Ergun Türkcan yazdı…
KAÇAK ATOM BOMBASI YAPMAK-2
Darbelere alışık bir Türk vatandaşı olarak, tüm kaos senaryosunun, İslami nükleer silah yapımına girişmiş, ABD’nin lafını dinlemeyen, solcu ama çok parlak, hangi kampa da gideceği pek belli olmayan bir siyasetçiyi yok etmek, ABD’nin lafını dinleyen emin birini iktidara getirmek için Temmuz 1977 darbesinin sahneye sürüldüğünü kolaylıkla anlayabiliyorum.
Sonda söyleyeceğimizi başa alalım: Pakistan 28-30 Mayıs 1998’de, Belucistan Eyaletinde Chagai tepelerinde 6 nükleer test gerçekleştirdi. Bunlar, Hindistan’ın iki hafta önce,11-13 Mayıs’ta gerçekleştirdiği 5 nükleer testlere karşılıktı. Bunu hiç kimse Pakistan’dan beklemiyordu. Pakistan’ın varlığı güvence altındaydı.
KISA BİR HATIRLATMA
Bu bölümde, bu noktaya nasıl gelindiğinin hikayesini yazdım.[1] Ancak bilimsel ve teknik bir konunun iç siyaset ve uluslararası ilişkiler açısından ele alınması, en azından kavramsal olarak bazı temel bilimsel ve teknik terimlerin bilinmesini gerektirir. Bu nedenle, yeri geldiğinde, bu terimler kısa açıklamalarla verilmiştir. Ancak bunlarla bir atom bombası yapımını anlamak mümkün değildir. Zaten bu satırların yazarı da fizikçi hele nükleer hiç değildir. Bu nedenle konun bilimsel ve teknik taraflarıyla ilgilenen okuyucuların çok yaygın olan bilimsel-teknik kaynaklara bakması önerilir.
PAKİSTAN’IN SİVİL NÜKLEER PROGRAMLARI, 1954-1972
Doğal olarak, birincil nükleer güçler, BMGK üyeleri ABD, SSCB, İngiltere, Fransa ve Çin askeri amaçla, bu enerji üzerinde durup bomba imal etmişken, ikincil devletler İsrail, Hindistan-Pakistan önce barışçıl amaçla çalışmalarına başlayıp, kendi siyasi dinamikleri çerçevesinde gizlice-kaçak atom bombası yapmışlardır. Birincil güçler bunu bildikleri için, İran gibi ‘şüpheli’ ülkelerin, belli teknolojilerdeki nükleer enerji santralları kurmasını ve bu amaçla uranyum zenginleştirmesini uluslararası denetim altına almak istemişlerdir; günümüzdeki tablo da budur.
ABD Başkanı D. Eisenhower, 8 Aralık 1953’de, BM Genel Kurulunda, atomu sadece barışçıl amaçlarla kullanacak ülkeler için “Barış için Atom” programını ilan ederek, bir çağ başlattı. Bu programı tanıtmak üzere, ABD Enformasyon Ajansı (USIA) 1955’de, Bahawalpur’da, Ocak 1955’de bir sergi açarak, atomun barışçı amaçlarla neler yapabileceğini gösterdi; sergiyi 50 bin kişi gezerek ilk kez bu konuda bir fikir sahibi oldu. Bu program çerçevesinde, Ağustos 1955’de ABD ile Pakistan arasında yapılan bir anlaşma gereği, küçük bir araştırma reaktörü ile bu alandaki bilimsel ve teknik literatür sağlandı. Hemen arkasından, Mart 1956’da Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu (PAEC) kuruldu,[2] başına Cambridge’de büyük fizikçi Rutherford’un kurduğu Cavendish Laboratuvarında yetişmiş Dr. Nazır Ahmet[3] getirildi. (Bu projeyi gerçekleştirenlerin çoğu İngiliz üniversitelerinden yetişmiştir; göreceğiz.)
Bu laboratuvarda yetişmiş çok daha kıdemli bir fizikçi Prof. Rafi Muhammet Çaduri (Chaudhry), Pakistan kurulunca, 1948’de, Hindistan’dan Pakistan’a göç ederek, üniversitenin fizik bölümünde, bir parçacık hızlandırıcısıyla Yüksek Gerilim Laboratuvarı açmıştı. Bundan önce, 1953’de, nükleer araştırmalar için amacıyla kurulan[4] Pakistan Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Konseyi (PCSIR) başına da, yine önemli bir bilimci Selimiazzam Sıddıki getirilmişti.
Her ne kadar Pakistan sivil idaresi kendini barışçı amaçlarla bağlamışsa da, ordu farklı düşünüyordu. Quetta’daki Harp Akademileri (Staff College) Komutanı Korg. M.A. Latif “ciddi çalışmalar bundan sonraki savaşın, istesek de istemesek de nükleer silahlarla yapılacağını gösteriyor,” demişti; tarih 1954. Böyle sıkı güvenlikçi analizler yapılırken, acı gerçek ülkenin mali kaynaklarının kıtlığıydı.
Teknik bir değerlendirme raporu, 1958, hem ileri araştırmalar hem de elektrik üretimi için ABD den, CR5 tipi bir ağır su reaktörü alınmasını öngörüyordu; Maliye veto etti. PAEC hayal kırıklığı yaşadı ama yapacağı bir şey yoktu. ABD onun yerine bir hafif su reaktörü teklif etti, daha ucuzdu. Pakistan, 1955’de Hindistan’a da ağır su reaktörü teklif eden Kanada’ya yanaştı, fakat fiyatı 7 m. Dolardı; o bile pahalı gelmişti.
Değişim, Oxford ve Berkeley mezunu genç Zülfikar Ali Bhutto’nun Ekim 1958 de Yakıt, Elektrik ve Doğal Kaynaklar Bakanı olmasıyla başladı. Daha o zaman bile ülkesi Hindistan’ın en az 20 yıl gerisindeydi. Bunun sebebi sadece parasızlık ve dış güçler değil, içerideki bazı bakanlık ve güçlü bürokratların da muhalefetiydi. Gerçekten de Pakistan’ın nükleer bir güç olmasında en önemli rollerden birini Bhutto oynamıştır; ileride “Pakistan A-bombasının babası” diye anılacaktır.
Pakistan Nükleer Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nü, PINSTECH, 1961’de, kuran odur. Yüzlerce genci, ileri ülkelerde doktora programlarına gönderen ve gelecekteki araştırmalar için hazırlayan da odur. Ayrıca bir bakan olarak PAEC ile çok ilgilenmiş ve başına, eski Hindistan yönetiminde parlamış olan, koloni zamanının bürokratik eliti arasından Dr. İşrat Usmani’yi getirmiştir. Usmani doktorasını İngiltere’nin en önemli mühendislik okulu sayılan, Londra’daki Imperial College’de, Nobel Ödüllü Prof. Partick Stuart Blackett ile atom fiziği alanında yapmış, başka bir Nobel’li, Dr. Abdüs Selam da onu uluslararası nükleer bilimler kurumlarına tanıştırmıştı. (İngilizce Abdus Salam diye yazılsa da, ben Türkçe okunuşunu yazıyorum.)
