Avatar
Turgay Erdağ

Fedakâr donanmamız

featured

VARDİYADA BİR TEĞMEN…

Çelikten geminin içinde ona ruh veren bahriyelilerden biriydi. Teğmen çıkalı henüz iki yıl olmuştu. Görev yaptığı gemi eski bir Amerikan muhribiydi. Uzun zamandır da Türk Deniz Kuvvetlerinde hizmet veriyordu.

Bir NATO tatbikatındaydılar. İki gündür kendilerine denizci olduklarını anımsatan fırtına artık durulmuştu. Fırtınaya aldırmadan yedi değişik ülkenin harp gemisi ile birlikte eğitim yapıyorlardı.

Muhabere subayıydı teğmen. Muhriplerde muhabere subayı olmak çok meşakkatli bir görevdi. Gemi seyirdeyken dinlenme olanağı hemen hemen yoktu. İnsan bedeninin sınırlarını zorlayan bir görevdi.

Öncesinde günlerce süren hazırlıklar, tatbikat süresince verilen olağanüstü dikkat ve emek, o tatbikattan Türk Ululusunun onurunu yücelterek çıkmak içindi. En ufak bir hata olmamalıydı yoksa gemi komutanının gazabı korkunç olurdu.

Teğmen bu nedenle tatbikat başladığından beri uyumamıştı. 36 saattir köprüüstündeydi ve ayaktaydı. Sadece yemek atıştıracağı zaman kısa aralıklarla alt güverteye iniyor ve karnını doyururken dinleniyordu.

Teğmen tatbikat esnasında sürekli köprüüstünde kalmak istiyordu çünkü orada tüm gemi hareketlerini görebiliyor ve taktik bilgi akışını da kaçırmıyordu. Kafasında ‘head set’ denen kocaman başlıklı bir kulaklık ve ağzının önüne uzanan mikrofonu ile ayakta görevini yapıyordu.

Önünde uçsuz bucaksız mavi deniz, denizin üzerinde bahriyelilerin ‘kuzucuklar’ dedikleri bembeyaz dalga köpükleri, tatlı tatlı esen bir rüzgâr… Dalıp gitmişti teğmen…

“Muhabere Subayım! … Muhabere Subayım!”

Teğmen gözlerini açtı… Gemi komutanı otuz santim yakınında gözlerinin içine bakıyordu.

Teğmen yorgunluktan ayakta uyumuştu.

Mükemmeliyetçiliği, sertliği ve hataya tahammülsüzlüğü ile tanınan komutan hiç kızgın görünmüyor hatta takdirle bakıyordu. Ama sesi yine de sert ve emrediciydi.

“Hemen kamarana git, yat ve uyu biraz. Taktik muhabereyi vardiya subayına bırak!”

Teğmen “Emredersiniz” diyerek döndü, köprüüstünden çıkmadan önce bir bahriye kuralı olarak “Köprüüstü müsaade!” dedi ve iskeleden aşağı inerek kamarasına yöneldi.

*  *  *

KAÇ KİŞİ BENİ DÜŞÜNÜYOR?

Türk askeri tersanelerinde imal edilmiş bir firkateyn Akdeniz’in ortasında çok düşük bir süratle ilerliyordu. Bir NATO görevi için ana üsten ayrılalı yaklaşık iki ay olmuştu.

Mısır’ın İskenderiye limanına yapılacak ziyaret politik anlaşmazlık nedeniyle iptal edildiğinden altı değişik ülkenin savaş gemisi ile birlikte Akdeniz’in ortasında çizili hayali bir saha içerisinde üç gün geçirilecekti.

Önceki günlerdeki fırtınadan kalma dalgalar gemiyi zorlamasa da epey sallıyordu.

Hiçbir yapay ışığın olmadığı denizin ortasında, bulutsuz bir havada, gökyüzünde bu kadar çok yıldız olduğuna inanamadan ağzınız açık hayranlıkla bakakalırsınız.

Üsteğmenin de gözü gökyüzünde parıldayan yıldızlarda, aklı ise kendisinden kilometrelerce uzakta bıraktığı insanlardaydı. Ailesini, arkadaşlarını, sevdiğini, dostlarını düşünüyordu.

Sabaha karşı saat üçte köprüüstünün sessiz sakinliğinde vardiya tutan üsteğmen kendi kendine sorular soruyordu.

“Türkiye’de şu an kaç kişi uyanıktır ve beni düşünüyordur?”

“Ülkemin insanları benden ve yaptığım görevden haberdar mıdır? Yaptığım fedakârlık biliniyor mudur?”

Çok uzaklarda, İngiliz firkateyninin tam üzerinde çakan şimşeklere bakıyordu üsteğmen. Asker olmanın, bahriyeli olmanın olmazsa olmaz karmaşık duyguları içindeydi…

*  *  *

BİSMİLLAH ATIŞ SERBEST!

Saros Körfezi’nde milli bir tatbikat icra ediliyordu. Hücumbotlar suüstü hedefine atış yapıyorlardı. Onlarca Türk savaş gemisi en iyi sonucu elde etmek için adeta yarışıyordu.

