Sözcü gazetesi yazarı Aytunç Erkin, bugünkü köşe yazısında MİT’ten geçen yıl emekli olan ve teşkilatın ikinci ismi diye tanımlanan Sebahattin Asal’ın da yazarları arasında olduğu “Özel Askeri Şirketler ve İstihbaratın Özelleşmesi” kitabından dikkat çeken bölümleri aktardı.
“Özel askeri şirketlerin demokratik parlamenter sisteme sahip modern devletler tarafından kullanılması, demokratik ulus devlet olgusunu tehdit ettiğine ilişkin çok ciddi görüş ve iddialar bulunmaktadır” denilen kitapta, “Askeri hizmetlerin devri anlamına gelen mevcut süreç, neticede devletlerin meşru güç/şiddet kullanma yetkisini işlevsiz hale dönüştürmektedir. Demokratik sistemlerde, mevcut yürütme organının demokratik hesap verebilirlik kaygısı bulunmaksızın savaş ya da çatışmaya girme inisiyatifini güçlendirmektedir. Dolaylı olarak bireysel/kurumsal çıkarların devlet çıkarlarının önüne geçmesine veya öncelik kazanmasına sebep olmaktadır” görüşüne yer verildi.
Özel askeri şirketlerin Türkiye’de uygulanabilirliği konusuna da dikkat çekilen kitapta, “Türkiye’nin kendine özgü stratejik coğrafyası, jeopolitik konumu, tarihsel ve kültürel birikimi nedeniyle, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, özel askeri hizmet sisteminin nihai başarısı ve sürdürülebilirliği mümkün olmayacaktır” denildi.
Kitapta, “Özel askeri şirketin en önemli hizmet çıktılarından biri olan istihbarat ürününün özel sektör tarafından temin edilmesi hususu ne olacak?” sorusu da masaya yatırılarak, şu değerlendirme yapıldı:
“Türkiye özelinde bu tip politikalarını benimsenmesi ve uygulanması kısaca doğru değildir. Çünkü, devlet-i ebed müddet ilkesi doğrultusunda özverili bir şekilde çalışan Türk İstihbarat Topluluğu üyelerinin çalışanları ile tamamen ticari saikler doğrultusunda hareket eden özel teşebbüslerin mensupları arasında kavramsal açıdan felsefi birlikteliğin sağlanması ve uyum içerisinde görev yapabilmeleri hiç de gerçekçi değildir.”
Aytunç Erkin’in yazısının tamamı şöyle:
“… Soğuk savaşın sona ermesi ve devamında gündeme gelen istikrarsızlıkların, hücresel yapılarda yol açtığı hızlı dönüşümler, bahsedilen kulvarda yani çatışma alanlarında özelleşmenin hız kazanmasına yol açmış, özel askeri şirketlerin oluşumuna yönelik ivmelenmeyi artırmıştır.” Bu cümleleri, savaş şirketi SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin geçen hafta hayatını kaybetmesinin ardından okuduğum bir kitaptan alıntıladım. Kitabın adı: “Özel Askeri Şirketler ve İstihbaratın Özelleşmesi.” Yazarlarından birinin ismi çarpıcı. MİT’ten geçen yıl emekli olan ve teşkilatın ikinci ismi diye tanımlayabileceğimiz Sebahattin Asal. Emekli MİT yöneticisi Asal, kitabı Prof. Kadir Murat Altıntaş’la kaleme almış.
420 sayfalık kitabın bütününden çıkansa şu:
“Tekelleşen kapitalizm, dini ve mezhepsel farklılıklar-çelişkiler, iktidar için tahrik edilen şoven duygular, yeni pazar/hammadde ihtiyacının giderilmesi yönündeki arayışlar, tarih tabanlı duygu arkeolojileri ile zirveye çıkan toprak sınırı genişletme arzuları gibi sebepler, devletlerin, politik-askeri girişimlerle genişlemeye yönelmesine, dolayısıyla dayatmacı, saldırgan ve emperyalist bir yaklaşım içinde olmalarına yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı; neoliberal ekonomi politikalarının muhtemel etkileri doğrultusunda ortaya çıkan özelleşme serüvenini sorgulamaktır.”
Yine karşımıza “neoliberalizm” çıktı! “Her şeyi özelleştir, her şeyi sat, paradan para kazan, silahtan para kazan, savaştan kazan vs…” Kitabın yazarları, özel askeri şirketlerin muhtemel avantaj ve dezavantajlarını incelerken şu tespiti de yapmışlar:
“… Konuya stratejik bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, özelleşen askeri hizmetler sonucu ortaya çıkan özel askeri şirketler aslında ABD ve İngiltere başta olmak üzere, tüm yayılmacı devletler tarafından dayatılan yeni dünya düzeninin ve bölgesel tasarımın bir aparatı olarak değerlendirildiği düşünülebilir. Özel askeri şirketler gerçekte emperyal devletlerin gizli ajandalarına hizmet etmek üzere oluşturulmuş vekil yapılar olarak ifade edilebilir.”