PAEC’in Başkanı olarak, Dr. İşrat Usmani’nin kaybedecek zamanı yoktu, derhal: a) Bir nükleer santral temin etmeliydi; b) Pakistan barışçı nükleer programının tanınmasını sağlamalıydı; c) Nükleer teknolojiler için dış tedarik işbirliği kurmalıydı; d) Pakistan nükleer bilimcilerin eğitimini hızlandırmalıydı. Usmani hemen, 1961’de, iki araştırma merkezi daha kurdu: Lahor’da Atom Enerjisi Maden Merkezi ve kardeşini de Doğu Pakistan Merkezi Dakka’daki Merkezin başına getirdi. PAEC’de çalışacak 144 bilimci ve mühendisi de ilgili konularda, master-doktora yapmak ve tamamlamak üzere yurt dışına gönderdi.
ABD’nin, 350.000 $ bağışıyla birlikte, 1962 verilen 5 MW’lık Pakistan Atomik Araştırma hafif su reaktörü (PARR-1) PINSTECH tarafından çalıştırıldı ve Kuç Sahrasında ilk uranyum madeni çalıştırılmaya başladı. Zaten, 1960’da, British Nuclear Fuels Limited (BNFL) ile Belçika Belgonucleaire şirketlerine uranyum ayrıştırması pilot tesisi tasarımı için fizibilite raporları hazırlatılmıştı.
Bhutto, 1963’de Dışişleri Bakanı oldu. Bu bakanlıkta, IISS’ye (Int. Institute for Strategic Studies) 2007 raporuna göre, gelir gelmez, ‘nükleer teknolojiyi silah amacına yöneltmek için’ tüm etki ve yetkisiyle çalışmağa başlamış ve Çin’in 1964’deki nükleer bombasının testinden sonra, Hindistan’ın da bu yola gireceği ve Pakistan’ın da bunu takip etmesi gerektiği sonucuna varmıştı. Generaller ona milli güvenlik konularında güveniyor ve nükleer silah yapımı fikrini satın almış görünüyorlardı. Tabii hepsi değil; Eyüp Han, Başkan olarak, ABD’nin Pakistan güvenliğini garanti ettiğini düşünerek bu silahların gereğine inanmıyordu.
Bu amaçla, Milli İktisat Konseyine, Kanada’dan, Karaşi’de kurulacak 137 MW gücünde nükleer tesis alınmasını kabul ettirmişti. Ancak yapılan müzakereler, denetim sürecinde tıkanıyordu. Kanada aynı reaktörü Hindistan’a da satmış, denetim şartı koymamıştı. Sonunda, Kanada Hükümeti, Pakistan bunu kendi kaynaklarından karşılarsa, mali yardım da alabileceğini ifade etti. Ancak bu müzakereler sırasında, ciddi bir nükleer programın en temel elemanları olan, nükleer yakıt işleme tesisi (nuclear fuel fabrication facility); ağır su imal tesisi ve yakıtı yeniden işleme tesisi yapımı da gündeme geldi; Eyüp Han’ın onayı ve haberi olmadan müzakere ettiler; Başkan bunlara asla onay vermezdi. Nükleer silahları ciddiye almıyordu ve hatta bir keresinde, “Hindistan nükleer bomba yaparsa, biz de başka bir yerden hazır bir bomba (off the shelf) alırız”, deyip Bhutto’yu susturmuştu.
Pakistan 1965 savaşına kadar sivil nükleer programdan silah yapma programına geçmedi, geçemezdi. Aslında 1965 yenilgisi, Çin’in ilk bomba testi ve Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı Homi Bhabha’nın, Ekim 1964’de verdiği bir mülakat Bhutto’nun işini kolaylaştırdı. Ona göre atom bombası ülkeyi çok daha güçlü devletlere karşı koruyabildiği gibi, öyle yüksek bir maliyeti de yoktu: 21 m. $ a 50 atom bombası yapılıp stoklanabilirdi; daha çok ayrıntı verip, isterse Hindistan’ın 18 ayda bir bomba yapabileceğini iddia etti. Aslında, Bhabha, Çin atom denemesi karşısında halkına moral vermeye dönük bir konuşma yapmıştı, ama etkileri hiç düşünmediği kadar büyük oldu.
DR. MÜNİR AHMET HAN
Pakistan’ın en büyük ve deneyimli fizikçilerinden birisi olan Münir, ABD’de doktora yapmış, ünlü Argonne Milli Laboratuvarından, 1957’de sertifika almış, 1965’de, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında, IAEA, Nükleer Enerji ve Reaktör Bölümü Başkanı olarak görev yapıyordu. O da Pakistan’da bakan olan kardeşi vasıtasıyla Eyüp Han’a bu konularda bilgi vermek için yanaşmışsa da, o kendisini Bhutto’ya havale etmiş, ikisi böyle tanışmıştı. Dr. Münir Ahmet Han, IAEA’daki görevi nedeniyle Hindistan’ın, Trombay’daki plutonyum üreten nükleer reaktör ve reprosessing tesisini, 1964’de ziyaret etmiş, bu alanda neler yapıldığını ve yapılabileceğini görmüştü; Pakistan’ın da yapması gereğini ilgili siyasilere anlatacaktı.
Bhutto Ekim 1965’de Eyüp Han’ın İngiltere ziyareti sırasında Dışişleri Bakanı olarak, Münir Ahmet Han’ı da, Başkan’ın da kaldığı Dorchester Oteline çağırıp konuşmasını temin edebilmişti; ancak o da Başkanı ikna edememiş, Eyüp Han Bhutto’ya söylediklerini tekrar etmişti: “Bizim bu kadar paramız yok, gerekirse Çin’den alırız.” Bhutto da ona, “üzülme…bizim de sıramız gelecek” demişti. Asıl Hindistan savaşından sonra o ünlü beyanatını verdi: “Pakistan kendi programını gerçekleştirmek için gerekirse ot yer, aç kalır, ama bunu yapar.” Fakat bu arada, yıldızı yükselen Bhutto’ya, Eyüp Han’ın tahammül etmesi güçtü; nükleer silah konusunda zıtlıkları açıktı. Bhutto bakanlıktan ayrıldı ve siyasete atıldı[5] ama program devam etti.
Bir ay içinde Canadian General Electric Company, CGE ile Karaşi’de, 137 MW’lık ağır su nükleer enerji reaktörünün yapımı ve anahtar teslimi kurulması için anlaşma yapıldı; Kanada Hükümeti 33 m. $ ucuz kredi ve 24 m. $ da üretici kredisi kullandırdı. PINSTECH ilk radyoizotop üretimini 1967’de gerçekleştirdi.
