Yavuz Alogan yazdı…
İsimlerini saklı tutuyorlar. Zirvesinde yer aldıkları iktidara eleştirilerini medyaya sızdırıyorlar. Bir tür Saray darbesine ortam hazırlandığını anlıyoruz.
Sayın Reis’e çok yakın kişi, muhalif gazeteciye fısıldıyor: “Maalesef AK Parti entübe vaziyette… Genel merkez ayrı bir dünyada yaşıyor. Genel merkezin girişinde bir iksir var, o iksiri içince Alice Harikalar Diyarı’na geçiş yapıyorsun…” Aynı meçhul şahıs, “Yahu Tayyip Bey’e kongre yaptırmıyorlar,” diyor. Parti yönetiminde ve “kabine”de değişiklik istiyorlar fakat olmuyor. Kötü adamlar İyi Reis’i kuşatıp kilitlemişler.
Bir başkası, partinin MYK toplantısında, “Siyasî kimliğimizi değiştirelim, muhafazakâr demokrat kimliğimizden sıyrılalım,” diyor. Mevcut kimliğini tehlikeli buluyor, değiştirmek istiyor. Gardıropta farklı kimlikler var: sert İslamcı kimlik, liberal “çözüm süreci” kimliği, hafiften Kemalist ulusalcı kimlik. Vaziyete göre birini seçip partiye giydirecek. Aynı toplantıda AKP Gençlik Kolları’nın saha çalışması değerlendiriliyor. “Kendinizi hangi kimlikle tanımlıyorsunuz?” sorusunu gençler birinci sırada “Atatürkçü,” ikinci sırada “Milliyetçi” diye yanıtlıyorlar. Reis sinirleniyor.
Partinin uyanık kadroları iktidar güneşinin batmakta olduğunu fark ettiler. “Gün akşamlıdır, Hünkârım” demeye başladılar. Kurtuluş çareleri arıyorlar.
Mesela Reis’in yol arkadaşı ve militanı Metin Külünk, “Şartlar çok hızlı bir şekilde aleyhimize gelişiyor, dikkatli olmalıyız toplumun bütün kesimleri olarak,” diyor. “Mesele parti meselesi değil Türkiye meselesidir.” Şu cümleye bakınız: “Derinlikleri kitaplarda kalmış siyasetçilerin maalesef ülkelere maliyeti çok ağır oluyor.” Saray danışmanlarını ve “kabine”yi kastettiğini anlıyoruz. Partinin esas çocukları yönetimi istemiyorlar, onu yapay buluyorlar.
Pek çok örnek var. AKP tabanının kulak verdiği bir gazeteci, Şamil Tayyar, “Derin umutsuzluk var,” diyor mesela ve devam ediyor: “Eğitim sisteminden istihdam politikasına, ekonomiden adalete, temel hak ve özgürlük alanlarına kadar sorunu derinleştiren her çarpıklığı ince işçilikle giderecek yönteme ihtiyaç var. Ayrıca, siyasi atmosferin de bu umutları yeşertecek şartları barındırması önemli, kanaatimce.” Parti’nin adamları söylüyor, muhalefete gerek yok.
Fakat en ağır top Bülent Arınç. Hedef gösteriyor, doğrudan atış yapıyor: “Değişim gerçekleşecektir. Yaralar pansuman edilecek, kangren olan uzuvlar kesilip atılacaktır.” Kongre’yi işaret ediyor, parti tabanına çağrı yapıyor: “Bu davaya gönül vermiş herkesi tüm kırgınlık ve küskünlükleri bir kenara bırakarak bu değişimi hep beraber gerçekleştirmek için bu çatı altına davet ediyorum.” Saray’a ve Reis’in “kabine” tabir edilen ofis memurlarına karşı tabanı isyana, inisiyatif almaya, partinin uzuvlarını kesip atmaya çağırıyor. AKP’nin eski güzel günlere dönebileceğini, Kemal Derviş’in döşediği yoldan yürüdüğü erken 2000’lerin tekrarlanabileceğini zannediyor. “AK Parti’mizin ilk nüvesi olan Erdemliler Hareketi, aziz milletimizin yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı ortaya koyduğu bir mutabakat zeminiydi,” sözleriyle nostalji yapıyor, parti tabanını duygulandırmaya çalışıyor.
