Avatar
Cengiz Özakıncı

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa anlatıyor

featured

26 Ağustos’tan 30 Ağustos’a, Büyük Taarruz’dan Büyük Zafer’e -1

Giriş

Türklüğe yönelik “Nefret Söylemi”nin, Türklerin soyunu kırma tasarılarının, Anti-Türkizm’in tarihsel kökleri, eski çağlara dek gider; ancak, bunun iyi belgelenmiş dönemi, 1095 Haçlı Seferlerinden günümüze uzanmaktadır.

Trandafir G. Djuvara, “Türk İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz Proje” kitabında Türk karşıtlığının 1281-1913 yılları arasında kalan 632 yıllık bölümünü belgelerle, haritalarla gözler önüne sermiştir.[i]

İngiltere Başbakanlarından William Gladstone, 1876’da yayımlanan “Doğu Sorunu ve Bulgar Vahşeti” kitabında, Türkleri kökleri kazınması gereken insanlık dışı barbarlar olarak damgalıyordu.[ii]

Gladstone’un Türklerin kökünü kazıma tasarısı 1912-1913’te Balkan Savaşları’nda gerçekleşecekti. Balkan Savaşlarının amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarından kovulması ve Türklerin Balkanlardan atılmasıydı. Bulgar, Romen, Yunan, Sırp ittifak güçleri, Balkanlardaki milyonlarca Türk ailesini topraklarına, evlerine, tarlalarına, paralarına el koyarak, onları salt Türk oldukları için “tehcir” etmiş ve öldürmüşlerdi.

1914’te Birinci Dünya Savaşı çıkınca, bu kez de İngiliz Başbakanı Llyod George, Gladstone’un 1876’da ortaya koyduğu Türklerin kökünü kazıma tasarısını yineliyor; Türklerin insanlığın kanser hücresi olduğunu, beyaz adamın Amerika kıtasında yerli Kızılderililere uyguladığı “uygarlaştırma” yönteminin aynen Anadolu’da Türklere uygulanması gerektiğini duyuruyordu.[iii]

Kont Ostrorog 1915’te Birinci Dünya Savaşı sürmekte iken Fransızca olarak yazdığı “Türk Sorunu” kitabında, Türkiye’nin Anadolu’daki topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşılması tasarısını ortaya koyuyordu.[iv]1916’da İngiliz-Fransız Sykes-Picot tasarısı, Anadolu’yu Türk karşıtlığına dayalı Ermeni, Rum, Süryani, Kürt vs. devletler kurarak parçalamayı ve Türklüğü Anadolu’da boğmayı amaçlıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sırasında işgalci Rus ordusuna eklemlenen silahlı Ermeni çeteleri Van vs. Doğu illerimizde sivil Türklerin kökünü kazımaya yönelik vahşi katliamlarda bulunmuşlar, Fransız ordusunda Fransız tektipleri giyerek Türklere karşı savaşmışlardı. Ermeni çetelerinin 1917 sonu ve 1918 başında Anadolu’nun Doğusunda Türklerin kökünü kazımak amacıyla yaptıkları vahşetler, yabancı gazeteciler tarafından yerinde görülerek belgelenmişti.[v]

Savaş bittikten ve yenilen Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzaladıktan sonra, Anadolu’nun Doğusunda bir Ermenistan ve bir Kürdistan kurmak için çalışmalara başlayan galip devletler, 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusunu İzmir’e çıkartarak, Anadolu’nun Batısında bir İyonya Devleti ve Kuzey Doğusunda bir Pontus Rum devleti kurmaya girişmiş; Türkleri salt Türk oldukları için katletmeye başlamışlardı.

Paris Konferansı’nda bir araya gelen İngiltere, Fransa, İtalya, ABD temsilcileri, 24 Haziran 1919 günü yayımladıkları bildirilerinde, Türk’ü ırk olarak yıkıcı, barbar, uygarlık düşmanı olarak damgalarken, amaçlarının Türk olmayan ırkları Türk yönetiminden kurtarmak olduğunu tüm dünyaya açıkça duyuruyorlardı.[vi]Amaç, Türklüğün kökünün kazınması, soyunun kırılmasıydı.

1912-1913 Balkan savaşlarında kökü kazınmaya başlanan Türklüğü, Anadolu’da yok etmeye girişen emperyalizme karşı direnişte “Müdafaa-yı Hukuk ve Reddi İlhak” dernekleri, Erzurum, Sivas Kongreleri, “Kuva-yı Milliye”, “Misak-ı Milli” (Ulusal And), TBMM, Türklüğün ölüm kalım savaşı demek “Milli Mücadele”yi, “İstiklal (Bağımsızlık) Savaşı”nı başlatmış ve sonunda; 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922’de Büyük Zafer’le Türklük Soykırımdan kurtulmuştur.

Bu ölüm-kalım şavaşının 97. yıl dönümünde, yapabileceğimiz en doğru şey, o tarihte ordularımıza, Mehmetçiklerimize komuta eden Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü gibi komutanlarımızın, gerçekleştirdikleri Büyük Taarruz ve Büyük Zafer konusunda, o günlerde sıcağı sıcağına kendi anlattıklarını aynen yayımlamaktır.

