Avatar
Mustafa Önsel

12 Mart ve timsahlaşma süreci

featured

Bugün günlerden 12 Mart.

Size, tam 49 yıl önceye giderek Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olaylarından birini hatırlatmak istiyorum.

1960’ın sonuna doğru Türkiye adeta kaynayan bir kazana dönmüştü. İktidarda AP vardı. Başbakan Süleyman Demirel’di.

Üniversitelerde gün geçmiyordu ki bir olay olmasın. Olaylara kan bulaşıyor, gençler hayatlarını kaybediyordu.

1970 yılına gelindiğinde üniversite öğrencilerine işçi sendikaları da eklenmiş, çeşitli şehirlerde on binlerce işçinin katılımıyla gerçekleştirilen 15-16 Haziran olaylarında 4 işçi, 1 polis ve 1 esnaf hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine de İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edilmişti.

***

Bu süreçte, 27 Mayıs 1960 darbesinin tanınmış simalarından emekli General Cemal Madanoğlu ülkenin kötü yönetildiğini, mevcut yönetimin değişmesi gerektiğini ileri sürerek hem sivil cenahta hem ordu içerisinde bir cunta yapılanması gayreti içerisindeydi.

Ordu içerisinden KKK Faruk Gürler ve HvKK Muhsin Batur ile temas halindeydi. Sivil cenahtan siyasetçilerin, gazetecilerin yanı sıra akademisyenler de Madanoğlu’nun ilgi sahasındaydı. Bu akademisyenlerden biri de Mahir Kaynak’tı.

Madanoğlu, asker, sivil çeşitli gruplarla bir araya gelip toplantılar yapıyor, bu toplantılarda darbenin nasıl yapılacağı konuşuluyordu. Ancak toplantılarda konuşulanlar anında MİT’e sızdırılıyor, dolayısıyla devlet yapılan planlamayı en ince ayrıntısına kadar biliyordu.

Bunu yapan genç bir akademisyen olan Mahir Kaynak’tı. Çünkü o, akademisyenliğinin yanı sıra bir MİT ajanıydı da. Mahir Kaynak, aynı zamanda Kara Harp Okulu mezunu olup yüzbaşıyken ordudan ayrılan eski bir subaydı.

Söz konusu toplantıları bir kişi daha gizlice teybe almıştı. O kişi de askeri kanadın içine sızan emekli Korgeneral Atıf Erçıkan’dı.

Yani gizlilik içinde yapılan bu toplantıların, birbirinden habersiz iki ihbarcı katılımcısı bulunuyordu.

Kısaca teorisyenliğini Doğan Avcıoğlu’nun yaptığı bu hareketin aldığı nefes dahi takip ediliyordu.

***

Cunta yapılanmasının asker kanadı aslında sadece kötü yönetim sebebiyle bu işe soyunurken, sivil cenahtakiler “sol” bir darbe hevesindeydiler.

Mahir Kaynak’ın anlatımına göre cuntacılar, Sovyet taraftarı değillerdi. ABD’ye ne kadarsa, Sovyetlere de o kadar uzaktılar. Ama Avrupa soluna yakın bir yanları vardı.

9 Mart’a gelindiğinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Gürler ve Batur’u çağırarak her şeyden bilgisi olduğunu söylemiş ve saf değiştirmelerini sağlamıştı. Onun için 9 Mart’ta harekât için bekleyen askerler boşuna beklemiş ve sonrasında emirle evlerine gönderilmişlerdi.

***

12 Mart günü TSK adına Demirel hükümetine muhtıra verilmiş ve istifası sağlanmış, yerine ise o an CHP milletvekili olan Nihat Erim getirilmişti.

Nihat Erim partisinden istifa etmiş ve bir geçiş hükümeti kurmuştu.

9 Mart’ta darbe gerçekleşseydi darbenin en önemli adamları olacak olan Orgeneraller Gürler ve Batur, bu sefer o darbeye karşı yapılan 12 Mart muhtırasını verenlerin arasındaydı.

***

12 Mart’çılarla 9 Mart’çıların üst düzeyi anlaşmıştı.

Buna göre 9 Mart’cıların nefret ettiği ve yönetimden indirmek istediği Başbakan Demirel’in, yumuşak bir müdahale ile çekilmesi sağlanacak, Kuvvet Komutanları Gürler ve Batur da emirleri altındaki alt kademedeki “sol düşünceli” subayları tasfiye edeceklerdi.

12 Mart sonrası hepsi gerçekleşti.

Önce radikal İslamcı bir parti olarak görülen Milli Nizam Partisi ile Sosyalist Türkiye İşçi Partisi kapatıldı.

Hemen akabinde aralarında general ve amirallerin de bulunduğu pek çok subay tasfiye edildi. Sol çevrelerde bu durum ciddi bir düş kırıklığı yarattı.

