Milli muhalefet ve potansiyel enerjiden kinetik enerjiye geçiş

featured

Mehmet Ulusoy yazdı…

Gerek Haber2021’in “Türkiye İttifakı”, gerekse Veryansın’ın “Milli Muhalefet…” konulu soruşturma ve açıklamalar, en genel anlamıyla aynı içerik, niyet ve çerçevede önemli girişimler ve çabalardır. Umut verici, iyimserlik aşılayıcı bir başlangıç olarak değerlendirilmesi gereken bu gelişme, dağınık ve etkisiz durumdaki milli, ulusal devrimci dinamiklerin silkelenip toparlanmasında ilk adımlar diyebiliriz. Türkiye’nin tam bağımsızlıkçı, halkçı devrimci geleneğinin, Atatürkçü vatansever ve sosyalist dinmiklerin en büyük ve yaşamsal özlemlerinin, beklentilerinin gündeme getirilmesidir.

Buraya kadar ana hatlarıyla belirginleşen tablo, -ki Atatürkçülük yorumundaki bütün farklılıklarıyla birlikte- neye karşı olunduğunun açık beyanı niteliğindedir. Kuşkusuz bu gerekliydi, çünkü karşı olunan emperyalizm güdümlü Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı ikili çıkmazının, bütün “milli ve yerli”ci, sahte “milliyetçi”, “Atatürkçü”, “Cumhuriyetçi”, “demokrasici” söylemlerine rağmen, Kemalist ilkelere ihanetçi duruşları ve emperyalist sisteme, NATO’ya bağımlı nitelikleriyle Türkiye’nin hiç bir sorununu çözemeyecekleri gerçeğinin iyice bilince çıkarılması gerekiyordu. Sanırım bu, büyük ölçüde gerçekleşti.

Ancak, Gezi Direnişinin haykırdığı gibi “Bu daha başlangıç”tı. “Başlangıç”ın bile tam yerine oturması, gerçek anlamına kavuşması, arkasından gelmesi gereken zorunlu diğer aşamaların hakkıyla değerlendirilmesine, hayata geçirilmesine bağlıydı. Fiziksel kavramlarla ifade edersek, şimdi beklenen ve yapılması gereken, potansiyel enerjiden knetik enerjiye geçiştir; yani büyük potansiyele sahip milli/ulusal muhalefet, eylemli, uygulamalı bir evreye geçmeli, aktif bir kuvvete dönüşmelidir.

Çünkü, Atatürkçülerin neye ve niçin karşı oldukları tam 20 yıldır döne döne dile getirildi, haykırıldı. 2007-2008 büyük Cumhuriyet mitingleri, Silivri duvarlarını yıkan 2013 eylemleri, Gezi Direnişi ve Anayasa Kurultayları bu tepkiyi, bu tavrı bütün boyutlarıyla ortaya koydu. Yeri gelmişken şu sorulmalı ve yanıtlanmalı? Neydi bu büyük kitle eylemlerinin, istenen sonuç alınamadan sanki kuma su salınmış gibi buharlaşıp, bir bahar seli gibi kuruyup gitmesinin nedenleri? Bu büyük enerjinin hedefe ulaşamamasının arkasında hangi nesnel ve öznel yetersizlikler ve hatalar vardı? Bunların yanıtı önemlidir.

Evet bugün, yurtsever Atatürkçü ve sosyalistler, gerçekten, Cumhuriyetin kurucu ilkeleri temelinde Kemalist Devrimi tamamlamak ve devrimci cumhuriyeti yeniden kurmak istiyorsa, her şeyden önce bu sorunu bütün derinliği ve boyutlarıyla tartışmaları gerekmez mi? Kuşkusuz bugün düne göre nesnel koşullar bir hayli olgunlaşmıştır, karşıdevrim mevzileri telaş içindedir; giderek saldırganlaşmaları dağılmakta olduklarının göstergesidir.

Ama durumu değiştirecek öznel, yani bilinçli-örgütlü güç oluşmamışsa, asla iyimser olmamak ve iktidara yönelik Atatürkçü devrimci bir gelişme konusunda erken hayal kurmamak gerekiyor. Çünkü, giderek daha geniş kitleler muhalefete geçiyor olsa da, bu alan sahte Atatürkçü, sahte milliyetçi günü kurtarıcı, düzenbaz siyaset tüccarları tarafında hızla doldurulmakta. Oysa bütün bunlara karşın, sistemin medyasında seçeneksiz seçenekler olarak geviş getirircesine parlatılan mevcut muhalefet partilerine artık asla güvenmeyen, anketlere değişik biçimlerde bunu yansıtan, Atatürkçülüğün düne göre daha yüksek bir bilincine ulaşmış geniş bir Kuvayı Milliyeci, Cumhuriyetçi kitle oluşmuştur.