Ve ilk söz, Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nındır.

 w=

Atatürk, 26 Ağustos’tan 30 Ağustos ve 9 Eylül’e dek Büyük Taarruz ve Büyük Zafer konusunda ilk ayrıntılı açıklamayı 4 Ekim 1922 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirmiştir. Bu konuşma, daha sonra 1945’te Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nin 1. cildinde yayımlanmış ve daha sonra dili güncellenerek Belgelerle Türk Tarihi Dergisi’nin Ağustos 1986 günlü 18. sayısında yayımlanmış olmakla birlikte; Atatürk Meclis’te konuşmakta araya giren milletvekillerinin sözlerini aktarmadıkları ve de Atatürk’ün kimi sözlerini çarpıttıkları için, çok çok önemli olan kimi olgular, bu yayınlarda okuyucunun bilgisinden kaçırılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Atatürk’ün 1923 olarak bilinen “HALKÇILIK PROGRAMI”nı ve “Halkçılık ilkesine dayalı bir Anayasa tasarısı hazırladığını, daha 1922’de, yani Büyük Taarruz başlamadan aylar önce, bir cephe denetlemesi sırasında, Bolu milletvekili Tunalı Hilmi Bey’e açıklamış olduğu gerçeğidir. Hilafet ile Saltanatın ayrılması ne denli 30 Ağustos 1922 Büyük Zafer’den sonra 22.11.1922’de gerçekleşmişse de, Atatürk’ün bunu Büyük Zafer’den aylarca önce tasarladığı gerçeği, ancak Atatürk’ün 4 Ekim 1922 günü TBMM’de Büyük Taarruz ve Büyük Zaferi anlattığı oturum tutanağının aynen aktarılmasıyla ortaya çıkabilmektedir.

İşte bu gibi nedenlerle Atatürk’ün Büyük Taarruz ve Büyük Zafer’i anlattığı 4 Ekim 1922 günlü açıklamalarını içeren TBMM Zabıt Ceridesini, yazı dizimizin ilk bölümü olarak aynen yayınlıyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi

Devre: 1, Cilt: 23 İçtima Senesi: 3.

Yüz on ikinci İçtima

4.10.1338 Çarşamba

1. – Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin son harbin tafsilâtına dair beyanatı.

REİS – Efendim, Başkumandan Paşa Hazretleri muzafferiyatı ahîre hakkında beyanatta bulunacaklardır. Söz Paşa Hazretlerinindir.

Umumi ve sürekli alkışlar arasında kürsüye gelen

BAŞKUMANDAN GAZİ MUSKAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ – Arkadaşlar! Kalbimde derin bir tahassür tevlidetmiş olan ayrılıktan sonra tekrar size mülâki olduğumdan dolayı, pek mesudum (Arzı şükran ederiz sesleri). Cenabı Hakka hamdeylerim ki: Ordularımızın silâhlarına emanet ettiğiniz aziz ve mübarek maksat, arzu ettiğiniz veçhile emniyet ve itimadınızın mahalline masruf olduğunu gösteren, mesut bir neticeye vâsıl oldu.

En karanlık ve en bedbaht günlerimizde Meclisimizin sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı talihin bu parlak inkişafına erişmek için, lâzımgelen imkânı daima mahfuz tuttu. Millî mesailde şaşmaz bir aklı selimle daima doğruyu ve daima iyiyi keşif ve temyiz eden Meclisimizin bu neticelere ermekten dolayı duyduğu saadet kadar istihkak kesbedilmiş ne tasavvur olunabilir? Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhte ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. (Şiddetli ve sürekli alkışlar.) Kalbim bu meserretle dolu olarak, pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum. (Sürekli alkışlar.)

Arkadaşlar! Tebrik etmek saadetine mazhar olduğum bu zafer suhuletle kabili izah değildir. Bunu anlamak, bugün değil, belki yarın tarih sahifelerinde ariz ve amik tetkik edildikten sonra mümkün olacaktır. Fakat; hissediyorum ki, benim ağzımdan buna dair bazı sözler işitmek istiyorsunuz. (Hay, hay sesleri.) Bu arzularınızı tatmin etmek için, mühim bazı levhalar ve mühim bazı hatlar üzerinde mâruzâtta bulunacağım. (Teşekkür ederiz sesleri.)

Arkadaşlar; geçen sene Ağustosun -hatıramda aldanmıyorsam- beşinci günü bu kürsüden, beni başkumandan tâyin etmiş olduğunuz zaman arzı teşekkür ederken demiştim ki:

“Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu harim-i ismetimizde boğacağız.”

Bu sözümde hata etmemiş olduğumu hâdisat ispat etti zannederim. Hakikaten Yunan Ordusu harim-i ismetimizde tamamen boğulmuştur arkadaşlar. (Alkışlar.)

