Avatar
Mustafa Önsel

Bir Kahramanın intiharı: Abdülkerim Kırca

featured

3 Ocak 2020’de ABD, Bağdat’ta, İran’ın bölgedeki en önemli adamını, General Kasım Süleymani’yi vurdu. Süleymani’nin cenazesinde milyonlar yürüdü. İran’da 3 gün yas ilan edildi. Ülkede muhalifler bile gözyaşı döktü. İran dışındaki bir kısım Şii, İran’ın bir kısım politikalarına karşı çıksa da Süleymani’nin ölümü sonrası ABD’ye karşı cephe aldı.

Onlar, Süleymani’nin, bölgede kendileri için yıllarca özveriyle gayret gösterdiğine inanıyorlardı. Onu bu nedenle kahraman olarak görüyorlardı.

Süleymani’nin cenazesindeki izdihamı ve üzüntüyü görünce, hele başta Hamaney olmak üzere üst düzey devlet yetkililerinin bile gözyaşlarına hâkim olamadığı kameralara yansıyınca, ülkem adına üzülmedim dersem yalan olur!

Belli ki tepeden en aşağıya kadar tüm İranlılar; bir ülkenin, özverili insanların, kahramanların omuzlarında yükseleceğine inanıyorlardı. Kahramanlara saygının kendilerine, bekalarına, geleceklerine saygı olduğunu çok iyi biliyorlardı.

Ya bizde? Ergenekon, Balyoz vb isimli davaları anımsayın! Nasıl üzülmezsiniz?

O süreçte, birçok gerçek kahraman, kumpaslarla özgürlüğünden edilmiş, cezaevlerinde hastalıklara gark olmuş, hatta can vermişti. Bizim üst düzey yetkililer ise bunu “Bağırsak temizliği” olarak görmüştü.

Mesela Bosna’dan, Azerbaycan’a, Güneydoğu’dan, Orta Asya’ya sahada basmadığı yer bulunmayan Kâşif Kozinoğlu, hiçbir kanıt olmadan, FETÖ’nün militanları tarafından cezaevine tıkılmış ve orada ölmesine sebep olunmuştu. Kâşif Kozinoğlu gibi daha pek çok isim sayabilirim.

O süreçte cezaevlerinde, çatışmada aldığı mermi yaralarından akan cerahatlerin acısıyla kıvransa da bunu kimseye sezdirmemeye çalışarak ıstırap içinde yaşayan; pek çok sorununa rağmen kimsenin “ıh” dediğini duymadığı, kendilerinden izin almadığım için isimlerini yazamayacağım nice kahraman tanıdım.

Sadece, 4. evre pankreas kanseri olduğu için 6,5 yıldır yattığı cezaevinden salınmak zorunda kalınan, kısa bir süre sonra da Hakk’a yürüyen Kıbrıs gazisi Muzaffer Tekin’in hayat hikâyesini dinleseniz, oturur ağlar, sonra bu kumpasları yapanlara lanet edersiniz!

Bunlar bir yana, bugün, bir başka kahramandan, tam 11 yıl önce canına kıyan bir subaydan, malulen emekli Jandarma Albay Gazi Abdülkerim Kırca’dan söz edeceğim…

***

19 Ocak 2009’da, yani tam 11 yıl önce bugün intihar etmişti Kırca. Evi görev yaptığım yere çok yakındı. Olay yerine ilk gidenlerdenim. İnsan olan bütün kayıplardan etkilenir. Ancak Abdülkerim Kırca’nın intiharından bir başka etkilenmiş, bir başka üzülmüştüm.

