Avatar
Volkan Özdemir

Kıbrıs, Doğu Akdeniz olurken

featured

Belleklerimizde Yavru Vatan olarak kodlanan Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz’in son yıllarda dünya gündeminde enerji konularıyla anılmasıyla birlikte adeta kabuk değiştirdi. Bölgede Mısır ve İsrail’in keşfedilmiş yataklarında şirketler doğal gaz üretimiyle iştigal ederken, bunların yanında diğer kıyıdaş ülkeler olan Lübnan, Suriye, Türkiye ve nihayetinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) deniz alanlarındaki potansiyel rezervler de konuşulmaya başlandı.

Rezervlerin büyüklüğü konusunda petrol endüstrisinde sıkça kullanılan 3P (proven/possible/potential yani kanıtlanmış/ olası/potansiyel) kategorisi önemli çünkü kanıtlanmış rezerv dışında kalanlar bol spekülasyon içeriyor. İsrail ve Mısır’ın aksine diğer ülkelerde henüz o denli büyük bir gaz keşfi söz konusu değil. Eni-Rosneft-BP gibi majör şirketlerin pay sahibi olduğu Mısır’a ait Zohr sahası sayesinde (ileride Noor sahası da gündeme gelecektir) bu ülke uzun bir aradan sonra tekrar net gaz ihracatçısı konumuna geliyor. Kaynaklarının çoğunu iç tüketimde kullanan İsrail’in ise Leviathan ve Tamar gaz sahalarından ihraç edebileceği miktar ise hepi topu 10 milyar metreküp olarak hesaplanıyor.

Kıbrıs’ın da araya katılarak Türkiye için önemli bir fırsat gibi sunulan İsrail gazının ülkemize ve hatta Avrupa’ya pazarlanması yönündeki değerlendirmeler bolca abartı içeriyor. Oxford Enerji Çalışmaları Enstitüsü’nün araştırmalarına göre, Avrupa toplam gaz talebinin 2020’de 564 milyar metreküp seviyelerine ulaşması ve iyimser tahminle bu rakamın 2030’a kadar 600 civarında seyretmesi büyük ihtimal. Bu açıdan Avrupa senelik toplam tüketiminin %2’si bile olmayan İsrail gazının önemli bir ihracat potansiyeli barındırdığını iddia etmek olanaksız. Bu kaynağın bizim için önemli bir fırsat olarak sunulmasında da Türkiye piyasasında düşen talep, arz bolluğu ve gaz fiyatlarındaki rekabet gibi unsurlar dikkate alınınca taşlar tam yerine oturmuyor.

Bir başka tartışma ise eğer bölgeden gaz ihraç edilecekse bu gazın Avrupa ya da Türkiye’ye hangi yollarla taşınacağı. İlk akla gelen seçenek ise boru hattı. Yüksek basınçlı boru hatları aslında oldukça maliyetli projeler ve bahsedilen miktarlar düşünülünce projelerin edimselliği yok. İsrail/Kıbrıs gazının Doğu Akdeniz’den boru hattıyla Türkiye’ye gönderilmesi ya da daha uzun ve doğal olarak masraflı bir yol olarak bölge rezervlerinin “EastMed” adı verilen projeyle Yunanistan-İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasına yönelik projeler konuşuluyor. İsrail’in Doğu Akdeniz altından geçecek bir boru hattıyla Türkiye’ye gaz göndermesi fikrini Kıbrıs sorunundan bağımsız düşünmemek gerekiyor. Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var: Gaz sanayisindeki genel teamüle göre tedarikçi ürünü sınırda alıcıya teslim etmek üzere tüm transit riskleri üstleniyor. Ancak İsrail gazının Türkiye’ye ulaştırılması için konuşulan boru hattına Türk şirketlerinin ortak edilmek istenmesi kafaları karıştırıyor. Akıllara acaba ileride GKRY ile yaşanacak bir sorunda Türk şirketlerinin GKRY ile muhatap edilmesi mi isteniyor sorusu geliyor. Böylece Kıbrıs’ın Annan planı benzeri planla yeniden birleştirilme emellerinde enerji bir havuç olarak kullanılmak mı isteniyor savı geçerliliğini koruyor. Kısacası, KKTC’yi bir oldubittiye getirecek bu gibi girişimlere temkinli, ayrıntılı ve çok boyutlu yaklaşmakta fayda var. Zaten sayılan gerekçelerle bu proje artık raflara kaldırılmış gözüküyor. EastMed projesi ise gaz fiyatlarında sert rekabetin yaşandığı bir düzlemde aşırı yüksek maliyetiyle hayalden öte bir anlam ifade etmiyor. Bununla birlikte, Mısır  ihracat için LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) kararını zaten çoktandır vermiş bulunuyor.

Anlaşılan Doğu Akdeniz rezervleri daha büyük jeopolitik amaçlar için bir araç işlevi görüyor. Burada Doğu Akdeniz’de, deniz alanlarının paylaşım meselesi yani denizlere kıyısı olan ülkelerin 200 deniz miline kadar hükümranlık ilan edebilecekleri Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) tartışması devreye giriyor. Egemenlik meselesinin ana gündem olduğu bu konuda hukuki argümanlar geliştiriliyor. AB desteğini arkasına alan GKRY, Mısır ve İsrail gibi kıyıdaş devletlerle sınırlama anlaşmalarıyla halihazırda MEB ilan etmiş durumda. Diğer taraflarla da diplomasi yürüten GKRY, ayrıca Meis Adası’nı bahane eden Yunanistan ile birlikte Türkiye’nin Akdeniz’deki yaklaşık 100 bin kilometrekare deniz alanını çalmak istiyor.

