Gürcan Elbek yazdı
Doğayla uyumlu, doğru prensip ve sistemle kurulan yapılar, ayarlarıyla oynanmadıkça düzgün biçimde devam ediyorlar genelde. Bugün, neredeyse 500 yıldır hizmet veren böyle bir kuruluşu ziyaret edeceğiz. Dünyadaki ilk örneklerinden biri olan, tanınmış Lipizzan atlarının ilk olarak üretildiği bir haraya gidiyoruz.
Akdeniz kokan güney Slovenya’ya doğru…
Kapıkule’den başlayıp, Balkanları adım adım dolaştığım gezimde, en kuzeyde Viyana’ya ulaştıktan sonra, daha yukarı gitmeden rotamı güneye, Slovenya’ya çevirmiştim. Niyetim, Adriyatik kıyısına ulaşıp, geze geze Türkiye’ye dönmekti. Dönüş başlamıştı yani. Balkanlar gezimizi adım adım takip etmek isteyenler, tüm yazılarımıza: veryansintv.com/kose-yazilari/gurcan-elbek bağlantısından ulaşabilirler.
Karst bölgesinin güçlü atlarının üretildiği yere doğru…
Slovenya’nın Toskana’sı olarak anılan Gorişka Brda’dan ayrılıp, daha güneye, suları berrak denize doğru yönelmiştim. Slovenya günlerim çok güzel geçmişti. Yavaş yavaş Adriyatik’e yaklaşan, arabam Kara Şimşek’le yaptığım bu yolculukta, tertemiz kasabalardan geçiyordum.
Yoldaki kasabalardan görüntüler, Güney Slovenya.
Her adımda başka renkler, tatlar, duygular yaşadığım Slovenya günlerinin sonunda Kara Şimşek aslanlar gibi ilerliyordu yemyeşil doğada. İlk durağım Lipica (Lipitsa okunuyor) olacaktı.
Lipica…
Gorişka Brda’dan çıktıktan sonra, biraz rastlantı biraz kaybolma sonucunda Lipica’da buldum kendimi. Burasını, Rok ile konuşmalarımızda not etmiştim defterime. Çok özel at türlerden biri olan Lipizzan atlarının yetiştirildiği bu meşhur ve tarihi hara, Lipica’da bulunuyor. Aranızda atlarla ilgilenenler varsa Lipizzan türünü mutlaka duymuştur. Ben duymamıştım ancak bu bilgi de, bir gezgin olarak yolda öğrendiklerime ekleniyordu.
Lipica Harası.
Birçok kaynakta Avusturya, zaman zaman da İtalya kökenli diye geçse de, Lipizzan atları Slovenya’daki bu harada yetiştirilmeye başlamış. Gerçi haranın kurulduğu 1580 yılında şu an Slovenya’nın güneyindeki bu yer, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlıymış. Lipizzan atları Karst bölgesinin güçlü atlarıyla birçok Avrupalı at türünün uzun dönemli çiftleştirilmeleri ile elde edilmiş.
Yemyeşil arazilerden, atların özgürce dolaştığı alanları sınırlayan tahta beyaz çitlerin yanından geçerek geldiğim haranın girişi 12 Euro’ydu. Rehberli tur hizmeti de veren bir işletme burası. Tur kapsamında, açık ve kapalı at eğitim alanlarını, ahırları, beslenmeden dönen hayvanları, müzeyi ve çevredeki binaları görecektim.
Lipizzan Atları.
Çipli Atlar…
Haradaki atların soyu sopu dahil her türlü bilgisi kayıt altında. Hatta haranın 440 yıllık mazisindeki tüm atlar, koskocaman defterlere kayıt edilmiş durumda. Defterler hala, büyük bir özenle tutuluyor. Önceleri bu büyük defterlere not edilen bilgiler, gelişen teknoloji ile günümüzde atların bedenine yerleştirilen çiplerde saklanıyormuş. Kurgu bilim roman ve filmlerde geçen takip edilen toplum misali, atların da takibi başlamış durumda.
Lipica Harası ve atların soy kütükleri.
Dünyanın birçok değişik noktasında Lipizzan atları yetiştiren başka haralar da varmış; ancak burası ilk ve soyun başlangıcı olan atların üretildiği hara. Günümüzde Lipizzan atlar, buradan başka: ABD, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Avrupa’nın birçok ülkesinde yetiştiriliyorlarmış. Dünya çapında, safkan Lipizzan yetiştiren bu haralarda toplam 5000 civarında Lipizzan türü at nüfusu bulunuyormuş.
