Yeni Dünya Düzeni (YDD), küreselcilerin olmuş da bitmiş gibi yaptıkları, oysa kendi ideolojik tasarımlarından ibaret bir tutkunun adı olarak tarihteki yerini aldı. Tutkunun sahibi küresel mali sermayeydi. Ufkunda tek dünya devleti olan bir imalattı. 2008’den itibaren hızla çöktü.
Küreselleşmenin yerini bölgeselleşme alacak dendiyse de, devletlerin bölgesel birliğine en kuvvetli örnek olan Avrupa Birliği bile dökülmeye başladı ki, ABD ile AB bağlanmasını öngören TTIP (Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) gibi girişimler beş yıl içinde doğdu ve öldü.
Küreselcilerden hızını alamamış olanlar, şimdilerde şehir devletleri projesi peşinde koşuyorlar. Dünya genelinde devleşmiş metro/mega şehirler arasında bir küresel ağ kuralım da dünya toprağının geri kalanını bu şehirler ağı yönetsin diyen son model ‘guru’lar sahne aldılar. Bizim memleketten tek aday var, İstanbul… Bu umutsuz son girişimi de izleyeceğiz hep birlikte elbette…
*
Küreselcilik sosyalist sistemin çözülmesiyle birlikte şahlanmıştı.
Bu sürede AB, elinin erdiği eski sosyalist ülkelere -ve bu arada bize- Kopenhag Kriterleri’yle serbest piyasa demokrasisi değerlerini “öğretti”.
AB ülkeleriyle ABD, bu “değerler”i ve kendilerine ilahen verilmiş insan haklarını Irak’ta ve Libya’da işgallerle “yaydı”. Vahşet arşa çıktı.
Küreselcilik yükseldikçe, bunların ideologları bizi medeniyetler savaşı çağına düşebileceğimize bile inandırdılar. Görmüşlerdi. Bize de göstermişlerdi. Ve hiç durmadan İslamiyet ile Hristiyanlık arasındaki çok muhtemel savaşı durdurmak için kahramanca öne atılmışlardı. Dinlerarası diyalog şampiyonları!
Şimdi aklı başında herkes “küresel”, “evrensel”, “demokrasi”, “insan hakları” dendiğinde, bunların göründükleri gibi şeyler olmadığını biliyor. Katolik/Protestan Hristiyanlık inancından meşruiyet alan Atlantik kendini beğenmişliğinin kırbaçları…
*
Küreselciliğin yıkıntılarında, şimdi yeni bir dünya sisteminin ayak sesleri var.
Eski dünya Asya’nın yeniden yükselişine tanığız. Yirminci yüzyıldan beri, ulusal kurtuluş savaşları ve sosyalizm denemelerinden beri, tarih buralarda hızlandı. Şimdiye kadar gözleri kamaştıran Batı dünyasının ışığı söndü.
Ve biz, içinde yer aldığımız kıtayı, hatta komşularımızı bu kadar az bilmenin sıkıntısıyla hızla öğrenmeye başladık. ‘Asya’yı Avrupa’ya bağlayan köprü’ diye resmedilen Türkiye, artık yalnızca bir geçiş güzergâhı değil, açık seçik bir Avrasya ülkesi olarak yerini tanımlamış bulunuyor. Yeni dünyanın merkezinde…
Yeni dünyada yeni bir yol… Önümüzde başka türlü bir gelecek var. Üstelik bu, küreselcilerin yeni dünya düzeni gibi şu ya da bu muktedirin hayali tutkusu değil. Yaşadığımız gerçek! Şimdi bize düşen, eskiden söylendiği gibi ‘yeni bir dünya kurulur Türkiye de içinde yerini alır’dememek. Yeni dünyayı tasarlayanlardan olmak. Yeni dünyada yerimizi kendi aklımız ve gayretimizle belirlemek.
Yaşadığımız bunca tartışma boşuna değil…