Arkadaşlar, o gün, bu kürsüyü terkettikten sonra Sakarya gerilerine kadar gelmiş olan Ordumuza mülâki olmuştum. Cümlenizin hatırındadır ki, yirmi bir gün ve yirmi bir gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesinin son günlerinde ordumuz, düşmanın sol cenahına mukabil taarruza geçti ve bunun neticesi olmak üzere çok kuvvetli ve çok mücehhez olan Yunan ordusu mağlûben ricate mecbur oldu ve ondan sonra tekrar bu kürsüye geldim. Dedim ki;

“Kararımız en son düşman neferini vatanımızdan kovuncaya kadar taarruza devam etmektir, düşmanı takip ve tazyik eylemektir.”

Bu sözümü harfiyen takip ve tatbik etmiş olduğumu vakayi ispat ettiği gibi, şimdi vukubulacak olan mâruzâtımla da izah etmiş olacağım.

 w=

Hakikaten o gün için, düşman ordusunu takip etmek hususunda verilen karar, bu zamana kadar mahfuz kalmıştır. Fakat arkadaşlar! Şunu itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, ordumuzun o günkü hali, vaziyeti, şeraiti ve vesaiti hemen uzun mesafeler üzerinde seri harekât icrasına müsait bulunmuyordu. Bu sebeple lâzımgelen nevakısı ikmal etmek istihzaratı itmam etmek için, bir zaman sarfedilecekti. Ve bu zaman da tabiatiyle sarfedildi.

Fakat; hakikati kati olarak, herkesin bilmesi lâzımdır ki, bu senenin evasıtında ordumuz düşman ordusunu mağlûp ve münhezim etmek için lâzımgelen kuvvet ve kudreti iktisap etmiş bulunuyordu. Fakat; bütün milletimizin ve onun hakikî mümessillerinden mürekkep olan Meclisimizin şiarı, kan dökmeden makasıd-i millîyemizin istihsaline matuf olduğunu pek güzel anlıyordum. Binaenaleyh Efendiler, kuva-yi askeriyemizi istimal etmeden evvel kan dökmeye sebebiyet vermeksizin meseleyi muslihane halletmek için teşebbüs yapmak da ayrıca bir vazife idi. Bu vazifeyi ifa etmek için, her türlü tedabire tevessül olundu. Bilcümle siyasi teşebbüsler icra edildi. Bu cümleden olmak üzere, en kıymetli arkadaşlarımızdan hüsnü tetkikına ve isabet-i nazarına fevkalâde emniyet ve itimad ettiğimiz mühim ricali hükûmetimizden Fethi Beyefendi Hazretlerini Londra‘ya kadar göndermiştik. Müşarünileyh, gerek Londra‘da ve gerek diğer büyük devletler payitahtlarında bilcümle ricali siyasiye ile görüşmek ve müzakerata girişmek ve tesisi sulh için, her şeyi yapmak için, salâhiyet-i kâmileye malik bulunuyordu.

Fakat, Efendiler, Fethi Beyin Londra‘daki suret-i kabulü ve bilhassa o günlerde Mösyö Loid Corc‘un Parlâmento kürsüsünde verdiği nutuk gösteriyordu ki, bütün bu teşebbüslerimiz makûs bir mahiyette telâkki edilmiştir. Filhakika hissiyat-ı insaniyemizin icabatı olarak, yapmış olduğumuz bu teşebbüse İngiliz hükûmetinin vermiş olduğu mâna, teşebbüsat-ı muslihanemizin bizim zâfımızla tefsirinden ibaretti. Zannettiler ki, ordumuz zayıftır. Zannetiler ki, ordumuz taarruz ve takip etmek değil, yerinden kıpırdamıyacak bir halde bulunuyoruz. Zannettiler ki, Meclisimiz ve hükûmetimiz zayıftır ve nâümittir. Şüphe yok, bütün bu noktalarda en büyük hataya sapmış oluyorlardı, en derin gaflet içerisinde bulunuyorlardı. Ve belki bazı vaziyetler ve bazı manzaralar düşmanlarımıza bu ümidi vermiş olabilirdi.

Fakat ben, düşmanlarımızın bu suretle aldanmış olduğundan meyus değilim. Arzu etmiş olsaydım, o anda bu zehabı tashih ederdim. Fakat; Efendiler, bu zehabın tashihi keyfiyetini sözle değil, fiilen yapmağı tercih ettim. Binaenaleyh; Fethi Beyefendi kanaat-i katîyesini hükûmete bir raporla bildirdi ve dedi ki; “Makasıdı millîyemizin istihsali, ancak faaliyeti askerîye ile kabil olabilecektir. Başka tetkika, başka tefsire mahal yoktur.”

