Türkiye’de dünyaca ünlü Medea Operası’nı seslendiren ilk ve tek soprano Burcu Bukem Kuru

featured

Hayati Asılyazıcı’nın söyleşisi…

Burcu Bukem Kuru kimdir?

Burcu, aslında herkes gibi hayalleri olan bir insan. Çoğu insan gibi arzuladığı düşler için merdiven basamaklarını tek tek birleştiren biri. Hayat basamaklarının farklı renk ve biçimlerden oluşmuş olması ve belki de sevdiği işi yapıyor olması onu şanslı kılıyor diyebiliriz. Opera; doğru, düzgün, mükemmel ve disiplinli olmaya yönlendiren, benliğimle serseri ruhum arasında bağ kuran bir köprü. Bu köprünün dışa vurumu da sesim. Sadece sesimle değil belli bir olgunluktan sonra yazdıklarımla da var olmayı seviyorum aslında. Opera sanatçılığım haricinde kötü rejisörler beni Roma’da rejisörlük ve tiyatro eğitimi almaya, ülkemizde eksik olan opera kitapları beni yazar ve çevirmen olmaya, İtalya’da düzenlenen uluslararası şiir yarışmalarına katılamamamız ise beni şiir çevirmeni ve jüri başkanı olmaya itti. Bu satırlardan benim ne kadar amaç ve sonuç odaklı çalıştığımı çıkarmak çok da zor olmaz diye düşünüyorum. Rejisörlük eğitimi için gittiğim Roma’dan “Maria Callas’ın Aşk Mektupları” adlı roman çevirim ile geri döndüm. Bu kitap benim Türkiye’de şu anda opera dalında çeviriler yapan ilk ve tek opera sanatçısı olmama sebep oldu ve bu kitap sayesinde Maria Callas’ın eşi Meneghini’ye kendi eliyle yazdığı orijinal notlar ve kendi eliyle imzaladığı fotograflar doğum günümde kitabın yazarı tarafından bana hediye edildi. Gençlerin ve meraklılarının okumasını amaçladığım opera tarihine kısa ama öz bir bakış açısıyla yaklaşan, kendimin yazdığı “Opera Atlası” kitabı ve eğitmenim Antonio Marceno’nun yazdığı ve çevirisini yaptığım, notalı, anlatımlı, İtalyan Ses Tekniği “Nava Şan Eğitim Metodu” adlı kitaplarım da basılmak üzere hazır.

’OPERA BENİ KENDİ HİS DÜNYAMLA TANIŞTIRDI’

Sanat hayatınızda birçok başarılara imza attınız. Bize sanat serüveninizi anlatabilir misiniz?