Rehber eşliğinde yapılan tur esnasında, at yetiştiriciliği, antropolojik bilgiler, atların tarihi kökenleri dahil çok sayıda bilgi alıyorsunuz. Ayrıca bir de müze yapılmış haranın içine. Müzede de, sergilenenlere ait bilgileri, görseller, maketler, panolar eşliğinde takip edebilirsiniz. Bu kapsamda, ahırlar, açık ve kapalı manejleri gezerken sürekli teknik ve tarihi bilgiler alıyorduk.
Haradan görüntüler.
311 hektar üzerine kurulu kocaman hara arazisinde, ziyaretçiler için hazırlanmış sosyal alanlar da bulunuyor. Restoranından çocuk bahçesine çok düzenli ve huzurlu bir ortam sağlanmış durumda. Lipizzan atların koşulduğu at arabalarıyla sizi gezdirdikleri bir hizmetleri bile var. Eski binaların gösterişsiz ama işlevsel görünümü hoşuma gidiyor, bir an beni, çocukluğumdan hayal meyal hatırladığım benzer binalara sahip Ankara yakınlarındaki Lalahan Zeoteknik Çiftliği’ne götürüyordu. Bu tarihi binaların yanında, etrafta çok sayıda eski su kuyusu bulunması da dikkatimi çekiyordu.
Sosyal alanlar ve su kuyuları, Lipica Harası.
Rehberli turu tamamladıktan sonra ortak yeşil alanda yemeğimi yiyordum. Gitarının sapını gökkuşağı rengine boyamış genç bir gezginin çaldığı şarkıları dinlerken çok huzurluydum. Güzel atların, resmi geçit edasında, hep birlikte ahırlara dönüşlerini izlemek ziyaretçiler için bir törene dönüşüyordu. Hediyelik eşyaların satıldığı tezgahları dolaştıktan sonra, bu güzel haradan ayrılırken, etrafın düzenine hayran biçimde çitleri, çimenlik alanları, tertemiz yolu izliyor ve burayı gördüğüme seviniyordum.
Lipica Hara’sında son anlar.
Geceyi Adriyatik kıyısındaki Piran’da geçirecektim. Yeşillikleri aşıp, denize ulaşmak ayrı bir keyif vermişti. Adriyatik’in hemen kıyısındaki yoldan Piran’a ilerlerken bu yolculukta beş haftayı geride bıraktığımı fark ettim. Ne kadar da çok şey görmüştüm.
Lipica’dan ayrılış ve sonunda Adriyatik.
Slovenya’nın denize uzanan ucu, Piran…
Piran oldukça küçük, sahili çok kısa bir yerleşim. Burası, Cenevizlilerden kalma bir yerleşimmiş duygusu uyandırdı bende. Korsanlar, kaleye benzer bu sahil kasabasından çok kısa süre önce ayrılmışlardı sanki. Slovenya’nın da denize kıyısı olsun diye verilmiş Adriyatik ile minicik bir irtibat noktası adeta.
Denize bitişik iç kısımda oldukça sınırlı sayıda park yeri var. Kente kontrollü bir kapıdan giriyorsunuz. İçerde park yeri bulamazsanız, arabanızı hemen çok yakındaki katlı otoparka bırakmak zorundasınız. Piran’a girip her sokağı dolaşsam da, bu küçücük sahil yerleşiminde Kara Şimşek’e yer bulamıyordum. Dışarı çıkıp dostumu katlı otoparka bıraktım. Kalacağım hostelde kullanacağım bir gecelik eşyaları günlük sırt çantama koyup Piran’a yöneldim.
Piran’da sahile geldiğinizde, denize yüzünüzü dönüp sağa bakarsanız İtalya, sola bakarsanız ise Hırvatistan size merhaba diyor. Sınır geçişleri de sorunlu değil.
Piran’dan ilk görüntüler.
Çok sevimli ve sımsıcak bir sahil kasabası olan Piran’da gün batmak üzereydi. Daha ilk andan, sahilin güzelliği sizi kucaklıyor. Hele bir de buraya gün batımında varınca, manzaralar harikaydı. Hostelime eşyaları atar atmaz dışarı çıktım. Uzunca bir süre sahil boyunca yürüdüm. Restoranlar, taş yollar, dar sokaklar derken sahilin ucundaki bir duvarda grafitiler arasında elinde Türk bayrağı tutan bir figürün resmedildiğini görmek gülümsetiyordu beni.
Piran sahilinden görüntüler.
Yemek için oturduğum restoranda bir de ne göreyim, herkes televizyona kilitlenmiş basketbol maçı izliyor. Onlara katılmam, hatta onlarda fazla heyecanla hop oturup hop kalkmam bir oldu. Çünkü 2014 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nda, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile oynuyordu. İlk yarıyı 40-35 önde kapatan milliler heyecanlandırmıştı herkesi. Az daha yeniyorduk hissine kapılmıştım. Maçın neticesi ne olursa olsun Slovenya günlerimin son akşamı da, bu güzel ülkede yaşadığım her an gibi renkli olmuştu sayelerinde.