Denizciler hem coşkulu hem de gergindi. ‘Fiili atış eğitimi’ tehlikeleri içinde barındıran bir eğitimdi ve ‘önce emniyet’ kuralı çok titiz olmayı gerektiriyordu.

Binbaşı rütbesindeki hücumbot komutanı atış öncesi son emirlerini veriyor ve kontrolleri yapıyordu. Biraz sonra sonucundan gurur duyacağı bir atış yapacağını ümit ediyordu.

Her şey yolundaydı… Atış zamanı gelince gür sesi ile emir verdi: “Bismillah ateş serbest!”

Toplar coştu. İnfilak sesleri denizcileri coşturdu. Gözler hedefteydi. Barut kokusu genizleri yakıyordu. İyot kokusu içinde yaşamaya alışkın genç bahriyeliler barut kokusunu da limana döndüklerinde keyifle hatırlamak için belleklerine kaydediyorlardı.

Aniden hücumbotun kıç tarafındaki top daha tüm mermileri atmadan atışı kesti ve bir bağırma duyuldu.

Kıç top atış yaparken topun doldurma mekanizmasında mekanik bir arıza olmuştu. Topa mermi doldurmakla görevli er moral olarak yıkılmıştı. Onca emek verdiği, mükemmel atış yapmasını beklediği topu arıza yapmıştı. Gemi onun topunun aksaması yüzünden başarısız olamazdı. Saniyeden kısa bir zamanda “Elimle mermiyi ittirsem, mermiler akmaya devam eder…” diye düşündü.

Başka da hiçbir şey düşünmedi er. Eliyle mermiyi itti. Hesap etmediği ise topun dolduruş mekanizmasının hızının reflekslerinden çok daha hızlı olmasıydı. Böylece daha elini geri çekemeden mekanizma dört parmağını sıkıştırıp ezdi.

Top personeli hemen müdahale etti ama askerin parmaklarını sıkışan yerden kurtarmak mümkün olmuyordu.

Hücumbot komutanı Saros Körfezi’ndeki bir firkateynden doktor yardımı aldı.

O anda Saros Körfezi’ndeki başka gemilerde olan ve topu en iyi bilen astsubaylar gemiye alındı. Gerekirse top parçalarına ayrılacak ve er kurtarılacaktı.

Hücumbot yüksek süratle Çanakkale’ye intikale geçti. Bu arada Çanakkale Deniz Hastanesi’ne de haber verildi.

Hücumbot, Nara İskelesi’ne aborda olduğunda askeri hastanenin başhekimi dâhil bütün cerrahi kadrosunun iskelede beklediği görüldü.

Topun uzmanı astsubaylar topu parçalarına ayırmaya devam ederlerken askeri sağlık personeli de eri yaşamda tutmaya ve gemi komutanına bilgi vermeye devam ediyorlardı.

Dakikalar, saatler geçti… Topu parçalarına ayıran astsubaylar gemi komutanına şu raporu verdiler:

“Sıkışan parmakları kurtarmak için sökmemiz gereken bir tek parça kaldı. Fakat onu bir levye ile kanırtarak sökmemiz gerek. Bu sırada erin canı yanabilir. Doktorlar bu denli büyük acı yaşarsa erin ölebileceğini söylemişlerdi. Emriniz nedir?”

Komutan tıbbi ekibin başkanına durumu iletti. Doktorlar aralarında yaptıkları değerlendirme sonrasında şu kararı verdiler.

“O plakayı sökme denemenizde başarılı olursanız, yani erin eli toptan kurtulursa sonraki aşamada sorumluluk bizimdir. Ancak o denemeyi yaptınız, erin canı çok yandı ve eli de sıkıştığı yerden çıkmadı. Bu takdirde er ölebilir ve sorumluluk da sizin olur.”

Hücumbot komutanı olağanüstü bir karar vermek durumundaydı. Vereceği karar erin ölümüne neden olabilirdi. Bu durumda vicdani sorumluluğun yanı sıra hukuki bir sorumluluk altına da girecekti. Oysa doktorlar, eri bulunduğu yerde bileğinden keserek kurtarmayı önermekteydiler.

Komutan, subayları ve topu sökmeye çalışan ter içindeki astsubayları ile görüştü. Son bilgileri aldı. Sonunda kararını verdi.

“Ben personelime güveniyorum. Erin kolunu kesmeyelim, elini kurtaralım. Topu sökün!”

O parça kanırtılarak söküldü. Parmakları sıkışan erin acıdan haykırışı Nara İskelesi’nde yankılandı. İskeledeki ve güvertedeki herkes donup kaldı.

Herkesin gözü toptaydı. Birkaç saniye sonra, topun içine kadar girmiş doktorların ellerinde yükselen topçu erin bedeni görüldü. Er, güvertedeki bir sedyenin üzerine yatırıldı. Boğazına solunumunu sağlamak için hortum sokuldu. En az beş sağlık görevlisi müdahale ederken, birinin “Nefes alıyor, kurtaracağız bu çocuğu!” deyişi duyuldu.