Nobel’li Fizikçi Dr. Abdüs Selam
Kısaca, Pakistan’ın ve İslam Aleminin ilk fizik Nobel’ini almış, Cambridge’de okumuş fizikçi, Pakistan’ın nükleer silah programına katkıda bulunan Prof. Dr. Abdüs Selam’dan da kısaca bahsedelim. Ülkenin bilimsel eğitime destek vermemesine ve kendi dini grubu, azınlıktaki İslami inanç olan Ahmediye’ye (Cinnah da aynı grupta idi) ayrımcı davranmasına (Pakistan koyu Sünni bir devlettir, kendi Şii grupları ile de her zaman çatışma halindedir) tepki olarak, 1950’lerin başında ülkeyi terk edip, İsviçre’de çalışmağa başlamış ve 1979’da, Nobel Fizik Ödülü almıştır. Dış dünyada çok iyi bilinmesi ve her kurumla ilişki kurabilmesi PAEC’in birçok sorununu çözmüş ve yaklaşık 500 kadar öğrencinin fizik, matematik ve diğer temel bilimler alanında doktora yapmasını sağlamıştır. Dr. Abdüs Selam, 1960’da, Başkan Eyüp Han’ın Baş Bilim Danışmanı olarak görev yapıyordu ve Dr. İşrat Usmani’nin atanmasını kolaylaştırmıştı. Prof. Abdüsselam, 1965’de, Viyana’da, IAEA’daki Pakistan Delegasyonunun Başına atandı, 1971 savaşından sonra Manhattan Projesiyle ilgili büyük bir çantayla döndü. Abdüs Selam 21 Kasım 1996’da ölene kadar Londra Üniversitesi İmperial College’de teorik fizik profesörlüğünü (1957’den beri) sürdürürken, Trieste’deki “Milletlerarası Fizik Merkezi”nin direktörlüğünde bulunmuştur.
HER ŞEYE RAĞMEN PROGRAM DEVAM EDİYOR
Savaş sonunda,1965, ABD Pakistan’a silah ambargosu uyguladı. Bu da askerleri bir kez daha uyardı: PAEC Başkanı Usmani, 1967 Baharında, Ravalpindi’deki Genkur Karargahına çağırılıp “Atomun Sırları” başlıklı bir konferans verdirildi. Pakistan Hükümeti 1968’de BM Nükleer Silahsızlanma Anlaşmasını (Nuclear Non-Proliferatiob Treaty) imzalamayı reddetti; silahlanacağının belirtisi olan bu davranışla beraber, 1970’de, günde 10.000 pound işleme kapasiteli Dera Gazi Han pilot-ölçekli uranyum cevheri konsantrasyon tesisini işletmeye aldı. Kanada Şirketi 137 MW elektrik üretim kapasitesi olan, CANDU tipi, Karachi Nuclear Power Plant’ı, KANUPP, 1971’de, işletmeye aldığı gibi, yine PAEC, 1969’da, İngiliz Atom Enerjisi Ajansı, UKAEA ile bir nükleer yakıt reprosessing tesisi yapımı için anlaşma imzaladı. Tesis İngiltere Windscale’in küçük bir ölçeğiydi ve yılda 360 gram silah için plutonyum üretebiliyordu.
PAEC sivil amaçlarla da nükleer enerji araştırmaları yapıyordu: 8 adet tıbbi ve tarımsal araştırma merkezinde yaklaşık 350 kadar bilimci yetiştirmişti. 1960-8 arasında Pakistan nükleer teknolojileri geliştirmek için 324 m. Rupi (o zaman 170 m. $) harcamıştı. Yine 1969’da, ilk reaktör okulu CNS, Centre for Nuclear Studies açılıp, bu konuda bilimci ve mühendis yetiştirmeğe başlamıştı.
BÖLÜNME KRİZİ, 1971 SONRASI NÜKLEER GELİŞMELER
Siyasi Ortam Değişiyor: Bhutto İktidarda
Yukarıda, Bölünmeden hemen sonra ki krizde, Batı Pakistan’da en çok oy almış partinin, PPP, Başkanı olarak, Yahya Han yerine Bhutto’nun, 20 Aralık 1971’de 4. Cumhurbaşkanı seçildiğini belirtmiştik. Bu büyük kaos arasında, yeni Başkan, 20 Ocak 1972’de, Multan’da, artık kendisinin Bilimsel Danışmanı Dr. Abdüs Selam’ın düzenlediği bir toplantıda tüm Pakistan’ın tüm ileri gelen nükleer bilimcilerine ve mühendislerine hitap ederek durumun vahametini açıkladıktan sonra, büyük bir heyecan ve üzüntü içindeki topluluğa, “kaç yılda atom bombası yapabilirsiniz”, diye sordu; birisi “5 yıl” deyince, Bhutto, üç parmağını gösterip “hayır üç yıl”, dedi. Tüm gençler ayağa kalkıp, “tabii yaparız, bize para ve tesis verin”, dediler. Tabii bu bir heyecan dalgasıydı, gerçek çok daha uzaktaydı.
Münir Han PAEC’in başına geçmişti ama savaşın sonunda, ikiye ayrılan ülkede yetişmiş 200 kadar nükleer bilimci ve mühendis de Bangladeş’e transfer olmuş, PAEC’in elinde 283 uzman kalmıştı; KANUPP inşa halindeydi, PINSTECH ise daha tam çalışmıyordu. Nükleer enerjinin en önemli aşaması yakıt devresinde her hangi bir gelişme yoktu; bu devre sağlanmazsa yani uranyum madeni işlenip reprosses yapılmazsa plütonyum üretilemezdi. Gelişmeler hızlandı, artık maliye her şeye karşı çıkmıyor, tüm devlet mekanizması bu amaca odaklanıyordu: 1972 Aralık ayında, PAEC içinde bomba tasarımı için Teorik Fizik Grubu kuruldu ve başına Dr. Abdüs Selam’ın öğrencisi yine Cambridge’den doktoralı Riyazüddin getirildi. Bu araştırıcı, diğer meslektaşları ile teorik fizik konusunda çok bilinen bir kitabın da ortak yazarıydı.[6]
Bu takım, başta Riyazüddin, Library of Congress, Virginia’da bulunan ve ABD atom bombasını doğuran Manhattan Projesinin tüm açık-gizli teknik bilgilerini saklayan Teknik Enformasyon Servisi’nden her türlü bilgiyi almayı başardıkları gibi, Abdüs Selam’ın Trieste’de kurduğu Uluslararası Teorik Fizik Merkezi, ICTP, laboratuvar ve kütüphanelerinden de hesaplamaları için çok yararlandılar. Çok zor bir aşama olan bombanın teorik tasarımı 1978’de gerçekleşmişti.