Kıbrıs açıklarında olduğu iddia edilen rezervler ise bir başka gündem maddesi. GKRY tek taraflı olarak 13 parsele böldüğü sahalar için uluslararası şirketlerin katıldığı ihaleler düzenliyor ve çeşitli ülkelerin enerji şirketleri bölgede aktif keşif/arama işlemleri yürütüyor. Yalnız şu ana kadar önemli sayılabilecek kanıtlanmış rezervin bulunmamış olduğu da unutulmamalı. Meseleyi daha çetrefil hale getiren ise GKRY tarafından parsellenen sahalardan bazılarının, KKTC tarafından TPAO’ya verilen ruhsatlarla çakışması. Örneğin, kısıtlı miktarda gaz bulunan 12 numaralı Afrodit sahası TPAO’nun G ruhsatı ile üst üste geliyor.

Bütün bu tartışmaların son yıllarda kızışmasının altında Doğu Akdeniz’in artan jeopolitik önemi de yatıyor. Doğu Akdeniz, Çin’in geliştirmiş olduğu 21. yüzyıl deniz ipek yolu için kilit konumda çünkü Yunanistan’ın Pire Limanı Yol girişiminin varış noktası. Aynı zamanda Türkiye’nin son yıllarda Rusya ile yakınlaşması neticesinde değişen dengeler nedeniyle daha önce Rusya’yı Karadeniz ve Boğazlar üzerinden sıkıştırma stratejisi güden ABD, bunu şimdi müttefikleri ile birlikte Doğu Akdeniz’de yapmak istiyor. Bu nedenle bölge çeşitli ülkelerin savaş gemileri ve üsleriyle sarılmış durumda. İsrail, ABD ve Yunanistan-GKRY ikilisi bölgede askeri tatbikatlara da hız veriyor. Bizim için önemli nokta ise Ege sorunları da kızıştırılarak Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de topyekün kuşatılmak istenmesi. Türkiye bilhassa MEB sorunu üzerinden Antalya Körfezi’ne sıkıştırılmak isteniyor. ABD, bunu genel bir denklemde kurguluyor. Bu maksatla perde arkasından desteklediği Doğu Akdeniz Gaz Forumu’ndan Türkiye’yi, Suriye ve Lübnan ile birlikte dışlıyor.

Bu karmaşık resme rağmen, Doğu Akdeniz’de yapılacaklar belli. Ankara Akdeniz’de resmen MEB ilan etmemiş durumda. Henüz ilan edilmemesi tabii ki hakkın yitirilmesi anlamı taşımıyor. Ancak bu zamana kadar neden MEB ilan etmediğimiz sorusunun yanında kanaatimizce ülkemizin bu yöndeki politikasını zorunluluk teşkil ediyor.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ulusal çıkarları için yeni bir taktik geliştirilmeli. Mesela Türkiye öncülüğünde, gaz forumunda dışlanan ülkelerle birlikte, Doğu Akdeniz Enerji Forumu’nun kurulması bunlardan biri. Belirlenecek yeni politikada ayrıca iki seçenek de masada duruyor: Bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nn ilan edeceği kendi MEB’i ile birlikte kıyıdaşlarla sınırlama anlaşmaları yapmak. Bunun için Libya’nın yanında ileride Suriye ile resmi barış da önem arz ediyor. İkincisi ise uluslararası şartların değiştiği dikkate alınarak KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesine hız vermek. Daha geniş çerçevede, Doğu Akdeniz’in her şeyden önce Türkiye’nin güneydeki çıkış yolu ve mavi vatanın en önemli alanlarından biri olduğu unutulmamalı. Bunun için 1974 yılında başarılı bir harekâtla Kıbrıs’ta edindiğimiz konumdan en ufak bir taviz verilmemeli ve çözümü Federasyon’da aramak yerine adada iki kesimlilik vurgusu artırılmalı. Yeni uluslararası konjonktür buna müsaitken Türkiye, ortaya çıkan fırsatları akıllıca değerlendirmeli.

Bunların ötesinde, yakın tarihe kadar derin denizlerde keşif-arama çalışmalarında pek bulunmadığımız ve denizlerimizi ihmal ettiğimiz bir gerçek. Ancak son yıllarda iki sismik ve iki sondaj gemisiyle bu hatalı durumu kırdığımız da bir gerçek. Uluslararası enerji projelerinde merkez olmak yerine transit/koridor gibi bir konumla yetinen Ankara’nın, aynı bilinçle artık üretime odaklanması gerekiyor. Yılda 42 milyar dolar enerji ithalat faturası olan ülkemiz için maliyeti ne olursa olsun yerli üretim olmazsa olmaz gözüküyor. Öte yandan, Doğu Akdeniz’de tek metre küp gaz bulamasak bile bölge Türkiye için yıllardır son derece hassas. Bu nedenle, Kıbrıs’ta deniz ve hava üssü kurmak suretiyle askeri varlığımızın da güvenlik tehditlerine karşı artırılması gerekiyor.

Kıbrıs, uluslararası bir sorun olarak anıldığından itibaren bizim için Yavru Vatan idi. Mesele Doğu Akdeniz olarak güncellendiğinde cevabımız Mavi Vatan oldu. Bu kapsamda, Ankara’nın yeni Doğu Akdeniz politikalarıyla eşgüdüm için 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tarihi önemde olduğunu görmemiz gerekiyor. Yani KKTC’de değişim şart! Zira Yavru Vatan, Mavi Vatan ve Ana Vatan için bu yılı bitirirken yeni bir dönemin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. 2020’ye iyi hazırlanmalı…

Kıbrıs, Doğu Akdeniz olurken

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!