Avatar
Cem Gürdeniz

Atatürk-Lenin dostluğundan Montreux Türk Boğazları Sözleşmesine – III

featured

Amiral Cem Gürdeniz yazdı…

Bu makale serisinin sonuna geldik. 1945 ve 1946 yılında yaşananlar ABD ile Türkiye arasında başlayan ve günümüzde bağımsız Türkiye’nin büyük kayıplarına neden olan ve olmaya devam eden stratejik iş birliği ya da özel ortaklık olarak adlandırılan süreci başlatmış oldu. Öyle bir süreç ki, 27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrası Dışişleri Bakanı olmasına kesin gözle bakılan Amiral Fahri Korutürk’ün yerine bir gecede notalar döneminin ünlü Rus karşıtı Amerikancı Büyükelçi Selim Sarper’in getirilmesi ya da Amerikan Jupiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesine 1961 yılında onay verilmesi gibi önemli sürprizlerin yaşandığı bir süreç.

BOĞAZLAR MESELESİ

18. Yüzyıl sonrası Romanov ve Osmanlı hanedanları arasındaki savaşların ağırlık merkezi nasıl Türk Boğazları ise 1945 sonrası yaşananlar ve Türkiye’yi Atlantik sistem kucağına iten başlıca neden yine Boğazlar oldu. Sovyet notaları; Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki tarihsel düşmanlığın sosyo-genetik mirası; Dışişleri koridorlarında Cumhuriyetin kurucu dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı bile Rus Ajanı yaftalamasıyla dışlayacak düzeyde oluşan Rusya fobisi, ABD’nin Sovyet modelindeki komünizmi ve Sovyet askeri gücünü küresel çıkarları için en büyük tehdit olarak görmesiyle birleşince Türk halkının ve hükümetlerinin çok kısa sürede Avrupa-Atlantik çekim alanına girmesi kaçınılmaz oldu. Artık Amerika’dan bile Amerikancı bir Türkiye vardı.

ROMANAVLARIN İNTİKAMI

Avrupa’nın kalbinde Almanya 20. Yüzyıl başında küresel hegemonya satrancına müdahale edene kadar Osmanlı Rusya’nın güneye inmesini engelleyen bir vekil devletti. Kayzer’in Almanya’sı 20. yüzyılda ancak Rusya ile dengelenebilirdi. Artık Osmanlı gözden çıkarılmıştı. İngiliz Kralı ve Rus Çarının 1906 Reval kararları ile bu yapıldı. II. Abdülhamit’in Almanya’ya yaslanmasından başka çaresi kalmamıştı. Zira yıllarca Rusya ile İngiltere arasında gidip gelmişti. Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Savaşı ve 1917 Rus Devrimi bütün hesapları bozdu. Rusya’da Lenin, Anadolu’da Atatürk ortaya çıktı. İki ülke 1920 sonrası emperyalizme karşı ortak mücadele etti ve kazandı. Ancak, 1945 yılından itibaren Romanovlar sanki dolaylı yoldan Ekim devriminin intikamını Türklerden almışlardı. Zira 18 Mart 1915 günü Çanakkale’de önce müttefik filoyu durduran, daha sonra devam eden kara savaşlarında 8 Ocak 1916’dan itibaren emperyalizmi büyük bir hezimet içinde geri çekmeye zorlayan Türkler, 1917 Ekim devrimine dolaylı katkı vermiş oldu. Çanakkale geçilseydi Çar çok istediği desteği alır, savaş uzamaz ve devrim önlenebilirdi.

76 YILLIK JEOPOLİTİK TUZAK

29 Haziran 1945 tarihinde ABD Dışişleri Potsdam konferansı öncesi bir diplomatik doküman yayınlar. The Conference of Berlin, Diplomatic Papers Volume- I, Document-682 numaralı belgede (Hazal Yalın – 1945 Türkiye SSCB İlişkiler. Kırmızıkedi Yayınevi 2021, Sayfa 71.) şöyle bir değerlendirme yapılmış:

“1921’den 1936’ya kadar hem Türkiye Cumhuriyeti hem Sovyetler Birliği yeni, gelecekleri belirsiz ve neredeyse hiçbir dostları yokken pek çok ortak meseleleri vardı. Türkiye diplomatik olarak Sovyetlere yaslanıyordu. 1936’dan 1939’a kadar Türkiye, Montreux ‘de daha büyük güçlerin karşısında az çok, bağımsız duruş başarısıyla cesaret kazandı. Ancak Türkiye, 1939’da Alman-Sovyet dostluğundan dolayı korkuya kapıldı, Britanya ve Fransa ile ittifak anlaşması imzalamak suretiyle siyasetini kesin bir şekilde batıya çevirdi. Sovyetlere 1941 Haziranındaki Alman saldırısı her ne kadar Türkiye’yi teorik olarak Rusya ile birlikte aynı tarafa koyduysa da gerçekte Sovyet orduları başarı kazanır ve Türkiye müttefikler yanlısı silahlı tarafsızlığını sürdürürken, Moskova Türklere karşı soğuk ve kayıtsız bir tavır takındı. Bu, Türklerin yüzlerini destek için Britanya’ya daha çok çevirmesine yol açtı.’’

Bu değerlendirmeden anlaşılacağı üzere Türk dışişleri 1945 sonuna kadar büyük ağabey olarak Britanya’yı görmektedir. Ancak Britanya kendi derdine düşmüştür. Çok zor durumdadır. Neticede küresel hegemonya 1942 yılından itibaren ABD liderliğine geçmiş idi. Roosevelt gibi ABD’nin içine kapanmasını savunan ve İsrail’in kurulmasına karşı çıkan bir Başkan, Yalta Konferansından 2 ay sonra aniden ölünce, yerine gelen Truman adeta tüm politikaları ters yüz ederek hegemonyanın ev sahipliğini üstlendi. Acımasızca Hiroşima ve Nagazaki’de nükleer silahları kullanarak bir soykırım uyguladı. Bağımsız İsrail’in kurulmasına öncülük etti. Avrupa’yı Almanya üzerinden bugün de devam eden işgale başladı. Truman bu süreçte stratejist George Kennan ile birlikte Türkiye’nin önemini çok erken anlamıştı. Türkiye ise tuzağı ya görememiş ya da gördüğü halde Tanzimatçı geleneğe teslim olmuştu. Finlandiya kadar olamamıştık.

GÜNAH ÇIKARAN STALİN VE MOLOTOV

Rusya yaptığı hatayı anlamıştı. Ancak çok geçti. Stalin 1947 yılı başında ABD’nin Moskova Büyükelçisi Smith’e Türkiye’ye saldırma niyetinde olmadığını, benzer şekilde sonraki Devlet Başkanı Kruşçev de tüm Sovyet notalarının geri çekildiğini belirtmişse de iki ülke arasındaki güven bunalımını aşmak mümkün olmamıştı. Sovyet notaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen yenidünya düzeninde küresel güçler tarafından kendi çıkarlarına en uygun şekilde kullanıldı. Bu süreçte Türkiye’nin en büyük kazancı doğal olarak Boğazların egemenlik statüsü ve doğu sınırlarımızla ilgili bir değişikliğe gidilmemiş olmasıydı. Ancak, Anadolu yarımadası gibi çok kritik bir coğrafyanın Avrupa-Atlantik jeopolitiğinin çekim alanına girmesinin yolu da açılmıştı. Türkiye, soğuk savaşın bittiği 1989 yılına kadar önce Atatürk’ten ve daha sonra Asya’dan uzaklaştırıldı.

Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov’ un ünlü yazar Çuyev ile söyleşileri 1999 yılında Rusya’da yayınlandı. Hazal Yalın’ın “1945-Türkiye SSCB İlişkileri” isimli kitabında bu söyleşilerin tercümeleri ilk kez Türk okuyucu ile buluştu. (Sayfa 204-205) Molotov’ un tarihi açıklamaları şöyle:

“Stalin ile konuşuyordum…Savaştan sonra Türklerden Boğazlar üzerinde ortak kontrol isteyip durduk. Türkler buna razı olmadılar. Müttefikler de bizi desteklemedi. Bu bizim hatamızdı. Bence Stalin her şeyi kanun çerçevesinde BM aracılığıyla yapmak istiyordu…Bu zamansız ve gerçekleşemeyecek biri işti. Stalin’i mükemmel bir siyasetçi sayarım, ama onun da kendince hataları vardı…Bu kontrolü Sovyet ordularının kazandığı zaferin şerefine önerdik. Ama onlar kabul edemezlerdi, biliyordum bunu. Aslında bizim tarafımızdan doğru da değildi. Eğer Türkiye sosyalist bir devlet olsaydı, bununla ilgili konuşabilirdik…Türkiye’den toprak taleplerimiz vardı. Tam bir aksilikti…İstanbul Boğazını Türklerle beraber korumak… Eğer oraya girseydik herkesin dikkati bize çevrilirdi. Stalin son yıllarda kendine biraz fazla güvenir olmuştu… Stalin diyordu ki haydi bastır. Ortak mülkiyet temelinde. Ben de vermezler diyordum. O da sen iste diyordu…Boğazlarla ilgili meseleden zamanında geri çekildiğimiz iyi oldu. Yoksa bu bize karşı ortak bir saldırganlığa yol açardı.”