Şimdi ben size, küçük yaşlardan beri opera sanatçısı olmak istiyordum, gibi bir konu girişi yapmayacağım, çünkü gerçeklerden oldukça uzak. Ben aslında abim gibi bir doktor olmak istiyordum. Şimdilerde çok konuşulan kader motifi dedikleri şeyin aslında ne kadar gerçek olduğunu geriye dönüp baktığımda daha iyi anlıyorum. Alt komşumuzun “CSO” sanatçısı olması, on yaşında aldığım piyano dersleri aslında merdivenin ilk basamaklarıymış. Gazi Anadolu Lisesi’ndeki ortaokul eğitimimden hemen sonra aslında annemin ısrarı ile Hacettepe Konservatuar Şan Bölümü sınavlarına girdim. Sesle ilgili bilgim ortaokul korosundaki performansla sınırlı olmasına karşın konservatuar sınavını kazanmamla her şey çok hızlı gelişti. Anadolu lisesinden gelen çalışma disiplini ve İngilizce, Fransızca dil eğitimi beni İtalyanca öğrenmeye itti. Konservatuara girdiğimde his dünyamın aklımın gölgesinde gizlenmiş olduğunu kısa sürede fark ettim. His dünyama açılan bu sihirli kapıları araladıkça farklı ve rengarenk yeni oyuncaklar bulmuş gibi mutlu oluyordum. Opera, beni kendi his dünyamla tanıştırdı. Empati kurabilen, hayatın matematik denkleminden oluşmadığını anlayan yeni bir Burcu vardı. Genlerimde bulunan, beni bazen rahatsız eden ve her şeyin mükemmel olması gerektiğine inanan diğer yanımla kendimi yaralamadan baş etmenin çaresini buldum ve hâlâ çok canlı ve itici gücüm olan bu baskıyı, kömürü hiç bitmeyen bir lokomotife dönüştürebildim. Ankara’da başlayan dört yıllık konservatuar eğitimimi İtalya’da sürdürmeye karar verdim ve eğitimime Antonio Marceno’ gözetiminde İtalya Vincenzo Bellini Konservatuarı’nda devam ettim. Beş yıllık konservatuar eğitimini üç yılda tamamlayıp iki yıl anatomi ve ses bilgisi üzerine aynı okulda ihtisas yaptım. Ünlü opera sanatçıları: Leyla Gencer, Anita Cerquetti ve Detroit’de Shirley Verret ile çalışma imkanını yarattım. Yarattım diyorum, çünkü opera benim için kılık değiştirmekti, üzerimde taşıdığım gerçek hayatın sorumluluklarını istediğim an üzerimden çıkarıp hayal dünyası kıyafetimi giyerek başka hayatların içerisinde buluyordum kendimi. Kendimi çok kaptırmış olacağım ki, başta İtalya’da Giuseppe di Stefano uluslararası ses yarışmasında en genç ve en yetenekli ses sanatçısı seçildim, bu da bir Türk soprano için ilklerden biriydi. Devamında Citta’di Alcamo, Siemens (İstanbul), Tonino Pardo, Antonio Scontrino gibi yedi tane şan yarışması birinciliklerini ülkem adına aldım. Farklı bir coğrafya demek, farklı ses tınıları demektir ve farklı olan her şey merak uyandırır. Sesimdeki tınılar İtalyanların hoşuna gitmiş olacak ki bu avantaj bana konserler ve eserler olarak geri döndü. Bu ödüller sayesinde birçok değişik kapı açılarak beraberinde değişik fırsatları getirdi. Roma’da ”Suor Angelica”, Lonigo şehrinde “İ pagliacci” eserleriyle sahneye ilk adımımı atmış oldum. Türkiye’de ki ilklerimden biri ise dünyada çok az sopranonun seslendirdiği “Medea” operasını Türkiye’de seslendiren ilk ve tek soprano olmam. Devamı çok hızlı geçen on yedi baş rolle dolu bir sanat hayatı… Sanat demişken, bilimin ve sanatın aslında insanoğlunun biyolojik ve kültürel gelişiminin bir parçası olması ve her ikisinin de ilhamdan yola çıkarak yaratması, beni bu iki alanı bir potada birleştirme fikrine yönlendirdi ve uluslararası tıp kongrelerinde (Antalya –Uluslararası Nefroloji Kongresi ve İsveç Ulusal Böbrek Vakfı’nın Stockholm’de düzenlediği nefroloji kongresi) İngilizce yazdığım metinlerden oluşan konsept konserleri sergiledim ki, bu da Türkiye’de bir ilk. Türkçeye uyarladığım ve sahnelenmeyi bekleyen İskandinav bir müzisyenin bestelediği “Kralın Yeni Kıyafeti” adlı bir çocuk oyunum var, bu da ilklerden biri olamaya aday.

Yurtdışı eğitimlerinden sonra Türkiye’ye döndünüz. Bu toprakların, kültürün sanatınıza etkisi oldu mu? Türkiye’nin coğrafyası ve renkliliği sanatınızı nasıl etkiledi?