2014 FIBA Dünya Kupası Türkiye-ABD maçı ve Piran sokakları.
Akşam maçın ruhu bulutlara yansımış, yağmur sonrası gece, romantik bir havaya bürünmüştü. Piran’ın tek meydanı, sahil şeridi ve dar sokaklarında öylesine dolaştım. Ertesi sabah Hırvatistan’a geçecek ve İstria Yarımadası’nı gezmeye başlayacaktım. Sessiz ve ıssız sokaklarda çektiğim son fotoğrafların ardından hostelde huzurlu bir uyku beni bekliyordu.
Plansız gezilerin coşkulu ruh hali ve Daria’dan gelmeyen haber…
Kendince akan gezi, Slovenya’da dünya güzeli yerlerde zaman geçirmemi sağlamıştı. Balkan gezisinin her anı ayrı bir keyif, merak ve heyecan doluydu. Yol kendi rotasını çizmeye devam etmiş, binbir değişik duyguyla beni büyülemişti.
Genelde oldukça ekonomik şekilde para harcıyordum. 2014 yılında paramız da epey değerliydi. Param yeterliydi ama bir yandan da gezinin başında yolda karşılaştığım ve pek tanımadan borç verdiğim Ukraynalı Daria’dan beklediğim haber gelmiyordu. Gerçi parayı göndereceğine söz verdiği tarihe birkaç gün vardı ama yine de bir şüphe duyuyordum.
Akşam hostelden Daria’ya bir e-posta yazıp halini hatırını sordum. Bu üstü kapalı mesaj, para ile ilgili bir gönderim yapıp yapmayacağı ile ilgiliydi. 500 Euro büyük olmasa da önemli bir miktardı ve iki hafta sonra o paraya ihtiyacım olacaktı. Gerçi göndermese de bir şekilde ayarlamalarımı yapardım ama, kimseden para istemek gibi bir duruma düşmek istemiyordum.
Gezmek bir para meselesi midir?
Benim için gezmek, özde parayla ilgili bir eylem değil. Elbette bir miktar paraya ihtiyaç var ama asıl gereksinim, niyet ve irade. Basit bir bütçeyle dahi olsa, yolda beni aç ve yüzüstü bırakmayacak planlarımı her zaman yaparım. Aslolan yola çıkmaktır. Kervan yolda düzülür misali, yolda çoğu işi halledebiliyorsunuz. Bir Hollanda atasözü de var: “Seyahat, karar verip, evinizin kapısının önüne çıktığınızda başlar”.
Gezileri yapmamak için mazeretler üretilebilir. Özde mazeretler değildir sizi engelleyen; sizi siz engellersiniz. Sorumlulukları göz ardı edip, ne olursa olsun yollara çıkın demiyorum tabii ki. Ama yola çıkarken aslolan niyetiniz ve istek durumunuzdur.
Tekrar yollara gidecekler, yollarda olacaklar…
Gezmeye başladığım 2013 yılından beri dünyanın hızla değiştiğini, gittiğim her yerde görüyorum. Yeni bir forma giren dünyada, gezi anlayışı da değişiyor. Buna turistik geziler de dahil. Bu hafta Patagonya Travel’ın kurucusu Mustafa Andıç’ın Antarktika’ya kadar uzanan gezi planı haberini gördüğümde çok mutlu oldum. Buenos Aires’ten başlayıp, Balina seyri için Puerto Madryn’e uzanan, Patagonya’yı da içine alan harika bir tur. Neden olmasın diyorsanız, sosyal medya hesaplarını takibe alabilirsiniz.
Yırtık Pantolon, Oğuzhan Tıraş ve Koreli kız arkadaşının yıllardır süren ve son dönemde Brezilya’dan başlayıp Meksika’ya uzanan yolculuğu bu günlerde yaptıklarını tekrar hatırlatmak isterim.
Bu salgın döneminde bile yol için planlar yapanlar veya yollarda gezginler var. Turlar da kontrollü bir şekilde olacaktır diye umuyorum. Benim için daha erken; bir müddet daha yol öykülerimi yazmam yeterli olacak bana.
Sağlık ve huzurla, güzel bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Saygı ve sevgilerimle.
Not:
Lipizzan Atları ile ilgili “Efsanevi Beyaz Aygırlar” belgeseli.
Çok memnun oldum. Görüşlerinizi almaktan mutlu olurum. Sevgi ve saygılar.
Teşekkürler.
Her hf gezi yazılarını bekliyorum Üstad’ın. Bazen eski yazılarına bakıyorum.
İlham verici.