BUGÜN TARİHTEN DERS ALMALIYIZ

Bu klişe bir cümle değildir. Montreux Türk Boğazlar Sözleşmesinin ve Türk Boğazlarının üzerinde şekillenen gelişmelerin bizi neredeyse son 76 yıldır Atlantik sistem içinde yarı sömürge durumuna sokan olayları tetiklediğini 3 makale ile anlatmaya çalıştım. Uğrunda bedeller ödenmiştir. Hala ödeniyor. Unutulmamalıdır ki, Montreux Sözleşmesi bugün küresel barış ve istikrarın en büyük güvencesidir. Zira Biden döneminde yeni saldırı alanı Karadeniz, Kırım, Ukrayna ve Gürcistan’dır. Bir an için Montreux’nün kısıtlayıcı maddelerinin ortadan kalktığını hayal edelim. Karadeniz çoktan kan gölüne dönmüş ve hatta nükleer silahların kullanılması aşamasına geçilmişti.

100 yıl öncesinde olduğu gibi Karadeniz’in birleştiriciliği ile şekillenen Türk-Rus dostluğu, o dönemde jeopolitik sürpriz yarattığı gibi bugün de barışın ve istikrarın en önemli güvencesidir. 18 Mart 1921 tarihli, Türk Sovyet Dostluk Antlaşması ile Sovyetlerin Sevr antlaşmasını reddetmesi ve misak-ı milli sınırlarımızı tanıması Türkiye’nin Asya yönelişinin kapısını 100 yıl önce aralamıştı. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi, Suriye krizi, Akdeniz’e açılması istenen Kürt koridoru, Türk -Çin yakınlaşması, Türk-İran iş birliği ve Türk-Rus ekonomik ilişkileri yepyeni bir Asya dönemini başlatmıştır. Bu dönem, her iki ülkedeki mevcut iktidarların siyasi bir seçiminin sonucu olmaktan ziyade, jeopolitik arenadaki ölüm kalım savaşının gerekli kıldığı iş birliğinin ve siyasi coğrafyanın bir sonucudur.

Bugün Karadeniz, Akdeniz ve Balkanlardaki Atlantik seddine karşı Türk-Rus yakınlaşması, iki önemli Asya devletinin güvenlik ve çıkarlarının karşılıklı olarak gözetilmesi sonucunu doğurmalı ve 21’inci yüzyıl güvenlik ve dış politikalarının belirleyici ana eksenlerinden birisi olmalıdır. Bu kapsamda Kırım, Ukrayna, Libya, İdlib, ve Gürcistan’daki gelişmelerin 76 yıl önce Türk-Sovyet ilişkilerinin bu üç makalede anlatılan yıkıcı süreçlere benzer sonuçlar yaratmamasına özen gösterilmelidir. Bu kapsamda günümüz konjonktüründe Türk-Rus iş birliği ve dostluğunun en önemli mihenk taşı Montreux Boğazlar Sözleşmesidir. Atatürk’ün Lozan’dan sonra

Türk milletine, ebediyete kadar ilerleyecek devletimize ve gelecek nesillere en büyük armağanıdır.

ATATÜRK’ÜN BÜYÜK ÖNGÖRÜSÜ

Bu makale dizisini Atatürk’ün sözleri ile bitirelim: “Biz batı emperyalizmine karşı yalnızca kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda batı emperyalistlerin bütün güçleri ve imkanlarıyla Türk ulusuna emperyalizmin amacı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz, bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.” (Mustafa Aydoğan, İnönü, Gözgü Yayıncılık, 2020, Sayfa 105.)

