Mustafa Özgür Sancar yazdı…
Dünya ölçeğindeki savaşlarla ilgili isimlendirme ancak 2. dünya savaşı sonrasında yapılmıştı. İkinci savaş çıktığı için ilk savaşa 1. dünya savaşı denmeye başlandı. Öncesinde Harb-i Umumi, genel savaş olarak nitelendiriliyordu.
EMPERYALİZM TEORİSİ VE BREST-LİTOVSK ANTLAŞMASI
Savaşın kazananı konumundaki İtilaf devletleri arasında yer alan Rusya, 1917’deki Ekim devrimi ile sarsıldı; Çarlık yönetimi İstanbul’u alma hayalleri kurarken, Rusya bir anda yenik devlet statüsüne düşürüldü. Böylece Ekim Devrimi ve sonrasında Atatürk tarafından örgütlenen Kurtuluş Savaşımız, tarihin akışını değiştiren iki büyük evrensel olay olarak yan yana geliyordu.
Ekim Devrimi’nin lideri V. I. Lenin, Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili gizli paylaşım antlaşmalarını-uluslararası haydutluk antlaşmaları- olarak niteledi ve bunları tüm detayları ile dünyaya duyurdu. Lenin’in bu tutumu İtilaf devletleri arasında gerçek bir huzursuzluğun doğmasını sağladı. Sonraki aşamada Fransa, İngiltere ve özellikle İtalya ittifakın çözülmesine neden olan çıkar çatışması yaşadı.
Sovyet Devrimi’nin Kurtuluş Savaşımız açısından diğer bir önemi 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıdır. Böylece 1878 Berlin Antlaşması ile kaybedilen Kars, Ardahan ve Ağrı Rusya’dan geri alındı ve tekrar yurt toprağı oldu.
SURİYE’DE BAYAĞI BİR TİYATRO
Lenin’in emperyalizm teorisi ve bu doğrultuda uyguladığı anti emperyalist politika, Sovyetleri doğal müttefikimiz yaparken, istilacılar arasında derin bir çelişki oluşturdu. Bağımsızlık mücadelemiz için zaruri olan doğru diplomasi stratejisi, esas olarak, bu yeni uluslararası çelişkiye dayandı.
İnsanlık ve eşitlikten yana olan emperyalizme karşı olmak zorundadır. Yayılmacılık iyi olmayan rejimlerin tevessül ettiği eğilimdir.
Suriye üzerinde oynanan tiyatro, sömürücü ve yayılmacıların sahnelediği sıradan ve vasatı aşamayan bir oyundan ibaret… bu bayağı aktörlerin karşısında ise Suriye’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığından yana olanlar var. Tarihî Brest-Litovsk Antlaşması ile Astana Süreci anti emperyalist diplomatik ve stratejik derinlikte birleşiyor. Bugün 1918’deki Türkiye, 2024’ün Suriyesi’dir.
Veryansın Tv’de bu gerçeği doğrulayan iki haber vardı. Bir tanesi Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) terör örgütü lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin, Suriye rejimine karşı kazandıkları ”askeri başarılar” nedeniyle bugünlerde batı medyasında görünürlüğünü artırmasıyla ilgili; yakın zamana kadar ABD’nin arananlar listesinde yer alan el Colani, şimdi ”ılımlı muhalif” söylemleriyle taltifleniyor. Diğer haber ise terör örgütü YPG/PKK’nın elebaşısı “Mazlum Kobani” kod adlı Ferhat Abdi Şahin’in ”HTŞ ile savaşmayız’‘ şeklindeki açıklamasını içeriyor.
Her ikisi de HTŞ başta olmak üzere Suriye’deki terör örgütlerinin ABD ve onun kullanışlı aparatı İsrail tarafından desteklendiğini gösteriyor.
ASTANA SÜRECİ VE MİLLİ GÜVENLİK
Şimdilik HTŞ’nin ilerleyişi devam ediyor; ABD’nin sesi radyosu ”zafer yakındır” diyor! Türkiye’de ise hükümete yakın/bağlı gazeteci, yorumcular, Halep 82, Şam 85 olacak diyerek plaka dağıtıyorlar. Suriye’nin içerisine düşürüldüğü kaostan, Suriye şehirlerinin alınabileceği hayali üretiyorlar, milli güvenliğimizi tehdit edecek bir yaklaşım sergiliyorlar.
Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Ülkemizin güvenliği için Suriye’nin bölünmemesi gerekiyor. Bu nedenle Rusya ve İran’la ortaklaşa başlatılan Astana sürecinin karalılıkla devam ettirilmesi büyük bir önem arz ediyor. Fakat Dışişleri bakanı Hakan Fidan, ”Suriye’deki olayları herhangi bir dış müdahale ile açıklamak yanlış olacaktır” diyerek Astana sürecinin garantörleri Türkiye, İran ve Rusya’nın Esad yönetimini esas alan anlayışının dışına çıktığını gösteriyor. ”Sorunlar Astana süreci ile yönetilir olmaktan çıkmıştır” demek ABD ve İsrail cephesine düşmenin açık itirafıdır.
Buna karşılık Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zaharova, ”Hiç kuşku yok ki Suriye’de yeni bir silahlı çatışmayı kışkırtmak ve şiddet sarmalını tırmandırmak isteyen dış güçlerin teşviki ve kapsamlı desteği olmasaydı böylesine cesur bir eyleme cüret edemezlerdi” diyor.
Suriye’deki cepheleşme, başından bu yana, son derece sarih çizgilerle kendini gösteriyor. ABD ve İsrail, Suriye’yi parçalara bölerek İsrail güdümlü bir Kürt devleti kurmayı amaçlıyor, budan en çok memnun olan ise Türkiye’nin kaynaklarından yararlanmaya devam ederek, otonom yapı peşinde koşan ve devamında Irak ve Suriye’nin Kuzeyi’nde kurulacak bir Kürdistan’a eklemlenmeyi amaçlayan Kürtçü etnikçiler.
TUZAK 2. İSRAİL/KÜRDİSTAN DEVLETİ
ABD’nin sahaya sürdüğü terörist HTŞ, PKK/YPG’nin kontrol ettiği alanlara dokunmuyor. Kukla Kürdistan planını bundan daha net şekilde ortaya koyacak bir örnek olamaz.
Türkiye, ABD, İsrail ve PKK ile aynı cephede olamaz. Sınırda PKK devleti kurulması, Güneydoğu bölgemizin tehlikeye girmesinden başka bir anlam taşımıyor.
İdlib, Hatay’ın yanı başında, bizimle 126 kilometreye varan sınıra sahip bir bölge; sınır çizgisinin Türkiye tarafında, Hatay’dan başlayıp, sığınmacı ve kaçakların oluşturduğu, doğuya kadar uzanan, bir demografik işgal söz konusu… Bu olgu, mevcut durumun ne denli tehlikeli olduğunu gösteriyor. İdlib, çok yapılı terör örgütlerinden arındırılmalı. Bunun biricik yolu Esad’la işbirliği yapmaktan geçiyor. İdlib sorununun bugüne kadar çözülememiş olması ABD ve işbirlikçisi PKK’nın Suriye’de alan kazanmasına neden oldu.
ABD, Türkiye’yi tuzağa düşürmeye çalışıyor. Irak’ta tuzağa düşürdüler; Türkiye PKK’yla mücadele ederken Barzani yönetimindeki Kürdistan kuruldu ve bize komşu yapıldı.
Benzer bir senaryoyu işletmeye çalışıyorlar. ABD, vekalet savaşı yaptırttığı PYD/YPG’yi kabul edin diyecek. Hükümet Halep’in de içinde bulunduğu alanda genişleme hayali ile Fırat’ın doğusundaki oluşumu kabullenmeye mecbur kalacak.
NORMALLEŞME OLMAK ZORUNDA
Suriye devlet ordusunun güneydeki bekleyişi sonsuza kadar sürmeyecek. Ukrayna savaşına ağırlık veren Rus ordusu, çok büyük bir olasılıkla, önümüzdeki günlerde çok yoğun biçimde Suriye’de varlığını hissettirecek. HTŞ’nin lehine gözüken gelişmeler, Ortadoğu kapısının, kendisine kapanmaması zarureti olan İran’ın da devreye girmesi ile tersine dönecek.
Tüm bu olguları alt alta koyduğumuzda Türkiye, mutlak biçimde, Rusya ve İran’la Astana ortaklığını sürdürmek ve Ankara-Şam normalleşmesini sağlamak zorunda.