Avatar
Ahmet Yıldız

’12 Eylül’ analarından bugünkü analara

featured

“SAÇLARINA YILDIZ DÜŞMÜŞ KOPARMA ANNE”

“Şafak” söküyordu.

Nizamiyenin kapısı açıldı.

1981 yılının Erzincan’ında kuru, soğuk bir Aralık günü, kapıda üzüntüyle ve hüzünle bekleşen anneler hareketlendi.

Bir yıldır evlatlarını görmemişlerdi.

Kurban bayramı nedeniyle görüşme umuduyla ülkenin değişik bölgelerinden gelmişlerdi. Çocukları tugayın içindeki özel cezaevinde yatıyordu.

İçerde açlık grevi vardı ve bu nedenle görüşmeleri yasaklanmıştı. Bir umut, her şafak vakti nizamiyeye gelip bekliyorlardı.

En sonu komutanlık bu durumdan rahatsız olmuş, yalnızca bir anneyi temsilci olarak çocuklarla görüştürme kararı almıştı.

Eşarpını çenesinin altından bağlamış, soylu çizgili burnu biraz daha uzun görünen bir anne seçilerek bir cemseye bindirildi. Bir kışla binasının önünde indirildi.

Anne, çakıllı yolda ayakkabılarının hışırtısı arasında, iki görevli askerin ardından yürürken dört katlı kışlanın üst katlarına çıkacağını umuyordu. Ama kışlanın bodrumundaki hücrelere götürüldü.

Ana kapı şangırtılarla açıldı. Karanlık dar merdivenlerden şaşkınlık ve korkuyla, mendilini burnuna tutarak indi.

Bir kapının daha önce sürgüsü, sonra gürültüyle kendisi açıldı. Sarı bir ampulle aydınlatılan küçük bir avluya geldi anne.

İçeriden ekşi hava karışımı sıcak, berbat bir koku yüzüne çarptı. Önündeki tel kafese yaklaştı.

Kafesin ötesindeki gölge de yaklaştı.

ANNEM

Mendilini burnundan çektiğinde annemi tanıdım.

“Anne!” dedim bilinçsizce, ona dokunma isteğiyle kafesin tellerine parmaklarımla tutunarak.

“Yavrum!” dedi annem, iki eliyle tel kafese tutunarak. Parmak uçlarımızı ancak birbirine değdirebildik.

Kafesin öteki tarafında sarı ampulun ışığında parıldayan gözyaşlarını ancak görebiliyordum.

Annem de sıfır numara makineyle kesilmiş saçlarım, sapsarı yüzüm, erimiş cılız gövdem yüzünden ancak burnumdan tanıyabilmişti beni.

12 EYLÜL DARBESİ

Bizim gibi bağımlı yarı bağımlı ülkelerde darbeler yalnızca içsel nedenlerle olmaz; bütün mazlum ülkelerdeki darbelerin hemen hepsi ülkeleri, bölgesel veya yerel çıkarları doğrultusunda davranmaya yöneltmek için ABD-CIA merkezlidir.

Bu öyle ki FETÖ darbesi 12 Eylül 1980 darbesinin devamı gibiydi.

Yine Atatürkçülük “adına”, yine arkasında başta ABD ve Almanya olmak üzere emperyalist ülkelerin söz birliği vardı. 12 Eylül darbesinde yarım kalmış işlerini bitireceklerdi. Üç darbede kıramadıkları anti emperyalist duruşu bu kez Endonezya tipi bir darbeyle bir nesli yok ederek kırmaya çalışacaklardı 2016’da belli ki.

12 Eylül 1980 darbesinin bütün yükünü anneler çekmiştir. Anneme tam, “Benden umudu kesin, diğer kardeşimi okutun, ona önem verin!” diyecektim ki kardeşim Turan’ın da Erzurum’da tutuklu olduğunu anımsamıştım. Annem buradan çıkınca diğer oğlunu görmeye gidecekti bir başka cezaevine.

Büyük olasılıkla kardeşim de bizim gibi tahta kaşık yerine demir kaşık verilmesi, havalandırma saatlerinin artırılması, komandoların sık sık arama bahanesiyle yaptığı işkencelere son verilmesi, banyo günlerinin artırılması gibi nedenlerle açlık grevindeydi.

