır. Bunun yolu da, bütün vatansever Kemalist, Sosyalist ve Ulusalcı güçlerin tek bir kuvvet merkezinde partileşmesinden geçmektedir.

Vatanseverlerin birliği üzerine bazı düşünceler

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Sosyalist Kemalist savınıza ilişkin;
    Atatürk ün kurduğu Halk Fırkası sosyalist miydi? Bırakalım bu soğuk savaş literatürünü. Tek çıkar yol Kemalizm, Atatürkçü düşünce. ne batıcı ne doğucu olamayız özümüzle hareket etmek gerek.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!