***

Dolayısıyla, bu nitelikli yurtsever kitlenin, ikili gerici bloka karşı devrimci bir blok, ağırlık ya da kuvvet merkezi yaratması yaşamsal önemdedir. Daha önceki bir yazımda vurguladığım gibi, önümüzdeki 5-10 yıllık yakın dönemin görevi olan, karşıdevrimi yenilgiye uğratmak ve devrimci cumhuriyeti yeniden kurmak için, büyük bir milli/ulusal birlik bilinci ve iradesiyle hareket edilmesi temel bir koşul haline gelmiştir. Yani, sosyalist mi, Kemalist mi gibi ayrıntılarda kaybolmadan Kemalist ve ulusalcı sosyalistleri birlikte kucaklayan bir blok oluşturulması zorunludur. Bu blok ya da kuvvet merkezini yaratmak için 2023 seçimlerine katılmak hedefiyle kendimizi zorlayıp daraltmadan ve katedilmesi gereken düşünsel ve örgütsel temel süreçleri yeterince olgunlaştırmadan, aceleyle yola çıkmak doğru değildir. Yapılması gereken, içinde bulunduğumuz Türkiye gerçekliğinin ve özgünlüklerinin sağlam siyasal-kültürel bir analizine dayanan kuruluş ya da yeniden doğuş stratejisinin belirlenmesi ve gündeme konmasıdır.

Bu yapılmadığı sürece, önümüzdeki süreçte anlamlı, etkili ve çekim gücüne sahip bir kuvvet merkezinin oluşmasında tayin edici rol oynayacak olan ortalama bilinç ve kavrayıştaki hedef ya da çekirdek kitlenin beklentisine yanıt verilmemiş olacaktır. Bu eğitimi ve deneyimli kitlenin birleşmesi büyük bir enerji yatatacaktır, bu nedenle tayin edici önemdedir. Çünkü toplumun eğitimli, nitelikli ve az çok bilinçli kesimini oluşturan bu kitle, öncü bir rol oynayamaz, ama tutarlı bir Atatürkçü-sosyalist birlikteliğin temel gücünü, birincil enerji kaynağını oluşturabilecek düzey ve duyarlılığa sahiptir. En duyarlı olduğu nokta ise, son elli yıllık deneyimlerden az çok dersler çıkarmış olarak yurtsever devrimcilerin birliği konusunda ısrarlılığıdır, dolayısıyla etkili, ses getiren bir güç beklentisi içinde olmalarıdır. Bu gerçekleşmediği için kerhen Soroscu neoliberal Kılıçdaroğlu yönetimine çaresizce oy vermek zorunda kalmaktadırlar.

Sözkonusu kitleyi birleştirmenin önemli bir koşulu olarak, mafya-tarikat iktidarına karşı bugüne kadarki mücadele stratejisi ve taktiklerinin kısa, özlü bir eleştirel değerlendirilmesi gerekiyor. Hatta, “samimi”, “dürüst”, gerçek” Atatürkçülük gösterisi yapmak değil de, başarmak istiyorsak bu bir zorunluluk. Geçmiş hatalardan ders almadan gelecek kazanılmaz. Üstelik, Siyasal İslamcı karşıdevrime karşı Cumhuriyeti savunmanın ve yeniden kurmanın temel güvencesi, halk kitlelerinin eylemli mücadelesi iken, sözkonusu büyük kitle eylemlerindeki başarısızlığın ya da hedefe ulaşamamanın nedenlerini ortaya koymadan onları yeniden canlandırmak olanaksızdır kanımca.

Şu hiç unutulmasın ki, iktidarın yasa dışı, hukuk tanımaz uygulamaları karşısında nerdeyse söylenecek her şeyin söylendiği, “sözün bittiği” bir eşikte bulunuyoruz. Devrimci bir muhalefetin yürüteceği en etkili mücadele biçimi, kitle eylemlerini, ya da eylemli kitle muhalefetini yükselterek vicdanları harekete geçirmektir. Böylece harekete geçen, kullaştırma zincirlerini kırıp tartışan ve sorgulayan vicdanlarda Cumhuriyeti aşağıdan yukarıya yeniden fethetmenin enerjisini yaratmaktır.