Bu arada, 1973, bir Belçika firmasıyla, Belgonucleaire, Multan’da bir ağır su tesisi inşası için mukavele yapıldı. Mart’da, Fransız Saint-Gobain Technique Nouvelles, SGN ile de, Çeşme’de (Chashma) büyük ölçekli, yılda 100 ton kapasiteli bir reprossesing tesisi tasarımı için anlaşma yapıldı. 27 Aralık 1973, PAEC başkanı Münir Ahmet Han, 25 yılda, ülkenin elektrik ihtiyacının üçte ikisini karşılayacak 15 nükleer tesisin yapılacağı şeklindeki planını açıkladı. Zaten 1965’den itibaren, Bhutto ile Münir Han arasında çok yakın bir ilişki kurulmuştu ve birbirlerine güvenleri tamdı. Hatta, Bhutto’nun kızı Benazir ve oğlu Mürteza’ya vasiyeti, kendi ölümünden sonra da bu ilişkiyi sürdürmeleriydi.
Silahlanmaya doğru önemli bir adım PAEC’in 1972 başından itibaren Genkur. Başk. Tikka Han’ın devreye girerek askerileştirilmesidir. Karaçi Nükleer Enerji Tesisi, (KANUPP-1),1972 sonunda Cumhurbaşkanı Bhutto tarafından açıldı. Bir şekilde ABD Manhattan Programına benzeyen çalışmaların her aşamasında, her ayrıntı hakkında hem Bilim Danışmanı Dr. Abdüs Selam hem de kıdemli uzman ve hocalar Bhutto’ya bilgi veriyorlardı. Mart 1974’de atom bombası tipini kararlaştırmak için, artık yeni Başkent İslamabad yakınındaki bir kasaba olan Wah’da toplandıkları için Wah Grubu diye bilinen araştırmacılar daha büyük miktarda ‘fissile’ madde gerektiren ‘gun’ ya da tüfek tipi bir silah yerine içe patlama tipini seçtiler.[7] Böylece implosion sistemli Wah Projesinin, kimya, mekanik, prezisyon mühendisliği sistemleriyle ateşleme mekanizması üzerindeki ciddi çalışmalar başlamış oldu. Proje başına, Savunma Bakanlığı Savunma Bilimleri Laboratuvarı’nda patlayıcılar konusundaki uzman Dr. Zaman Şeyh atandı.
HİNDİSTAN’IN NÜKLEER TESTİ DENGELERİ DEĞİŞTİRİYOR
Pakistan bu çalışmalara dalmışken 18 Mayıs 1974’de Hindistan, ‘Gülen Budha’ kodlu ilk nükleer testi başarıyla gerçekleştirdi. Güney Asya’daki güç dinamikleri kökten değişmişti. Bhutto ertesi gün beyanat vererek, “ülkenin bu şantaja boyun eğmeyeceğini, Jammu-Keşmir’in hakkını sonuna kadar destekleyip, Hindistan’a baş eğmeyeceklerini”, söyledi. Kabinenin Savunma Komitesi, 15 Haziran 1974, Bhutto Başkanlığında gizli olarak, Pakistan’ın nükleer silah programını resmen onayladı. Bu kararın gizli kalması güçtü. Her ne kadar sivil amaçlar öne sürülse de, Bhutto’nun çelişkili açıklamaları, Batılıların istihbaratı, Avrupa ve ABD’nin nükleer malzemelere ambargo koymasıyla sonuçlandı.
Pakistan’ın elindeki reaktöre, KANUPP-1 bir kimyasal reprosses tesisi eklenirse üretilen uranyum-238’den plütonyum-239 elde edilebilirdi. Ancak, IAEA hala reaktörü denetliyordu; ambargo da şiddetleniyordu. O zaman zenginleştirilmiş (highly enriched uranium), HEU gizlice satın almaktan başka yol yoktu. İşte bu sırada, Libya (Kaddafi), Pakistan’ın nükleer silah programını, tabii kendisine de yardım edilmek şartıyla, on yıl desteklemek üzere bir işbirliği anlaşması yaptı; artık para sorunu çözülmüştü.
SATIN ALMA SORUNLARI
Plutonyum yolunda Batı ülkelerine yapılan ümitsizce başvurular, IAEA veya diğer kuruluş ve anlaşmalar gerekçe gösterilerek reddediliyordu. Sonradan PAEC başkanı olacak Pervez Butt kısaca, “Batı bir Müslüman ülkenin nükleer kapasite geliştirmesini istemiyor”, diye yorumlamıştı. Bhutto’nun ifadesiyle de: “Biliyoruz ki, İsrail, Güney Afrika – Hıristiyan, Yahudi ve Hindu medeniyetleri nükleer kapasitelere sahip…İslam medeniyeti hariç, ama durum değişecektir.” Nükleer Yayılmayı Önleme Anlaşmasına imza atmadığı için Nuclear Suppliers Group, NSG; Commissariat a l’enrgie atomique, CEA; British Nuclear Fuels, BNFL, Pakistan’la imzaladıkları reprosessing tesisi projelerini iptal ettiler. Ancak, CEA, kontratı iptal ettiğinde, PAEC tesis ve materyal hakkındaki teknik bilgilerin % 95’ini ele geçirmiş bulunuyordu.
ABDUL KADİR HAN[8] DEVREYE GİRİYOR
Bu arayış sırasında Bhutto, Hollanda’da yaşayan Paki[9] bir nükleer bilimciden Büyükelçi vasıtası ile bir mektup aldı, vatanına hizmet etmek istiyordu. Abdül Kadir Han, Karaşi’den sonra Delft Teknoloji Üniversitesinden MS; Leuven Katolik Üniversitesinden, 1972, bakır metalürjisi alanında Ph. D. derecesi almış aynı yıl, UN’e (Ultra-Centrifuge Nederland) bağlı yan şirketlerde işe başlamıştı. Bu yapılar Hollanda (Dutch) Uranyum Zenginleştirme Konsorsiyum’unun, URENCO, bir ortağı idi. Bu konsorsiyumun tesislerinde 1973-75 arası çalışmış, santrifüj teknolojisine ilişkin gizli (classified) raporları Daça[10] çevirmişti; A. Q. Han çok iyi Almanca, Fransızca ve tabii İngilizce biliyordu. İleride, “Pakistan bombasının teknik babası” olarak anılacaktı; Onu Pakistan’a getiren Bhutto ise “bombanın siyasi babası” idi.
Han, Bhutto ile Aralık 1974’de tanıştı, siyasi görüşleri aynıydı ve ona uranyum zenginleştirme yolunda gitmesini önerdi. Fransa’dan medet ummak yolu uzatır ve sonuç vermezdi. İkinci toplantılarında Bhutto Han’a, Hollanda’da kalmasının ülkeye daha yararlı olacağını ifade ettikten sonra, yanında bulunan iki önemli şahsiyeti tanıştırdı: Savunma Bakanı Gulam İshak Han, ilerde Başkan olacaktı ve Ağa Şahi, Ziya ül Hak’ın Dışişleri Bakanı. Her ikisi de Bhutto’dan sonra da AQ Han’a yardım ettiler.