Bunda muhakkak onu öncesinde tanımamın da etkisi vardı. Komando kursunda hocalarımızdan biriydi Kırca. Ancak etkilenmemin sebebi sadece bu değildi elbette…

Abdülkerim Kırca; Güneydoğu’da, yıllarca PKK ile kıyasıya mücadele etmişti. Onlarca çatışmaya girmiş, pek çok riski yüksek operasyon yapmış, birçok kez ölümün kıyısından geçmişti.

 w=

Binbaşıyken de Antalya’ya, Toros dağlarına sızan PKK’ya operasyon yapması için Ankara’dan görevlendirilmişti. Burada girdiği bir çatışma sonucu, omuriliğine aldığı bir mermi yüzünden belden aşağısı felç olmuştu. 11 yıldır tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşıyordu. Madalya sahibi bir kahramandı.

Ama o günlerde, FETÖ’nün kontrolündeki basın, yayın organları ve yandaş medya diline dolamıştı onu. Görevdeyken, başta faili meçhul cinayetler olmak üzere, yasadışı işler yaptığını ifade ediyorlardı. Dayandıkları kaynak Abdülkadir Aygan ismindeki eski bir PKK itirafçısıydı.

Bu eski terörist, İsveç’e yerleşmiş, kendisine çeşitli vaatlerde bulunanlarca, istenildiği gibi konuşturuluyordu. Abdülkadir Aygan konuşuyor; başta Taraf, Zaman ve Star gibi gazeteler, onun savurduğu iftiraları manşet yapıyorlardı.

***

Kırca’nın intihar ettiği gün Star gazetesinin manşeti, “Madalyanın arkasındaki korkunç sır” idi.  Manşetin hemen yanında eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, kendisi tekerlekli sandalyede olduğu halde, göğsüne devlet övünç madalyası takılırken çekilmiş bir fotoğraf bulunuyordu.

 w=

Gazetenin iç sayfasında, haberin devamının başlığı ise, “Yanımda kafalarına sıktı” idi. Haberin içeriğinde, A. Aygan isimli eski bir bölücü örgüt militanı, şok iddia olarak,  Kırca’nın, PKK’dan ayrılıp sözde JİTEM adına çalışan S. T. ile ilişkisi olduğu için bizzat JİTEM tarafından cezalandırıldığı şeklinde “şeyler” duyduğunu ifade ediyordu.

Sabah gazeteyi okuyan bir arkadaşı Kırca’yı arayarak, söz konusu haberle ilgili kendisine bilgi verdi.

Haberi duyar duymaz, yüreğinin sıkıştığını hissetti Kırca. Sanki yüreğini mengeneye vermişler,  sıktıkça sıkıyorlardı. “Ne istiyorlar benden?” diye tekrarladı defalarca. “Neden beni onursuzlaştırmak istiyorlar?” diyordu. “Ne sevgilisi, ne yasak aşkı, benim sadece iki sevgilim oldu. Biri ülkem, biri de eşim.” Defalarca “Neden?” diye bağırdı. Eşi teskin etmeye çalıştıysa da pek başarılı olamadı.

Sonra kendiliğinden sakinleşti. Gözlerini uzaklara dikti, öylece daldı gitti. Bu arada eşi haberi yapan gazeteyi alıp gelmişti. Abdülkerim Kırca gazeteyi eline aldı, kendisiyle ilgili olan habere göz attı.

Onun gibi onurlu birinin bu başlığı ve devamında yazılanları kaldırması çok zordu. Çünkü gazete eski bir teröristin ağzından, kendisini faili meçhul cinayet ve ahlaksızlıkla suçluyor, devamında PKK tarafından değil, arkadaşları tarafından ahlaksızlık yaptığı gerekçesi ile vurulduğunu ifade ediyordu. Gazete de bunun doğruluğunu araştırmaya gerek duymadan manşet yapıyordu.

Amaç belliydi. “İtibar infazını” yargısız gerçekleştirmek isteyen çevreler, böyle “itibarsız iftiracıları” buluyor, istediklerini söyletiyor, sonra da kontrol ettikleri basın yoluyla kamuoyu oluşturuyorlardı. Peki, artık görevde olmayan, ancak arkadaşları tarafından kahraman olarak sembolleştirilen, yeni kuşakların ‘rol modeli’ bu insanlarla neden uğraşılıyordu? Bu terörle mücadeleyi de akamete uğratmaz mıydı?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu, Türkiye’ye, onu savunanlara karşı açılan psikolojik bir savaştı ve oldukça başarılı oldu.

