Kocatepe’de Başkomutan’ın izinde… Ahmet Yavuz, Büyük Taarruz’u anlattı

featured

Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz 26’sında başlayıp 30’unda zaferle biten Büyük Taarruzu, bizzat Kocatepe’de Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey’e anlattı. Bugün 3. bölümü yayımlanan yazı dizisinde, Büyük Taarruz’un bütün aşamalarını, Mustafa Kemal’in askeri stratejilerini ve Mehmetçik’in azmini anlatan Yavuz “Başkomutan’ın gözü zaferden başka birşeyi görmüyordu” dedi.

BIRAKSALAR BİR YILDIZ GİBİ KAYARAK AFYON OVASI’NA ATLAYACAKTI

25 Ağustos 2020… 98 yıl önce bugün tüm hazırlıklar tamamlanmış, Büyük Taarruz için emir verilmişti. Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile 26’sında başlayıp 30’unda zaferle biten o büyük taarruzu Atatürk’ün izinden yürümeye başlıyoruz biz de… Ben soracağım, Ahmet Paşa yanıtlayacak. İlk gün hazırlık aşamasını konuştuk, yarın Afyon’dayız…

– Siz Sakarya Savaşı’ndan Büyük Taarruz’a kadar geçen süreyi hazırlık devresi olarak nitelendiriyorsunuz. Biz de bugün Büyük Taarruz’a giden yolda hazırlığı konuşacağız. Şöyle başlamak istiyorum: Başkomutan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nin barış önerisiyle gelmeyeceğini biliyor muydu? Bunun için mi savaş hazırlığı yapıyordu? Nereden biliyordu; tecrübe mi, sezgi mi, tahmin mi? 

Evet, Başkomutan, İtilaf Devletleri’nin adil bir barış önerisiyle gelmeyeceğini biliyordu. Bunu yaşayarak öğrenmişti. Mondros’a göre İzmir’in işgalini meşrulaştıran bir madde yoktu ama Yunan ordusunu İzmir’e çıkardılar. Başka yerleri de işgal ettiler. Güvenmiyordu. Güvendiği tek güç millet, ordu ve geliştirdiği işbirliği ağıydı. Yunan ordusu Anadolu’da oldukça adil bir barış yapmak mümkün değildi. Mustafa Kemal bunun bilincindeydi.

– Ama mütareke teklifine cevap hazırlanırken barış önerisi de geldi, değil mi? 

Mart 1922’de mütareke / ateşkes talep edildi. Bu öneri kategorik olarak geri çevrilmedi. Ayrıntılar görüşülürken barış önerisi geldi, Sevr’in yumuşatılmış bir kopyasıydı. Karşı şartlarımızı ileri sürdük. Nisan 1922’deki cevap mütareke koşullarını uygun bulmasa bile barış kapısını kapatmadı. Ancak savaştan sonra kapandı. 

İÇ CEPHE ESASTIR…

– Teklif nasıl karşılandı?

Olumlu karşılandı, ama iyimserlik rüzgârı da esmedi. Savaş kararı meşru olmalıdır. Bütün barış arayışları boşa çıkmış olmalıdır. Savaşın sorumlusu ise karşı taraf olmalıdır. Temel yaklaşım buydu. Çünkü Meclis’te barış isteyenlerin sesi gür çıkmaktaydı. İstanbul cephesi barış istiyordu.  

– Tüm bu hazırlık içinde Atatürk’ün bir sözü var: İç cephe esastır… Siz bu sözü nasıl okuyorsunuz? 

Atatürk’ten günümüze kalan en büyük ders iç cephenin esas olduğudur. Bugün de Türkiye’nin temel meselesi iç cephesinin sağlamlaştırılması ihtiyacıdır. İşgalciyi kovmak için savaşa devam etmek mecburiyeti vardı. Bunun için verilmiş olan karar taarruzdu. Ancak taarruz tam hazırlıkla yapılabilirdi. Başkomutana göre yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak bir taarruzu yapmamak, yapmaktan daha iyiydi. Netice alıcı bir taarruzu yapmak ise üç vasıtanın hazır hale getirilmesine bağlıydı.  Birincisi millet; ikincisi Meclis; üçüncüsü Ordu’ydu…

– Tüm bu gelişmeler yaşanırken ülke ne durumdaydı? 

Bir yanıyla iyi durumdaydı, bir yanıyla kötü. Her dış savaş bir parça iç savaştır. 1920 ve bir ölçüde 1921 yılı iç savaş yıllarıydı. Yokluk, yoksulluk bir yandaydı, ama diğer yanda umut vardı, milletin onur mücadelesi vardı, Ankara’ya dayanan Yunan ordusunu Sakarya’da durduran bir ordu vardı, inanılan ve güvenilen bir lider vardı. 

– Kimler komutanın yanında, kimler karşısındaydı? 