Bu aynı zamanda, 20 yıldır medya üzerinden güdümlenerek, sosyal medya üzerinden yapay bir muhalefete hapsedilerek pasifleşmiş ve kendine güveni köreltilmiş, yer yer sinmiş emekçilerin ve özellikle gençliğin kendini bulması, özgüven kazanması demektir. Hukukun, yasaların uygulanmadığı, adaletin işlemediği yerde artık biricik güvence halkın kendisidir; halkın vicdanı, çağdaş ahlaki değerleri, adalet anlayışı ve örgütlü direnme güçleridir. Bütün bunlar, insanların günlük yaşamında, davranış biçimlerinde kirlenmiş, bozuma uğramış gibi görünse de, yürekte, gönüllerde, duygularda tutuşmaya hazır bir köz olarak yanmaktadır.
 
***

20 yıllık mücadelenin muhasebesi dendiğinde neyi anlatmak istiyoruz? Birincisi, kitlesel eylemlerle sürdürülen büyük tepkinin kazanımları, eksikleri ve zaaflarıdır elbette. Bu süreçte vatansever-Atatürkçü kitle, anketlerde yüzde 80-90’lara varan anti-Amerikan tavra rağmen, aynı Amerika’nın Cumhur ve Millet ittifakları üzerinden uyguladığı Atlantikçi, bölücü siyasetlerin figüranı olmaktan kurtulamamıştır. Bu çok önemli ve temel sorunun nedenlerine mutlaka inilmelidir. Kazanımlar ya da bugüne bırakılan miras ise, geçmişteki o büyük kitlesel eylemlerin aynı dinamikler tarafından bugün de gerçekleştirilebileceği inancıdır.

İkincisi ve daha önemlisi ise, -ki bu kitle eylemlerine ve olumsuz sonuçlarına çok ciddi bir şekilde yansıdı- düşünsel ve siyasal alandaki olumlu ve olumsuz gelişmelerdir. Ne yazık ki bu alanda neoliberel Soroscu Kılıçdaroğlu yönetiminin Altı Ok’a ihanet çizgisi olumsuz etkenin fazlasıyla baskın rol oynadığını gösteriyor. Başka deyişle, emperyalizmin Türkiye’ye yönelik temel stratejisi olan serbest piyasacılığın uzantısı sahte Atatürkçülük, sahte milliyetçilik ve sahte demokrasicilik bu tuzağın ana unsurlarıdır.

Burada bütün sistem partilerinin, ve tabii ki Y-CHP’nin, neoliberal küreselci programın dayattığı bir görev olarak, özelleştirmelerle Devletçiliği tasfiye etmeyi koro halinde benimsemeleri, karşıdevrimin en önemli başarısıydı. Bu, ülkeyi günümüzdeki derin ekonomik krize adım adım taşıyan ideoloji ve siyasetlerin 40 yıllık yıkım stratejisinin temelini oluşturuyordu. Sözkonusu 40 yıllık süreçte, işçi sendikaları ve diğer emekçi kitle örgütleri, hatta kendine “sol”, “sosyalist” diyen çevre ve kişiler dahil, halkın büyük çoğunluğunun en çok yanıldığı ve kendi yoksullaşmasına ve yıkımına yol açan olay, kamu ekonomisinin çökertilmesi karşısında pasif ve kayıtsız kalmalarıdır. Bu bakımdan, sistem partilerine karşı uzun süreli ve kararlı bir mücadele programının temelinde, Planlı Devletçilik ilkesinin bütün boyutlarıyla savunulması yer almalıdır.  

Altı Ok’ta simgeleşen Atatürkçü Devrimci Cumhuriyeti, bugün bütün sahteliklere karşı gerçek içeriğiyle savunmak, bütün ulusu emperyalizme, bölücülüğe ve ortaçağ gericiliğine karşı birleştirmenin vazgeçilmez koşuludur. Elbette Altı Ok’un devrimci ruhunu, özünü ve temel içeriğini değiştirmeden, bazı güncellemeler yapılmalıdır. Ancak, görülüyor ki bu genelleme sahte ve samimi tavrın ayrışması için yeterli değildir. 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde gördüğümüz gibi, her ilke, toplumun gündeminin, öncelikli sorunlarının değiştiği her dönem eşit ağırlıkta rol oynamayabiliyor.