Tabanın duygulandığı, servetini tehlikede görenlerin heyecanlandığı, korkuya kapıldığı kuşku götürmez. Lakin hiçbir duygu ve heyecan AKP’nin Amerikan jeopolitiğinin ürünü olduğu, vadesinin ise çoktan dolduğu gerçeğini değiştiremez. Abartarak uyguladığı neoliberalizm, nepotizm, klientalizm hayatın her alanında ülkeyi iflasa götürdü. Kamusal olan her şeyi özelleştireyim derken kendini özelleştirdi farkında değil, üstelik alıcısı yok.
Neyse, uzatmayalım…
Özetlemek gerekirse, hep birlikte hesap vermeden değişmenin, sıyrılmanın yollarını arıyorlar. Ana muhalefetin arayışı yok. Hayatın doğal akışı içinde CHP kendiliğinden iktidara geleceğini sanıyor.
Siyasî tragedyanın ana teması evrenseldir. Eski Roma’dan bu yana tebaasını söğüşleyerek topladığı servetin bir kısmını kendisine ayırıp geri kalanını bizzat yarattığı zenginler sınıfına aktararak ayakta kalmaya çalışan, Devlet’in bütün kuvvetlerini kendi şahsında toplayarak hükmeden her Sezar, kasası boşalınca kendi adamları tarafından alaşağı edilmiştir. Sezar’ın olduğu yerde mutlaka bir Brütüs vardır.
“Ve Sezar, harmanisini başına çekerek kendisini insafsız hasımlarının öldürücü hançer darbelerine teslim etti, cansız bedeni Kapitol’ün taş basamaklarına yığıldı, orada kaldı,” der William Shakespeare ölümsüz oyunu Jül Sezar’da… Marcus Antonius’un Sezar’ın naaşı başında yaptığı konuşmaya lütfen dikkat ediniz. Hem onun şahsını, kazandığı görkemli zaferleri göklere çıkararak över, hem de sözleriyle bu trajik sonun kaçınılmaz olduğunu hissettirir. AKP’nin içindeki gizli açık her muhalif aynı şeyi yapıyor.
Neyse, melodrama kaçmayalım, durum ciddi…
Ayrıca bu kadar dramatik olması da gerekmez. Zenginler daima anlaşırlar kendi aralarında. Yükünü tutmuş küpünü doldurmuş olanlara, iktidar makamından uzaklaşmaları şartıyla servet dokunulmazlığı ve yargılanmama güvencesi verilebilir. Elbette her çözüm Lider’in inanç sistemi, kararlılığı ve ihtiraslarına göre kırılmalara uğrar. Kenara itileceğini anlayan Sezar, bizzat böldüğü tebaayı kışkırtabilir, ahaliyi birbirine kırdırabilir, Roma’yı ateşe vermeden sahneyi terk etmeyebilir. Her şey olabilir.
Bizim örneğimizde, kaybettiği yerel seçimlerin ertesinde, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez, bitmeyecektir,” diyen bir Reis söz konusu. İddiaya göre halk nezdinde popülaritesi yüzde 52’den 18’e inmiş olmasına rağmen, “Bunlar AK Parti’nin nasıl bir parti olduğunu, nereden nasıl geldiğimizi, nereye yürüdüğümüzü anlamamışlar,” sözleriyle seçimlerin zerre kadar önem taşımadığını ilan etti. Haziran-Kasım 2015’te provasını yaptığı senaryoyu bu kez kesin sonuç alacak şekilde yeniden sahnelemeyi düşünebilir ancak gerekli desteği ve baskı aygıtlarını bulabileceği, seçmeni inandırabileceği şüpheli. Fakat yine de istediği durağa varamayacağını anladığı anda tramvayı devirebilir.