Çünkü yaşamı hiçe sayarak kıyasıya yapılacak bir mücadele paradan puldan ziyade, ülke sevdası ve onur için yapılırdı. Ülke sevdası ve onur için yapılan mücadele sonunda itibarsızlaştırılma tehlikesi ile karşılaşabileceğinizi düşünüyorsanız, yeterince mücadele etmeniz, risk almanız çok düşünülemezdi.

Çevremden biliyorum ki; bu olaylar yüzünden,  pek çok askerde, ‘Biz de Kırca gibi, kelle koltukta risk alarak bir şeyler yapsak, bu uğurda gözümüzü, bacağımızı kaybetsek, bırakın kahraman muamelesini, hain, ahlaksız, infazcı diye kamuoyu nezdinde yargısız infaza tabi tutulabiliriz’ düşüncesi hâkim oldu. Bence istenen de buydu…

***

Tekrar Kırca’nın intihar öncesine dönelim.

Kırca, eşinin yardımıyla banyo yaptı. Sonra 11 yıldır mahkûmu olduğu tekerlekli sandalyesine oturdu. Eşi her zamanki gibi ona çayını getirdi, sonra da mutfaktaki işlerini halletmek üzere odadan çıktı.

Abdülkerim Kırca çayını bitirdi. Çok seviyordu çayı, hele de demlisini. Terörle kora kor mücadele ederken, en önemli arkadaşlarından biriydi çay. Uykusuz geçmesi gereken zamanlar için en önemli yardımcı idi bu meret.

Son kez Star Gazetesine baktı, hep yanında bulundurduğu tabancasını çıkardı, hazneye bir mermi sürdü, namluyu kafasına dayadı. Bir an bütün hayatı gözünün önünden geçti. Çekilen acılar, yorgunluklar, ayrılıklar… Bugünleri görmek için miydi bütün bunlar?

Eşini ve iki kızını düşündü. Acıdan başka ne yaşatmıştı onlara. Görev aşkı yüzünden, kızlarının ne zaman büyüdüğünü bile anlayamamıştı. “Ellerinden tutup bir kere bile gezdiremedim onları” diye düşündü. Zaten eşine yük hissediyordu kendini. “Bir gün yüzü göstermedim ona da. Bu tür iftiralara uğramak mıydı bunun karşılığı” diye geçirdi içinden. Omuriliğine saplanan PKK mermisinin canını almadığına hayıflandı. En okkalısından bir küfür etti o mermiye.

İnançlı bir adamdı, af etmesi için Allah’a dua etti. Sonra derin bir nefes aldı ve kafasına dayadığı tabancanın tetiğini çekti…

Boğuk bir ses duyulmuştu. Sese koşan eşi yanına geldiğinde kan gölüne dönmüş odanın ortasında büyük bir aşkla sevdiği adamın cansız bedeniyle karşılaştı ve bir çığlık attı…

***

Ben, o an için olaydan habersiz, Güvercinlikte bulunan Eşref Bitlis Kışlasındaki görev yerindeydim. Telefonum çaldı. Arayan, ağabeyim gibi sevdiğim, o da terörle mücadelenin sembol isimlerinden olan bir subaydı. Dolayısıyla Abdülkerim Kırca ile çok samimi idiler.

Telefonda bana, “Kerim Abi’nin intihar ettiğiyle ilgili bir şey duydum. Çok çabuk öğrenip bana bilgi verirsen sevinirim” dedi oldukça tedirgin bir sesle. Araştırdım, haber doğruydu ve çok yeni olmuştu. Hemen durumu kendisine iletip, süratle olay yerine hareket ettim.