Bittabi Fethi Beyefendinin bu sözüne ve bu kanaatine iştirak etmek lâzım geliyordu. Aynı zamanda Avrupa‘da bulunan bilcümle mümessillerimizden ve sair siyasi memurlarımızdan gelen raporların muhteviyatı da, Fethi Beyefendinin sözünü, kanaatini teyit ve takviye ediyordu. Artık anlamıştık ki, harekât-ı askerîye bir zaruret haline geldi. Bunun üzerine Başkumandanlık, teşebbüsat-ı muslihane ve siyasiye icabı olarak, fiile koymağı tehir ettiği taarruz kararını fiilen mevkii tatbika vaz‘a ve taarruzu icraya karar verdi. Ordumuzun kabiliyet ve kudreti hakkında ve hazırlığı derecesine dair itimadımız berkemaldi. Fakat; bir defa daha Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa Hazretleri cepheye gitti. Ben de cepheye gittim ve baştan nihayete kadar ordumuzu tekrar gözden geçirdik. Düşman mevazii, düşman ordusu tetkik edildi. Bu son teftişimizin neticesi de mevcut olan kanaat ve imanımızı takviye etti ve o zaman katî olarak taarruz hazırlığı için emir verdim.

Efendiler; taarruzumuz, öteden beri Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecaribe müsteniden ihzar ettiği plân dâhilinde vuku bulacaktı. Bu plân, düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plândı. Bu plân dâhilinde hazırlık emri verdikten sonra, bittabi maksadımızı gizlemekte faide görüyorduk. Onun için evvelâ Erkânı Hârbiyei Umumiye Reisi ve sonra Başkumandan tekrar Ankara‘ya avdet etti. Ankara‘ya avdetimde Heyeti Vekile‘deki rüfekayı muhteremle beraber vaziyeti bir defa daha mütalâa ettik. Vaziyeti umumiyeyi, bilhassa vaziyeti siyasiyeyi tahlil eyledik ve gördüm ki, bu arkadaşlar da bütün kalbleriyle, bütün kanaatleriyle Başkumandanlığın kararını tasvip ve takviye ediyorlar. Bilhassa Maliye Vekili Beyefendinin göstermiş olduğu suhulet, başkumandanlığın icraatında ayrıca bir kuvvet teşkil etmiştir. Bundan dolayı, kendilerine bu kürsüden teşekkür etmeyi ayrıca bir vecibe addederim (biz de iştirak ederiz sadaları). Heyeti Vekile arkadaşlarımızın da ârâsı istihsâl olunduktan sonra, tekrar buradan gaybubet ettim. Konya üzerinden Garp Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir‘e gittim. Son tetkikatımda artık düşmanı mağlûp etmek için herşey hazır olmuştu ve bilâfâsıla düşmanın İzmir‘e kadar takibi için icabeden tekmil tedabir alınmıştı. Bunun üzerine 25 ağustosta taarruz için emrettim.

26 Ağustos günü cereyan eden harekât-ı taarruziyeyi suhuletle ihata etmek için, arzu ederseniz, o tarihteki düşman ordusunun vaziyetini birkaç kelime ile ifade edeyim. Dört ilâ beş fırkadan ibaret olan Yunan kuvveti Afyon-Karahisarında bulunuyordu. Afyon-Karahisarı‘nın şarkında ve cenubunda olmak üzere takriben 90-100 kilometrelik bir hat üzerinde tahkimat yapılmıştı. Fakat; bu tahkimat, Efendiler, alelade değildi. Yunanlılar bir sene mütemadiyen askerleri ve ahaliyi istihdam etmek suretiyle çalışmışlar ve fennin bilcümle vesaitini orada tatbik etmişlerdi. Dediğim hat, birçok kuvvetli nikat-ı istinadiyeyi ve derinliğine tahkimatı, hututu müdafaayı ihtiva ediyordu. Yani bu mevzi tam mânasiyle, son zamanın bir kalesi tevsim olunabilecek bir haldeydi. Bundan başka düşmanın üç fırkadan mürekkep bir kuvveti de Eskişehir‘de ve Seyitgazi‘de bulunuyordu. Eskişehir ve Seyitgazi‘nin şimali, şarkı ve cenubu da tıpkı Afyon-Karahisarında olduğu gibi aynı vesaitle; aynı teçhizatla müstahkem ve mücehhez bir hale ifrağ edilmiş bulunuyordu. Bu iki grupun arasında da şimendiferle ve maşiyen sürat ve suhuletle her tarafa gidebilecek halde, Döğer‘de de düşmanın üç fırkadan mürekkep bir kuvveti vardı. Hulâsa düşman orduyu aslisi cenahlarını iki kaleye dayamış, orta yerinde kuvvetli bir ihtiyat grupa malik, bir manzume halindeydi. Bu manzumenin uzak cenahlarına da bakmak istersek, Gemlik ve İznik Gölü civarında da düşmanın iki fırkaya karip bir kuvveti vardı. Eğer cenuba bakacak olursak, Afyon- Karahisarı’ndan sonra bütün Menderes boyunca denize kadar düşmanın ikinci fıkrasını da ihtiva etmek üzere, birçok müstakil alayları ve süvarileri mevcuttu.

Biliyorsunuz ki efendiler; Garp Cephesi denildiği zaman orada bizim iki ordumuz vardı, orada bizim daha diğer kuvvetlerimiz de vardı. Binaenaleyh; Birinci Ordu, Afyon-Karahisarı‘nın şarkında Akarçay‘dan garba doğru Dumlupınar arasında bulunan düşman mevazii karşısında tahaşşüd edecekti. Burada bittabi takviye edilmiş olan bu ordumuz, düşmanı mağlûp ederek, şimale atmak vazifesini aldı.

