Avatar
Yavuz Alogan

Türk diplomasisi: Win-Win (!)

featured

Yavuz Alogan yazdı…

Bölgesel ya da uluslararası savaş ihtimalinin güçlendiği dönemlerde dış politika önem kazanır. Sadece böyle dönemlerde değil, genel olarak da dış politikanın, askerler, diplomatlar ve uzman bilim adamlarından oluşan genişletilmiş bir tür millî güvenlik kurulunda belirlenmesi beklenir. Kurulun hazırlayacağı taslak sahici bir parlamentoda tartışılarak ülkenin ulusal güvenlik belgesine dönüştürülür ve açıklanır. Böylece ülkenin ordusu, diplomatları, sahada faaliyet gösteren bütün görevlileri kapsamlı bir “durum analizi” çerçevesinde uzun vadeli bir perspektif edinmiş olurlar.

Saray yönetiminden buna benzer bir yaklaşım beklemek fantezi olur. Üzerinde mutabakat sağlanmış jeopolitik / stratejik analiz temelinde değil, sürekli değişen durumlara uyum sağlama çabalarıyla, her an değişebilecek gibi duran günübirlik tepkilerle, bazen yakınmalar ve anlaşılmaz ifadelerle, birbiriyle çelişen mesajlarla dış politika yürütülmez. Türkiye’nin vazgeçilmezleri, kırmızı çizgileri, razı olacakları ve olmayacakları; askerî ve ulusal stratejisi belli değil. Saray’da Türkiye’nin ulusal stratejisi yok; arayış içinde, yoklayarak olanları anlamaya çalışıyor, her tekil gelişmeye ayrı bir tepki veriyor.

Güney Kafkasya’da patlak veren, bölge devletlerinin basiretli tutum ve açıklamalarıyla şimdilik atlatılan son kriz sırasında Sayın Cumhurbaşkanı’nın Paşinyan’ı arayarak “bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesisi” telkininde bulunması olumluydu. Fakat Hakan Fidan’ın, Rus-RYBAR telegramının servis ettiği, “İran’ın Azerbaycan’a yapacağı olası bir askeri müdahaleye Türk ordusu derhal karşılık verecek” şeklinde, ABD’nin özlemini dile getiren sözleri ortada kaldı. Haber ajansları bu saldırgan ve aceleci sözleri yaydı, bazı ajanslar haberin yalan olduğunu iddia etti fakat Dışişleri’nden resmî bir açıklama gelmedi.

NATO’nun Güney Kafkasya’da Rusya-İran ile Azerbaycan- Türkiye’yi karşı karşıya getirecek, Karadeniz’deki dengeleri değiştirecek ısrarlı bir tertip içinde olduğu anlaşılıyor. NATO’nun Avrupa Genişleme Komitesi Başkanı Gunther Fehlinger Ermenistan’ı Kuzey Atlantik İttifakı’na katılmaya çağırdı. Gürcistan 2008’den beri NATO üyeliğine aday, 2023 Vilnius Zirvesi’nde Ukrayna-NATO Konseyi kuruldu. Saray, Türkiye’nin NATO’nun genişlemesinden yana olduğunu her fırsatta dile getirdi.

NATO’nun son genişleme çabasıyla ne yapmaya çalıştığını herkes biliyor. ABD Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) Şubat 2023 tarihli “Karadeniz Bölgesi için yeni bir ABD stratejisine doğru” başlıklı rapor/analizinde Rusya ile Batı arasındaki stratejik rekabetin merkezî fay hattı; Güney Kafkasya, doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Batı Balkanlar’ı kapsayan güvenlik alanının kesişme noktası; Avrupa ile Asya arasında önemli bir transit geçiş yolu olarak tanımladığı Karadeniz’i Rusya’ya kapatmaya, Baltık’tan sonra güney deniz çıkışını da kontrol altına almaya çalışıyorlar. Askerî uzmanlar Ukrayna Savaşı’nın Güney Kafkasya ve Karadeniz üzerinden Türkiye’ye yayılabileceğine işaret ediyorlar.

Bu durumda Türkiye’nin her yeni duruma göre vaziyet alacak yerde, eldeki verilerle tutarlı bir Güney Kafkasya, Montrö temelinde Karadeniz ve Türk Boğazları politikası ilan etmesi, bütün kuvvetlerini buna göre tertiplemesi gerekmez mi?

Bunun yerine Türkiye Doğu Akdeniz’de Nawtex ilan etti. Kıyılarımızdan 130 mil açıkta Arctic adlı gemiyle kablo güzergâhı belirlemek için 12-20 Eylül arasında bilimsel araştırma yapacağını açıkladı, böylece bu deniz alanını “Türk kıta sahanlığı” içinde gördüğünü ima etmiş oldu.

Olumlu bir adım. Fakat bu adım, Aralık 2020’den bu yana, üç yıl boyunca, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenlik haklarımıza ilişkin neden sessiz kaldığını, neden bütün faaliyetlerini Antalya körfeziyle sınırladığını açıklamıyor. Pazarlık olarak sürdürülen dış politikada bir şeylerin ters gittiği, Seville Haritası’nın belirlediği alana çekilme karşılığında Saray’a yapılan vaatlerin tutulmadığı, bunun üzerine yeni bir Nawtex ilanıyla tepki gösterildiği anlaşılıyor. Sonraki adımın ne olacağı belli değil.

Yunanistan’ın Ege’deki 23 adayı Lozan ve Paris antlaşmalarını ihlâl ederek silahlandırmasına Saray zaman zaman kısık sesle itirazlarda bulundu fakat ABD’nin adalardaki Yunan tahkimatını askerî araç gereçle takviye etmesi karşısında itirazlar ve yakınmalar kesildi.