Kırca’yı henüz kaldırmamışlardı, olay yeri ekibi ilk incelemelerini yapıyordu. Olayın geçtiği odaya oldukça gergin girdim. O, heybetinden bir şey kaybetmemiş şekilde, koca bir çınar gibi tertemiz kanının içerisinde öyle masum yatıyordu ki. Yüzünü tarif edemeyeceğim bir ışık kaplamıştı. Her şeye rağmen “Neden yaptın bunu?” diye söylendim kendi kendime, “Senin gibi bir adam, neden kıyar canına?”

Neler yaşadığını, neler çektiğini biliyordum. Çektikleri aklıma geldi. O görüntü ile duygular, düşünceler birbirine karıştı. “Erkekler böyle durumlarda ağlar” dedim ve göz pınarlarıma dolan gözyaşlarımı bırakıverdim.

Sonuç olarak gerçek bir kahraman hayatına son verecek kadar canından bezdirilmişti. Başka bir ülkede olsa heykelini dikerlerdi onun…

***

Abdülkerim Kırca’nın kan gölünün ortasında yattığı dakikalarda, Etimesgut’ta bulunan bir benzin istasyonunda, pompacı çocuk arabasına benzin koyduğu orta yaşlardaki bir adama, ”Abi belediye bugün Star Gazetesini bedava dağıtıyor, buyur” diyerek malum gazeteyi uzatacaktı.

Gazeteyi alan Bey, hareket etmeden beleş gazeteye kısa bir göz atacak ve Kerim Kırca ile ilgili haberi görür görmez; “Ulan ne kadar ahlaksız, şerefsiz subay varmış bu orduda. İyi ki şu gazeteler var. Yoksa biz bunları kahraman sanarak, bağrımıza basmaya devam edecektik” diye geçirecekti içinden.

Bu intihara sebep olan haberi yapan Star Gazetesi, o gün iktidar yanlısı bir kısım belediye tarafından bedava dağıtılıyordu. “Bu devirde kimse kimseye günahını bile vermezken, bu gazeteler neden ve nasıl bedava dağıtılır, bunların finans kaynağı nedir?” diye düşünmezdi tabii orta yaşlı adam ve onun gibi düşünenler…

O gazeteyi okuyan kaç kişi bu şekilde düşünmüştür bilemiyorum. Ama inandığım, hiç de azımsanmayacak sayıda olduklarıdır.

İnsanların; gerçeği tam olarak bilmeden, sorgulamadan, onlar rahat yataklarında uyurken, ölüme talip olanların arkasından suizanda bulunmasının, karalamasının, iftiralara ortak olmasının sonucunun, ilahi anlamda mutlaka bir karşılığının olacağına inanırım. Sanırım bunu da yaşayarak gördük, görüyoruz. 15 Temmuz’da yaşananlar, sanırım tam da söylediklerimin karşılığı olsa gerek.

***

Sonuç; İran’da Süleymani’ler kahramanlaştırılırken, başka ülkelerde yapay kahramanlar yaratılırken, ülkemde gerçek kahramanlar el birliği ile yok edildiler. Kimi intihar etti, kimi cezaevlerine tıkıldı, orada can verdi. Kimi hastalandı, dışarıda Hakk’a yürüdü. Bir kısmı da bu manzara karşısında artık fedakârlık yapmanın anlamsız olduğunu düşünerek köşesine çekildi. Artık geriden gelenlerin önlerinde rol modelleri yok.

Ama kahramanlığın sonu ile ilgili günümüzde pek çok örnek olay var. Bunun sonunda yaşanacaklardan ülkem adına hem korkar, hem de üzülürüm. Herhalde bu ülke ile ilgili projeleri olanların ellerini ovuşturdukları bir süreci yaşadık, yaşıyoruz.

Bir milletin kahramanları, o milletin gözünün önünde canından bezdirilip intihar edecek noktaya getiriliyorsa ve millet buna kayıtsız kalıyorsa, bilinsin ki aslında o millet intihar etmektedir.

