Yine geldik faiz konusuna

featured

Ahmet Müfit yazdı

Reuters ajansında yer alan Rodrigo Campos imzalı haberin başlığı, “Moody’s-ABD’de faiz artırımı, yüksek oranda dolarize olmuş gelişmekte olan piyasa bankalarını vurabilir”. Ülkemiz medyası tarafından da yaygın şekilde alıntılanan haberin başlığını okuyunca akla gelen ilk soru, “hangi gelişmekte olan piyasalar” oluyor doğal olarak. https://www.reuters.com/markets/europe/us-rate-hikes-could-hit-highly-dollarized-emerging-market-banks-moodys-2022-02-07/

Başlıkta yer almasa da, risk altında olduğu söylenen gelişmekte olan “piyasaların” (Ülke değil piyasa demeyi tercih ediyorlar) hangileri olduğu konusu, yazının içerisinde mevcut. Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan, toplam 33 ülkenin yer aldığı listede Türkiye; Uruguay, Belarus ve Azerbaycan’dan sonra dördüncü sırada yer alıyor.

Yazıda bahsedilen konulara esas teşkil eden Moody’s raporunda, ülkemizin de içerisinde olduğu ülke bankalarına ilişkin olarak “Bilançolarında büyük miktarda döviz kredisi ve mevduatı olan bankalar, yerel para biriminin değerinde keskin bir düşüş olduğunda kredi kayıplarındaki artışa ve kârlılıkları ve likiditeleri üzerindeki baskıya karşı savunmasızdır” denilerek dikkat çekilen husus “bankaların döviz yükümlülüklerinin yani döviz mevduat ve yabancı para borçlarının yüksek oranı. Raporda “dolarizasyon” olarak isimlendirilen ve doğrudan, bankaların sermaye yeterlilik oranlarını dolayısıyla taahhütlerini yerine getirebilme kapasitelerini de ilgilendiren çok önemli bir konu anlayacağınız.

Moody’s e göre Türkiye’de, toplam mevduat içerisinde yabancı para cinsi mevduatların 2020’de yüzde 47 olan, geçtiğimiz sonu yüzde 63’e ulaşan payının, 2022 sonunda yüzde 65’e yükselmesi beklendiğini de hatırlatıp devam edelim.

Söz konusu raporda, bu ülkeler paralarının dolar karşısında değer kaybının devam etmesi durumunda, bu durumun finans kesimi/bankalar açısından yukarıda belirttiğimi ciddi sonuçlara yol açabileceği. Bu durumu tetikleyecek şeyin ise bu ülkelerde yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle toplumsal desteklerini şu ya da bu ölçüde kaybeden iktidarların ve merkez bankalarının toplumsal destek ve güvenilirliklerinde erozyona neden olabilecek yeni bir krizin, finansal istikrar açısından çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabileceği ise özellikle belirtiliyor. Ülkemiz siyasi tablosu açısından bu durumun, son bir yılda ABD Doları karşısında yaklaşık olarak yüzde 93 değer yitiren TL’de son bir ayda sağlanmış görülen “istikrarın” yeniden bozulması ve TL’nin değer kaybının devam etmesi olacağını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.

Şu ana kadar aktardıklarımda şaşıracak bir şey yok. Ülkemiz açısından değerlendirirsek, aslında herkesin bildiği, üzerinde konuştuğu bir konunun, Moody’s tarafından da ifade edilerek, açıkça ve daha yüksek sesle konuşulur hale gelmiş olduğunu söylememiz mümkün.

TL’nin değerinde son üç ay içerisinde yaşanan dramatik düşüş sonrasında, dolar bağımlılığını azaltmak amacıyla, alındığı söylenen önlemler, gelinen nokta itibarıyla iktidarın da benzer kaygıları taşıdığını olarak ortaya koyuyor. Kamu bankalarının sermaye artırımı, dövize endeksli mevduatın yaygınlaştırılması, yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılması -bu amacı, vatandaşın birikimini özel sektöre sermaye yapmak olarak adlandırmak bence daha doğru-, Bireysel Emekliliğe kamusal desteğin artırılması, ihracat desteklerinin artırılmasının, KGF düzenlemeleri, vb. önlemler görünüşte hep bu amacın gerçekleşmesi için atılmış/atılacak adımlar.

Herkesin aklındaki soru ise bu önlemlerin, TL’nin değerini nispeten de olsa sabit tutmak için yeterli olup olmayacağı.

İktidar tarafından, varılmak istenilen hedef, ekonominin yabancı paraya bağımlılığının azaltılması ve bu şekilde TL’nin değerinde yaşanan bu türden oynaklık ve aşınmaların engellenmesi olarak açıklansa da, üretimin/ihracatın ithalata bağımlılığı, enerji de dışa bağımlılık başta olmak üzere ekonominin dolara bağımlılığına neden olan temel yapısal sorunlarının, cari açıktaki önlenemeyen yükselişin de gösterdiği gibi, en azından iddia ettikleri oranda ve hızda yol almalarını sağlamaya yetmeyeceği açık.

Fiyat artışları başta olmak üzere yaşanan ekonomik sorunların özellikle yastık altı birikimlerin ekonomiye kazandırılması, vb konularda vatandaşı ikna edecek inandırıcılıklarını oldukça azalttığının da sanırım farkındalar. Farkında olduklarını düşündüğüm bir diğer şey, ülkemiz ekonomisinin özellikle finans ve imalat sektörleri açısından geldiği yabancılaşma düzeyinin -sorun son tahlilde hem kendi yatırımlarının geleceğini, hem de bazen havuç, bazen sopayla kontrol ettikleri ülkemizin dış politika tercihlerini ilgilendirdiği için-, küresel finans ve ardındaki siyasi güçlerin, durumun bütünüyle kontrolden çıkmasına izin vermeyecekleri.

Bu yüzden de dünyanın belli başlı finans ve siyasi merkezlerini dolaşıp, serbest piyasacılıktan vazgeçmeyecekleri mesajını birinci elden veriyor, dün kavgalı oldukları ülkelerle yeniden sıcak ilişkiler kuruyor, siyaseten kalıcı oldukları mesajını vererek, borç yani sermaye girişlerinin yeniden başlamasını sağlamaya çalışıyorlar.

Şu an itibarıyla ülke ekonomisinin ve siyasetinin geçtiği bıçak sırtı tam da bu. Para satıcıları ve ardındaki siyasi güçler mi iktidarı, iktidar mı onları ikna etti ya da ikna çalışmaları ne yönde gelişiyor? En azından kısa vadede durumun ne olduğunu, Merkez Bankası Para Politikası Kurulunun bu ayki toplantısını yani 17 Şubat’ı bekleyip, göreceğiz diye düşünüyorum.

Yine geldik faiz konusuna

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. Zurnanin sesi uzun hava hüzünlü kulaklarda cinlarsa, bilinki… arpacik sahipleri homurdaniyordur….

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!