Bhutto, başından beri programı aksatan para sorununu çözmek için, 15 Şubat 1975’de uranyum zenginleştirme yoluna devam amacıyla 450 m. $ lık bütçeyi onayladı. Büyük miktarı Libya’dan gelen bu bütçeyle Bagalçur’da, uranyum sarı kek tesisi (madenin ilk işlenmesi); Dera Gazi Han’da bunu zenginleştirmek için (feedstock for enrichment) kullanılan doğal uranyum hexaflouride gazı (UF6) üreten bir kimya tesisi; Kahuta’da da UF6’yı zenginleştirmek için gaz santrifüj tesisi kurulacaktı. Şefik Ahmet Butt, Haziran ayında, Kahuta tesisi için know-how ve makinalar satın almağa başladı; satın alma işlerinden sorumluydu. Artık özgün, “plütonyum zenginleştirme yoluna” devam edilebilirdi.
A.Q. Han da, Hollanda’yı bırakıp ülkesine kesin dönüş yaptı; bazıları ondan kuşkulansa da, Bhutto onu sonuna kadar destekleyecektir. Hem meslek olarak hem de bulunduğu ulusal ve uluslararası kuruluşlarla bağlantıları, her türlü bilgi kaynaklarına erişimiyle, hem bilgi, know-how hem de malzeme temini için çok kritik görevler gerçekleştirdi. Tüm ülkelerin ambargo koyduğu bir zamanda Han URENCO’dan Kahuta’ya, kimse duymadan silah-yapım amaçlı (weapon-grade) uranyum transfer edip, sistemi çalıştırdı. Artık, 1976, Mühendislik Araştırma Laboratuvarları, ERL adını alan Kahuta tesisleri, A.Q. Han ve Ordu İstihkam Komutanı Korg. Zahid Ali Ekber ortak başkanlığında, kod adıyla, Project-706’yı gerçekleştiriyorlardı. Her ne kadar satın alma programı başında Şefik Ahmet Butt, Brüksel merkezli görev ifa ediyor olsa da, A.Q. Han başından itibaren Pakistan nükleer satın alma ağının taktik komutanı sayılıyordu. Han santrifüj araştırması için İslamabad ile Rawalpindi arasındaki bir yerde olan eski Çaklala Havaalanı barakalarında, Havacılık Geliştirme İşliği, ADW, adı altında bir A+G laboratuvarı kurdu.
Bu yeni laboratuvardan sonra A.Q. Han ile PAEC Başkanı Dr. Münir Han arasındaki ipler gerilmeğe başladı. AQ. Han Avrupa standartlarına göre liyakate değer veren bir anlayışla etkenlik, disiplin, verimlilik kurallarına göre çalışmağa alışmıştı, ama Pakistan bürokrasisi başka türlüydü; profesyonellik önemliydi, ülkesinin şartlarına alışması güçtü. Münir Han bu hayal kırıklığını o zaman Başbakan olan Bhutto’ya açtı. Bhutto kendisini anlayarak, santrifüj projesini PAEC’den ayırarak, yeni bir kurum, yukarıda bahsettiğimiz, ERL’nin başına getirildi; 31 Temmuz 1976’da çalıştırılan bu tesisi Başbakan ve Cumhurbaşkanı Gulam İshak Han’dan başkası bilmiyordu. Bu tesiste A.Q. Han istediğini işe alma yetkisine sahipti ve ülkenin en iyi beyinlerini toplamayı başardı.
Pakistan için 1976-77 kritik yıllardır: Batı Pencap’da zengin uranyum yatakları keşfedilip, ilk nükleer test için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Bu arada Pakistan Hindistan’a ortak bir deklarasyonla nükleer silahları takbih etmeyi teklif etti ve Fransa ile Çeşme tesisinin güvenliği için bir anlaşma imzaladı. Beri yandan Çin ile de nükleer silah teknolojisinde işbirliği yapmak için bir ön anlaşma yapıldı.
Bhutto’ya göre, Myth of Independence kitabında yazıyor, Hindistan jet uçakları ile küçük çapta nükleer bombaları, ordu yığınaklarına, üslere, nükleer ve askeri tesislere karşı kullanıp, sivil kayıpları en aza indirecek ve böylece büyük ölçüde uluslararası bir reaksiyonu önlemeğe çalışacaktı. Böylece Pakistan Ordusunu utanç verici bir mağlubiyetle devre dışı bırakacak Hindistan, tüm kuzey bölgesi ve Keşmir’i ilhak ettikten sonra, ülkeyi etnik bazda küçük parçalara-ülkelere ayırıp, kronik “Pakistan sorununu” kökünden çözecekti. Bu Bhutto’nun bir paranoyası mıydı, yoksa bu planlara vakıf mıydı, ancak Hindistan yöneticileri bilebilir. Ama bu korku Pakistan çabalarının temel kaynağını oluşturuyordu.
Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger gelerek Fransa’dan reprossesing tesisi almamasını söyledi. Bhutto da inadına anlaşmayı imzaladı. Bu kez Kanada NPT Anlaşmasını imzalamadığı ve IAEA’nın denetimini kabul etmediği için nükleer alandaki ilişkilerini, Aralık 1976, kopardı. Arkasından, ABD Pakistan’a her türlü askeri ve iktisadi yardımı bu nedenle, Ocak 1977 durdurdu. Sanki ABD Bhutto’ya bir iyilik! düşünüyordu. Hindistan’a kimse bir şey demezken Pakistan ne yapsa büyük engellerle karşılaşıyordu. Kissinger’in ziyareti boşuna değildi; dostça bu işten vaz geç diyordu. Aslında aba altından sopa gösterdiği açıktı.
BHUTTO’DAN SONRA ZİYA ÜL HAK
Pakistan’da, tartışmalı 1977 seçimlerinden sonra, birden bire sağ partilerin öncülüğünde sokak gösterileri yüz binleri her yerde sokaklara döktü. Bhutto ne yaptıysa, tüm siyasi becerisini ortaya koyduysa da, kargaşayı bastıramadı. İşte Temmuz 1977 askeri darbesi bu sırada geldi. Darbelere alışık bir Türk vatandaşı olarak darbenin bu kargaşa sonunda ortaya çıktığını düşünecek kadar tecrübesiz olmadığım için, tüm kaos senaryosunun, İslami nükleer silah yapımına girişmiş, ABD’nin lafını dinlemeyen, solcu ama çok parlak, hangi kampa da gideceği pek belli olmayan (İran, Libya ve Çin ilişkileri biliniyor) bir siyasetçiyi yok etmek, ABD’nin lafını dinleyen emin birini iktidara getirmek için sahneye sürüldüğünü kolaylıkla anlayabiliyorum. Ama onun sonu da, bu kez idam olmasa bile suikast olduğuna göre, sonunda ABD’nin canını sıktığı sonucuna varabiliriz. Çünkü, o da nükleer programı Bhutto’nun kaldığı yerden devam ettirdi.