1961 Anayasasının getirdiği özgürlüklerin bir kısmı rafa kaldırıldı…

12 Mart, her ne kadar sağ politik çizgideki AP iktidarına karşı yapılsa da daha sonraki uygulamalarda daha çok ‘sol’u hedef alan bir süreç yaşandı.

***

Ancak bu “darbemsi” müdahale, ülkede suların durulmasına yetmeyecek, ekonomik sorunların yanı sıra terör bütün hızıyla sürecek ve ülke gündeminin ilk sırasını işgal etmeye devam edecekti.

Bu arada yaptıkları çok doğru olmasa da saf ve temiz duygularla hareket eden, özellikle genç subaylar, ezildiler, özgürlüklerinden, sonrası mesleklerinden ve geleceklerinden edildiler. Gördükleri işkencelerden dolayı çoğu sağlıklarından oldular.

Fakat, onların faaliyetlerine engel olmayan, hatta göz yuman, ötesi yöneten komutanlar hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler…

Komutanlık sorumluluğu taşımadılar. Astları onların evlatlarıydı. Ama onlar bir komutan, bir insan gibi değil, timsah gibi davranmayı tercih ettiler.

Timsah yavrusunu yerken gözyaşı döküyormuş ya, bu adamlar o kadarını bile yapmadılar…

Aslında dün de bugün de değişen bir şey olmadı bu konuda…

NATO ile getirilen sistemin, bu timsahlaşma sürecine katkısını irdelemek gerekir diye düşünüyorum.

Evet, herkes bilsin ki timsahlaşma süreci devam ediyor…

12 Mart ve timsahlaşma süreci

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. 15 Mart 2020, 14:51

    Diğer darbeler gibi 12 Mart’ı da ABD’yi yok sayarak değerlendirilmek yanlıştır.. .
    Ortada bir gerçek vardı: 1961 Anayasasının sağladığı özgürlük ortamı sayesinde, 10 Kasım 1938’den beri unutturulmuş olan Atatürk ve onun ideolojisi Kemalizm yeniden keşfedildi.
    Özellikle gençler arasında tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı taban buldu. Emperyalizmin temsilcisi olduğu için bu, doğal olarak ABD karşıtlığına dönüştü. Özellikle Johnson mektubundan sonra karşıtlık yayıldı ve nefrete dönüştü.
    1945’den beri Türkiye’de “I love you” denilmeye alışmış olan ABD, kısa bir şok dönemini atlattıktan sonra karşı harekete geçti.
    Ruzi Nazar- Enver Altaylı- Alparslan Türkeş aracılığı ile komando kamplarında yetiştirdiği ülkücü gençleri Ulusalcı/ Kemalist solcu gençlerin karşısına çıkararak başlatılan sağ-sol çatışmaları 12 Mart ve ardından gelen 12 Eylül’ün alt yapısını hazırlama çalışmalar idi.
    MİT, CIA ile iç içeydi ve çatışanlar ile darbe ya da karşıdarbe hazırlığı yapanların içinde yeteri kadar ajan vardı. Hem de haber toplayan değil, hareketi yönlendiren ajanlardı bunlar. Mahir Çayan da yönlendirici idi. Mahkemelerde bantlar açıklandı…
    Uğur Mumcu bunları 80’lerde yazdı.
    Sonuç olarak her iki darbede de TSK’dan komünistler değil, Atatürkçüler temizlenmiş ve TSK’nin günümüze gelen alt yapısı oluşturulmuştur.

  2. ‘@editöre,
    Uzun yorumlar zaten var, onaylanmış, yayınlanmış, uzunun ölçüsü ne? Görünüm uzuna müsaade var çok uzuna yok gibi yaklaşım o zaman, e bunu da bilmiyorduk nereden bilelim. Bence bir program eklentisi ile, tahdit/sayaç konulmalı, o zaman.
    Yeri gelmişken sitede problemler var. Aşağıda, Editörün Seçimi, Spor Haberleri, Savunma, Analiz gibi başlıkları olan akışlar var, bir de başlığı ve ne olduğu belli olmayan akışlar var, örneğin üstteki iki akış. Bir yazı ötelendiğinde, geriye doğru arayıp bulmak da çok zor.
    Açılır yan menünün en altındaki Arama fonksiyonu iyi çalışıyor, da niye orada, ana sayfanın en üstünde veya altında kolay bulunabilir olmalı.
    Umarım buna da, sanki paralı hizmet alıyor gibi bir de eleştiri yapmışsınız, elimizden gelen bu ister beğenin ister beğenmeyin demezsiniz.
    Bakın yine uzun oldu.
    Kolay gelsin.