Hindistan’da yapılan G-20 zirvesinde ABD, Çin’in Kuşak-Yol girişimini hedef alan alternatif bir yol belirledi. ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Hindistan, Suudi Arabistan ve BAE’nin imzaladığı mutabakat zaptına göre yeni güzergâh Hindistan’ın Mumbai limanından deniz yoluyla Dubai’ye, oradan demiryoluyla Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’e, yine deniz yoluyla Yunanistan’a ve oradan Avrupa’ya uzanıyor. Uygulanma imkânları tartışılsa da bu girişim Çin’e karşı önemli bir stratejik hamledir.

Bunun yanı sıra, yatırım yapmak, ticaret alanını genişletmek, tedarik zincirlerini güçlendirmek, gıda güvenliğini sağlamak için Sahra-altı Afrika’da ABD ve AB’nin katılımıyla bir trans-Afrika koridorunun açılması kararlaştırıldı.

Türkiye her iki koridordan da dışlandı. Sayın Saray G-20 dönüşünde “jeostratejik konum itibariyle dünyadaki koridorlarla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz,” dedi. Türkiye’nin konumunu “mesafe” kavramıyla açıkladı. “Kuşak ve yol girişimi konusunda Çin mesafe aldı,” dedi. “Biliyorsunuz, bizim de Çin’in attığı bu adıma yönelik aldığımız mesafe var.”

Aslında Saray’ın takip ettiği bütün koridorlara, kuşak ve yollara mesafeli olarak kararsız kaldığını anlıyoruz.

Sayın Reis Türk diplomasisini win-win (kazan-kazan) ilkesi çerçevesinde yürüttüklerini söyledi. Alternatif güzergâhlardan ne ölçüde yararlanabileceklerini düşünmekte olduklarını, bu yollar sayesinde ne kazanabileceklerine ilişkin çalışma yaptıklarını belirtti. Dünya’da artan gerilim, sıcak çatışma ve muazzam stratejik hamleler olurken, düşünmekte ve çalışmakta olduğumuzu anlıyoruz. “Biz şunu diyoruz,” dedi Sayın Saray, “Türkiyesiz koridor olmaz” (AA. 11. 09. 23).

Kazan-kazan gibi bir tüccar mantığının nasıl olup da Türkiye’nin diplomasi ilkesine dönüştüğünü anlamaya çalışıyoruz.

II. Abdülhamit’in büyük güçler arasındaki mücadeleyi idrak etme yeteneğinden yoksun denge politikası I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı’yı felaketin eşiğine getirip bıraktı. Emperyalist paylaşımın konusu Osmanlı’nın toprakları olduğu için İttihat ve Terakki savaşa girmek ve vatan müdafaasını Alman askerî stratejisiyle sürdürmek zorunda kaldı. Üç kıtada at sürdüler, ölümüne savaştılar ve kaybettiler. Kayıplar ve yenilgiler İstiklâl Harbi’nin askerî kadrosunun Millî Mücadele’yi zafere ulaştırmasına engel olmadı. Fransa’yla yapılan Ankara Anlaşması (1921), Sovyetler Birliği’yle ittifak ve Kafkas Seddi’nin yıkılması, Lozan ve nihayet Montrö, Mustafa Kemal’in diplomasi dehasını gösterir. Bu başarıların çoğu, diplomasi sahasında müzakereler ve sahrada silahlı çatışmalar devam ederken kazanıldı, sonuç alındı.

Bir tarafa yanaşarak öteki taraftan taviz koparmaya çalışmak, devletin kayıt altına almadığı gizli anlaşmalar yapmak ve nihayet win-win gibi şeyler bizim diplomasi tarihimizde yazmaz. Kurucu kadrolar Misak-ı Millî’den bir milim sapmadılar. Sonunda Türkiye ne İngiliz sömürgesi ne Amerikan mandası oldu, ne de Komintern’e girdi. Bağımsız bir ulus devlet olarak kurulduk, bölgesel paktlar kurduk, sahici bir barış ve işbirliği politikası izledik. İnönü hükümetleri II. Dünya Savaşı sırasında bu mirası üstlenerek Türkiye’yi savaş felaketinin dışında tutabildi. Kimse yolsuzluklarımızın, karanlık işlerimizin çetelesini tutarak bize şantaj yapmadı. Çünkü bizde böyle şeyler yoktu.

Üçüncü paylaşım savaşı yayılmadan Türk diplomasisinin kuruluş temelleri üzerinde yeniden inşa edilmesi gerekir. Coğrafya kaderdir ve jeopolitik Devlet aklını gerektirir. Aksi hâlde Türkiye 21. yüzyıldan, hatta bu yüzyılın ilk yarısından bile tek parça hâlinde çıkamaz. [email protected]

Türk diplomasisi: Win-Win (!)

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. Atatürk’ün dışında, tarihimiz boyunca kurulan Türk Devletleri hep hatalar yaptı…

  2. Güzel bir yazı. Çünkü dış politikayı iç siyaseti yönettikleri gibi yöneteceklerini zannediyorlar. Atılması gereken büyük adımları atacak ne akılları, ne ferasetleri ne vizyonları nede cesaretleri var. Peki kalemizin önünde bu kadar çevrilen top sonunda ne olarak bize döner. Yazar futbol takip etmiyormuş ama bunun cevabını zaten yazısında vermiş

  3. İlk ve Tek yol fabrika ayarlarına acilen dönmek..Cumhuriyet ilkelerinin egemen olduğu, tarımı,sanayisi ayağa kalkmış, eğitimi çağdaş eğitimin üstünde,halkının müreffeh olduğu, ordusu güçlü, hukukun egemen olduğu..sıfır mültecisi olan..insanları mutlu bir Türkiye..yaşasın Cumhuriyet..

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!