Dua ile komutanım, ağabeyim Abdülkerim Kırca. Sen ülken için üzerine düşeni yaptın ve onurunla ebediyete göçtün. Oradaki kahramanlar ordusuna selam söyle!

Bundan sonrasını da yaşayanlar düşünsün!

Bir Kahramanın intiharı: Abdülkerim Kırca

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

13 Yorum

  1. Kan Donduran Katliam yazınız ile beraber okuduğum en vurucu yazılardan birisi oldu. Kaleminiz müthiş. Tebrik ve teşekkür ederim. Şehitlerimizin ruhları şad olsun! Haklarını helal etsinler. Millet onlara minnettar.

  2. 20 Ocak 2020, 20:35

    Antalya’da serik gebiz çatışma bölgesinden 3-4 kilometre uzakta ve arada 3 dağ varken nasıl vuruldu! 20 yıl geçti hâlâ hayret ediyorum! Vurulması hayret edici olduğu gibi intihar etti denilmesi de hayret verici tıpkı ahmet cem ersever gibi her olaya vakıf olan vatan kahramanları tıpkı ispartada düşürülen uçak gibi kahramanca şehid oldular ALLAH azze ve celle şehadetlerini izzeti dergahına kabul buyursun!

  3. Kahramanlarina sahip cikamayan milletler yokolmaya mahkumdur. Cunku baslari dara dustugunde tekrar kahraman bulamazlar..Kaleminize saglik. Tum kahramanlara bizden selam olsun..

  4. 1938 den sonra büyük düşmanı görmemiş, gösterilen kadarıyla savaşmışız…
    Düşman düşmanlığını yaparken, bizler nerede yanlış yaptığımızın analizini net bir şekilde ortaya koyamazsak, kahramanlarımız da yaşayacağımız acılarda bitmeyecek…
    Aziz ruhları şad olsun kaybettiğimiz tüm kahramanlarımızın…

  5. Ertesi gün engin ardıç isimli aşağılık insan müsfettesi köşesinde şöyle yazmıştı. Daha hesap verecektin. Mermiye kafa atmak varmı. Bunu ömrüm yettikçe unutmayacağım. Alçaklıkta sınırsız olan bu yaratıklara hesap sorulacağı günü özlemle bekliyorum. Kerim kırca komutanımı rahmetle anıyorum.

  6. 19 Ocak 2020, 18:34

    Bu ulke kahramanlarini cok cabuk yok ediyor. KIRCA Komutani 1982 den beri tanirim O gercek bir kahramandir ayni Kasif Kozinoglu gibi bu ulke icin gozunu budaktan esirgemezdi ta Tegmenligi sirasinda bir ust rutbeye basarisindan dolayi terfi ettirildigini de biliyorum. Kiszcasi bu ulkenin kahramanlari akil almaz sekilde aramizdan ayrildilar ve kimsenin cit cikardigi yok gunumuzde de sehit ve gazi haberlerini aldigimizda nasil millet olarak duygularimizi kaybedip umursamiyorsak tv lerde sehit gazi haberleri 1 dk yayinlanip ses cikarmiyorsak, millet olarak nerelere geldigimizin acik bir ifadesidir bu. Tum kahraman sehitlerimizi rahmet ve minnetle aniyorum. Mekanlariniz Cennet olsun insallah.Ayrica yaziniz icin cok tesekkur ederim Mustafa Pasam

  7. Sevgili Mustafa, Belediye otobüsü şoförlerinin gazı dövdüğü, şehitlerin arasinda devlet eliyle ayrım yapılan, ne idüğü belirsiz dümbüklerin pişmiş kelle gibi sırıtarak ” benim için mi gazı oldun” diye gazileri aşağıladığı, çatışmada yaralanan vatanseverlerin devlet tarafından “gazı” sayılmadığı bir ülkeden ne beklenir ki