İkinci Ordumuz; bu Akarçay‘dan şimale doğru Porsuk vardır, biliyorsunuz, işte onun şimalinde Sakarya kısmı vardır- oraya kadar olan cephede düşmana taarruz edecekti. Düşmanın Eskişehir‘de bulunan üç fırkası, Döğer‘de bulunan üç fırkası ve Afyon-Karahisar şarkında bulunan iki fırkası ki, ceman sekiz fırkayı kendi karşısında tesbit edecekti. Kocaeli mıntakasında bulunan kuvvetlerimiz dahi karşısında bulunan düşman kuvvetlerine taarruz edecek ve bu kuvvetlerin cenuba inmesine mümanaat edecekti. Menderes havalisinde biri süvari fırkası, olmak üzere kuvvetlerimiz vardı. Bunlar da cenuptan şimale doğru önündeki düşmana taarruz edecek ve o kuvanın neticeşi katiye yerine gelmesine mâni olacak ve aynı zamanda düşmanın İzmir‘le olan hututu muvasalasını kat’edecekti.

İşte bu nikat-ı esasiye üzerine bütün tedabir ve tertibat yapılmış ve hazırlık ikmal edilmiş olduğu halde 26 Ağustos günü taarruz başlamıştır.

Bu harekâtı yakından sevk ve idare etmek bittabi matlup ve mültezem olduğundan, Başkumandanlık, Erkânı Harbiye-i Umumiye Riyaseti ve Garp Cephesi Kumandanlığı 26 Ağustos günü fecirle beraber, Birinci Ordunun tarassut noktası olan Kocatepe‘de hazırdılar. Kocatepe, bilenlerce malûmdur ki ve harita üzerinde mütalâa edenlerce anlaşılabilir ki, düşmanın cenup cephesine ve cenup cephesindeki nikat-ı mühimmeye o kadar yakındır ki mevazii tetkik etmek ve harekâtı sevk ve idare eylemek için, hattâ dürbün istimaline bile hacet yoktur.

Birinci Ordu, Akarçay‘dan Dumlupınar‘a kadar olan bütün düşman mevaziine taarruz edecekti. Süvari kolordumuz bu taarruz grupunun sol cenahında bulunduğu fürceden içeri girecek ve düşman ordusunun arkasında icra-yi faaliyet edecekti.

Vakıa ordularla bütün cephe üzerinde taarruz olunacaktı. Fakat, ilk anda şu mühim noktalar düşünüldü : Afyon-Karahisarı‘nın garbında Kaleciksivrisi vardır ve onun şimalinde 1310 rakımlı Erkmentepesi vardır. Bu mevziler gayet mühimdir ve ondan başka bütün mevaziin kilidi mesabesinde olan ikinci bir mühim mevki daha vardı ki, ona Tınaztepe namı veriliyor; bu, Kaleciksivrisi‘nin on iki kilometre kadar garbındadır ve bu silsilenin en mühim bir noktasıdır. Burasını iskat etmek istiyorduk. Bir de bu iki grupun arasında bir tepe vardır ki Belentepe deniliyor. Afyon-Karahisar cenubundaki düşmanın mevzii aslisi başlıca bu noktalara istinadediyordu. Binaenaleyh; bütün topçularımız ve ağır topçularımız bu üç noktayı ateş altına alabilecek mevzilere konmuştur.

Arkadaşlar! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözleri açıldığı zaman, ateşe başladılar. (Maaşallah sesleri). Kemali takdirat ve hürmetle bunu zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve vukuf, bütün dünya topçuları için, misal olacak mahiyette idi. (Sürekli alkışlar). Hayat-ı askeriyemde bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız saat 4,30‘da endahta başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş tanzim etmek için, endaht yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde endaht tanzim edilmiş ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım nikat üzerine şiddetle tesir endahtına başlamıştır. Bu mevazi, çok ve çok müstahkemdi. Bu mevaziin kıymet-i tedafüiyesini en son tetkik eden bir İngiliz erkânı harbinin verdiği raporda, eğer Türkler, bu mevazii dört, beş ayda işgal ederlerse, bir günde ıskat ettiklerini iddia edebilirler. Fakat Türklere, bu mevazii iskat etmek için, üç dört ay değil, bir gün de değil, yalnız bir saat kâfi gelmişti. (Şiddetli alkışlar).

REFİK B. (Konya) – İngiliz Ceberrutunu da beraber ıskat etti Paşa Hazretleri.