İngiltere, Yunanistan ve Saray tam karşısındaydı. Fransa ve İtalya çıkarlarına göre tavır alacaklardı, ama etkisizleştirilmişlerdi. Buna mukabil milletin kahir ekseriyeti arkasındaydı. Sakarya’da kendini kanıtlayan kaya gibi bir ordu vardı. Meclis’te arkasında duran geniş bir vekil grubu vardı. Ancak bir de Meclis’teki İkinci Grup vardı. Bugün bile öyle bir Meclis tahayyül ve tasavvur etmek mümkün değildir. Çok sert ve yıkıcı bir muhalefet vardı. 

İKNA GÜCÜ YÜKSEKTİ

– Neden? 

Çünkü Meclis hükümeti sistemi yürürlükteydi. Çok ilginç bir biçimde sultan ve halife taraftarı olan bu vekiller Mustafa Kemal’e karşı demokrasi şampiyonlarını oynuyorlardı. Katlanmak zordu. Ancak Mustafa Kemal’in ikna gücü çok yüksekti. Karizması karşısında güçleri kırılıyordu. Sonuç olarak Gazi’yi bu dönemde en çok meşgul eden Meclis’te oluşan ikinci grup olmuştur. Elbette her vekilin her karara katılması beklenmemelidir. Muhalefet her Meclis’te olmuştur. Olmaya da devam edecektir, ancak muhalefet etmek yıkıcı olmak demek değildir. Vatan işgal altındayken, halk varını yoğunu verirken, zar zor bir ordu kurulmuşken Meclis’te yapılan muhalefetin amacı daha iyi bir savaş verilmesi içinse faydalıdır. 

Rauf Bey’in Malta’dan dönmesi ve Refet Bey’in de ona yakın davranması zaman zaman Karabekir Paşa’nın uzaktan da olsa yönetsel talepleri bazı vekillerin öbekleşmesine yol açmıştır. Cumhuriyet’e gidişi kavrayan herkes bu süreçte ya gönüllü olarak Atatürk’ün yanında yer almıştır ya da karşı tavır almıştır. 

Ancak koşullar açık tavır almaya uygun olmadığı için dolaylı tutumlar ön plana çıkmıştır. Milli Mücadele önderleri arasında daha sonra yaşanan büyük kırılmalarda bu dönemde yaşananların yıkıcı etkisi olmuştur. Bir diğer meşguliyet konusu ise Enver Paşa’nın arayışlarıydı. Ülkeye dönecek ve vatanı kurtaracaktı. Tek amacı yurda dönmek ve iktidarı ele almaktı. 

BAŞKOMUTANLIĞI BIRAKMAYACAĞIM 

– Başkomutan 6 Mayıs’ta Meclis’te ders niteliğinde bir konuşma yapıyor. Bu konuşmanın önemini anlatır mısınız? 

Meclis, 5 Mayıs günü Başkomutanlık yasasının süresini uzatmamıştı. O gün yapılan konuşmaları tek tek inceledi ve büyük bir nezaketle cevap verdi. Bazılarını iğnelemekten de geri durmadı. Başkomutanın, 6 Mayıs 1922 günü Meclis’te yaptığı konuşma derslerle doludur. Konuşmanın tamamı çarpıcıdır. Konuşmasında, “Türk ordusunun taarruz gücü yoktur” diyen eski askerin sözlerine ve onu alkışlayanlara müthiş öfke duymuştu. Bunu dile getirdi. 

Esasında bu tarz konuşmalar işine de geliyordu. Çünkü “Türk ordusu taarruz edemez” algısı, baskın etkisi yaratmasına katkı sağladı. Konuşmasının en canı alıcı yanı ise “Her ne olursa olsun Başkomutanlığı bırakmayacağım” demesiydi.

Bu ifade; makam ve unvan sevdasının değil, kendini vatanı kurtarmaya adamış bir büyük adamın yüksek sorumluluk duygusunun dışa yansımasıydı. Kurtuluş Savaşını yapan lider ve yol arkadaşlarının mücadele felsefesini, bir anlamda bu yüksek sorumluluk duygusunda aramak lazım. Zaten Atatürk büyük komutanlarda mutlaka olması gereken özelliklerden birini “yüksek sorumluluk duygusu” olarak ifade eder. O gün bıraksaydı, bugün suçlanırdı. O yaptıklarını; aldığı riskleri ve sorumlulukları ferdi olmaktan övünç duyduğu milletine, bizlere, gelecek kuşaklara borcunu ödeme olarak görmüştür. Tarihsel derinlikten bakıldığında farklı bir izahı yoktur.

Zira o zorluklara katlanabilmenin yegâne yolu adanmış bir yaşamı tercih etmekten geçer. 

TAARRUZDA BAŞARI İHTİMALİ KUMARDA ZAR ATMAK GİBİDİR

– Taarruz planı tam olarak hangi tarihte, nerede şekillendi? 