  8. Komutanım,
    Eski defterler şu veya bu sebeple açılınca efkar basıyor. Normalde günlük hayatın rutininde savrulup, gidiyoruz, unutuyoruz. Sonra eski bir arkadaşla karşılaşırsınız hani, hadi gel iki tek atalım dersiniz, anılar canlandırılır karşılıklı. Yıllardır lafını etmediğiniz üs bölgesini, ordaki isimleri hatırlarsınız, hatırlatırsınız, eski olaylar, çatışmalar, kahramanlıklar, korkaklıklar, inanılmaz ama hatırlarsınız unutulmuş değildir hiçbiri. Daha da keyiflisi, ta o günlerde anlamadığınız, çözemediğiniz olayları çözmektir. O gün orada o emri veremeyen, o telsize çıkmayan, o bir kovuğa girip çatışma sonuna kadar saklananın, müteakip yıllardaki kariyer hikayesini dinlersiniz, sarsılırsınız, ne gerek vardı şimdi, niye hatırladım ki bunları diye, kendinize kızarsınız.
    Kahramanlık farklı birşey. Şekil disipliniyle, kariyerle, eğitimle alakalı değil, ölçülemiyor. Sadece ‘o an’ ortaya çıkıyor. Bir tür ‘öz’ meselesi, perdelenmiş, gizlenmiş, derinlerde duran bir öz.
    Affınıza sığınarak bir anı paylaşayım,
    Sene 97, yılbaşı, Siyahkaya’ya neredeyse bir haftadır havan yağıyor, nasıl bir havan mühimmatı mübarek bitmiyor. Her hakimde bir doçka ayaklı, uçak, helikopter saydırıyor. Çatışma çok yakın F16 lar tam müdahale edemiyor. Bir Sikorsky birkaç tim indirmeye çalışırken vuruldu. Görümlü, Kapılı yardıma giderken pusuya düştü, daha da şehit sayısı artmasın diye geri çekildi. Silopi’de tek röle, herkes aynı kanalda, 4014’ler, 4711’ler, Marconiler, radyo gibi canlı çatışmayı takip ediyor herkes.
    Durum kötü 7 şehit var, alınamıyor, Siyahkaya’da mühimmat sıkıntısı var götürülemiyor, fevri telsize yansıyan konuşmalar var, daha da moral bozuyor. Tanıdığımız bildiğimiz insanlar, arkadaşlar laf sokuyor, imada bulunuyor…
    Siyahkaya’ya gidilecek, kim gider? Talip çok da hep plan proje. Tank Tabur Komutanı bastı küfrü, bizzat ben gideceğim. Yb. M.G. atladı tankına Silopi’den tek başına çarpışa çarpışa girdi Siyahkaya’ya ve düğüm çözüldü. Tek başına, o yolu, tek tankla gitti.
    Acilen mühimmat dediler hemen akabinde, Yb. M.G.’nin Mknz.P.Bl.K. ile teğmeni, biz götürürüz dediler. Bir M113 ZPT ağzına kadar mühimmat yüklendi, şöför mahallinde Yzb. N., uçaksavarın başında Tğm. K., yine tarana tarana vurula vurula, vura vura, Silopi’ den Siyahkaya’ya gittiler, bir tek ZPT tek başına, mühimmatı yıktılar, bu sefer şehitleri doldurup aynı yoldan aynı şekilde, sadece 2 kişi, geri geldiler, şehitleri getirdiler.
    Tabi şehitler yolda, paldır küldür ZPT’nin içinde kanamışlar, heryer kan. Asker dediki yıkıyalım içini, sonra sintine pompalarıyla boşaltıveririz. Bilmeyenler için bu ZPT’ler 10 ton da olsa suda yüzer, tabi sağdan soldan içine mutlaka su girer. Zeminde su pompaları vardır, çeker suyu, tam arka üst köşelerde sağlı sollu çıkışlardan atar suyu.
    Yıkama işi bitince asker açtı sintineleri ve ZPT’nin arka çıkış borularından kıpkırmızı kan fışkırmaya başladı. Donmuştuk, Yzb. N.’ın ağzından ‘Bu bildiğin şehit kanı lan’ kelimeleri döküldü, ve herkesin gözleri doldu kimileri çaktırmadan ağlamaya başladı. İki ince borudan şehit kanıyla karışık su fışkırıyordu kıpkırmızı, rüzgarla pulvarize olup üzerimize yağıyordu ince ince.
    Yaşandı bunlar. O iyi içen Yb. M.G., disiplinsiz Yzb. N.G., dünkü çocuk Tğm. K.D. dün gibi aklımda. Niye herkes pıstığında, kafasını çevirdiğinde, anlamamazlığa vurduğunda, sessiz kaldığında, böyle hiç beklenmedik bir avuç kahraman çıkar ki?
    Çünkü gerçek kahramanlar bir avuçtur da ondan, hayatım bunu tekrar tekrar teyit etmekle geçti. Çoğunluğu şehit olur, bir iki hatırlayan çıkar.
    Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil,
    Bu sevgi bir kuru ifade değil,
    Sencileyin hasmı rüyada değil,
    Topun namlusundan görenlerindir.
    Tüm kahramanlara selam olsun, Allah nur içinde yatırsın, unutmadık ve şahitlik yapmaya huzuru mahşerde de devam edeceğiz. Bu devletin kendi öz evlatlarını yediğine de şahitlik yapacağız.
    Saygılar