A.Q. Han nihayet Nisan 1978’de, küçük miktarda uranyumu zenginleştirmeyi başardı. Kahuta tesisi de 1979’da açılarak iki yıl içinde önemli miktarda zengin-leştirilmiş uranyum üretmeyi başardı ve Başkan Ziya, Mayıs 1981’de, ERL’nin adını Han (Khan) Araştırma Laboratuvarları, KRL şeklinde değiştirdi. Münir Ahmet Han, Bhutto’yu hapishanede ziyaret ederek, artık nükleer silaha sahip olduklarını bildirdi. Bhutto derhal bir nükleer test yapılmasını önerdi ama Ziya oralı olmadı; gerçek test 20 yıl sonra yapılacaktı. Ziya döneminde, nükleer gelişmeleri ordunun, donanmanın ve hava kuvvetlerinin üst kademeleri de izlemeğe başlamıştı. Sonuçta kritik kararlara onlar da katıldılar, çünkü nükleer silahı onlar kullanacaklardı.
DÜNYA KRİZİ PAKİSTAN’A YARIYOR
Bhutto devrildiğinde program bilimsel ve teknik anlamda iyice olgunlaşmıştı: PAEC’in Teorik Fizik Grubu ilk atom bombasının (fission weapon) tasarımını tamamlamış, KRL bilimcileri de uranyum (fissile) izotoplarının elektromanyetik ayrışımını başarmışlar ve Chagai Tepeleri test yeri olarak tespit edilmişti. ABD artık Bhutto’ya yaptığı baskıları Ziya’ya yapmıyor, laboratuvarlar daha rahat çalışabiliyordu. Çünkü 1979’da, İran İslam Devrimi ve Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, Pakistan’ın hem stratejik hem de taktik önemini arttırmıştı.
Buna rağmen ABD ilk aşamada, Symington Amandment denilen bir kanuna göre (Dış Yardım Kanunu, FAA, Eki, 1961) Pakistan’a, 1979’da yardımları durdurdu ama 12 Ocak 1980’de, Afganistan’ın Sovyet işgali karşısında, iki yılda 400 m. $ yardım teklif etti. Gen. Ziya ABD’nin yardımına nükleer silahla ilgili bir önleme maddesi eklemediği gibi, askeri idareyi sonlandırma niyeti olmadığını da ifade etti. (Kimin kimi iktidara taşıdığı belliydi.) Bu arada ABD, kamuoyuna, eğer Pakistan silah yaparsa yardımı keseceğini, Pakistan ise sadece barışçı amaçlarla nükleer enerji araştırması yaptığını, ‘geleneksel’ biçimde tekrarlıyorlardı. ABD her şeyi biliyor ama zevahiri kurtarmak için arada bir şeyler yapmak durumunda kalıyordu.
Nitekim Temmuz-Ağustos 1980’de, Pakistan, Kanada’daki iki küçük firma yoluyla, GE, Westinghouse ve RCA firmalarından yüksek hızlı doğru akımı alternatife çevirecek inverter’ler satın aldı. Üstelik PAEC Başkanı Münir Ahmet Han, 31 Ağustos’ta, Pakistan’ın uranyumdan nükleer yakıt üretiminde kendine yeter hale geldiğini ve Çeşme’de Pakistanlı uzmanlar tarafından bir yakıt üretim tesisi yapıldığını açıkladı. Münir bu açıklamayı yapınca, IAEA, KANUPP tesislerindeki gözlemlerini çoğaltmak istediğini bildirdi.
Şubat 1981’de, KANUPP reaktörüne yerli yakıt yüklenmeğe başlandı. Başkan Reagan Yönetimi de, 23 Mart’ta 500 m. $ lık bir yardım paketi daha açıkladı, tabii, Pakistan nükleer silah yapmazsa! Batılı kaynaklar, Pakistan’ın Başkent İslamabad’ın 50 km. Güney-Doğusundaki Kahuta’da bulunan uranyum zenginleştirme tesisinin yılsonunda çalışmaya başlayabileceğini belirttiler.
Ancak, bölünmez plütonyumla (non-fissioned[11]) ilk soğuk test 1983’de, Dr. İşfak Han’ın Başkanlığındaki PAEC tarafından Sargodha civarındaki Kirana Tepelerinde gerçekleştirildi. Daha önce F-16 jetleri ile yapılan denemelerde, bombanın, atılmadan döndüğünde (çünkü çok ağır) inişin zor olduğu anlaşılmış, yerine C-130 Herkül nakliye uçağı kullanılmıştı.
Yine 1983’de, Pakistan kendi topraklarında uranyum cevheri surveyi yaparak, Sind Eyaletinde Tharparkar Çölünde ve Kuzey-Batı Sınır Eyaletinde Manşera ve Thakot arasında,% 0.2 uranyum taşıyan önemli depozitler buldu. Fransız Dışişleri Bakanı C. Cheysson 900 MW’lık Westinghouse tipi bir reaktör inşası CHASNNUPP (Çeşme reaktörü) için, 1 milyar $’lık bir kredi paketiyle geldi; tabii IAEA’nın denetim yapması şartıyla. Almanya da aynı konuyla ilgilendiğini belirtti. Maliye Bakanı Gulam İshak Han da Sovyetler ile klasik bir enerji tesisi için anlaşma imzalarken Çeşme ile de ilgilenmelerini istedi. PAEC Çeşme’nin mimari ve mühendislik projelerini ihaleye açıp, bütçeye 30 m. $ koydu; tahmini maliyet 1.3 milyar $ idi.
1984’de, bir nükleer enerji konusundaki başka kritik bir madde, izolasyon için % 99 saflıkta grafitin yerli madenlerden alınıp zenginleştirildiği açıklandı. Pakistan kontrolundaki Keşmir’de, yarım milyon ton iyi kalite grafit olan bir yerde tesis kurulabileceği açıklandı. ABD, ülkede yaşayan bir Paki, Ahmet Vaid’i, ülkesine 50 adet kyrtron, nükleer silahı ateşleyen çok hızlı anahtarları, gizlice sokmaktan mahkum etti. Bunlar önce klasik patlayıcılarda denenecektir.
1985’de, ABD Kongresi tekrar Pakistan nükleer silah yapmayacağı garantisini vermezse yaptırım uygulanması gerektiğini açıkladı. Büyükelçi Deanne Hinton Pakistan NPT’yi imzalayıp silah işinden vazgeçmezse, hiçbir şekilde işbirliği yapılmayacağını açıkladı. Bu Ziya’nın, ABD’ye, eğer Pakistan’ı kendi nükleer korumasına alırsa silah programından vazgeçeceğini ifade eden mektubuna bir cevaptı. Ağustos’ta BM Genel Kurulunda Başkan Ziya, Hindistan’a, nükleer silahları bırakıp NTP’yi birlikte imzalamayı teklif etti. Bu kararı Reagan’da onayladı ama Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi’den ses çıkmadı. Hindistan’ın Pakistan nükleer tesislerine saldırmasından korkuluyordu. Bu tehlike, Gandhi ve Ziya’nın birbirlerinin nükleer tesislerine saldırmama konusunda anlaşmaları ve ihtilaflarını görüşüp tansiyonu düşürme mutabakatlarıyla sonuçlandı.