Başkomutan’ın, Fevzi ve İsmet Paşalar ve ordu komutanlarıyla Akşehir’de yaptığı 27/28 Temmuz toplantısında plana son şekli verildi. 2’nci Ordu Yakup Şevki Paşa plana rezervliydi. “Bu taarruzda başarı ihtimali, kumarda zar atmak gibidir,” dediği yazılıdır. Ama plan başarılı olsun diye canla başla çalışmıştır. Taarruz başarıya ulaştığında da büyük bir tevazu ile Başkomutan’ın elini öpmek istemiş; Atatürk de büyük bir alçakgönüllülükle, “Hep beraber başardık, ben sizin elinizi öpeyim” demiştir. Bu büyük adamların asaletine bakar mısınız? Son yıllarda yaşadıklarımızın perspektifinden baktığımda bir yandan göğsüm kabarıyor, ağlayacak gibi oluyorum. Öte yandan göğsüm sıkışıyor, utancımı içime akıtmaya çalışıyorum. 

– Yunan ordusunun durumu nasıldı? 

Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Hacı Anesti İzmir’deydi. Afyon ve kuzeyini savunan 1. Kolordusu ve Eskişehir kuzey ve güneyini savunan 3. Kolordusu savunma düzeni içindeydi. İki kolordunun orta gerisinde ihtiyat 2. Kolordu ihtiyattaydı. Moral durumu zayıftı.

HER ADIMI HESAPLI… 

– Peki Türk ordusunun? 

Batı Cephesi Komutanlığı kuzeyde 2’nci Ordu, güneyde1’inci ordusuyla taarruz kademesinde ağırlık merkezi Afyon güneyinde 1’inci ordu bölgesindeydi. Yüksek bir özgüven ve moral, ordu saflarını sarmıştı. Taarruzun başlangıcındaki heyecanın yerini coşku alacaktır. 

– Taarruz hazırlıkları 25 Ağustos’ta tamamlanıyor, General Trikupis, alınan tüm tedbirlere rağmen 30 bin kişinin Afyon güneyinde toplandığını öğreniyor, sonra? 

Maalesef bir hain birkaç gün önce Yunan ordusuna sığınıyor. Ordunun Afyon güneyine kaydırıldığını ve yığınak bölgesini açıklıyor. Ancak Trikupis aşırı ciddiye almıyor. Mesela büyük bir hata olarak 25/26 Ağustos gecesi Afyon’da düzenlediği baloyu iptal etmiyor. Yine de tedbir olarak bir tümenin Afyon’a doğru yanaştırılmasını sağlıyor. 

– Başkomutan Mustafa Kemal hiçbir konuşmasında “Yakında taarruz edeceğiz” demiyor, niçin? 

Çünkü taarruzda başarı baskın etkisi elde etmeye önemli ölçüde bağlıydı. Hem niyetin hem de faaliyetlerin açığa çıkarılmaması gerekiyordu. Çok özen gösterdiği bilinir. Her adımının hesaplı olduğunu görüyoruz. 

– Bu denk kuvvetlerin muharebesi miydi? Ne kadar risk alındı? 

Esasen birbirine sayısal anlamda eşit denilebilecek iki kuvvetin mücadelesiydi. Ancak sahip olunan silahların modernliği açısından Yunan ordusu daha güçlü sayılırdı. Süvari gücü Türk tarafında üstündü. Sonuç üzerinde de etkisi oldu. İlkesel olarak taarruz eden kuvvetin üçe bir üstün olması arzu edilir. Böyle bir üstünlük yoktu. Ancak alınan riskle bu üstünlük sağlandı. Büyük bir risk alındı. Alınmasaydı zafer de gelemezdi. İngiltere’nin takviyesinden çekinildiği için bütün telgraf irtibatları kesildi.

– Ve emir veriliyor… saat kaç? 

Batı Cephesi Komutanlığı 25 Ağustos 1922 saat 12.30’da taarruz emrini verdi. Komuta yeri Şuhut’taydı. Önce Kocatepe güneyine daha sonra Kocatepe’ye alındı. 

– Başkomutan da o gün oraya gidiyor mu? 

Evet. Başkomutan o sabah Kocatepe’deydi. Nâzım Hikmet’in Kuvvayi Milliye Destanı’nda dediği gibi “Bıraksalar bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.” Ve yarın sabah biz de orada olacağız.

KOCATEPE’DE EN ÖNDE

Sabah 05.00’te tanzim atışı başladı, 05.30’da tahrip atışına geçildi. Sarp, kayalık arazide, sıcak havada, düşman ateşi altında ilerlemenin bütün zorlukları yaşandı.. Hesaplı bir risk alınmıştı ve ancak bu risk sayesinde kesin sonuç sağlayan üstünlük elde edilebilmişti. Büyük Taarruz’a giden yolda emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile ilk durağımız olan Afyon Kocatepe’deyiz.

Bugün Anadolu’nun kaderi çiziliyor… Şu anda bulunduğumuz yer neresi?