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) –  Saat 6 da Tınastepe‘ye hücum vaziyetinde, hücum mesafesine yaklaşmış bulunan piyadelerimiz önündeki tel örgüleri kesmeğe ve bertaraf etmeğe lüzum görmiyerek; ayağını kaldırdı ve tel örgüsünden bacağını aşırarak atladı ve orada bulunan Yunan neferlerini süngüleriyle tamamen tepeledikten sonra, Tınastepe‘yi işgal etti (Medid alkışlar, yaşasın Türkler, sesleri) ve ben bu manzarayı seyrederken, bir suale bir cevap vermeyi hatırladım. Bu tel örgüsünü nasıl geçebilirsiniz? diyorlardı. Oradakilerine dedim ki : İşte böyle ayağını kaldırır ve geçerler. Bunu müteakip Efendiler; saat dokuzda “Belentepe” düştü. Ve onu müteakip Kalecik Sivrisi düştü. Fakat; bunun daha şimalinde 1310 rakımlı (Erkmen) tepesi hâlâ mukavemet ediyordu. Bunun sebebini izah edeyim:

Biz, ağır topçularımızı mevazie getirebilmek için yollar yapmağa mecbur olmuştuk. Bu mıntakayı bilenlerce malûmdur ki, burası tekerlekli vesaitin hareketine gayrimüsait bir yerdir, yol yoktur. Binaenaleyh; ondan daha ilerisine yol yapabilmek için, mutlak düşmanla çarpışmak lâzım geliyordu. Son 1310 rakımlı tepe topçu ateşimizin tesirinden uzaktı. Orada taarruzlarımız tekerlek geçmediği için yalnız cebel toplariyle himaye edilmek mecburiyetindeydi. Onun için, mukavemet edildi. Bu nokta, o kadar çok mühimdir ki : düşman, bütün kuvvetiyle ve bütün vesaitiyle orasını elde tutmağa çalışıyordu. Tınaztepe mevzi-i mühimminin garbında taarruz eden kıtaatımız da, bazı mühim noktalara, mühim mevzilere dâhil olmuşlardı.

Bu taarruz gününde, en sol cenahta bir fırkamız — 57 nci fırka — taarruzlarını tevcih ederken kuvvetlerini biraz yekdiğerinden uzakça bulundurmuştu. Bu itibarla düşman üzerinde, müessir bir tazyik yapamıyordu. O fırkanın kumandanı Reşat Bey namında bir zattı. Bu zatı çok eskiden tanıyorum. Muş‘ta beraber muharebe yaptık, Suriye‘de çok muharebeler yaptık. Çok kıymetli bir askerdi, şahsen bana çok muhabbeti ve emniyeti vardı. Telefonla sordum: “Niçin hedefinize vâsıl olmadınız?” dedim. Cevaben dedi ki, yarım saat sonra bu hedeflere vâsıl olacağız. Halbuki, maatteessüf yarım saatte bu hedefler istihsâl edilememişti. Tekrar sorduğum zaman telefonda Reşat Bey‘in son bir vedanamesini okudular, orada diyordu ki: “Yarım saat zarfında size o mevazii almak için söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşıyamam.”

Bu misali, Reşat Bey‘in o hareketini takdir etmek için söylemiyorum. Tabiî öyle bir muamele ve öyle bir hareket bizce şayanı kabul değildir.

Yalnız ordumuzda zabıtanın, kumandanların kendilerine verilen vazifeyi ifada gösterdiği tehalükü ve hissî namusu söylemek isterim.

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) – Türklüğünü göstermiş Allah rahmet eylesin.

GAZİ MUSTAFA KEMAL Pş. HAZRETLERİ (Devamla) – Hakikaten ordumuzdaki zâbitan ve kumanda heyeti âliyesi yekdiğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyet ve itimatla merbuttur ve mafevkten aldıkları emri bir namus telâkki ederek ifa ederler.

YAHYA GALİB B. (Kırşehir) – Hiç şüphemiz yoktur.

 w=

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Devamla) – Efendiler! Düşman yakın takviye kıtaatını birinci hatta ithal etti ve Balmahmut üzerinden ve Afyon‘dan dahi birtakım takviye kıtaatı celbetti ve ayrıca otomobillerle cerredilir toplar getirdi ve bizim elimize geçen noktalan tekrar istirdat için, mukabil taarruza geçti. Bu Tınaztepe‘nin garbında elde edilmiş olan mevazi hemen kamilen düşman tarafından istirdad olundu ve Tınastepe üzerine tevcih ettiği taarruzlar, bidayette askerlerimizin çok fazla mukavemeti ve bilhassa Belentepe‘ye giren kuvvetlerimizin yandan, piyade ve topçu ateşleri sayesinde, bir an için tevkif olunabildi. Fakat, düşman tekrar takviye kıtaatı aldı. Akşam üzeri Tınaztepe kamilen düşman eline geçti ve 1310 rakımlı tepe sebat etti. Aynı zamanda düşman, Kaleciksivrisiyle Akarçay arasında Afyon cenubunda, bir mukabil taarruz hazırlığına kalkıştı zannedilebilirdi. Hakikaten orada birtakım kuvvetler topladı ve bütün bu cephe üzerinde Işıklar istikamet-i umumiyesinde, gayet kesif bir topçu hazırlığına başladı. Düşmanın böyle bir hareketi çok mâkul ve çok muhtemeldi. O kadar muhtemel idi ki, biz bu harekâta başlamadan evvel düşmanın bizim üzerimizde en müessir bir hareketi olmak üzere, bunu kabul etmiştik.