1986’da Çin’in yardımıyla önemli maddelerden biri olan ağır su üretim tesisi inşa edildi. Kuşhap’ta da, 40-70 MW kapasiteli yeni bir reaktör inşası başladı. A.Q. Han, yerli reaktör inşa programını açıkladı. Bu reaktör, Ziya ül Hak’ın söz verdiği gibi % 5’den daha fazla derecede uranyum zenginleştirmesi yapmayacak bir sistem olacaktı. Buna rağmen Batı firmaları NTP’yi imzalamadığı ve nükleer silah yapımına devam ettiği için göndermediği malzemelerin eksikliğinden iki nükleer reaktör de tam kapasiteye ulaşamıyordu.
Temmuz ayında ABD-Pakistan Dışişleri bakanları ABD’den ileri teknolojiler, anabilgisayar mainframe, haberleşme sistemleri için teknoloji transfer anlaşması yaptılar; tabii yine silah yapmamak kaydıyla. Buna rağmen Eylül’de Chagai’de bir nuclear implosion aracıyla soğuk test gerçekleştirildi. Ekim’de PAEC kendi geliştirdiği ses analiz yöntemiyle reaktör denetim sistemini çalıştırmağa başladı. Aynı şekilde Dera Gazi Han’daki uranyum tesisi de yerli malzemeyle çalıştı.
ABD başta Batı ülkeleri periyodik olarak, uyarılarına devam ettiler ama ticaret de devam ediyordu.1988 geldiğinde her şey normal görünüyordu. Haziran’da PAEC, 5 tane daha, 2000 yılında devreye alınacak 900 MW’lık hafif su reaktörü inşa planını açıkladı. Temmuz’da, Başkan Ziya, öleceğinden habersiz, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı (Endowment) delegasyonuna “Pakistan’ın artık nükleer caydırıcılık konusunda yeterli bir mesafe aldığını”, açıklayacaktır.
ZİYA ÜL HAK’IN SONU
Ziya geldiğinde, nükleer gelişmelerden hem çok memnun olmuş hem de çok korkmuştu; ABD kızıp milyarlarca dolarlık yardımı keser miydi? ABD, İngiltere ve belki SSCB istihbaratları boş durmuyor her türlü gelişmeyi izliyorlardı.[12] Ancak zaman iki tarafın da birbirine en muhtaç olduğu bir aşamaydı: İran ve Afganistan kaynıyor, ABD, Pakistan’ı bu iki İslam devletine müdahale için üs olarak kullanıyordu. Fakat 1988’de ABD’nin kışkırttığı Irak’ın İran’a saldırısı büyük kayıplara rağmen bir sonuç vermeyince, hatta İran rejimini daha da güçlü hale getirince planların boşa gittiği anlaşıldı; Hümeyni de ateş kese karar verdi.
ABD’nin Pakistan’a bağımlılığı bir ölçüde azalmıştı. Bundan sonrası ayrıntıdır: Ziya ül Hak’ın ölümü: 17 Ağustos 1988’de, bir Herkül C-130’la, yanında ABD Büyükelçisi, askeri ataşesi, 10 general havaalanından kalkışından 10 dakika sonra havada patladı; tartışılmaz bir şekilde suikasttı. Kim yapmıştı? Benazir Başbakan oldu ancak iki yıl kadar idare edebildi, 1988-90; sonra muhalefet ve tekrar başbakan, 1993-96.
PAKİSTAN’DA NÜKLEER GELİŞMELER, 1988-98
PINSTECH, 4 Ekim’de, Pakistan’da bol olan uranyum ve toryum madenlerini keşif ve işletmek için yeni teknikler geliştirildiğini duyurdu. ABD Hükümeti, Pakistan’ın yılda 1 ila 3 arasında nükleer bomba yapacak kadar zenginleştirilmiş uranyum üretebildiğini duyurdu. Artık iki düşman, bir şekilde dengeye geldiği için anlaşabilirdi: 31 Aralık’ta Benazir Bhutto ve Rajiv Ghandi birbirlerinin nükleer tesislerine saldırmayacakları konusunda anlaştılar.
Nükleer gelişmeler bakımından 1989 Yılı oldukça hareketlidir: Çin yardımıyla Rawalpindi’de, 27 KW’lik bir araştırma reaktörü (PARR-2) inşa edildi. F-16 jetleri Pakistan bombasını taşıyacak şekilde modifiye edilip rüzgar tüneli testleri tamamlandı. Aynı zamanda, 500 kg nükleer başlık taşıyacak 300 km menzilli Hatf II roketleri de test edildi.
Bu arada ABD ile klasikleşmiş, ‘nükleer silah yaptın-yapmadın’ tartışması başka bir boyuta taşındı ve Benazir 7 Haziran’da, ABD Senato ve Kongresinin ortak toplantısında konuşup, bölgedeki ülkeler nükleer tesislerini denetime açarlarsa, Pakistan’ın da katılacağını, Güney Asya’nın nükleerden arındırılmış bölgeye (nuclear-free zone) ihtiyacı olduğunu ifade etti. Bu arada, Çin’den 300 MW’lık 3 reaktör beklentisine ek, bir de araştırma reaktörü eklendi. Çin, 15 Kasım’da, yapılan anlaşmayla Pakistan’ın 300 MW’lik nükleer santral yapmasına yardım edeceğini, yakıt ve yedek parçalarını temin edeceğini açıkladı. Tesis basınçlı su reaktörü ile çalışacağı için IAEA denetimine açık olup 1990’da temel atılacaktı. Bu arada ilk nükleer kaza KANUPP’ta yaşandı ve Nisan’daki bir ağır su kaçağı önlenip Eylül’de tekrar faaliyete geçirildi; ciddi bir radyasyon tehlikesi olmadı.
Wah Grubu da, 1983-90 arasında, uçakla taşınan nükleer bombayı geliştirdiği gibi yaklaşık iki düzine de soğuk test yapmıştı.
Mayıs 1990’da, askerler nükleer kapasiteyi harekete geçirmeğe karar verdiler, silah için uranyum üretimine başlayıp 125 kg çok zenginleştirilmiş uranyum hexaflorid (UF 6), 7 bomba imaline yetecek miktarda, metal haline getirilip depolandı. Tüm dünya gelişmelerden haberdardı. İstihbarat ajansları bu bilgileri büyük gazetelere sızdırıyorlardı. ABD gibi Sovyetler de bu gelişmelerden endişe duyduklarını açıklamıştı.
1991’de, bu baskılar karşısında yeni Başbakan Nawaz Şerif geçici olarak silah yapımındaki (weapons-grade level) uranyum zenginleştirmeye ara verdi. Daha önce Hindistan’la yapılan, birbirlerinin nükleer tesislerine saldırı yapılmayacağı şeklindeki anlaşma onaylandı. İlk araştırma reaktörü 10 MW güçlü PARR-1 de tamamen yenilenip Temmuz-Ağustos’ta operasyonel hale geldi. Bu verileri-bilgileri Abbas’ın kitabındaki Kronoloji kısmından alıyorum.
