Avatar
Yağız Aksakaloğlu

Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu

featured

Fetullahçıların kurguladığı kumpas davaları sürecinde Türkiye “işgal edilmiş” bir ülke statüsünde gibiydi.  Direnişi başlatabilecek ve örgütleyebilecek tüm milli insanlar hedef alınıyor, cezaevlerine atılıyor ve “itibar suikastına” kurban gidiyordu.

“Camileri bombalayacaklar”, “kendi uçağımızı düşürecekler”, “çocukları öldürecekler” gibi akıl almaz iftiralarla şanlı Türk Ordusu küçük düşürülüyor, Türk askerine küfrediliyor, “ordu-millet” birlikteliği parçalanıyordu.

Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin ana gayesi açıktı; sokaktaki vatandaşa ‘Vay şerefsizler, bizim ordumuz diyorduk fakat onlar kendi jetimizi düşürecek kadar hainlermiş.’ dedirtmek!

Bu süreçte kumpası planlayıp yürütenlerin dışında bir de suspus kalan akademisyenler, yazarlar, gazeteciler bulunuyordu. Her gün özgürlük diyenler nedense bu “hukuk katliamlarına” bir ses çıkarmıyordu! Yarım hocanın dinden, yarım doktorun candan ettiği gibi yarım aydın da vatandan ediyordu.

Bu kahredici sessizlik içinde cezaevlerine atılan kahramanların bir kısmı yaşananları anlamak ve anlatmak için kitaplar yazmaya başladı. Emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel de cezaevinde yazdığı ilk kitabı “Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu – Güneydoğu’dan Hasdal’a Bir Subayın Anıları”[1] kitabıyla içinden geçtiğimiz karanlık dönemi anlatmaya çalışıyordu. Kendi deyişiyle “çürümemek” için yazıyordu. Cezaevinde zamana hükmetmeli, disiplinli ve üretken bir hayat yaşamalıydı. Üniformasına ve silahına veda etmişti.  Yeni mücadele yöntemi ise belliydi, “yazmak”.

Kitaptan çıkardığım birkaç not…

-Hem görsel hem yazılı medyada yüzlerce propaganda aleti, yanıltıcı haber makinesi, kalemi satılık pek çok köşe yazarı türedi.

-TSK’yı itibarsızlaştırmak için ABD’den yayın yapan yüzlerce internet sitesi açıldı. Türk milletinin ordusuna bakışı olumsuz yönde değiştirilmeye çalışıldı.

-2004 yılında Fetullahçıların organize ettiği “Abant Toplantısı’nda” sahte bir darbe planı yargılamasıyla askeri vesayetin kırılabileceği kararına varıldı.

-Özel yetkili mahkemeler gibi çalışan “özel yetkili gazete; Taraf” yayın hayatına başladı. ABD tarafından desteklendiği açıktı. Merkez medyadaki bazı önemli gazete ve televizyonların sahipleri iktidara yakın isimlerden oluşmaya başlamıştı fakat çok daha sert ve radikal yayın yapacak “tetikçi” bir gazeteye ihtiyaç vardı. “Taraf paçavrası” bu işi üstleniyordu.

-Mustafa Önsel, henüz 2013 yılının ortalarında bu kumpası kuranların akıbetini şöyle öngörüyordu: “Bir gün gerçekten bağımsız mahkemelerin ve tarihin önünde yargılanacaklarına inanıyorum.”

-Bu dönemde yalanlar, iftiralar manşete taşınıyor, daha sonrasında bunların gerçek olmadığı ortaya çıkıyor fakat bu yeni durum sümen altı ediliyordu. Nitekim yeni medyada yalanın, iftiranın tirajı çok daha fazlaydı!

-Bu toprağın çocukları kendi ordusuna düşman edilmişti.

-Unutmayalım, bu karanlık dönemde şu üç şey çok tehlikeliydi: “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü içselleştirerek söylemek, Atatürk’ün fikirlerinin takipçisi olmak ve emperyalizme karşı durmak. Fetullahçıların en ufak tahammülü yoktu bunlara.

-Bir milletin kahramanları acımasızca tasfiye ediliyordu. Doğal olarak bu vefasızlık karşısında “fedakârlık yapmak” anlamsızlaşıyor ve geriden gelenlerin önlerindeki “rol modeller” yok oluyordu.

-PKK’nın varlığına meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor ve PKK’nın ortaya çıkışı salt baskılara, yargısız infazlara bağlanıyordu.

Bunlarla birlikte kitapta hayata ilişkin birçok ders de bulunuyor. Bu dersler öyle çarpıcı ki bu kitap bir “kişisel gelişim” kitabına dönüşebiliyor. Kitaptan kader inancı ve cesaretle ilgili paylaşılan yaşanmışlıklar ve çarpıcı anılara geri dönüşlerle birlikte birçok hayat tecrübesi kazanılıyor. Düştüğünde kalkmasını bilmek gibi…

Örneğin cezaevinde kendilerine soğuk davranan bir askeri hatırlayan yazar hislerini şu şekilde özetliyor:

“Hayat ne çetin, ne inişli çıkışlıydı. Bu kaşını kaldırarak konuşan, oğlum yaşındaki asker doğmamışken, onun babası yaşındaki Mehmetler bir emrimle PKK’ya ölümüne saldırıyor, çatışmada bana bir şey olmasın diye önüme geçiyorlardı bütün itirazlarıma inat.”

Ayrıca “bir Türk subayı nasıl yetişir, motivasyon kaynağı nedir, Türk subayı kimdir?” soruları açıklanıyor. Bu noktada özellikle yazarın çocukluk anılarını, askeri okul yıllarını ve cezaevinde yaşadıklarını paylaşması kitaba “otobiyografik” özellikler katıyor.

***

Fetullahçı kumpasların yaşandığı bu karanlık süreç hepimize önemli bir “sorumluluk” yüklüyor: “Milletimizi böylesi bir ihanete karşı her zaman uyanık tutmalıyız. Bir daha asla…”

(Ve birkaç soru: Bu dönemde yaşanan acılar, aşklar, ihanetler, ölümler neden film yapılmıyor? Bunları teorik zemini güçlü senaryolara dönüştürmek ve çekmek çok mu zor? Para mı yok, zaman mı, yürek mi?)

[1] Mustafa Önsel, Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu – Güneydoğu’dan Hasdal’a Bir Subayın Anıları, 7. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2013.

 /></p></div></div><div class=

Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. Yağız bey, öncelikle bu zihin açıcı yazı için teşekkür ediyor, beyninize ve ellerinize sağlık diyorum. yaşanan kumpasların çoktan dizilerinin ve filmlerinin yapılması gerekiyordu. bu durumu hatırlattığınız için ayrıca çok teşekkür ederim.

  2. 13 Eylül 2020, 16:13

    Bireysellestirilmiş toplumu halen kollektivizme sürükleyecek yerli ve milli anlayış noksanlığı var ve paranın etkisini kıracak ideolojik tek bir yaklaşım gerekli. Çoğu komşumuzun halklarının hatta dünyanın sermaye kesimi hariç yaşadığı sıkıntı aynı: aşırı bireyselleşme irili ufaklı klan ve toplulukların tepemize binmesini sağlıyor. Batıda sanat bittiği için bilim de elitist anlayışla dogmatikleşmeye başladı. Tabiki sanat gidince aslında akıl da gidiyor. (Atatürk’ün bir sözünü farklı anlatmaya çalıştım . Pardon☺️“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir “

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!