Afyon’un güneyinde, 1. Ordu taarruz bölgesinde ve Başkomutan’ın, Genelkurmay Başkanı’nın, Batı Cephesi Komutanı’nın ve 1. Ordu Komutanı’nın muharebeyi yönettiği komuta yeri olan Kocatepe’deyiz. İsterseniz dünkü sorunuza cevabı genişleterek başlayalım. İki tarafın güç mukayesesini daha sayısal bir düzleme taşıyalım.

Buyurun…

Yunan ordusu asker sayısında 1’e 1.08 üstündü. Türk ordusu tüfekte 1’e 1.1; hafif makineli tüfekte Yunan ordusu 1’e 1.5; ağır makineli tüfekte Yunan ordusu 1’e 1.45; topta Yunan ordusu 1’e 1.3; kılıçta Türk ordusu 1’e 4.1; uçakta Yunan ordusu 1’e 5 üstündü. Süvari kuvveti olarak ise Türk ordusu 1’e 5 üstündü. Yunan ordusu tahkimli mevzilerde uzun süredir bulunmanın avantajına sahipti. Mevzilerinin önünde dikenli tel engeli vardı. Buna karşılık moral üstünlüğü de Türk tarafındaydı. İşgalciye karşı taarruz etmenin ve düşmanı yurttan atmanın azim ve coşkusu hâkimdi. 

Beklenen gün gelmişti. Öte yandan bugün sabah Türk Başkomutanı Kocatepe’de, Türk taarruz mevzilerine birkaç km. mesafedeyken Yunan Başkomutanı Yunan savunma mevzilerine 500 km. uzaklıktaydı. En büyük fark bu noktadaydı. Zaman-mekân kavramlarının yerine oturması açısından 1. Kolordu Komutanı olan General İzzettin Çalışlar’ın anılarında yer alan bir hususa değinmekte fayda var. Düşman uçaklarının keşif maksatlı uçuşlarını sabah 06.00-09.00 arasında yapmaktaydı.  

SICAK HAVA KOŞULLARI

Gerekçesi neydi? 

Pilotlar muhtemelen görev dönüşü rapor yazmakta, bu raporun ilgili komuta yerine ulaşması zaman almaktaydı. Belki komutana çıkarıldığında akşama doğru bir zaman dilimini bulmaktaydı. Sıcak hava koşulları da etki eden bir faktör olabilir. Bunu ifade etmek gereğini duydum, çünkü o günün zaman-mekân kavramlarıyla düşünmek yanlış sonuçlar çıkarmaya yol açabilir. Zira günümüzde çok farklı teknolojiler ve buna bağlı karar süreçleri yaşanmaktadır. Anlık veri akışının anlık kararlar doğurduğunu bilmek gerekir.

İki ordunun mukayeseli durumunu araziye yayınca karşımıza çıkan tabloyu tarif eder misiniz? 

Genel olarak denk kuvvetlerin muharebesi olarak görülse de özel olarak bakıldığında bir yerlerde kuvvet üstünlüğü sağlayabilmek için bir yerlerde zayıf kuvvetlerle bulunmak mecburiyeti vardı. Yunan ordusu Konya istikametinde taarruza geçse elverişli bir durumla karşı karşıya kalabilirdi. Bu riski almak gerekiyordu. Aksi türlü başarı elde edilemezdi. O risk alındı. Şimdi o riskin arazideki yansımasına bakalım: 1. Ordu taarruz bölgesi Akarçay-Çiğiltepe arası 40 km. idi. Bu bölgede Yunan ordusunun 2 tümeni ve 3 alay kadar kuvveti bulunmaktaydı. Yaklaşık 35 bin askeri vardı. 

Bu kuvvete karşı Türk ordusu 11 piyade, 3 süvari tümeniyle taarruz etti. Yaklaşık 120 bin asker. Bu bölgede düşmana karşı 1’e 3.5 üstünlük sağlandı. Yarma bölgesi ise 13 km. genişliğindeydi: Kalecik sivrisi-Tınaztepe arasındaki bölge. Bu bölgede Yunan ordusunun 1 tümen ve 1 alayı mevcuttu. Yaklaşık 15 bin asker vardı. Karşısına denk gelen Türk kuvveti yedeklerle birlikte 7 tümendi. Yaklaşık 90 bin askerdi. Türk kuvvetlerinin Yunan kuvvetlerine karşı üstünlüğü 1’e 6 ulaştırılmış oldu. Cephedeki bütün ağır topçunun dört grup halinde asıl taarruz bölgesinde toplandığı dikkate alındığında ateş gücü üstünlüğü 1’e 6’nın da üstüne çıkmaktaydı. 2. Ordu cephe genişliği esas alındığında (Eskişehir kuzeyi-Akarçay arasındaki 150 km. genişliğindeki tali taarruz bölgesi) bu oran 1’e 2 Yunan ordusunun lehineydi. Bütün cephe (Kocaeli-Menderes grupları dahil 450 km.) esas alındığında, bu oran 1’e 3 Yunan ordusuna avantaj sağlamaktaydı.