PAKİSTAN ATOM BOMBASINI DENİYOR
Artık 1990’larda Pakistan’ın da atom bombası yaptığı veya bir adım yaklaştığı anlaşılıyor. Bu arada bir sürü gelişmeler var ama esasa ilişkin değil. Sonunda Hindistan’dan hemen sonra, 1998 Mayıs’ında, önce 3 adet bir kilotondan (KT) daha az güçte ve biri 12 KT, öteki de 25 KT gücünde (Hiroşima bombası kadar güçte) patlamalar gerçekleştirildi. Nawaz Şerif ellerinde orta menzilli nükleer başlıklı Ghauri balistik füzeleri olduğunu da açıkladı. Artık Hindistan’dan korku duymak gerekmiyordu; caydırıcılık dengesi sağlanmıştı. Bundan sonrası rutin uluslararası sürtüşmeler, tehditler, yaptırımlar, kozların ileri sürülmesi, ABD Yeşil Kuşak programı vb İslami terör olaylarıyla dolu bir gündemdir ki, bu yazının konusu dışında kalır.
SON NOTLAR
1. Bu kesimde, H. Abbas, age., 3. bölümünden, yararlandım.
2. Aynı programdan yararlanarak Türkiye Atom Enerjisi Komisyonu da, İstanbul/Çekmece’de hafif bir reaktör kurmuştu.
3. Genelde, isimler bize yabancı olmadığı için Türkçe okunuşuyla yazdım; ünlü bazıları, Bhutto
gibi İngilizcedir.
4. Bunun kardeşi olan TÜBİTAK ise 1963’te kurulmuş; daha sonra Marmara Araştırma Merkezi, MAM diye anılacak, 1972’de açılmış, Gebze’deki büyük arazi üzerindeki araştırma laboratuvarları arasında ve hiçbir zaman, kendi inİsiyatifiyle nükleer araştırma yapılmadığı gibi, devletten gelen direktifle de bu tesislerde nükleer fizik araştırması yapılmamıştı. Oysa bir Temel Bilimler Enstitüsü vardı.
5. Bhutto, nükleer silahlanmayı savunan The Myth of Independence (1969) kitabını bu arada yazdı.
6. Marshak, Ryan, Riazuddin, Theory of Weak Interactions in Particle Physics.
7. “Gun” yahut tüfek tipi bombada, kapsülünde klasik patlayıcı, çekirdeğinde nükleer malzeme olan mermi yuvasına yerleştirilir, namlunun ucuna da gerektiği kadar nükleer malzeme konulur. Mermi ateşlenince
nükleer çekirdek hızla namlu ucundaki nükleer malzemeye çarpar, nükleer yakıt kritik kütleyi geçtiği için nükleer reaksiyon başlar ve patlama olur. Hiroşima’ya atılan bomba bu tiptir. İçe patlamalı tip bombada
ise çok sağlam bir çelik küre içine iç içe kabuk halinde dışta klasik patlayıcı, içte nükleer malzeme simetrik olarak yerleştirilir. Kürenin merkezi boştur. Kürenin içinde dış kabuktaki klasik patlayıcı patlatılınca, en
dıştaki çelik kabuktan dolayı genleşemez, içindeki kabuktaki nükleer maddeyi merkeze doğru yüksek basınçla sıkıştırır. Ortada sıkışan nükleer madde bu durumda kritik kütleyi aştığı için derhal zincirleme füzyon başlar ve nükleer patlama gerçekleşir. Nagazaki’ye atılan bomba da bu tiptir. Bu bilgileri veren
dostum Prof. Dr. Tuğrul Yılmaz’a (ODTÜ) teşekkür ederim.
8. İngilizcesiyle Abdul Qadeer Khan veya A. Q. Khan’ı Türkçe okunuşuyla A. Q. Han diye yazmayı tercih ettim. Diğer Khan’lı isimleri de, zaten Türkçe olan Han diye yazdım. Resmi dil, Urdu dili de Türkçe-Farsça
karışımıdır.
9. Genelde bu ülkedekiler uzun bir şekilde Pakistanlı diye yazılmaz ve söylenmez Paki denir; tıpkı Türkiye’deki insanlara da Türk denmesi gibi.
10. Daç (Dutch) bizim yanlış olarak Hollanda diye bildiğimiz (bir ülkenin bir eyaletidir), The Netherlands ülkesinin dili olup, nedense Hollandaca diye olmayan bir dile atıfta bulunuyoruz. Koninkrijk der Nederlanden bu ülkenin Daçça resmi adıdır ve halkı da bu dili konuşur. Ben de birçok yerde olduğu gibi, Daç diyorum.
11. Bölünmez plütonyum bombada kullanılmayan stabil plütonyum ama onun kadar yoğunluğu yüksektir. Soğuk test ise patlamayan ama bombanın bütün fizikse özelliklerini gösteren bomba testi demektir.
Bu bilgileri veren dostum Prof. Dr. Tuğrul Yılmaz’a tekrar teşekkür ederim.
12. İsrail, 1981’de Irak’ın inşa halindeki nükleer reaktörüne bir hava saldırısı düzenlemiş, santrali yok etmişti. Hindistan’ın veya yine İsrail’in böyle bir saldırı yapmayacağını kim garanti edebilirdi ki? Nitekim
Pakistan Hava Kuvvetleri Komutanı, Hindistan’ın böyle planları olduğunu iddia ediyordu. Ancak, Münir Han kendi kanalları yoluyla böyle bir saldırıya nükleer karşılık vereceklerini iletmişti. Nitekim, örnek de öteki yanlarındaydı: Irak, İran’la savaşırken, Buşehir nükleer santraline 6 kez hava saldırısı düzenlemişti (Mart 1984, Şubat 1985, Mart 1985, Temmuz 1986 ve Kasım 1987’de iki kez). İsrail’e saldıramayan
öteki Müslümana saldırıyor.
13. Genelde bu suikastın Hindistan veya İsrail tarafından yapıldığı düşünülse de, çünkü ABD’nin kendi elçisi ve askeri ateşesi de ölüler arasındaydı, daha değişik bir teoriye göre, ki ben buna katılıyorum, ABD çeşitli suikast girişimleriyle Ziya’yı da hedef aldığı için, o hava yoluyla nereye giderse gitsin, ABD Elçisini ve diğerlerini de yanında bir tür rehine gibi taşıyordu. Çünkü en kolay suikast tarzı uçak düşürmektir; sonucu kesindir. Fakat ABD, Ziya’yı yok etmek için kendi elçisinden bile vazgeçti. O, Afganistan ve İran
hakkında çok şey biliyordu ve ABD’ye şantaj yapabilirdi. ABD, daha sonra Saddam’ı da aynı mantıkla astırdı.
İKTİSAT VE TOPLUM 166 / AĞUSTOS 2024 • SAYI: 166 Yayınlanmıştır.