Avatar
Ceyhun Balcı

Canlılığa saygıya çağrı

featured

Ceyhun Balcı yazdı…

Başka olaylar için her fırsatta yapılan “kader planı” nitelemesi doğallıkla deprem için de yapıldı. Kader planı, olsa olsa kendini bilmeyenleri, canlılığın, doğanın ve yaşamın ne olduğundan habersizleri etkileyebilirdi. Depremin yol açtığı yıkıntılar kadar utanç verici sayfadır tarihe eklenen.

Ne yazık ki, “kader planı” nitelemesi depremzedelerin önemli bölümünü etkilemiş olmalıdır.

Her şeyden önce eğitim ve öğretim yetersizliği olduğu saptanmalı Türkiye’de. Geçmişte liselerde jeoloji dersi okutulduğunu biliyoruz. Yakın zamana dek coğrafya dersi de vardı. Her ikisinin de yerinde yeller esiyor.

Biyoloji dersi her şeye karşın varlığını sürdürüyor olsa da etkinliği tartışmalıdır. Canlılık nedir, nasıl evrimleşmiştir gibi soruların yanıtları ülkemizde ayağı yere basan herkese anlayabileceği şekilde öğretilmelidir. Bu öğretimin değerli bir hayat bilgisi anlamına da geleceğini unutmamak gerekir. Ancak, bu yolla canlıya ve canlılığa saygı duygusu oluşturulabilir. Evrimi bilen, başka canlılarla aynı kökten geldiğini bilen insan doğaya ve kendisi dışında kalanların yaşamına saygılı olabilir.

Her ne kadar cansız olsalar da su ve toprak da canlılık ortamının olmazsa olmazlarıdır. Toprak da canlılar gibi evrimleşmiştir, evrimleşmektedir. Dünya üzerindeki hiçbir kara parçası olduğu gibi, değişmeden kalmamaktadır. Kahramanmaraş depremi sonrasında yapılan incelemelerde ve görüntülemelerde deprem geçiren bölgenin de değişim geçirdiği konuyla ilgili eğitimi olmayan gözler tarafından bile fark edilebilmektedir.

Depremden bu yana, özellikle görevini göz ardı ederek gereğini yapmayan hükümeti korumaya çalışan kimi çevrelerin yaşanan felaketin benzersiz olduğu ve dolayısı ile de hiç bir yapının bu sarsıntıda ayakta kalamayacağı yönünde algı yaratmaya çalıştığı gözden kaçmıyor. Koca bir yalandır bu. Hasar görse bile insana mezar olmayacak yapılaşma günümüz koşullarında kesinlikle olanaklıdır.

Kahramanmaraş İnşaat Mühendisleri Odası yapısını dimdik ayakta gösteren görsele rastlamayan kalmamıştır. Keza Antakya’da kent merkezini yerle bir eden depremin Asi ırmağı kıyı-kenar çizgisi dışındaki yapılarda hasara yol açmamış olmasının bilim insanları dışındakilerin ilgisini çekmediğini üzülerek görüyoruz.

Yeryüzündeki canlıların yalnızca % 0.01’ini oluşturan insanın hem küresel hem de ulusal ölçekte bilgisizliğin pençesinde olduğunu saptayalım.

Alüvyon zemine gökdelen diken, birinci sınıf tarım alanına yerleşen, otlakları yerleşime açan insanlığın ciddi bir uyarıya gereksinim olduğu açıktı. Uyaranın insan olduğu senaryoların etkileyici olmadığı özellikle Türkiye ortamında bilinmeyen durum değildir. İmara açma söz konusu olunca birbirleriyle kıyasıya çatışan tarafların belediye meclislerindeki inanılmaz birlikteliği ülkemizdeki imar ve yapılaşma hastalığının ibretlik göstergesidir.

Doğa sabırlıdır. Yüzyıllarca bekleyebilir sesini duyurmak için.

Türkiye’de hemen her yıl yaşanan hatırı sayılır depremler bile uyarı yaratmada başarılı olamayınca Cumhuriyet tarihinin en büyük 2. ve 3. büyük depremleri aynı günde sahne alarak insana haddini bildiriverdi bilinçsiz ve bilisiz insana.

İnsan, doğada sahip olduğu niceliksel büyüklüğün çok ötesinde yer kaplamaktadır. Sorun da burada düğümlenmektedir.

Oysa, evrimi bilen insanın canlıya ve canlılığa saygıdan yoksun olması, kendisini diğer canlıların üstünde bir yere koyması düşünülebilir mi? İnsanın bir bakıma “türcülük” hastalığına yakalanmış olduğunu da eklemek gerek.

“İnsan her şeyin en iyisine lâyıktır.” sözünü işitmeyenimiz olmasa gerektir. Pek çok insanı gururlandıran, büyüklenmeye yönelten bu söz kadar tehlikeli bir başka söz daha var mıdır bilmem.