Türkiye’de Cumhurbaskanlığı Orkestrası’nda verdiğim bir konseri izleyen o dönemin Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay Antalya’da yeni bir operanın açıldığını ve Aspendos Tiyatrosu’nun yanı sıra turist potensiyeliyle önemli bir öneme sahip olacağını, benim de o kadroda olmamın katkı sağlayacağını söyledi. Aklımda olmayan bu konu iki yıl sonra gerçekleşti ve Antalya Operası kadrosuna özel bir madde ile (Yurtdışında başarı göstermiş ve yarışmalar kazanmış sanatçılara tanınan özel bir hak.) solist sanatçı olarak katıldım. En büyük korkum uluslararası arenadan uzak kalmaktı. Bu yüzden tüm çabamı bu konuya odaklandırdım ve yurtdışındaki bağlantılarımı kaybetmeden konserlerime ve eserlerde rol almaya devam ediyorum. Türkiye’de sanatçı olmak demek, Anadolu Medeniyetinin söylenmemiş, anlatılmamış tüm hikâyeleri ve insan manzaralarına ortak olmak demektir. Tarihte ilk bulunan yazılı müzik parçasının Türkiye’de, Aydın ilinde bulunması bu toprakların müzik açısından ne kadar zengin olduğunun bir göstergesiyken benim sanatıma da eminim farkında olmadan nüfuz etmiştir. Yaşım ve deneyimim ilerledikçe anlatanla değil, ama ne anlattığı ile ilgilenmek bana farklı deneyimlerin kapısını açtı galiba. Sahne üstünde olmak tabii ki harika bir his, bununla beraber anlatacak hikâyelerimin olması bana cebimde taşıdığım ve istediğim zaman ağzıma attığım şekerler kadar tatlı geliyor. Opera sanatı, aslında bir hikayenin sesle anlatımıdır. Zenginliği ve hâlâ ölmeyen bir sanat olarak devam etmesinin bir sebebi de opera sanatının birçok başka sanatları bünyesinde toplamasıdır. Operayı dans, resim, kostüm, design ve müziğin iç içe geçtiği büyük bir makina olarak düşünürsek bu makinanın motoruda hisler ve ortak yaşanmışlıklardır. Herkes operada kendinden bir parça bulabilir, işte operayı da hayatta tutan insanların bu canlı performans süresince gittikleri kendi yolculuklarıdır. Anadolu’nun anlatılmayı bekleyen daha çok fazla hikâyesi var ve bizler bu hikâyeleri yazacak bestecileri bekliyoruz.

’TÜM DÜNYANIN KULLANDIĞI ORTAK BİR DİL’

Türkiye olarak dünyaya opera ve bale sanatçısı yetiştirebiliyor muyuz?

Her ülkenin bir sanat politikası olmalıdır, tezini açarsak altında politika, prestij, kendini önemseme, kültürüne değer verme ve onu tüm dünya ile paylaşma arzusunun yattığını görürürüz. Tüm sanatları birleştiren bir ana kraliçe olarak opera, bir ülkenin kartvizitidir. Dünyadaki gelişmiş tüm ülkeler operanın bu özelliğinden dolayı bu sanatı politik dostlukları kurmakta kullanmıştır. Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, bu sanatın gücünü Bulgaristan’da ateşeyken keşfetmiş ve Kurtuluş Savaşı esnasında bile çok sesli müziği Anadolu’ya nasıl getireceğinin planlarını yapmıştır. Opera ve çok sesli müzik, tüm dünyanın kullandığı ortak bir dildir. Bu dili konuşmadığınız zaman medeniyetin dışında kalma ve anlaşılmama riskiyle karşı karşıya kalırsınız. Sizi dünyanın diğer halklarıyla iletişime geçiren böyle büyük bir gücü doğru kullanmak ve kültürünüzü tanıtarak yaymak için sağlam, uzun soluklu projelere ihtiyacımız var. Sanat, ülkenin şaha kalkmış diğer üretim kollarıyla baş başa gider; zenginliğin ve refahın olduğu yerde ancak sanat vardır. Ekonominin çöküntü yaşadığı ülkelerde sanat olmaz. Dolayısıyla sanat, bir başlangıç değil aslında eğitimin, sanayinin ve üretimin bir sonucudur. İyi sanatçılar yetişmesi için iyi eğitmenler ve dahası dünya ile iletişim halinde olmak gereklidir. İnternetin insanlığa kazandırdığı en güzel taraf; zaman ve uzaklık kavramının kısalması ve beraberinde dünyanın herhangi bir yerinde sahnelenen eserleri ve sanatçıları takip edebilmemizdir. Yeni yetişen kuşakta çok yetenekli sanatçılarımız dünya arenasında ülkemizi temsil etmektedirler.