Özel askeri şirketler Türkiye’ye uygun mu?
Çok sayıda kaynak üzerinden bir perspektif sunmaya çalışan yazarların “askeri şirketler” konusunda hem olumlu hem de olumsuz taraflarını okuyucuya anlatmak istedikleri anlaşılıyor. Örneğin; Ukrayna ile yapılan savaş sürecinde Rusya ile Wagner şirketi arasındaki ilişki masaya yatırılmış. Hatırlayın; Wagner, Rusya devletine karşı isyan bayrağını çekmiş ve sonunda isyan “anlaşmayla” bastırılmıştı. Bu durum Rusya’nın iç güvenliğini tehdit eder hale gelmişti. İşte özel askeri şirketlerin yarattığı “olumsuz” tablo. Okuyalım:
“Özel askeri şirketlerin demokratik parlamenter sisteme sahip modern devletler tarafından kullanılması, demokratik ulus devlet olgusunu tehdit ettiğine ilişkin çok ciddi görüş ve iddialar bulunmaktadır. Hatta bu durumun uygulamada üç ana temel üzerine inşa edildiği ileri sürülmektedir:
Askeri hizmetlerin devri anlamına gelen mevcut süreç, neticede devletlerin meşru güç/şiddet kullanma yetkisini işlevsiz hale dönüştürmektedir.
Demokratik sistemlerde, mevcut yürütme organının demokratik hesap verebilirlik kaygısı bulunmaksızın savaş ya da çatışmaya girme inisiyatifini güçlendirmektedir.
Dolaylı olarak bireysel/kurumsal çıkarların devlet çıkarlarının önüne geçmesine veya öncelik kazanmasına sebep olmaktadır. (Sayfa 359)”
Soru şu: Özel askeri şirketler, Türkiye’de uygulanabilir mi? Bunun yanıtını da alalım:
“Türk devletinin bekasının en kutsal olgu olarak kabul edildiği kamu yönetiminde, amaçları ve öncelikleri birbirinden tamamen farklı ve bağımsız olan ilgili tarafların, ortak bir amaç doğrultusunda bir araya gelmeleri ve uyum içerisinde yeterinde kolay ve anlamlı değildir. Türkiye’nin kendine özgü stratejik coğrafyası, jeopolitik konumu, tarihsel ve kültürel birikimi nedeniyle, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, özel askeri hizmet sisteminin nihai başarısı ve sürdürülebilirliği mümkün olmayacaktır. (Sayfa 373)”
MİT özelleştirilirse ne olur?
Kitabı yazan isimlerden birisinin MİT’in en önemli yöneticilerinden olduğunu düşünürsek, “Özel askeri şirketin en önemli hizmet çıktılarından biri olan istihbarat ürününün özel sektör tarafından temin edilmesi hususu ne olacak?” sorusu da masaya yatırılmış:
“Geleneksel kamu güvenlik paradigmasının (güvenliğin birinci öncelik olarak kabul gördüğü baskın güvenlikçi yaklaşım) oluşmasını sağlayan toplumların tarihsel birikimleri ve psikososyal kodları, istihbarat gibi stratejik bir olgunun özel teşebbüslerle paylaşımı ve temini gibi politikaların benimsenmesini güçleştirmektedir. Türkiye özelinde bu tip politikalarını benimsenmesi ve uygulanması kısaca doğru değildir. Çünkü, devlet-i ebed müddet ilkesi doğrultusunda özverili bir şekilde çalışan Türk İstihbarat Topluluğu üyelerinin çalışanları ile tamamen ticari saikler doğrultusunda hareket eden özel teşebbüslerin mensupları arasında kavramsal açıdan felsefi birlikteliğin sağlanması ve uyum içerisinde görev yapabilmeleri hiç de gerçekçi değildir. (Sayfa 376)”
Burada da soru şu: Kar güdüsüyle hareket eden özel askeri şirketler ve dolayısıyla özelleşebilecek istihbarat teşkilatı kim için çalışır? Yanıtı belli değil mi? Tabii ki bağlı olduğu şirketin para kazanması için.”
Özelleştirilmiş istihbarat kişisel çıkarların önde olduğu bir yönetimi benimsese de birtakım bürokratik süreçler ve engellerden muaf olması daha hızlı hareket etmeyi sağlar. Olumsuzlukları olsa da yaralarını da belirtmekte fayda vardır.