Korona günlerinde… Yaşar ne yaşar ne yaşamaz!

featured

(E) Alb. V. Murat Tulga yazdı…

 Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” romanı Türk bürokrasinin en önemli yergilerinden biridir. Bu roman günümüze dek toplamda yüz binlerce adet basılmıştır, sadece romanı değil, aynı zamanda filmi çevrilmiştir, tiyatrolarda oynanmıştır. Her Türk vatandaşı rahatlıkla şöyle de tanımlayabilir bu romanı: “Bu roman da başa gelenler o kadar gerçek ki hiç şaşırmaya gerek yok…”

Yaşar’ın romanı böyle. Şimdi ben farklı Yaşar’lardan örneklerle gideceğim.

Türkiye’nin değişik bölgelerinde görev yapan askerlerdi. Kimi terörist peşinde koşarken kimi Yunan uçağıyla, Yunan botuyla kapışıp canını hiçe sayarken savcılık onları görev yerlerinden çağırdı, sözde balyoz davasından ifadelerini aldı, haklarında iddianame düzenledi, mahkeme bu iddianameyi kabul etti.

Sözde Balyoz Davası diyoruz, çünkü daha mahkemede dava başlamadan önce delillerin sahte, gerçek dışı, akla ve mantığa aykırı delillere dayandığı ayyuka çıkmıştı fakat yetmezdi daha mahkeme başlamadan sanıklardan birisinin dünyaca ünlü Ekonomi Profesörü damadı ve kızı oturup tek tek bu delilleri çürüttü, bir de kitap yazdılar. Bu kitabı mahkemeye sundular, ortalığın ayağa kalkması gerekirdi, dava başlamadan çökmüştü esasında… Yetmedi, sanıklardan biri duruşmalar esnasında ispatladı, “Suç istinat edilen zamanda darbe toplantısında değil, denizin dibine dalıyordu.” ama yetmedi, “Suç mahallinde değildik, Amerika’daydık.” dediler, yine yetmedi, yetmedi, yetmedi. Akıl tutulması yaşanıyordu, oysa dünya yuvarlaktı, karşıdakiler “Hayır, düz.” diyorlardı…

Burası Türkiye idi, delillerin doğru olup olması pek de önemli değildi. Savcı şöyle diyordu; “…Cumhuriyet Savcılığı iddianame de belgelerini, delillerini, görüşlerini söylemiştir. Savunmaya göre hatalı veya doğru olması önemli değildir. Sanık Delilleri çürütmekle görevlidir!!!”

Bu şartlar altında duruşmalar başladı, davanın iptalini beklemek şöyle dursun, bu davaya ilave yeni davalar eklendi, sanık sayısı arttırıldı, mahkeme salonunda tutuklamalar oldu, karara gidildi, sanıklara 16, 18, 20 yıl cezalar verildi, sıkı durun kadın sanıklar “Babalık haklarından mahrum bırakıldı…” vesaire. Ama en önemlisi yok pahasına, içlerinden ölen arkadaşları oldu hapishanelerde…

Sonra 17-25 Aralık sonrası Anayasa Mahkemesi bu hukuksuzluğa karşı mecburen karar vermek zorunda kaldı ve yıllar sonra “Bu deliller sahtedir…” dedi, yeniden yargılamalar başladı. Hepsi beraat ettiler… Derken, yetmedi, akıl tutulmasına devam edildi, bunca sahte delile, rezilliğe rağmen dava halen kapanmadı, 7 sanığın beraatına itirazda bulunuldu, Bilmem kaç yıldır, dosya hala Yargıtay’da duruyor… Bu kadar sahte, rezil bir davayı, kumpası, iktidar mağduriyet algısı yaratmakta kullandığı için hukuka aykırı şekilde davaları uzatarak kapanmasını engelliyor.

Yaşar ne yaşar ne yaşamazlık devam ediyor yani…

Nasıl? İçimiz sıkıldı değil mi? Sıkılmasın… O kadar çok ki örnek, günümüze geliyoruz… Şimdi bir bela ile uğraşıyoruz. Korona virüs salgını kasıp kavuruyor. Vatandaşlarımız ölüyor, akşam kaç vefat oldu acaba diye merak içerisindeyiz. Her gün artıyor, tanrıdan rahmet diliyoruz.

Ama burası Türkiye ya, değişmiyor Yaşarların kaderi…

Dünyada devletler sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, biz sahillerde mangal yapıyoruz…

Dünyada devletler, olağanüstü hâl ediyor, biz kendi olağan üstünümüzü ilan ediyoruz…

Dünyada devletler, vatandaşına ek gelir tahsis ediyor, bizim devlet, vatandaştan aldığı ile yardım kampanyası düzenliyor. Düzenleniyor da CHP’li Belediyeler düzenliyor, o olmuyor, hukuksuz oluyor!!!

Dünyada devletler sınırlarını kapatıyor, dışarıdan gelenlere karantina uyguluyor, Biz Umreden vatandaşlar geliyor, hastalanmışlar, gümrükten girerken ateşleri düşsün diye ateş düşürücü veriyoruz… Karantina ise tam bir muamma…

Dünyada ligler erteleniyor, biz seyircisiz oynatıyoruz, daha sonra spor adamları, sporcular hastalanıyor…

Gazeteciler, Barışlar, ve Murat haber nedeniyle tutuklanıyor, hastalık için önlem olarak infaz yasa tasarısı hazırlanıyor, o salınıyor, bu salınıyor… Düşünce suçuna tahliye yok…

Dünyada devletler, hastalara test yapıyor, bizde test kitleri ilgisiz adamların elinde geziyor, birileri bulamazken birileri aile efratlarına, arkadaşlarına test yapıyor, şeker dağıtır gibi… İlaç olarak kelle paça, sumak, tuzlu su ve sirkeli suya güveniyoruz!!!

Dünyanın zengin devletleri, paraları var, kendi ülkeleri için 2 trilyon dolarlık paket açıklıyorlar, Biz Kanal İstanbul ihalesi yapıyoruz… Cepte yok, cepkende yok, İspanya, İtalya, Afrika’ya para dağıtıyoruz…

Dünya… Biz…

Dünya… Biz…

Dünya… Biz…

Öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ki vatandaşta kolaylıkla uyum sağlıyor bu duruma, burası Türkiye deyip geçiyor… “Kalan sağlar bizimdir.” deyimi boşuna dilimize girmemiş.

Başına gelen için hiç yadırganacak, alışılmayacak bir şey yok.

Hala anlamadınız mı?

Biz Yaşar, ne yaşar ne yaşamazız!!! (Bu vesile ile merhum Aziz Nesin’i ve aramızdan ayrılan dava arkadaşlarımı şükranla anıyorum. Mekânları cennet olsun. Cezaevlerinde çile çeken Barış’lara, Murat’a ve diğer Yaşarlara da selam olsun…)

Korona günlerinde… Yaşar ne yaşar ne yaşamaz!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!