’TAZE KANA İHTİYAÇ VAR’

Türk operasının geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

Türk operasının şahlanmaya ihtiyacı vardır; yeni eğitmenlere, taze kana ihtiyacı vardır. Opera, uzun bir yolculuğun son durağıdır. Her durakta müzik okullarına, devlet okullarında değer verilerek sürdürülen müzik eğitim programlarına, kapatılan öğretmen okullarının açılarak gerçek anlamda öğrenci yetiştiren ve yetenekli gençleri konservatuarlara yönlendiren müzik öğretmenlerine ihtiyacımız vardır. Her durakta bu iletişim ve bu dolanım olmadan trendeki tüm yolcular vagonlarda sıkışıp kalacaktır. İçinden geçtiğimiz sanat buhranı işte böyle bir şey.

Operanın sadece belli bir kesime hitap ettiği algısı var. Sizce opera nereye hitap etmeli?

Opera sanatı, bir ülkenin eğitim seviyesini gösterir. Halka inmek tabirinin hep yanlış anlaşıldığı kanısındayım. Bizim işimiz halka inmek değil, halkı tutup olması gereken seviyeye getirmektir. Bunu gerçekleştirmemiz için cebimizde bize yardımcı olacak gereçlerimiz olmalıdır. O da toplu devrim ve kalkınmadır. Alfabeyi yeni söken birinden yabancı bir dil konuşmasını bekleyemezsiniz, işte bizim yapmaya çalıştığımız da halka, yaşadıkları ve hissettiklerinin ırk ,dil, din gözetmeksizin uluslararası dünyada kabul gördüğünü anlatmak ve medeniyetin bir parçası olmanın verdiği hazzı tatmalarını sağlamaktır. Anadolu ezgileri tek sesli biçimde bu ortak dünya dili içerisinde yer alamazken çok sesli haliyle dünyanın bilmediğimiz çok uzak yerlerinde yaşayan değişik dil, din ve ırktaki insanlara rahatlıkla ulaşabilmektedir.

Bu sanatı yapmak isteyen ve yolun başında olan gençlere neler önerirsiniz?

Sanata gönül vermek demek, zorlu ve sabır isteyen bir disiplin sürecine girmek demektir. Bu zorlu yolda yetenek, en büyük yardımcınızdır. Her ikisi de tek başlarına bir yere varamazlar. Her durakta yılmadan, yorulmadan, soluklanarak ve korkmadan sizi en iyi halinizle buluşturan bu yolculuğa başladıysanız gerisi gelecektir zaten.

Giuseppe di Stefano uluslararası ses yarışmasında en genç ve en yetenekli ses ödülü (İlk Türk Soprano)

Opera dalında İtalyancadan çeviri yapan ve kitap yazan ilk Türk Soprano (Maria Callas Aşk Mektupları Nava Ses Tekniği kitabı, Opera Atlası kitabı, çocuk müzikali uyarlaması )

Şiir yarışmalarında uluslararası jüri başkanı olarak çağırılan ve İtalyancaya çevirdiği şiirleri ödül alan ilk Türk Soprano.

ÖDÜLLER:

6. Concorso Uluslararası Edebiyat Ödülü PREMIO ”MADONNA DELL’ARCO Napoli-İtalya-2019 (Öykü ve şiir dalında 2 Ödül)

20. Premio Uluslararası Edebiyat Ödülü Universum Academy- İsviçre 2019 (Öykü ve şiir dalında 2 Ödül)

VII Edizione del PREMIO LETTERARIO CITTÀ DI SARZANA- Floransa Academy/ İtalya/2019 (Öykü ödülü)

4. Premio Uluslararası Edebiyat Ödülü LA VOCE DEI POETI – Verbumlandiart-Roma Üniversitesi/İtalya- 2019 (Öykü ve şiir dalında 2 Ödül)

Türkiye’de dünyaca ünlü Medea Operası’nı seslendiren ilk ve tek soprano Burcu Bukem Kuru

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!