Her şeyin en iyisine lâyık insanın doğayı hiçe saymasına, başka canlıları yok etme hakkını kendisinde bulmasına şaşırılabilir mi?

Oysa, evrimi bilen insan için kendisi dışında kalanlar da değerlidir. Çünkü onların da her birisi insanın soy ortağıdır. Başka deyişle kardeşidir.

Biyoloji, yerbilim ve coğrafya öğretimi yoksunluğuna Türkiye’de eklenen bir başka önemli sorun doğa yağması üzerinden kazanç sağlama hastalığıdır. Daha büyük, daha rahat, daha görkemli yapılardaki konutlardan, işyerlerinden edinmek günümüz Türk insanının önde gelen sorunlarından birisi olup çıkmıştır.

İmar aflarının birinin diğerini izlediği Türkiye’de bu duruma eğilimin devlet eliyle de beslendiği ve özendirildiği açıktır.

Soyadı uçan mıydı, kaçan mıydı? Bir çizer-oyuncu var. Önceki imar barışını güzelleyen kamu spotunda oynamıştı. Kaçak yapılaşmayı, kuralsız yerleşmeyi başarıyla kutsadığını izlemiştik o kısa filmde. Utanç kaynağı olmasının yanı sıra suç olarak da etiketlenmesi gereken bu durumun film oyuncusuna olasılıkla kazanç kaynağı da sağlamış olması kimseleri şaşırtmaz Türkiye’de.

Turizm-İnşaat-Tekstil üçlüsüyle kalkınması değil ama ancak doyması olası olan ülkemiz insanı son depremde inşaatın çökmesiyle barınaksız kalmış oldu. İnşaat aracılığıyla üretilen yolsuzluk ürünlerini tüm toplum eşit ve hakça paylaşmasa da bu alanda ortaya çıkan değer birikiminden toplumun önemli kesiminin bir şekilde yararlandığı kuşkusuzdur. Farklı şekilde söylemek gerekirse deprem sonrasında tüm açıklığıyla ortaya çıkan yerleşme yolsuzluğu/kuralsızlığı suçları toplumsal nitelik taşımaktadır.

İnşaat yüklenicilerinin peşine düşerek tipik “günah keçisi” arayışına girilmesi yanıltmasın. Her türlü yaptırımı hak eden yükleniciler bu bağlamda yalnız değildir. Hemen sormak gerekmez mi? Asrın felaketini yaşadıysak, yıkım kaçınılmaz idiyse yüklenicilerin suçu ne? Bu duruma yol veren, görmezden gelmenin yanı sıra özendiren devletin başındakiler hatasız, kusursuz ve suçsuz başkaları tek suçlu öyle mi?

Hükümet, yıkılan kentlerin jet hızıyla yeniden yapılacağının muştusunu verdi kendince. Devletin oluşan yıkımı giderme doğrultusunda attığı bu adım yanıltıcı olmasın.

Yıkılanların yeniden yapımı toplumca sınanmamızı sağlayacak.

Kentler yıkıma yol açan koşulların olduğu aynı yerde mi yapılacak?

Yoksa, antik dönemlerdeki gibi dağlarda mı kurulacak?

Kafa değişikliğinin olmazsa olmaz koşul olduğu bu konuda yaşananlardan ders alıp almadığımızı daha ilk adımda verilecek kararla ortaya koymuş olacağız.

Salgın sırasında aklı ve bilimi epeyce örseledik, saygınlığını aşındırdık. Bu tehlikeli yaklaşımdan sakınmak için çığlık atmaktan sesimiz kısıldı. Doğa sesini duyurabilmek için bu kez çok daha sarsıcı ve yıkıcı davranmak zorunda kaldı.

Aklı ve bilimin sesi oldu.

Bu sese kulak verilmesinin yaşamsallığını iki anahtar sözcükle dile getirip sonlandırmış olayım!

TAVŞANCIL ve ERZİN!

Canlılığa saygıya çağrı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 13 Şubat 2023, 09:23

    Doğanın,aklın ve bilimin seslerinİ dinleyip,harmanlayıp ortak özelliklerinin sentezini yaparak sonuçlarını saptayan; Tavşancıl ve Erzin yöneticilerine,uygulayıcılarına ve yapıtlarını ortaya çıkaran emekçilerine saygı duymamak olanaksız.Onlar canlıya,canlılığa ve doğaya değer veren bireylerdir.
    Böyle bireylerin çoğalması ve toplumu kendilerine getirmesi dileklerimle saygılarımı sunuyorum “İyiki varsınız” diyorum.
    Sn.Ceyhun Balcı’yada teşekkür ve saygılarımı iletiyorum.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!