Filhakika düşman, böyle Karahisar‘dan Akşehir istikamet-i umumiyesine yapılan bir taarruzda muvaffak olduğu takdirde kuvay-ı asliyemiz garpta kalmış ve diğer kuvvetlerden ayrılmış olabiliyordu. Düşmanın bu kadar çok ehemmiyetli olan teşebbüsünü daha evvelden düşünmüş olduğumuzdan ademi muvaffakiyete müncer etmek için, lâzımgelen her türlü tedabir de alınmıştı.

Onun için bu düşman teşebbüsü bizi ürkütmedi. Mamafih; bu cephe üzerine ve bütün cephe üzerine teveccüh eden askerlerimizin şedit ve kahramanca taarruzları, düşmanı bu harekete girişmekten menetti, düşman böyle bir şey yapmağa cesaret edemedi.

Tınastepe‘de düşman tamamen hâkim olduktan sonra orada bulunan kuvvetlerden bir alay -ki, ismini hürmetle ve takdirle yâdetmek istiyorum 57 nci alaydır- düşmana ateş istimaline lüzum görmekzisin süngüsünü taktı; düşman cephesine girdi. Bunun neticesi olarak gece Tınaztepe, çok derin ve muhkem bulunan Tınaztepe baştan nihayete kadar elimize geçti (alkışlar). 26 Ağustos akşamına kadar bu cephe üzerinde cereyan eden vekayi bundan ibarettir. Yani, Akarçay‘dan Tınastepe‘ye kadar uzayan mevazi üzerinde Kalecik Sivrisi, Belentepe ve Tınastepe elimize geçmişti.

Oradan sonraki mevazie kuvvetlerimiz dâhil olamamışlardı. Bunun garbında icra-yi faaliyet edecek olan süvari kolordumuz, malûmu âliniz. Afyon‘un garbında Çayhisar vardır, Çayhisar‘a kadar geldi. Daha ileriye çok kuvvet geçirmek için, henüz zaman kendisine pek müsaade etmiyordu. Fakat; süvari kıtaatımızın burada -görünmesi derhal düşmanın nazarı dikkatini celbetti ve düşman buna karşı Ayvalı-Karka hattının şimalinden cenuba doğru, garba müteveccih bir cephe almağa mecbur oldu. Harita üzerinde vaziyet mütalâa olunduğu zaman suhuletle görülür ki, bu vaziyet düşman ihatasının mebdeidir. Düşman, şarka ve cenuba müteveccih olduğu gibi, İzmir‘e karşı, garba da bir cephe almağa mecbur edilmişti. Bu vaziyetle düşman kendi kendini bir kale içerisine koymuştur

Diğer cephelerde, Afyon‘un şarkındaki düşman mevaziine de kuvvetlerimiz taarruz etmiştir ve orada bulunan düşman kuvvetlerini, cenuba gelip muavenet etmekten menetmeğe muvaffak olmuştur. Onun daha şimalinde düşman için, fevkalâde haizşi ehemmiyet olan Kazuçuran namında kuvvetli bir mevzi-i müstahkem vardı. Oraya bizim bir fırkamız taarruz etti ve orasını aldı. Fakat düşman bu noktaya çok ehemmiyet verdiğinden kıtaatını tekrar takviye etti. Mukabil taarruz yaptı ve bizim fırkayı oradan attı. Fakat aynı fırka tekrar şiddetle taarruz ederek aynı -mevzii bir daha zaptetti. Bunun daha şimalinde hareket eden bir süvari fırkamız vardı; bu da Döğer istikamet-i umumiyesinde yürüdü, her önüne tesadüf ettiği düşmana taarruz etti ve bu sayede Döğer civarında bulunan üç fırka ihtiyat kuvveti yerinden kıpırdıyamadı. (Bravo sesleri.) Bunun daha şimalinde Seyitgazi‘ye yakın Husrev Paşa mıntakası vardır. O mıntakada bulunan düşman kuvvetlerine taarruz eden kıtaatımız, aynı zamanda Eskişehir şark cephesine taarruz eden kıtaatımız düşmanın üç fırkasını tesbite muvaffak olmuştur. Ve bu taarruz eden kuvvetlerimiz oradaki düşmana nazaran; dörtte bir nispetinde idi.

Kocaeli Grupunda da taarruz başladı. Kıtaatımız verilen vazifeyi muvaffakiyetle ifa ediyorlardı. Menderes havalisindeki bütün kıtaat dahi verilen vazifeyi muvaffakiyetle yapıyorlardı. Orada bir süvari fırkamız Uşak‘ın garbına kadar ilerliyerek düşman hututu muvasalasını katetmeğe başlıyordu. Binaenaleyh 26 Ağustos akşamı vaziyet bu idi. Eğer tetkik edilecek olursa bu netice şayanı memnuniyettir. Ve hakikaten başkumandanlıkça şayanı memnuniyet görüldü… Çünkü şimalde ve Menderes‘te düşman kuvvetlerinin, tam tasavvur ettiğimiz gibi, bulunduğu yerlerde tesbit ettik ve sonra Âfyon-Karahisar garbındaki çok müstahkem bir hattın da en mühim nikat-ı istinadiyesinden üç yer elimize geçti.