Yani bir dönem Laiklik, bir dönem Milliyetçilik, bir dönem vb Devletçilik öne çıkabiliyor ve diğer bütün ilkelerin uygulanmasında motor, sürükleyici güç rolü oynayabiliyor. Başka deyişle Devrimci Cumhuriyeti savunmanın denek taşı ya da ayırdedici ölçütü, her dönem değişebiliyor. Örneğin günümüzde, sahte milliyetçiliğe karşı laiklikle birlikte tam bağımsızlıkçı Devrimci Milliyetçilik

 ilkesi hâlâ birincil önemini korurken, derinleşen ve yapısal bir soruna, sistem sorununa dönüşen ekonomik krizden çıkış konusunda Devletçilik ilkesi anahtar bir rol oynamaktadır. Yani tam bağımsızlığın da, laikliğin de güvencesi ve iç barışı sağlamanın vazgeçilmez temeli, büyük ekonomik adaletsizliklere, işsizliğe ve açlığa yol açan ekonomik krize çözüm üretmektir. Dolayısıyla Milletin birliğini sağlamak için milli/ulusal devrimcilerin birliği yakıcı önemdedir.

Daha açıkçası, Türkiye’nin bağımsızlığının, Halkçılıkla ifade edilen milli/ulusal iradenin temeli, güvencesi olan Planlı Devletçiliğin, 24 Ocak ve 12 Eylül kararları ile başlayan ve AKP iktidarıyla en üst düzeye çıkan ve tam bir yıkıma dönüşen kesintisiz özelleştirmelerle ortadan kaldırılması boşuna değildir. Neoliberal kürselciliğin, kamucu ulusal ekonomileri tasfiye ederek ulusal devletleri parçalama ve çökertme amacını artık bilmeyen kalmadı. Bu yıkım sürecinin bir sonucu olarak bugünkü kangrene dönüşen ekonomik kriz hiç de şaşırtıcı, tesadüfi bir durum değildir. Daha başından neoliberalizmin kuyruğuna takılmayıp ulusalcı duruşta ısrara ederek karşıdevrimi doğru analiz edenler ve ona bugüne de en önde direnenler için beklenen bir gelişmeydi.

Ama 90’lardan bu yana gerek CHP merkezlerinde gerekse Atatürkçü çağdaş ilerici çevrelerde liberal “demokrasi” ve “özgürlük” masallarının bir bileşeni olarak Sosyal Demokrasi projesi ve siyasetiyle Kemalist Devrim ilkeleri sessizce sulandırıldı, gevşetildi, yozlaştırıldı ve özüne yabancılaştırıldı. Kuşkusuz bunların hepsi, güdümlü ve yandaş medya üzerinden emperyalist merkezlerden üretilen ve Kemalizme yönelik “otoriterlik”, “totaliterlik” suçlamalarıyla birlikte gündeme kondu. Bu bağlamda diyebiliriz ki, Cumhuriyetçi eylemlerin ve diğer mücadelelerin başarısızlığında bilinç bulanıklığı, sığlığı ya da kirliliğinin önemli bir rolü vardır. Onun da gerisindeki temel ve önemli bir etken ise, -bunu ideolojik bir kayma olarak da görebiliriz- Planlı Devletçilik ya da kamuculuk/toplumculuk ilkesinin yeterince kavranmamasıdır; başka deyişle piyasacı bireyci ideolojinin ayartmasıyla ona yabancılaşmadır.

Çünkü; Halkçılık ve Milliyetçilik/ulusalcılık, Devletçilik olmadan, aynı şekilde Devletçilik ve Milliyetçilik Halkçılık olmadan ve Devletçilik ve Halkçılık da Milliyetçilik, yani tam bağımsızlıkçılık olmadan uygulanamaz. Kuşkusuz bunların en başına ya da temeline Laikliği yerleştirmek gerekiyor. Bu, emperyalizme karşı direnen bağımsız, egemen, aydınlanmacı bir sistem için öylesine sağlam bir denklem ki, ezilen ve gelişmekte olan hiç bir dünya ülkesi bu ilkeleri terketmenin yüksek bedelini ödemekten kurtulamaz, kurtulamamıştır.