HESAPLI BİR RİSK ALINMIŞTI

Eğer gelişmeleri doğru okuyabilselerdi, bunu fırsata çevirebilirler miydi?

Biraz zor görünüyor. Bunun iki sebebi var: Birincisi, o günün koşullarında yaya birliklerle Afyon-Konya istikametinde bir taarruzu başlatabilmeleri en az iki günlük yeniden tertiplenmeyi zorunlu kılardı. Bir tümenin günlük taktik intikal mesafesi en fazla 30 km. olabilirdi. Yol durumu elverişli değildi. Topçular çekiliydi. Döğer’deki 2. Kolordu’nun taarruz hazırlığı ancak iki gün sonrası için mümkün olurdu. Üstelik savunma düzeni bozulmuş olacaktı. İkincisi, Yunan komutanları Türk ordusunun yığınağından ancak taarruzdan birkaç gün önce tam olarak haberdar olabilmişti. Yine de Konya istikameti tedbirsiz bırakılmadı. 

24 Ağustos günü Meclis Muhafız Taburu, 4. Kolordu emrine verildi ve Çobanlar istasyonuna gönderildi. Esasen Yunan komuta heyetinin içinde bulunduğu ruh hali, Türk ordusuna karşı bir taarruza girişmeye elverişli değildi. Bu da değerlendirilmiş olabilir. Sonuç olarak hesaplı bir risk alınmıştı. Ancak bu risk sayesinde kesin sonuç yerinde sonuç alınmasını sağlayan üstünlük sağlanabilmişti. Baskın etkisi elde edilmişti. Komutanlık sanatı da tam olarak buydu…

Ve Büyük Taarruz… ilk atışın saati kaçtı?

Sabah 05.00’te tanzim atışı başladı. 05.30’da tahrip atışına geçildi. Daha ilk saatlerde planda tadilat yapılmak durumunda kalındı. Zira sis görüşü düşürmüştü. Topçu atışları yarım saat kaydırıldı. 06.00’da piyadenin taarruzu başladı. 

Türk ordusunun ana hedefi neydi? 

Batı Cephesi’nin asli taarruz kuvveti 1. Ordusu 4., 1. Kolordular ile 5’inci Süvari Kolordusu taarruz kademesinde, 2. Kolordu ihtiyattaydı. Yunan cephesini yarmakla görevli bu ordu, bulunduğumuz Kocatepe’den kuzeye doğru taarruza başladı. 2. Ordu ise kuvvet olarak zayıftı. Cephesindeki Yunan kuvvetlerini yerinde tutacak şekilde doğu-batı istikametinde taarruz etmekteydi.

Harekât başarıyla ilerliyor muydu?

Hem evet hem de hayır. Evet, çünkü bir kısım birlikler öngördükleri taarruz hedeflerine ulaştılar. En başarılı birlik Süvari Kolordusuydu. Sincanlı (Sinanpaşa) Ovası’na indi. Telgraf hatlarını kesti. Demiryolu ulaşımını engellemek için tahripler yaptı. Kalecik sivrisi, Belen Tepe ve Erkmen tepenin bir kısmı bugün ele geçirildi.

BÜYÜK BASKINA UĞRATILDILAR

Beklenmedik aksilikler çıkıyor muydu, nasıl aşılıyordu?

Sarp, kayalık arazide, sıcak havada, düşman ateşi altında ilerlemenin bütün zorlukları yaşandı. Dikenli tel engellerinin aşılmasında zorlanınca yığılmalara ve zayiata yol açtı. Mesela 38. Alay Komutanı Yarbay İlyas Bey yaralandı. Birliklerin birbirine karıştığı durumlar yaşandı, ancak bunlar muharebenin doğasında olan şeylerdi. Taarruz ruhu fazlasıyla canlıydı. Başlangıçtan itibaren muhabere zorlukları yaşandı. Bugünden sonra bu zorluk harekâtın sevk ve idaresini oldukça olumsuz etkiledi. Bu, iki taraf için de geçerliydi. 

Nerede sürtünme varsa o bölge takviye ediliyordu. İhtiyat kolordusundan birlikler cepheyi takviye etti. Ateş desteği için topçu desteği düzenleniyordu. Ayrıca cephede geç kalan ya da yanlış yaptığı tespit edilen durumlarda gerekiyorsa müdahil olunuyordu. Bir yandan da Yunan ordusunun hareketleri izlendi. Küçük çaplı da olsa karşı taarruzlar zayiata yol açtı. Arazi kurumuş otlarla kaplıydı. Topçu atışı sonucunda bir kısmı yandı. Bu yangının içinde kalan askerlerimiz oldu. Ateş ve duman topçu atışının sevk ve idaresini zorlaştırdı. Her şeye rağmen Yunan ordusu büyük bir baskına uğratılmış oldu ama yine de iyi direndiğini belirtmeliyiz.