Parti kendi içinde bölünmüş. Bir yanda konjonktür analizi yapamayan duygusal nostaljikler, öte yanda karşıdevrimi birkaç hamleyle tamamlamak isteyen şahinler ve nihayet sert bir geçiş rejimiyle mevcut iktisat politikasından netice almak isteyenler var. Fakat hepsi bir noktada birleşiyor: Reis’i Saray danışmanlarından ve bakan denilen ofis memurlarından kurtararak özgürleştirmek, kendi yanlarına çekmek. Son seçenek ise Reis’i kazığa değil de konforlu bir kızağa oturtarak uzaklaştırmak.
Siyasî iktidarların çöküş döneminde eleştiriler giderek karşılıklı suçlamalara dönüşür, sonra gizli kalan hesaplar açılmaya, gerçekler ortalığa saçılmaya başlar. Servet ve güç kaybına uğrayanların arasından pek çok Sedat Peker çıkar, saflar değişir. İfadesini Saray’da bulan siyasî iktidar şimdi bu eğik düzlemde hız kazanarak aşağıya doğru iniyor.
Meclis’teki gerici ve bölücü partiler, ana muhalefet partisinin de rızasıyla kendi aralarında siyasî toplumu tatmin edecek iktidar formülleri üzerinde anlaşabilirler. Ancak bu formüllerin hiçbiri halkı tatmin etmez; traktörleriyle yol kesen çiftçilerin, güvencesiz çalışanların, açlığa mahkûm emeklilerin, pazarda filesini dolduramayanların, beslemekte zorlandıkları çocuklarını imamın tasallutundan korumaya çalışan orta sınıf ailelerin sorununu çözmez.
İnsanlar soygun sisteminin farkına vardılar. Bu saatten sonra yukarıdan konuşanlara güvenmezler. Şu son 23 yılın bütün suçluları yargılanmadıkça kamu vicdanı rahatlamaz. Ve nihayet Devlet kendi asker sivil bürokrasisini siyaset esnafından, parti kadrolarından kurtararak liyakat temelinde yeniden örgütlenmedikçe mevcut sorunların çözüleceğine kimse inanmaz. [email protected]
Tayyip, nerede ise Atatürk’ün ölümü ile beraber Türkiye’nin vaz geçtiği iki önemli konuda Kemalist bir politika yürüttü: 1) Savunma sanayii.. 2) Dış bağımsız politika. Bunları yaşamak için yapmak zorunda kaldı ve devamında FETÖ darbesini de atlatabildi. Ancak yeterli birikimi olmaması nedeni ile sırtını dayadığı “yandaş-yobaz” (yy) takımı onu her an yutabilir. Çünkü yandaş-yobaz takımının kimden emir aldığı belli değildir.
“Türkleri İslam’ı kullanarak yıkacağız” Lloyd George
Bu rejim, karşısında alternatif bırakılmadığı için 22 yıldır iktidarda kaldı. Baykal’ın bir FETÖ darbesi ile devrilmesi sonuncunda olan gelişmeler CHP’yi alternatif olmaktan çıkardı. Bu gün de farklı değil. Eğer Atatürkçüler, Kemalistler, Ulusalcılar, milliyetçiler; ne derseniz deyin, bir odak oluşturamaz ise, Türkiye yandaş-yobaz koalisyonu ile nerelere gidecek?
Metin Külünk’ün “Derinlikleri kitaplarda kalmış siyasetçilerin maalesef ülkelere maliyeti çok ağır oluyor.” sözleriyle Ahmet Davutoğlu’nu kastettiği şu götürmez.
Yavuz hocam teşekkür ederim. Keyifle doğru tespitlerinizi okudum.
“Ana muhalefetin arayışı yok. Hayatın doğal akışı içinde CHP kendiliğinden iktidara geleceğini sanıyor.” …
Yaşa sen tam isabet aklımızı döktün yazıya Sayın Alogan.Geri gelmemelk üzere şu CHP denen şebekeyi dağıtmak,geriye 25 yıl kim ne yediyse kim hükümet ettiyse dalağından söküp el koymak ve şahsı-kurumu sürgün etmek,Kemalizm ülküsünü tamamlamak ve Türk İstiklal Mahkemeleri!