Demek ki 12 Eylül’den bu yana Küreselcilik ve AB ile bütünleşme odaklı çağdaş ve laik bütün siyasi yapıların, hatta önemli kitle örgütlerinin programlarında özellikle unutulan en önemli ilke Planlı Devletçiliktir. Sözde ilerici, solcu çevrelerin bunu gündemlerinden çıkarmasındaki temel etken, kuşkusuz genlerindeki Tanzimatçı Batıcı aymazlık ve budalalıktır; neoliberal küreselleşme masallarına koşulsuz inanarak zihinleri köleleştirmektir. Bütün bu nedenlerle, neoiberalizmin sahte demokratlığının temel dayanağı olan planlı devletçilik karşıtlığından köklü bir şekilde kurtulmak ve bununla bağlantılı bütün özgürlük yanılsamalarına son vermek, sağlıklı devrimci muhakeme yürütebilmenin ayırdedici koşuludur.

***

Muhasebenin ikinci can alıcı noktası, birleşmenin gerektirdiği azami esnekliğe ve genişliğe özen gösterirken, bir hamlede herkesi kucaklama hayaline kapılmamak gerektiğidir. Çünkü, “Ne ve nasıl yapmalı”ya verecekleri yanıtlarda, Atatürk ilkelerini yorumlayışlarında, mevcut iktidara ve emperyalizme yönelttikleri eleştiri düzeyleri ve biçimlerinde geniş bir yelpaze oluşturan Atatürkçü ve Cumhuriyetçi bir kitle sözkonusu. Aynı zamanda çok renkli bu geniş kitlenin önemli bir zaafı, sözü ve eylemi arasında ciddi uyumsuzluklar göstermesidir. Bunu da, gerek 1940’lardan bu yana CHP yönetimlerinin, gerekse Cumhuriyet adına söz sahibi olan, bunu kültür ve eğitim politikalarına yansıtan siyasal ve akademik seçkinlerin, geçtiğimiz 80 yılda yarattığı büyük kirlenme, yozlaşma ve öze yabancılaşmaya borçluyuz.

O nedenle, Atatürkçü devrimci bir kuvvet merkezi yaratmanın önümüzdeki ikinci aşamasında belli bir bilinç ve kavrayıştaki ana kitlenin birleşmesine, daha doğrusu onların beklentisine hizmet eden adımlar atılmalı. Bu birliğin çerçevesini, Altı Ok’un temel, öne çıkmış güncel sorunların esas olduğu, tam bağımsızlık (Milliyetçilik), laiklik, kamuculuk (Planlı Devletçilik), teröre karşı mücadele, tarikatların yasaklanması, Suriye devletiyle barış ve göçmenlerin vatanlarına dönmesi… ve bu ilkelerden türetilen siyasetler kırmızı çizgileri oluşturmalı.

Üçüncü bir önemli nokta, yukarıdaki yanlış tavrın tersten alınması hatasıdır. Evet, önümüzdeki kısa vadede, en samimi ve tutarlı devrimcisinden liberalizm ve AB’ci projelerden etkilenenlere kadar geniş yelpazedeki büyük kitleyi bir hamlede birleştirmek olanaksız gibi görünüyor. Ayrıca bu büyük kitlenin CHP ile çok yönlü organik, ekonomik, toplumsal ilişkiler içinde olması da dikkate alınması gereken önemli bir olgu. Ancak, yakın gelecekte etkili bir kuvvet yaratıldıkça olanaksızlığın olanaklı hale geleceği kesindir. Bunu önemsemeden bugünkü olanaksızlığı ebedileştiren, mutlaklaştıran, geri dönülmez hale getiren, özcesi Batıcılıkla tam bağımsızlıkçılık arasında kalmış bu geniş kitleyi ve onların sözcüsü durumundaki aydınları yersiz eleştirilerle karşıya alan, dışlayan bir tavır da en az birincisi kadar yanlıştır.

Sözkonusu tavır ve yaklaşım, devrimcileri, sabırsızlıkları ve acelecilikleri yüzünden yalnızlaştırdığı gibi en sonunda da teslimiyete götürür. Duygu, tepki ve öfkelerimizi kesinlikle karıştırmadan, bütünü ve nesnel gerçekliği, doğru değerlendirmek yeteneği ve sorumluluğu, belki de tarihin bizim kuşak devrimcilere başarının koşulu olarak tanıdığı son şanstır.