KIRIP DÖKMEKTEN ÇEKİNMEZDİ, ÇÜNKÜ…

Ne olmuştu da Başkomutan Mustafa Kemal, Tümen Komutanı Yarbay Ömer Halis Bey’i ağır bir şekilde azarlamış, ertesi gün de ödüllendirmişti? 

Çünkü 23. Tümen Komutanı geçmişte yaşadığı bir muharebe tecrübesine dayanarak yanındaki birlikle aynı hizada taarruz etmeyi tercih etmişti. Bu tercih, birliğinin taarruza iştirakini geciktirdi. Bunu gören Başkomutan müdahil oldu. Daha batıdaki 1’inci Kolordu’nun 23. tümeni Belen tepeye taarruz etmekte geç kaldı. Bu konuda Başkomutan Halis Bey’i (Korgeneral Bıyıktay) ağır bir şekilde azarladı. Ancak ertesi gün ödüllendirmeyi ihmal etmedi. İkisinde de haklıydı, çünkü Tümen Komutanı’nın aşırı tedbirli bir tutumla taarruzu yavaşlatması kabul edilemezdi, Başkomutan da kabul etmedi. Ancak Ömer Halis Bey’in ertesi günkü başarısını da kızgınlığının etkisinde kalıp görmemezlikten gelmedi, aksine bir hediye göndererek ödüllendirdi.

VAZİFEYE ODAKLANMA

Halis Paşa olayı bize Atatürk ile ilgili ne söylüyor?

Önce burada öne çıkan iki hususu analiz edelim, belki asker, sivil bütün komutan ve lider adaylarına katkı sağlamış oluruz: Birincisi vazifeye odaklanmak her şeyin üstündedir. Başkomutan’ın gözü vazifenin başarılmasından başka hiçbir şey görmüyordu. Kırıp dökmekten de çekinmiyordu, çünkü vazifenin başarılması milletin varlığı için hayatiydi. İkincisi, eğer ilgilisinin niyetinde kötülük tespit etmediyse ona kucak açmaktan çekinmiyordu. İşin harareti ortadan kalktıktan sonra da gereğini yapıyordu. Hiçbir yapmacıklık yoktu. Cezalandırılan kişinin kendisi değil, davranışıydı. Modern sevk ve idarenin ya da sivil tabirle yönetimin temel ilkelerine uygun bir yaklaşımdı. İşin merkezinde maksada uygun olarak vazifenin yapılması vardı. Çağın lider ve lider adaylarına ders… Hiçbir kırgınlığa, gücenmeye kapılmadan yönetmek. Masaya işi koymak, kişilikleri değil. Bu, ilk olarak yönetenin işinin ehli olması ve güven duyulmasıyla mümkündür. İkinci olarak doğru iletişim kurulmasıyla başarılabilecek bir husustur. İşin sanat kısmına ilişkindir. Belki üçüncü bir boyutu da ilave etmek gerekir: Kişileri yakından tanımak, niyetini anlayarak karar vermek… Mustafa Kemal Paşa hata olmadıkça kimsenin işine karışmıyordu, ama hata olduğunda izlemek yerine müdahil olmayı tercih ediyordu.

İKİ BAŞLI SEVK…

General Hacı Anesti ile General Trikupis arasında ciddi sorun yaşandığı anlatılıyor. Bu, savaşın kaderini etkiledi mi? 

Afyon bölgesini savunan 1. Kolordu Komutanı Trikupis, ihtiyat 2. Kolordu’nun bölgesini takviye etmesini istedi, 2. Kolordu Komutanı da bu isteği karşıladı. 9. Tümen’in bir alayını sevk etti. Ancak Hacı Anesti savunmayı takviye etmek ve kuvvetlendirmek yerine ihtiyat 2. Kolordu’yu General Trikupis’in emrine verdi ve Alanyurt-Çay istikametinde 28 Ağustos günü karşı taarruz yapmasını emretti. Emri öğle saatlerinde vermiş, fakat ilgili komutanların eline akşamüzeri geçmişti. Arada geçen zaman diliminde değişiklikler olmuştu. Trikupis bu emre karşı çıktı. 2. Kolordu Komutanı taarruzu ancak 29 Ağustos’ta uygulayabileceğini bildirdi. Bu müdahale karışıklığa yol açtı. İki başlı bir sevk ve idare hatası oluştu. Yarın işler daha zor olacaktı.

BAŞKOMUTAN’IN GÖZÜ ZAFERDEN BAŞKA ŞEY GÖRMÜYORDU

1874 metre rakımlı Kocatepe’deyiz. Burası Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün at sırtında çıkıp Büyük Taarruz harekâtını sevk ve idare ettiği yer… 

Arkamızda gördüğünüz Atatürk anıtını sanatçı Tankut Öktem, 1992’de yaptı. Bronzdan yapılan 3 ton ağırlığındaki anıt, 2.4 metre yükseklikte. 