(CENEVRE 5+BM GÖRÜŞMELERİ) Türkiye ve KKTC’nin 21. Yüzyıl jeopolitik kaderleri birbirinden ayrılamaz. Anadolu’nun 50 mil güneyindeki yavru vatanımızın bağımsızlığının devamı Kıbrıslı soydaşlarımız kadar Anadolu ve ortak Mavi Vatanımız için yaşamsal değer ve önemdedir. Cenevre’de bugün başlayacak 5+BM görüşmelerinde iki devletli çözüm hedefine ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ülküsüne sadakat Türk ve Kuzey Kıbrıs heyetlerinden beklentimizdir. Şartlar ne olursa olsun, baskılar ve tehditler ne kadar artarsa artsın, bu sonuç için direnmek, bu sonuca erişim için en iyisini yapmak geçmişe sadakat ve vefanın; gelecek nesillere ve tarihe karşı yüksek sorumluluğun gereğidir. )

 /></a></p><p><a href= /></a></p></div></div><div class=

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. 30 Nisan 2021, 10:20

    Yani ne olursa olsun çok güçlü durmak gerekiyor. Güç sadece siha ve ihalar, denizlerdeki gemi ve stratejik zekamız anlamına gelmiyordur değilm mi?. Türkiye de bir FETÖ gerçeği var fakat bunun temeli de liyakatsizliğe, nepotizme, kendi adamını kantine çaycı yapmaya kadar gidiyor. Küçük görünen zararsız adam kayırmalar bile bir kanser gibi kemiklere kadar sirayet ediyor ve ne başımızdakiler ne de halk bunu tam olarak algılamış değil. Herkes kendi derdinde. Çok özür dilerim ukalalık gibi oluyor ama dün resepsyonda işe kalacak ve yiyecek karşılığında işe başlayan 25 yaşındaki genç inşaatta günlük 40 tl ye çalışmaktan vazgeçip bu işi tercih ettiğini söyledi. Lnenin, Atatürk, Stalin ve İnönü hakkında düşünürken keşke komünist bir ülke mi olsaydık diye içimden geçmiyor değil…. fakat güç ve iç adaleti baltalayan FETÖ gibi gerçek olgular bu gelir ve fırsat eşitsizliği ortamında asla yok edilemez, ancak isim değiştirir. Adaletine inanmayan toplum herzaman devşirilmeye hazırdır farkında olmasa bile devşirilmiştir

  2. Montrö Antlaşma’sından dolayı Karadeniz’de istediğini elde edemeyen ABD, bu kez Akdeniz’den amacına ulaşmayı deneyecektir. İngiltere, Akdeniz’de Kıbrıs’ın ne kadar önemli bir kale olduğunun farkında; İngiltere ABD’den önce davranıp Akdeniz’de söz sahibi olmak; gerektiğinde de ABD’den tavizler koparmak için Kıbrıs’ta yine bazı hinlikler peşinde. Tanrı Türkiye ve KKTC’yi korusun.

  3. Atatürk’ün İngiltere’ye bakışı çok olumluydu ve sıkı işbirliğinden yana olmuştur. İnönü çok daha temkinliydi. 1939 bambaşka bir dönemeçtir. İnönü’nün 1939’da İngiltere ve Fransa ile ittifak kararı vermesine yol açan şartlar olağanüstüydü. Alman ve İtalyan tehdidine Sovyet tehdidi de eklemlenince Türkiye ingiltere ile ittifakı kaçınılmaz olarak gördü. Atatürk kendi döneminde dış politikada bu denli zor koşullar yaşamadı ve hayati karar vermek durumunda kalmamıştır. Milli Mücadelenin hedefi belliydi ve Rusya Türkiyenin yanındaydı.
    Türkiye için gerçek tehdit yüzyıllardır Rusyadır. Aynı cephede değilseniz Batıya yanaşmaktan başka seçeneğiniz yoktur. Kısaca Atatürk olsaydı belki İngitere ile daha da sıkı bir işbirliği ve savaşa girmek söz konusu olabilirdi. 1937 Akdeniz korsan denizaltılar krizinde Atatürk İngiltere ve Fransaya yardım etmeyi Türkiye için bir şeref olarak nitelendirmiş ama İnönü bunu riskli bulmuştur. Anlaşamadıkları noktalardan biri de buydu

  4. 27 Nisan 2021, 09:21

    Montrö’yü yok sayacağımız günler yakındır. Boğazlar da bizim Marmara da bizim, izni sadece ben veririm diyeceğiz.
    Önderimiz Mustafa Kemal gibi…

  5. Çok yararlandım Komutanım. Aklınıza ve elinize sağlık.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!