12 EYLÜL ÖNCESİ GENÇLİĞİ

1980 öncesinin politik gençliği okulda, kantinde, dernekte, sendikada, yurdunun herhangi bir yerinden gelmiş, ilk tanıştığı kişiyle, İspanya iç savaşındaki “Uluslararası Tugaylar” gibi hemen “yoldaş” olan, güvenen bir saflık içindeydi. Anne ve babalarımızın onca öğüdü arkadaşlarımızın tırnağı kadar değerli değildi.

Sevgi ve kardeşlik duyguları, dayanışma duyguları 12 Eylül işkence hanelerinde tuzla buz oldu. O aura yıkıldı; her politik birey, hücresinden çıkınca, artık liberalleşmiş bir toplumda yapayalnız, kendi kendisiyle, kendi kaderiyle baş başa kaldı.

12 Eylül 1980 faşizminin kurbanlarının tek dayanakları kalmıştı: Anneler.

“Arkadaş”larımız, “Yoldaş”larımız gitmiş, ailemizle, hiç tanımadığımız anne ve babalarımızla baş başa kalmıştık.

Analar, öfkeli, gururlu ama yorgun babaları yumuşattılar. “Ağbi”leri içerde diğer kardeşlere moral verdiler.

Mahallede, darbeyi alkışlayan “badem bıyıklı”ların alaycı bakışlarını metanetle karşıladılar.

TV ekranlarında general Kenan Evren’in, oğullarına ateş ve tükürük saçarak saldıran konuşmalarını dinlerken sessiz gözyaşlarını mendilleriyle gizlediler.

Çocuklarını bekleyen boş bir sandalyeyle yemeğe her oturuşlarında lokmalar boğazlarına düğümlendi.

” (…)
ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birden bire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
(…)”

(Nevzat Çelik – Şafak Türküsü)

Biz hep analarımızla insan olduk.

Biz hep analarımıza mahcup olduk.

BU ÜLKE KENDİNİ BİLSEYDİ

Bu ülke kendini bilse, ne yaptığının bilincine varsaydı darbelere izin verir miydi, işkencede, hücrede, darağacında kendi evlatlarının canına kıyar mıydı, kıyıcılara kıydırır mıydı?

Küresel kuşatmanın ortasında, yaralı yüreğiyle yapayalnız bir Türkiye şimdi elimizde kalan! Her kademesine yerleşmiş hainleri ayıklamaktan yorulmuş, o yurtsever gençleri arayan bir ülke!

Emperyalizm artık Laos’ta, Vietnamda, Latin Amerika’da yani o kadar uzakta değil. Burnumuzun dibinde namluları ülkemize çevirmiş açıkça şeytani işler çeviriyor. Oyun aynı oyun, senaryo aynı senaryo.

“12 Eylül”ün ürünü bir katil şebekesinin elinde çocuklarının, yine aynı oyunun ortasında kurban edilmesine isyan ediyor Diyarbakırlı anneler.

Kelli felli devlet adamları bozamadı bu kirli oyunu, çözüm süreci, “demoğratikleşme” bitiremedi bu kanayan yarayı, bu trajediyi.

Yine analara kaldı iş.

Evladını isteyen Diyarbakırlı analarda yıllar öncesinde kendi anamı görüyorum ben.

’12 Eylül’ analarından bugünkü analara

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. Haklısın kardeşim…Aynı dediğin gibi.

  2. 12 Eylül 2019, 08:53

    Yer Almanya sahnede Ahmet KAYA, toplanmış insanlar. Sahneden Ahmet KAYA isimli sözde sanatçı özünde terör destekcisi mikrofondan bağırıyor, “VALLAHİ BAŞKAN APOYU ÖZLEDİK”. İşte bu terörist ile simgeleşmiş bir şarkılarından olan (şiirden bağımsız olarak söylüyorum.) bir şarkı ile yazınıza başlık atılıyor olmasını nasıl yorumlamak gerektiğini anlayamadım. Yazınız ile yaşadıklarınızı tüm çıplaklığı ile anlatıp unutulanları yüzümüze sert bir tokat gibi vurduğunuz için teşekkür ederim.

  3. Muhteşem bir tarifle birlikte 15 Temmuz-12 Eylül bağlantısı çok net olarak konulmuş. Yüreğinize sağlık…

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!