ZAFER YOLUNDA ADIM ADIM- 3

Üsteğmen Agâh, ilk hücum esnasında ağır yaralanmıştı, ancak yılmadı. O haliyle elinde bombayla Yunan mevzilerine saldırdı. Kurtkaya’nın zirvesine ulaştığında alnından vurularak şehit oldu. Dünden beri kurtarılması için kan dökülen bu Kurtkaya, Agâh ve silah arkadaşlarını bağrında barındıracak, taşıyla toprağıyla ağlasa da rüzgârıyla nice Agâhlar’ı bizlere taşıyacaktı..

– Taarruzun ikinci günündeyiz. Şiddetli muharebe sabah erken saatlerde başladı. Taraflar nasıl bir taktik güdüyordu?

Yoğun topçu atışından sonra Türk birlikleri süratle taarruza girişti. Bugün 4. Kolordu cephesinde Erkmen Tepeleri ve 1. Kolordu cephesinde Tınaztepe en şiddetli muharebelerin yaşandığı yerler oldu. İki kolordu komutanı da çok yakından muharebeyi sevk ve idare ettiler.

– Nereler ele geçirildi?

Bugün cephe yarıldı. Erkmen Tepeleri, Tınaztepe, Kurtkaya ele geçirildi. İki kolordunun birlikleri Sinanpaşa Ovası’na indi. En geç ele geçirilen Çiğiltepe oldu. En önemlisi Afyon’un kurtarılmasıydı. Yunan 1. ve 7. tümenleri geri çekildi.

İKİ BİNE KARŞI ÜÇ BİN

– Çok can kaybı var mıydı?

Evet, iki taraf da ağır zayiat verdi. Daha çok da Yunan ordusu. Bu bölgede 2 bine karşı 3 bin sayısı telaffuz edilebilir.

– Burada 36. Alay’ın 6. Bölük Komutanı şehit Üsteğmen Agâh’ı anmamız gerekiyor, değil mi?

Bütün şehitlerimizi anmamız gerekiyor. Başta Üsteğmen Agâh’ı… 36. Alay’ın 6. Bölük Komutanı Üsteğmen Agâh, ilk hücum esnasında ağır yaralanmıştı, ancak yılmadı ve yaralı olarak taarruza devam etti. El bombası kullanarak düşman siperlerine girdi. Ardından Kurtkaya’nın zirvesine ulaştığında alnından vurularak şehit oldu. Kurtkaya canlar pahasına alınmıştı. Ancak artık Kurtkaya, Üsteğmen Agâh ve silah arkadaşlarını bağrında barındıracaktı. Taşıyla toprağıyla ağlasa da rüzgârıyla nice Agâhlar’ı bizlere taşıyacaktı.

FEDAKÂR İKİ TEĞMEN

– Bugün başka şehitlerimiz de oldu değil mi?

Evet. Bu şehitler, kahraman süvarilerimizin genç subaylarıydı. Bir gün önce Sinanpaşa Ovası’na inen 5. Süvari Kolordusu Birlikleri, Kırka bölgesindelerdi. Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa’dan günün ilk saatlerinde, Kırka karşısında bağlanmayıp düşman ihtiyatlarının cepheye müdahalesini geciktirme ve Dumlupınar bölgesindeki birliklerin keşfedilmesi emrini aldı. Fahrettin (Altay) Paşa, İlbulak Dağı’na doğru geniş bir kuşatma harekâtına girişti. 2. Süvari Tümeni, Düzağaç üzerinden Akçaşar’a vararak Küçükköy’e kadar olan bölgede düşmanın demiryolu muhafız birlikleriyle çatışmaya girdi. İstasyonu ele geçirdi. Süvari muharebelerinin en şiddetlisi bu bölgede cereyan etti. 14. Süvari Tümeni karşısında ilerlemek isteyen bir düşman piyade kolunu durdurdu. Kolordu karargâhı Kumarlı-Akçaşar arasında intikal ederken muhafız bölüğü düşmanın bir demiryolu muhafız birliğiyle çatıştı. Bu çatışmadan Teğmen Lütfü Osman şehit oldu. Teğmen Süreyya ağır yaralandı. Bu iki teğmen Kuleli Askeri Lisesi’nden kaçarak Ankara’ya gelenlerdendi. Ankara’da aldıkları kısa eğitimle subay nasıp edilen fedakârlardandı.