Er, acele ile iskelede bekleyen ambulansa kondu ve doktorlarla beraber hastaneye yetiştirildi.

En fazla yarım saat sonra hastanedeki erin sağlığının yerinde olduğu, sadece parmaklarında önemsiz deri sıyrıklarının bulunduğu ve akşama gemiye geri gönderileceği öğrenildi.

Ölüm aşamasından parmaklarda önemsiz sıyrıklarla taburcu olmaya uzanan bir bahriyeli öyküsü…

*  *  *

FEDAKAR DONANMA

Bütün bunları, birkaç gün önce sosyal medyada gördüğüm, uzun süredir limana uğramadan görev yapan bir firkateynimizden bahseden haber üzerine anımsadım.

Donanmamızın ve denizcilerimizin hangi fedakârlıklarla ve nasıl görev yaptığını biliyor muyuz? Genellikle bilmeyiz. Çünkü donanma gemileri ana karadan uzakta, gözümüzün görmeyeceği yerlerde görev yapar.

Yazımın başındaki anekdotlar bahriyelilerin günlük yaşamlarından kurgusal birkaç örnekti. Bugün bu anlattıklarımdan daha zorlu ve gerçek görevlere yönelik görev yaptıklarını biliyoruz.

Geçtiğimiz son bir, iki yıla baktığımda donanmamızın firkateynlerinin limana uğramaksızın kesintisiz ortalama 3 ay, denizaltılarımızın kesintisiz 1,5 ay denizde kalıp görev icra ettiklerini tahmin ediyorum.

Zaman zaman 4 aydan fazla süre limana uğramadan görev yapan, özellikle uzak denizlere gönderdiğimiz firkateynlerimiz de oluyor sanıyorum.

Türk Donanması, bütün bu görev yoğunluğuna ek olarak korona günlerinde personelini gözü gibi esirgeyen zor kararlar da aldı. Bu kararlar denizcilerimizin fedakârlığını gerektirdi ve limanda dahi olsalar sahile çıkmadılar.

Donanma, personelini koronadan korumak için gemilerini ana üslerinden değişik limanlara göndererek harp gücünü en üst düzeyde tutmaya gayret etti. Denizciler korona krizi başladığı günden normalleşme başlangıcına kadar evlerine gitmediler.

*  *  *

Ay yıldızlı bayrağımızı gururla taşıyan ve ağırbaşlı görünüşü ile önünüzden süzülerek geçen bir savaş gemimizi gördüğünüzde, içindeki bembeyaz üniformalı bahriyelilere bakıp “Ne güzel, Türkiye’yi ve dünyayı dolaşıyorlar” diye düşünüp onlara özenebilirsiniz. Denizcilerin bizde oluşturdukları bu şiirsel zarif izlenim onların alçak gönüllü olmalarından kaynaklanır.

Denizcilerimiz görevleri sırasında çektikleri sıkıntıları anlatmazlar. Onlar Türk Ulusunun yüzünü ağartan sonuçlarla limana döndüklerinde herkese nasip olmayan bir gurur yaşar ve bu gururu da bizlerle paylaşırlar.

Biliyorum ki denizcilerimiz bugünlerde her zamankinden daha fazla çalışmak ve dikkatli olmak zorunda.

Denizcilerimizin yoğun ve zorlu görevleri arasında bir an için bile olsa şu an ülkemde beni düşünen var mı acaba diye sorgulamalarını hiç istemem. Bilsinler ki hepimiz onların yanındayız.

Eğer evimizde, şehrimizde, ülkemizde her zamanki alışkanlıklarımızla rahatça yaşayabiliyorsak, evlerinden ve sevdiklerinden çok uzaklarda tehlikeli ve ağır koşullarda görev yapan kahraman askerlerimiz sayesindedir.

Onları unutmayalım.

Sevgiyle kalın.

Fedakâr donanmamız

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. 11 Haziran 2020, 19:28

    Turgay paşam, seni tanımakla gurur duyuyorum. İskenderun da. Lisede Turgut abi lise 3 ben lise 1 ve benim takım kaptanım. Eskrim takımı. Eline ve kalemine sağlık. Çok duygulandım.

  2. 11 Haziran 2020, 10:27

    Sayın Amiralim,
    Yazınız çok etkileyici.
    Vatan her dönemde fedakar ve kahraman evlatlarının omuzlarında yükselmiştir. Yine öyle olacaktır.
    Saygı ve sevgi ile.

  3. Emeğinize ve kaleminize sağlık…

  4. 10 Haziran 2020, 21:24

    Komutanım yazdıklarınızı okurken ağladım.
    Eskiden Silivri ve Hasdalda, Ergenekon ve Balyozdan yatan hepsi birbirinden kıymetli askerlerimizi düşünüp,acaba ne yapıyorlar ki diye düşünürdüm.Birden o günleri aklıma getirdi yazınız.
    Şu anda denizlerde ve sınır boylarımızda görev yapan tüm askerlerimizden havacı,karacı,denizci ve jandarma hepsinden Allah binlerce kez razı olsun,Allah daima yardımcıları olsun ve onları korusun…..

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!