  3. ‘-yorum kısa olmalı-
    9-12 Mart, her iki tarafın da en doğru Atatürkçülük bizimkisi diye bağırdığı, bildiğimiz sol sağ kavgasının ordu içindeki kısmıydı. Her iki taraftaki, ordu içinde ve dışında, millilerin tırpanlanmasıyla sonuçlandı. 12 Eylül de aynı. Bugün biz bile ah Erbakan diyoruz külliyen karşı cenahta olduğu halde, adam bildiğin milliymiş diyoruz, yazık oldu Yazıcıoğlu’na diyoruz.
    İlk mücadele emperyalizme karşı, ikinci mücadele Cumhuriyet ve demokrasi özlemi, üçüncü mücadele modern, bilimsel, akılcı ve laik devlet kurgusu, dördüncü mücadele ekonomik atılım. Malesef bu ülkenin sağında da solunda da iktidara talip olan üst yapı, ilk mücadeleden emperyalizmle mücadeleden taviz karşılığı sağlanan güç için, iktidar olmak için hep davasını sattı. İlk mücadele, ilk tuğla gibi, o yamulunca duvar yamuk oldu, birleşilmezse çatı çökecek.
    Ne lazım bize, Atatürkçü, milliyetçi, günlük hayatın işleyişinde sosyal demokrat, ama kültürel anlamda Anadolu muhafazakarlığında, dini algısı Anadolu çizgisinde saygılı, ölçülü, inanç temelinde tartışmaya kapalı bir hassasiyette ve kabulde, tamamen bilime, eğitime yönelmiş, geri kalan ihtiyaç duyulan tüm gereksinimlerin eğitimle ve bilimle kendiliğinden zaten gelecek olan bir evrilmeye erteleyen, bunu öngören zamana bırakan, dayatmayan, ısrarla eğitime ve ekonomik kalkınmaya odaklanan, katı bir şekilde milli ve tam bağımsızlıkçı yaklaşım. Bu bir uzlaşı, aydınlanma ve yeniliğe açık olma sorunu. Bu 1921 ile 1923 anayasasından beri yapılamayan bir uzlaşı.
    Saygılar Komutanım

  4. 12 Mart 2020, 06:39

    İşte halkın, milletin, vatanın gerçek komutanı böyle olur. Ok gibi yazmışsınız, elinize, yüreğinize sağlık.
    Tabi ki bu olaylar çok ama, çok üzücü şeyler. Ancak, devlet yapısından, bir çok kemalist, dürüst, gözüpek ve zeki insanın tasfiye edilmesi, işkence ve cezaevlerinde çürütülmesinden daha çok asıl benim gururumu inciten sinirlendiren, kahredici olan şey şudur: kendi iç çelişkilerimizin, gene kendi iç dinamiklerimizle çözülmeyip, dış emperyal güçler ve onlar ile işbirliği yapan hainler tarafından yapılmasıdır. Hani bu hilebazlıklar, timsahlıklar, kendi aklımızın ürünü olsa “kol kırılır yen içinde kalır” denilir ve acılar katlanılır olabilirdi. Sayın Erol Mütercimler, dönemin “kudretli” subaylarından memduh ünlütürk ile yaptığı röportajda; ünlütürk, ali elverdi ve faik türün ile birlikte amerikalılarla nasıl toplantılar yaptıklarını, bu toplantılarda ne yapmaları gerektiğini amerikalıların nasıl dikte ettiğini anlatmıştı. Ve gene ne ilginçtir bu itiraftan bir kaç ay sonra evinde öldürülmüştü !!! Bir sivil olarak kesin bildiğim şey, demokrasimizin kara lekeleri olan darbeler, aslında doğası gereği her ne kadar asker eliyle yapılmış/yaptırılmış olsa da gerçekte o ülkenin ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduran sınıfların iradesi ve parası ile küresel güçlerin lojistik desteğiyle yapıldığı çok açıktır. Örneğin vehbi koç’un öneriler mektubu 12 Eylül 1980 cuntası tarafından harfiyen yerine getirilmiştir. Gene özal’ında “mimarlarından” olduğu freidmancı (serbest piyasa) ekonomik politikalar yani 24 ocak kararları, bizim yapımızdaki her ülkede olağanüstü haller, darbeler uygulanarak hayata geçirilebilmiştir. Bugün demokrasi kahramanı gibi ortaya çıkıp, günah keçisi gibi darbelerin suçunu sadece tsk ya yükleyen burjuvazi aslında küresel güçlerle ortaklaşa bu darbelerin asıl suçlusudur. Sonuç olarak bu darbelerin Ülkemizi nerelere getirdiği ortadadır. 1939 da vefat eden tam bağımsızlık ve aydınlanma hedefimiz böyle adım adım yok edilmiştir. Herkese geçmiş olsun.
    Bu arada, o dönemin en entellektüel, en namuslu komutanını da anmadan geçemeyeceğim. Bu yürekli insan son nefesine kadar bu güzelim Ülkemiz için var gücüyle haykırdı, bizleri uyardı. Toprağı bol olsun, huzur içinde uyusun, değerli komutan Talat Turhan’ ın anısı önünde saygıyla bir kez daha eğiliyorum.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!