Zigana’nın kaynak suyu gibi tertemiz sesli, cumhuriyetimizin tenoru: Ömer Yılmaz

featured

Hasan Murat Doğan yazdı…

1980’li yılların sonuna doğru, daha henüz on sekiz yaşıma basmamışken, Ankara Devlet Operası’nda bir temsil izlemeye gitmiştim. Aynı binada tiyatro oyunları izlemiştim o güne kadar, ama hiç opera seyretmemiştim. Eserin ismi ‘Öylesine Bir Dinleti’ idi. Eser, opera sanatı ve çoksesli müziği tanıtmak ve sevdirmek için hazırlanmıştı. Bir masanın çevresinde dört opera sanatçısı buluşmuş, klasikleşmiş, ünlü opera aryaları, şarkılar, türküler söylüyordu.

Dört başarılı sanatçı içerisinde bir tanesi vardı ki, çocuk yaşıma rağmen, beni büyülemişti. Sıra kendisine geldiğinde arya söylüyor, bağlamasını eline alıp, türkü de söylüyordu. Bu cüssesi küçük, ama sesi ve yüreği dev adamın sesi kaynak suyu gibi tertemiz, salonu inletecek kadar güçlüydü. Sesi çağlayanlar gibi akıyor, insanın yüreğine işliyordu. Bu dev adam Ömer Yılmazdı.

Eser benim için amacına ulaşmıştı. Opera sevgim, ‘Öylesine Bir Dinleti’ ve Ömer Yılmaz ile başlamıştı. Sonraki yıllarda birçok opera temsiline gittim, Ömer Yılmaz’ın oynadığı eserlere öncelik vererek tabii ki. O’nun sesi beni başka dünyalara götürüyordu sanki. Saraydan Kız Kaçırma, Cosi Fan Tutte, Don Pasquale ve en önemlilerinden birisi de Hacıbeyov’un Arşın Mal Alan: O’nun rol aldığı, seyrettiğim eserler, aklıma bir çırpıda gelen. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın çaldığı Carmina Burana’daki tenor bölümlerini eşsiz bir şekilde yorumlaması da aklımda hala kalanlardan.   

Karadeniz’in dağlık bir köyü olan Zigana’da doğan Ömer Yılmaz’ın çocuk yaşlarında başlıyor müzik, türkü ve doğa sevgisi. Sesinin büyüleyiciliği, tertemizliği Karadeniz’in uçsuz bucaksız güzel yaylalarından, Zigana’nın kaynak sularından geliyor sanki. O yıllarda türkü dinlemek için Erzurum Radyosunu ararken, bazen Sovyet radyoları takılıyor radyoya. Aryaları da ilk oralardan dinliyor, bir gün dünya çapında bir opera sanatçısı olacağını bilmeden tabii ki. Yine daha çocukken Ankara radyo evinde tesadüfen karşılaştığı Ruhi Su’nun izinden gideceğini de bilmediği gibi.

Gitarist Bekir Küçükay ile birlikte hazırladıkları ‘Sevda Türküleri’ albümünü 1996 yılında ilk dinlediğimde, ‘türküler nasıl bu kadar güzel söylenir?’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Neredeyse üzerinden otuz yıl geçmiş, bu albümü her dinlediğimde sanki ilk defa dinliyormuşum gibi etkileniyorum. 

Ömer Yılmaz, sadece sahnede sanatını sergileyen bir sanatçı değildi. Bana göre Cumhuriyet devrimimizin operadaki baş temsilcisiydi. Batı’nın çoksesli müziği ile Anadolu’nun özünün, değerlerimizin harmanlanarak geliştirilecek ulusal kültürün, ulusal operanın savaşımcısıydı. Atatürk’ün yolundaki bir sanatçıya da anca bu yakışırdı. Şu sözleri bile çok şey anlatmıyor mu?

‘’Ulusal operası olmayan bir opera, aslında dayanağı olmayan bir kuruluş sayılır. Yani diyelim ki sizin edebiyatınızda Ömer Seyfettin’ler yok. O olmadığı için Yaşar Kemal’ler de olmayacaktı. Böyle eksiği olan bir Türk edebiyatı olabilir miydi bilemiyorum, ama bizim operamız bu durumda.’’

 

Ömer Yılmaz ülkemizde ve dünyanın birçok yerinde verdiği sayısız konserde, aryaların yanında, konserlerinin büyük kısmını türkülerimize ayırarak, türkülerimizi tanıtmak için var gücüyle çalıştı. 2002 Dünya Kupasında İstiklal Marşımızı o eşsiz sesiyle tüm dünyaya haykırdı. 

‘’İtalyanların napoliteni, Fransızların şansonu, Portekizlilerin fadosu, İspanyolların flamenkosu uluslararası sahnelerde çoktan yerini aldı, tüm dünya onları tanıyor ve dinliyor. Peki bizim güzelim türkülerimiz niye dünya sahnelerinden çağlayıp, akmıyor, tüm insanlığı kucaklayamıyor? Atatürk’ün 1934 yılında Meclis kürsüsünde söylediklerini niye inançla ve ısrarla kovalamıyoruz? Anadolu’nun emsalsiz ezgilerini neden evrenselleştiremiyoruz?’’

Opera sanatı ülkemizde maalesef sınırlı bir kesim haricinde, toplumuza çok yayılamadı, tanıtılamadı. Ömer Yılmaz ülkemizde operanın halka tanıtılması ve sevdirilmesi için bu konuya hep kafa yordu, düşünce üretti, mücadele etti. 

‘’Alıcısı olmayan bir sanat yaşayamaz. Sanat kurumlarının bazılarının kuruyup gitmesi, seyircisiz kalması bu yüzden. Hepimiz biliyoruz ki ulusal opera rönesansı, yeniden doğusu gerçekleşmedikçe, sanat kurumlarımızın giderek küçülmesi, suyunu kaybetmiş bir ağaç gibi kuruyup gitmesi kaçınılmaz olacaktır.’’ 

Söylediği aryalarla, türkülerle yüreklerimizi titreten Ömer Yılmaz’ı elli üç yaş gibi çok genç bir yaşta, 7/Nisan/2006 tarihinde sonsuzluğa uğurladık. O’nun ardından yayınlanan, türkü kayıtlarından oluşan iki albüm ve arya kayıtlarından oluşan bir albüm bence hazine niteliğinde, ‘Sevda Türküleri’ albümü ile birlikte. Doğduğu Zigana’nın kaynak suyu gibi tertemiz sesli, tertemiz yürekli, bu Cumhuriyet aydını ve tenoruna selam olsun, ışıklar içinde yatsın. Sanatın her alanında, ulusal kültürümüzü zenginleştirmek için Ömer Yılmaz’ın izinden gidecek sanatçıların yetişmesi dileğiyle. 

Yaşamı ve sözleri ile ilgili kaynak: Ömer Yılmaz Belgeseli / Ecce Müzik Youtube kanalı

 

 

Zigana’nın kaynak suyu gibi tertemiz sesli, cumhuriyetimizin tenoru: Ömer Yılmaz

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!