– Teğmen Yıldırım Kemal de taarruz haberini alır almaz Konya Hastanesi’nden çıkmış…

Tabii, hastaneden çıkmış, trene atlamış ve Kolordu Komutanı’nın karşısına dikilmişti: “Emrinizdeyim.” İzmir’e ilk girenlerden olmak istiyordu. 2. Tümen’in 2. Alay’ında görevlendirildi. İki saat sonra şehit olmuştu. Günümüzdeki Yıldırım Kemal İstasyonu aynı adı taşımaktadır. Yıllardır o istasyondan geçen yolculardan kaçı bu ismin nereden geldiğini bilmektedir? Günümüzün en acı sorusu budur. Sonucu daha da acıdır: Hangi geçmişten geldiğinin bilincinde olmamak… Yüzbaşı Raif Ali, Teğmen Selahattin ve Asteğmen Mehmet Azmi de o günlerin şehitleri olarak aziz kanlarıyla o toprakları sulayanlar arasına şerefli isimlerini yazdırdılar. Ulu Tanrı’dan rahmet dileklerimizle.

KOLAY UNUTUYORUZ

– Bugün için de soruyorum: Şehitlerimizin salt birer sayı olmadığının ne kadar farkındayız?

Şehitler muharebeleri öğrenirken kısaca üstünden geçilen sayılardan ibaret değildir. Maalesef şehitlerimizi kolay unutuyoruz. Onların şehitliği sayesinde yaşadığımız, var

Kocatepe’de Başkomutan’ın izinde… Ahmet Yavuz, Büyük Taarruz’u anlattı

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. Yazıkki savaşın geçtiği Afyonda türeyen cemeat denilen terör orgütlerinin bilinçli uyguladığı beyin yıkma ile Atamıza ağza alınmayacak küfürler edilmektedir. Kilise evlerin sayısı hızla yükselmiş hristiyan misyonerler kol gezmektedir. Suriye savaşından önce başlayan dış göçler ile yerli halk azınlık konuma düşme tehlikesi içindedir. Tarım arazileri bilinçli olarak imara açılıp betonlaştırılmakta, yerli tohumlar artık büyüklerin anlattığı bir masal olmaktadır. Şeker fabrikaları satılmış çiftçisi peynir yoğurt, yumurtayı köylerde bile açılan süpermarketlerden almakta. Meşhur Afyon kaymağı bile yok olmaktadır. Güneydoğudaki gibi bazı köylerimizde sadece yaşlılar yaşamakta. Kısaca burdaki insanlar Büyük tauruzu bilmiyoruz. üretmiyoruz. bölünüyoruz. ayrışıyoruz. yabancılaştırılıyoruz. Daha ne anlatayım. başımızda Türkü savunan hükümet yok. Yunan galip gelseydi zaten bunlar olacaktı. Yunana gerek kalmadı.

  2. Ahmet Yavuz Komutan tertemiz anlatmış.Bir toplumun tabii ki subayı ama daha baskın olarak tamamı başarısızlığı hazmetmeme konusunda kararlı olmalı.Bu bir ahlak meselesidir.Türklük Harsı’na sahip (Irki değil handiyse 10 000 yıllık süzülerek gelen Türklük Harsı) insanın sahip olduğu ve fakat Türk Subayı’nda çelikleşen bu ahlak yaşam ve ölüm meselesidir.Bu ahlaka sahip olmayanın araplaştığı,batıcılaştığı,işbirlikçileştiği,bölücüleştiği,soysuzlaştığı o günde vakıa idi ve bugün de aynıyla vakıa.İçimizden söküp atamadığımız kanserli ur budur.Muhakkak kazınıp atılacaktır.Mustafa Kemal Atatürk ise tarihe ve insanlık medeniyetine Türk’ün en nadide emanet ettiği eseridir.Yazılı tarihte felsefe üretebilen,siyaset bilimini sınırının ötesine taşıyabilen,askerlik sanatını tüm bilimsel gerekleriyle ve fakat ulaşılamaz estetikle icra edebilen,varlığını yaşadığı topluma tereddütsüz adayabilen ve nihayet tüm bu insan sınırını aşan hasletleri tek bir ruhta birleştirebilen biricik Altun Işık,kutsal Nur sütunu,sarsılamaz irade ve iman sahibi yegane adam.Tabii ki İzmir’in dağlarında çiçekler açacak ve Mustafa Kemal Atatürk bu hasletlere ve insana ve hayata düşman kahpe yaradılışlıların hücumuna uğrayacak.Höst ve de destur.Yarım kalan Kemalist devrimi tamamlayacağız.Atatürk zamanı bükebilen bir ruh olarak ufukta bizi bekliyor.Yetişeceğiz.

  3. Boylesine yuce bir lider cikarttigimiz icin cenab-i hakka tesekkur etmemiz gerekir. Gercetende Ataturk gibi bir lider dunyanin hicbir yaninda gorulmemis. Gecen yuzyilin en buyuk lideri oldugu kolaylikla soylenebilir. Bugun eger Turkiye olarak dunya haritasinda adimiz yer aliyor ise, bunun tek sebebi tanrinin bize lutfu olan dahi lider Mustafa Kemal Ataturk ve ona inanip beraberce savasan kahramanlarimizdir.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!