***

Son olarak; devrimci, nitelikli üçüncü bir bloku oluşturmanın zorunluluğu ana hatlarıyla gündeme getirilmiş ve kısmen tartışılmıştır. Şimdi asıl önemli olan, hem devrimci bir blokun gerekçesini, hem de nasıl gerçekleştirileceğini tartışan ve fiilen bunun uygulanmasına geçişi içeren ikinci aşamadır. Bu aşama, öncelikle Devrimci Blokun oluşmasında hemfikir olan, ama çözüm yolu ve yöntemi konusunda çok çeşitli fikir ve yorumları taşıyan çevre ve eğilimlerin bir araya geldiği, yani internetten değil, yüzyüze tartışıp değerlendirme yaptığı bir süreçtir.

Sözkonusu süreci, herkesin fikirlerini yeterince ortaya koyduğu en geniş katılımlı, en verimli yaşamanın biricik yolu ve yöntemi, merkezi nitelikteki bir çok ilde gerçekleştirilecek Kurultaylardır. Kemalist Devrimi tamamlama hedefinde birleşen çeşitli eğilimlerin katıldığı bu kurultaylar, Türkiye’nin temel sorunlarını ele alıp tartışarak olgunlaştırmalı ve ortak bir programın temellerini ve çerçevesini belirlemelidir. Bu kurultaylar, aynı zamanda ortak bir dava için uzun süreli bir mücadele birlikteliğine girecek olan Atatürkçü ve sosyalist devrimcilerin ilk bir araya gelme ortamları olacaktır. Orada gerek düşünce gerekse davranışlar planında ortak duygu ve vicdan paylaşımı yaşanacaktır. Ve sonuçta, “biz bu mücadelede varız!” kabulü temelinde farklı düşünce, tavır ve pratik öneriler tek bir ortak çatı altında birleştirilmeye çalışılacaktır. Kurultayları kimin ve hangi sıfatla organize edeceği sorusunun yanıtı ise aslında verilmiştir: Veryansın ve Haber2021 internet gazetelerinin işbirliğiyle bu görevin üstesinden gelinebilir.

Böyle bir ortak program ve strateji üretimi- sadece Bilimsel Sosyalistlerin ya da Atatürkçülerin kendi aralarında yapıldığı ve- iki önemli düşünsel-ideolojik dinamiği birleştiren bir eksende yapılmadığı sürece başarısızlığa mahkumdur. Kuşkusuz bunun sorumluluğu ve bedeli ağırdır. Geçtiğimiz 80 yılın deneyimleri gösterdi ki, gerçek Kemalistler ile bilimsel sosyalistler ne zaman birbirinden koptu ya da uzaklaştıysa, hem vatansever-devrimci niteliklerinden uzaklaştılar, kirlenme ve yozlaşmaya uğradılar, hem de gericiler daha güçlü bir şekilde birleşti ve kendilerine güveni artırdılar, ideolojik ve siyasi olarak da daha baskın hale geldiler. Türkiye tarihinde hep gericiliği güçlendiren ve devrimcilerin parçalanıp etkisizleşmesine yol açan bu menhus denklem kesinlikle tersine çevrilmelidir.

Devrimcilerin güçlü ve siyaseten de etkili olmasını sağlayan denkleme 1950’den sonraki biricik örnek 1960’lardaki YÖN Hareketi ve onun devamı olan 1968 gençlik hareketidir. Türkiye İşçi Partisi (TİP) bu büyük enerjinin hem ürünü hem nedenidir. Şunu özenle vurgulamak gerekiyor: Bu dönemin ruhunu oluşturan en önemli unsur, “asgari müştereklerde”, yani ortak temel ilkelerde birleşmek kaydıyla, farklı fikirlere hoşgörü ve farklı fikirlerle aynı örgüt, aynı parti çatısı altında birikte mücadele etme tavrıdır. Bu bağlamda, kanımca, Atatürkçü ve sosyalistlerin bağımsız etkili bir kuvvet merkezi yaratmak ve tarihsel görevlerini yerine getirmek için, özellikle dokuz kez düşünerek hareket etmeleri gereken en kritik nokta buradadır.

Milli muhalefet ve potansiyel enerjiden kinetik enerjiye geçiş

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 13 Kasım 2021, 14:35

    Milli muhalefetin çok geç kalmadan birleşip dünyayı aydınlatan bir güneş gibi ortaya çıkmasını diliyorum.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!