27 Ağustos için yapılacak yeni bir şey yoktu. Kıtaat evvelce almış oldukları hedeflere bir an evvel vâsıl olmak için, taarruzlarına devam edecekti. Nitekim öyle oldu. 27 Ağustos sabahı 1310 rakımlı tepeye karşı doğrudan doğruya Dördüncü Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa‘nın huzuriyle gayet mahirane bir taarruz tertip olundu ve bunun neticesi olmak üzere, 1310 rakımlı Erkmentepesi düşmandan alındı ve buradaki düşman mağlûp ve perişan bir surette şimale ve şimalî garbiye doğru atıldı. Bu suretle Kalecik Sivrisinden Tınastepe‘ye kadar olan iki kilometrelik bir gedik açılmış bulunuyordu.

Düşman cephesi burada yarılmıştır. Bunu mütakıp, bu gedikten geçerek, düşmanı bırakmamak ve tekrar taaruz etmek üzere, hareket olundu. Aynı zamanda diğer düşman mevaziine karşı da tevcih edilmiş olan taarruzlar tecdid olundu ve bu netice ile artık düşman tarafından, hututu müstahkemesinin emniyetle muhafaza edilmemesi vaziyeti husule gelmiştir. Filhakika biraz sonra yekdiğerini müteakip Tınaztepe‘nin garbında bulunan mevazi dahi birer, birer sukut etmeğe başlamıştı ve Kaleciksivrisi cephesi dahi sukut etti. Gerek bu vaziyetten, gerek Afyon-Karahisar‘ın şarkına tevcih edilen taarruzların tesirinden orada bulunan düşman fırkaları dahi mevaziini terk ederek, garba ve garbi şimaliye doğru çekilmeğe mecbur olmuşlardı. 27 Ağustos günü öğleden sonra saat beşte Sekizinci Fırkamız muzafferen Afyon-Karahisarı‘na girdi. Burada 20-22 kadar muhtelifülcins top alınmıştır. Karahisar‘da da belki, henüz hesab-i katisi bitmemiş olan mühimmat, esliha ve asir malzeme iğtinam olunmuştur. Yalnız düşman, Karahisar‘da ve ondan sonra her yerde yaptığı gibi, derhal şehri ateşledi. Kıtaatımızın serian yetişmesi sayesinde yangının tevessüüne meydan verilmedi ve yanan yerler de bastırıldı. O gün, düşmanın mühim kuvvetleri mevkii müstahkemden atıldı ve artık açık sahra muharebesine mecbur edildi.

27 Ağustos akşamı vaziyeti şöyle mütalâa ettik : Düşmanın henüz Eskişehir gurupu yerindeydi ve Döker‘deki ihtiyat fırkaları henüz tamamen istimal edilmemişti. Diğer cephedeki düşmanın kuvveti tamamen duruyordu. O halde burada mağlûp ettiğimiz düşmanın kuvveti dört ilâ beş fırkadan ibaretti. Binaenaleyh; düşman tekrar sol cenahını Eskişehir‘e istinad ettirerek; onun cenubunda Döker ve daha cenuba ininiz; Resulbaba sırtları vardır. Oradan garba gidiniz, burada Dumlupınar mevazii var; daha sonra Toklusivrisi mevazii vardır ki, düşman bu hat üzerinde çekilen kuvvetleriyle tekrar müdafaa edebildi. Zaten bu mevazide daha evvel inşa ve ihzar edilmiş ve telörgülerle takviye olunmuş hemen, hemen Afyon şarkında ve cenubundaki tahkimata müşabih kuvvetli tahkimat vardı. Onun için en mâkul ve muhtemel olan hareket, düşman için, bu idi.

Binaenaleyh; düşmanı bu mevzide dahi mağlûp etmek için, cenupta bulunan Birinci Ordu, düşmanı sol cenahla kavrıyarak, İzmir‘e gitmekten menedecek surette taarruza devam edecekti. İkinci Ordu, şarktan düşmanı kavrıyarak, şimale, Kütahya üzerine gitmesine mümanaat edecek surette taarruz edecekti. Artık ileriye geçmiş olan süvari kolordumuz da düşman kuvvetinin tamamen arkasında icrayi faaliyet edecekti. O gece düşündüklerimizi ertesi günü inayet-i Hakla ve tamamen düşündüğümüz gibi noktası noktasına tatbik etmek müyesse

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa anlatıyor

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 28 Ağustos 2023, 13:49

    Şu yalınlık şu içtenlik şu özveri! Atatürk’ü biraz bile anlamış olanın ona saygı, sevgi, derin bağlılık duymaktan başka duygu, düşüncede olduğu belli olursa biliniz ki asla bizden değildir. Teşekkürler Sn @cengizozakinci 🙏

  2. Yaşa Halkçı Fatih!

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!