  9. 19 Ocak 2020, 12:38

    Sayın Mustafa önsel tek kelime ile tebrik ediyorum yüreğinize sağlık tamamen acı gerçekleri yazıp vatanını ve milletini seven büyük haksızlığa uğramış fedakar bölük komutanımız ABDÜLKERİM KIRCI yı rahmetle anmamıza vesile oldunuz ALLAH sizden ve sizin gibi vatan severlerden razı olsun

  10. 19 Ocak 2020, 12:00

    Değerli yazar, sizleri de içine alan bir yaşanmışlık; bir vatansever askerin, , bir ailenin fotoğrafı, özgün anlatımınızla, nekadar çarpıcı, ne kadar etkileyici….İçinden geçmekte olduğumuz süreçlerin arka planında, tarifi imkansız, görünmez, bilinmez dramları barındırdırdığı; ağır, telafisi imkansız bedellerin ödenmekte olduğu; bunların ulusumuza yansıyan yıkıcı maliyetine dair nekadar fikir verici ….. derin üzüntülere garkoldum .

  11. sayın mustafa önsel komutanım saygılar.öyle bir yazı yazdınızki yürek dayanmaz.yaşım gereği bir çok olayları biliyordum.o yandaş adı gazete ama vatansverlere çevrilmiş namlu paçavralarından hiçbirini okumadım.yazıınızı okurken neler gelmediki aklıma.en önemlisi arkadaşlarla o zamanlar şöyle derdik.vatan hainliği sadece askere polise kurşun sıkmakla olmaz.meğer en büyük silahlarından biri gazetecilik faaliyeti imiş.gazetecilik demiyorum faaliyeti diyorum ya kendimce bir fark olsun diye ayırdım.sizin şahsınızda tüm kahramanlarımıza saygılarımı sunuyorum.

  12. Ey sağır kıyametin borusu çalındı, fakat sen işitmedin

  13. Nazlı ilıcak ali tatar için yazıyor (görüldüğü gibi amirlere suikast ilk günden itibaren idanamede yok.birden bire ali tatar in intiharı üzerinden poyrazkoy davası itibarsizlasmak gayretleri yoğunlaşıyor.bu ne is) bu gibi kişiler ychp tarafından alkışlanıyor.asker cami bombalayarak diyen ahmet altan bagra basılıyor.gerisini siz dusunun

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!